Tekil Mesaj gösterimi
Alt 8. August 2010, 09:15 PM   #10
Taner
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Jan 2009
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 234
Tesekkür: 60
55 Mesajina 155 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
Taner will become famous soon enoughTaner will become famous soon enough
Standart

Burada yine Meryem'e dönülerek şu bilgiler verilmiştir: Meryem sûresi'nden, Meryem'e elçi aracılığı ile mesajlar gönderildiğini öğrenmiştik. Buradaki melekler; “o vahiyler”, meleklerin dedikleri de “o vahiylerdeki mesajlar”dır. Burada konu, intak [konuşturma/dile getirme] sanatı ile anlatılmaktadır. Bu mesajlarda Meryem'e, Ey Meryem! Şüphesiz Allah seni seçti, seni tertemiz kıldı ve seni âlemlerin kadınlarına seçti. Ey Meryem! Rabbine saygılı ol, O'na boyun eğ ve rükû edenlerle [rükû eden erkeklerle] beraber rükû et denilmektedir ki bununla, Meryem'in erkeklere karışması, erkek öğretmenlerle birlikte öğretmenlik yapması istenmektedir.

Meryem ve Enbiyâ sûrelerinde Meryem'in çift cinsiyetli olduğunu açıklamıştık.

Âyetteki, rükû ifadesiyle, “tevhid öğretmenliği yapmak” kastedilmiştir.

Âyetteki, seni tertemiz kıldı ifadesi, iddia edildiği gibi, onun hayızdan-nifastan, kirden-pastan temizlendiğini değil, şirkten temizlenip uzak tutulduğunu ifade eder. Sözcüğün orijinali olan tathîr ile ilgili olarak Vâkıa sûresi'ndeki açıklamamıza bakılabilir.[61]

44. İşte bu, ğaybın önemli haberlerinden sana vahyettiklerimizdir. Ve Meryem'e hangisi kefil olacağına kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin. Onlar tartışırlarken de sen yanlarında değildin.

Bu âyetlerde, Rasûlullah'a hitap edilerek Ehl-i Kitap (özellikle de Necrân heyeti) uyarılmaktadır. Çünkü Rasûlullah bunları bilmiyordu. Ehl-i Kitap bilginlerinin herkesten gizledikleri Zekeriyyâ, Yahyâ ve Meryem'e ait bu bilgiler, Rasûlullah'a Allah tarafından mucize olarak bildirilerek ifşa edilmiştir, ki bu, Muhammed'in peygamberliğine açık bir delildir. Zira İmrân'ın karısının gebe kaldığını, karnındaki bebeği mescide adadığını, kız doğurduğunu, adını Meryem koyduğunu, “Erkek, kız gibi değildir” dediğini, ve onun kefilinin kim olacağının belirlenmesi için tartışıldığını, kura çekildiğini, Zekeriyyâ'nın kefil olduğunu, ayrıca Zekeriyyâ ve Yahyâ ile ilgili bilgileri Mekkeli Muhammed asırlar sonra nereden bilebilirdi? Kur’ân'da bu bilgilerin yer alması, bu bilgileri Ehl-i Kitaba okuması, Muhammed'in peygamberliğinin ve Kur’ân'ın o'nun tarafından yazılmadığının apaçık göstergesidir.

Bu tarz ğaybî haberlerle mucize gösterilmesi, birçok konuda gerçekleşmiştir:

Biz, iman edecek bir kavim için Mûsâ ve Firavun'un önemli haberlerinden bir kısmını sana hakk ile okuyoruz [takip ettiriyoruz]. (Kasas/3)

Ve Biz, seslendiğimiz zaman, Tûr'un [dağın] yanında da değildin. Bilakis senden önce kendilerine uyarıcı [peygamber] gelmeyen bir kavmi uyarman için ve kendi ellerinin yaptıklarından dolayı başlarına bir musibet geldiğinde hemen, “Rabbimiz! Ne olurdu bize bir peygamber gönderseydin de, âyetlerine uysak ve mü’minlerden olsak” diyemesinler, onlar öğüt alsınlar diye Rabbinden bir rahmet olarak (orada geçenleri sana bildirdik, seni elçi olarak gönderdik). (Kasas/46-47)

İşte bu, sana vahyettiğimiz ğayb haberlerindendir. Yoksa onlar yapacaklarına karar verip mekr [kötü plan] yaparlarken sen onların yanında değildin. (Yûsuf/102)

İşte bunlar [Nûh ile ilgili anlatılanlar], sana vahyettiğimiz ğayb haberlerindendir. Bunları sen ve kavmin bundan önce bilmiyordunuz. Şu hâlde sabret. Şüphesiz âkıbet, takvâlı davrananlarındır. (Hûd/49)

Âyette dikkat çeken başka bir nokta da, Kalemlerini atarlarken ifadesidir. Târihî bilgilere göre “kalem atmak”, bir kur’a çekme şeklidir. Kur’aya katılacaklar toplanıp kalemlerini [çöplerini] suya atarlar, suyun akıntısına kapılmayan çöpün sahibi kur’ayı kazanmış sayılırdı.

Anlaşılan o ki, Meryem onlar için bir sorun teşkil etmiş ve bu yüzden kur’a çekmek zorunda kalmışlar, kur’a neticesinde Zekeriyyâ Meryem'in kefili olmuştur.

Kur’a çekilmesi ve Zekeriyyâ'nın Meryem'e kefil olması, Meryem'in çift cinsiyetli olması nedeniyle mescidde ortaya çıkacak sorunlardan kaynaklanmış olmalıdır.

45-46, 48-51. Hani bir zaman melekler, “Ey Meryem! Allah seni, Kendisinden bir kelimeyle müjdeliyor. Onun adı, Meryem oğlu Îsâ Mesih'tir. Dünya ve âhirette saygındır. Ve o yaklaştırılanlardan ve sâlihlerdendir. Yüksek mevkide bulunarak ve yetişkin biri olarak insanlarla konuşacaktır da. Ve O [Allah], o'na kitabı, hikmeti [zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri] ve Tevrât ile İncîl'i öğretecek. Ve o'nu İsrâîloğulları'na, ‘Şu bir gerçek ki, ben size Rabbinizden bir mucize getirdim. Ben, çamurdan kuş görünümünde bir şey yapar, ona üflerim de Allah'ın izniyle o kuş oluverir. Ben, körü ve abraşı iyileştirir, ölüleri Allah'ın izniyle diriltirim. Evlerinizde yediklerinizi ve biriktirdiklerinizi size haber veririm. Eğer inananlarsanız bunda sizin için kesinlikle bir mucize vardır. Tevrât'tan iki elim arasındakini doğrulayıcıyım. Size yasaklanmış olanların bir kısmını serbest edeceğim. Rabbinizden bir mucize de getirdim size. Artık Allah'a takvâlı davranın ve bana itaat edin. Şüphesiz Allah, benim Rabbimdir ve sizin Rabbinizdir. Onun için O'na kulluk edin! İşte bu, doğru yoldur’ diye bir elçi yapacak” demişlerdi.

Bu âyette, yaratma şekilleri ve Allah'ın elçi yetiştirmesi konu edilmekte, yanısıra da, Zekeriyyâ ile Meryem'e iletilen mesajların içeriği açıklanmaktadır. Yukarıda mesajın bir bölümünü görmüştük.

Buradaki melekler de, 42-43. âyetlerde olduğu gibi, “vahiyler”, meleklerin dedikleri de “o vahiylerdeki mesajlar”dır. Burada konu, intak [konuşturma/dile getirme] sanatı ile anlatılmaktadır. Aslında bu mesajlar, Zekeriyyâ'ya vahyedilmiş, Zekeriyyâ da Meryem'e iletmiştir. Ahzâb/30-34'de de Rasûlullah vasıtasıyla o'nun kadınlarına hitap edildiğini göreceğiz.

Âyette Îsâ peygamber, “mesih” olarak nitelenmektedir. Bu sözcüğün İbranice, aslının da “meşih” olduğu kabul edilmektedir. Biz “mesih” sözcüğünün Arapça olduğunu varsayarak kısaca tahlilini veriyoruz:

مسيح[mesih] sözcüğünün kökü olan مسح'in [mesh'in] anlamı, “herhangi bir şeyi elle sıvazlayarak temizlemek”tir.[62] Mesih sözcüğü, mübalağa ism-i fail olduğundan, “ileri derecede kirli nesnelerin kirini sıvazlayıp temizleyen, tozunu kirini gideren” anlamına gelir.

Sözcüğün bu anlamına göre Îsâ peygambere bu ismin veriliş nedeni olarak şu görüşler ortaya atılmıştır: “Yeryüzünü meshettiği, yani birçok yerde dolaşıp tebliğde bulunduğu için”, “hastaya el sürdüğünde hasta iyileştiği için”, “yetimleri çok sevip yetimlerin başını okşadığı için”, “günahları temizlettiği için” Îsâ'ya Mesih denilmiştir.

Bize göre ise Tevrât'a sürülen lekeleri temizlediği, temizleyeceği için Îsâ Mesih olarak nitelenmiştir.

46. âyette Îsâ için, Yüksek mevkide bulunarak ve yetişkin biri olarak insanlarla konuşacaktır da buyurulmaktadır. Bu noktanın iyi anlaşılması için, şu hususlara dikkat edilmelidir:

Mushaf tertip heyetinin, necmleri ve dilbilgisi kurallarını dikkate almadıklarını, Mushafı kronolojik olarak tertip etmediklerini göstermiş; bu durumun da, tertip heyetinin dilbilimde uzman olmamalarından, düzeltmeleri sonra yapmak üzere önce bütünü koruma yolunu tercih etmelerinden kaynaklanmış olabileceğini ifade etmiştik.

Ne var ki, bu heyetin ve baş sorumlunun bu olumsuzluklara karşı duyarsız kalışı, bu nedenle birçok olay ve katliamın zuhuru, buna rağmen tertibin irdelenmesinin engellenmesi, bizi, bunun ihmal ve gafletten değil, ihânetten kaynaklandığı kanaatine sevketti.

Kur’ân'daki [Meryem, Zuhruf, Nisâ sûreleri] Îsâ peygamberle ilgili pasajlarda bazı âyetlerin yer değiştirmiş olduğunu, bunların bulunduğu yere teknik ve semantik açıdan uygun düşmediğini gördük ve bunları da belirttik.

Kur’ân'daki bazı âyetler, yerlerinden alınıp Îsâ ile ilgili pasajın içine yerleştirilmiş, bunun sonucu olarak da Kur’ân'a yönelik nitelikler, Îsâ peygambere kaydırılmış, böylece de yanlış inançların oluşması sağlanmıştır. Bu nedenle, tertipte olduğu gibi kıraatte de bir dahlin olup olmadığını araştırmayı bir iman borcu bildik ve Meryem sûresi'ndeki Îsâ ile ilgili pasajı yeniden ele alıp inceledik ve daha evvel ihmal ettiğimiz çok önemli bulgulara ulaştık. Bu âyetleri, yeni bulgular çerçevesinde meallendiriyoruz.

Meryem/29. âyetin, mevcut Mushaftaki lafzına göre meali şöyledir:

Bunun üzerine o [Meryem], o'na [çocuğa] işaret etti. Onlar, “Biz beşikte bir sabî olan kimseyle nasıl konuşuruz?” dediler. (Meryem/29)

Bu meale göre Meryem, elçinin öğüdüne uyarak oruç tutmuş ve kavminin üzücü ithamlarına rağmen onlara cevap vermemiştir. Konuşmadığı gibi, “Size o cevap verecek” şeklinde bebeğini işaret etmesi de herkesi çileden çıkarmış ve kavminin, Biz beşikte bir sabî olan kimseyle nasıl konuşuruz? sözlerine muhatap olmuştur.

Bu ifadelere göre, Îsâ beşikte konuşmuştur. Bu anlam, Âl-i İmrân/46, Mâide/110. âyetlerin mevcut kıraatleriyle de desteklenmiş ve Îsâ'ya beşikte konuşma mucizesi verilmiş ve Îsâ, mevcut âyet tertibine göre beşikteyken, Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. O bana kitabı verdi ve beni bir peygamber kıldı [yaptı]. Beni, ben nerede olursam olayım mübârek kıldı. Hayatta bulunduğum müddetçe bana salâtı ve zekâtı tavsiye etti. Ve beni, anneme iyi davranan bir kimse [kıldı]. Ve beni bir zorba, bir mutsuz kılmadı. Ve doğurulduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak ba‘s olacağım [yeniden diriltileceğim] gün selâm benim üzerimedir. Ve şüphesiz Allah benim Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O hâlde O'na ibâdet edin, işte bu, dosdoğru yoldur diye konuşmuştur. (!)

Ne var ki, belirttiğimiz gibi, bu paragrafın tertibi de düzgün yapılmamış, Îsâ'nın sözlerinden olan 36. âyet [“Ve şüphesiz Allah benim Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O hâlde O'na ibâdet edin, işte bu, dosdoğru yoldur” ifadeleri], 34. âyet olarak tertip edilerek paragraf kuralsızlaştırılmış ve anlamsızlaştırılmıştır. Biz bunu belirleyip daha evvel şöyle bir düzenleme yapmıştık.

O [beşikteki çocuk], dedi ki: “Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. O bana kitabı verdi ve beni bir peygamber kıldı [yaptı]. Beni, ben nerede olursam olayım mübârek kıldı. Hayatta bulunduğum müddetçe bana salâtı ve zekâtı tavsiye etti. Ve beni, anneme iyi davranan bir kimse [kıldı]. Ve beni bir zorba, bir mutsuz kılmadı. Ve doğurulduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak ba‘s olacağım [yeniden diriltileceğim] gün selâm benim üzerimedir. Ve şüphesiz Allah benim Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O hâlde O'na ibâdet edin, işte bu, dosdoğru yoldur.” (Meryem/30-33, 36)

Biz tahlilimizi, önce bu pasajda ve Îsâ ile ilgili diğer âyetlerde yer alan المَهد[el-mehdi/beşik] sözcüğü üzerinde yaptık. Diğer sözcükler gibi ilk Mushaflarda harekesiz olarak yazılı olan bu sözcüğün, المَهد[el-mehdi], المُهد[el-müdi] ve المِهد [el-mihdi] olarak okunması mümkündür. المَهد[el-mehdi] okunursa, “beşik”; المُهد [el-mühdi] okunursa “yüksek mevki” anlamına gelmektedir.[63]

Elimizdeki resmi Mushafta bu sözcüğün Îsâ ile ilgili olarak ilk geçtiği yer Âl-i İmrân/38-39. âyetlerdir. İlk Mushaflardan İsam nüshasında bu âyetlerin yer aldığı 385. varak kayıptır. Bu sayfa, Dâvûd b. Ali Keylanî tarafından Mekke'de 1437/841 senesinde yazılarak Mushafa yerleştirilmiştir.[64] Kayıp olan sayfayı yazanlar âyetteki المهد[el-mhd] sözcüğünü harekelememişler; yani sözcüğü المَهد [el-mehdi], المُهد [el-mühdi] ve المِهد [el-mihdi] şeklinde okunabilir kılmışlardır.

Meryem/29'daki el-mehdi sözcüğü, المُهد [el-mühdi] şeklinde okunursa, âyetin anlamı, “Bunun üzerine o [Meryem], o'na [çocuğa] işaret etti. Onlar, “Biz; yüksek mevkideki kişiler, sabîye nasıl konuşuruz?” dediler” şeklinde olacaktır.

Yine bu âyetin orijinalindeki نكلّم[nükellimü] diye okunan sözcüğün, ilk Mushaflarda harekesiz oluşu ve bu sözcüğü oluşturan harflerin يكلّم [yükellimü] şeklinde de okunabileceği gerçeğinden hareket edildiğinde âyetin anlamı, “Bunun üzerine o [Meryem], o'na [çocuğa] işaret etti. Onlar, “Yüksek mevkideki kişiler, sabîye nasıl konuşur?” dediler şeklinde olur.

Âyetteki sözcüklerin kıraatlerini ve anlamlarını böylece açıkladıktan sonra pasajdaki âyetlerin tertibi konusuna yeniden dönüyoruz.

Elimizdeki Mushafın 30. âyeti, قال[qâle/o dedi ki] ifadesiyle başlamaktadır. Bu âyet, 29. âyetin devamında tertip edilerek, Îsâ, beşikteki çocuk dedi ki: “…” anlamı oluşturulmuştur. Bu sözcükler, beşikteki çocuğun konuşamayacağını ileri sürenlere bir gösteri durumunda olsa idi, teknik olarak cümle “fâ-i takibiyye” ile başlayarak ifadenin, فقال [fe qâle] şeklinde olması gerekirdi. Nitekim 29. âyette Meryem'e yapılan ithama karşı Meryem'in savunması, فأشارت اليه[fe eşâret ileyhi/bunun üzerine o, (yani, Meryem), o'na [çocuğa] işaret etti] şeklinde “fa-i takıbiyye” ile gelmiştir.

Kısacası 30. âyet de, teknik yönden bulunduğu yere uygun değildir. 30. âyet teknik ve anlam itibariyle, 34. âyetin devamıdır. Cümle hâlinde 31-33 ve 36. âyetler ile birlikte 34. âyette yer alan “Meryem oğlu Îsâ” ifadesinin sıfatıdır. Bu kabule göre paragrafın anlamı şöyle olacaktır:

Bunun üzerine o [Meryem], o'na [çocuğa] işaret etti. Onlar, “Biz; yüksek mevkide olan kişiler sabîye nasıl konuşuruz/Yüksek mevkide olan kişiler sabîye nasıl konuşur?” dediler. İşte bu, hakk söze göre, hakkında ihtilâf edip durdukları, “Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. O bana kitabı verdi ve beni bir peygamber kıldı [yaptı]. Beni, ben nerede olursam olayım mübârek kıldı. Hayatta bulunduğum müddetçe bana salâtı ve zekâtı tavsiye etti. Ve beni, anneme iyi davranan bir kimse [kıldı]. Ve beni bir zorba, bir mutsuz kılmadı. Ve doğurulduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak ba‘s olacağım [yeniden diriltileceğim] gün, selâm benim üzerimedir. Ve şüphesiz Allah benim Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O hâlde O'na ibâdet edin, işte bu, dosdoğru yoldur” diyen Meryem oğlu Îsâ'dır. (Meryem/29, 34, 30-33, 36)

Bu paragrafta açıkça Îsâ'nın peygamberlik görevi ve hayatı özetlenmiştir. Onun tebliğinde de Sünnetullah dışında herhangi bir ayrıcalık söz konusu değildir. Îsâ'nın misyonu ile ilgili burada verilen özet şu âyetlerde de zikredilmiştir:

“Şüphesiz Allah, Meryem oğlu Mesih'in kendisidir” diyen kimseler kesinlikle kâfir olmuşlardır. Hâlbuki Mesih, “Ey İsrâîloğulları! Benim Rabbim ve sizin Rabbiniz Allah'a kulluk edin. Şüphesiz kim Allah'a ortak koşarsa kesinlikle Allah ona cenneti haram eder, onun barınağı da ateştir. Ve zâlimler için yardımcılardan kimse yoktur.” “Allah, üçün üçüncüsüdür” diyen kimseler kesinlikle kâfir olmuşlardır. Oysa tek ilâhtan başka ilâh yoktur. Eğer söylediklerinden vazgeçmezlerse, kesinlikle onlardan kâfir olan kimselere acı veren bir azap dokunacaktır. (Mâide/72-73)

Îsâ apaçık delillerle geldiği zaman dedi ki: “Ben size hikmeti [zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri] getirdim ve hakkında ihtilâfa düştüğünüz şeylerin bir kısmını size açıklayayım diye geldim. O hâlde Allah'a karşı takvâlı olun ve bana itaat edin. Şüphesiz ki Allah; O, benim Rabbimdir ve sizin Rabbinizdir. Öyle ise O'na kulluk edin. İşte bu, doğru bir yoldur. (Zuhruf/63-64)

Bu paragraftaki metne göre de, “mühd”de [yüksek mevkide] olan, Îsâ değil o günün ileri gelen mabed görevlileridir.

Meselenin temel unsuru olan المهد[el-mehd] kelimesi, Îsâ peygamber ile ilgili olan Âl-i İmrân/46 ve Mâide/110'da da geçmektedir. Sözcük, المُهد [el-mühd] şeklinde okuyup anlamlandırıldığında bu âyetlerin anlamı şöyle olacaktır:

Ve yüksek bir mevkide bulunarak, yetişkin biri olarak insanlarla konuşacak ve o sâlihlerdendir. (Âl-i İmrân/46)

O zaman Allah şöyle diyecektir: “Ey Meryem oğlu Îsâ! Senin üzerinde ve annenin üzerinde olan nimetimi hatırla! Hani Ben seni rûhu'l-kudüs ile desteklemiştim. Yüksek bir mevkide bulunarak ve yetişkin biri olarak insanlarla konuşuyordun. Hani sana kitabı, hikmeti [zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri], Tevrât'ı ve İncîl'i öğretmiştim. Hani Benim iznimle çamurdan kuş şeklinde bir şey yapıyordun ve üflüyordun, o da Benim iznimle kuş oluveriyordu. Anadan doğma kör olanı ve alaca hastalığına yakalanmış kimseyi iznimle iyileştiriyordun. Yine Benim iznimle ölüleri çıkarıyordun. Ve hani İsrâîloğulları'na apaçık mucizelerle geldiğin ve onlardan inkâr edenlerin, ‘Bu ancak apaçık bir sihirdir’ dedikleri zaman seni onlardan korumuştum.” (Mâide/110)

Bu âyetlerde, Meryem/29'un aksine yüksek mevkide olan Îsâ'dır. Rabbimiz o'na yüksek mevkiler ihsan etmiştir. Bu Nisâ/158'de, Onu kesin olarak öldürmediler. Aksine Allah o'nu Kendine yükseltti [derecesini artırdı] şeklinde ifade edilmiştir. Böyle yüksek mevkilerin İdrîs peygambere de ihsan edildiği bildirilmiştir:

Ve Kitap'ta İdrîs'i an/hatırlat. Şüphesiz o, çok sâdık biriydi, bir peygamberdi. Ve Biz o'nu yüce bir mekâna yükselttik. (Meryem/56-57)

Bu açıklamalardan anlaşıldığına göre, Mushaftaki Îsâ ile ilgili pasajların âyetlerinin yerleri ve kıraatleri, Îsâ'ya özel bir statü verebilmek için bilinçli olarak değiştirilmiş ve böylece Îsâ beşikte iken konuşturulmuş, göğe/Allah'ın yanına uçurulmuş, insanlar tekrar geleceğine inandırılmış, gelişi kıyâmet alameti sayılmış ve ölmeden evvel herkesin o'na iman edeceği inancı yaygınlaştırılmıştır.

Yahûdi ve Hristiyanlar, Îsâ peygamberin beşikte konuştuğunu reddetmekte ve şu görüşleri ileri sürmektedirler:

Eğer bu olay gerçekten meydana gelseydi, çok ilginç ve etkileyici olması sebebiyle tevatür şeklinde yayılır ve hiç unutulmazdı. Hâlbuki böyle bir olay hiç duyulmamıştır ve Hristiyanların en fanatiklerinde bile böyle bir inanç oluşmamıştır. Ayrıca Yahûdilerin o dönemde Îsâ'ya düşman oldukları târihî bir gerçektir. Nitekim Îsâ elçiliğini ilân edince o'nu öldürmeye uğraşmışlardır. Eğer Îsâ beşikte konuşmuş ve peygamberliğini ilân etmiş olsaydı, Yahûdiler o'nu daha o zaman ortadan kaldırırlardı.

Biz bu görüşü daha evvel, “Îsâ peygamberin beşikte konuşma mucizesine inanmayanların bu düşünceleri ilk bakışta mantıklı gibi görünse de, o günün bağnaz Yahûdilerinin zina ile suçladıkları Meryem'i neden recm etmediklerinin cevabını açıklamaya yetmemektedir. Bize göre, İsrâîloğulları'nın recm etme girişiminden Meryem'i ancak böyle bir mucize kurtarmış olabilir” mantığıyla reddetmiştik. Fakat daha sonraki araştırmalarımız neticesinde böyle bir olayın vâki olmadığı kanaatine ulaşmış ve bunun delillerini de yukarıda zikretmiş bulunuyoruz.

Bu paragrafta Îsâ'nın İsrâîloğulları'na, Ölüleri Allah'ın izniyle diriltirim diyeceği, Îsâ doğmadan evvel Meryem'e bildirilmiştir. Burada Îsâ'nın ölüleri diriltmesi, hakiki anlamda anlaşılarak bu konuda birçok menkıbe ortaya atılmıştır. Bunlardan bazıları şöyledir:

Çevredekiler bunu görünce Îsâ'ya, “Sen, ölümünün üzerinde fazla zaman geçmemiş kimseleri diriltiyorsun. Belki de bunlar ölmemişlerdi, geçici bir sekteye yakalanmışlardı. O bakımdan sen bize Hz. Nûh'un oğlu Sâm'ı dirilt” dediler. Îsâ onlara, “Bana onun kabrini gösterin” dedi. Daha sonra Hz. Îsâ ve o'nunla birlikte bir topluluk yola koyuldular. Nihâyet onun kabrinin yanına vardılar. Hz. Îsâ Yüce Allah'a dua etti, o da kabrinden saçları ağarmış olarak çıktı. Hz. Îsâ ona, “Sizin döneminizde saç ağarması diye bir şey yoktu. Nasıl oldu da saçların ağardı?” diye sorunca, “Ey Allah'ın rûhu!” dedi, “Sen beni çağırınca ben, ‘Allah'ın rûhuna icâbet et’ diyen bir ses işitim. Kıyâmetin koptuğunu zannettim, işte bunun dehşetinden olacak saçlarım ağardı.” Hz. Îsâ ona, rûhun nasıl kabzedildiğini sordu, şu cevabı verdi: “Ey Allah'ın rûhu! Rûhun kabzedilmesinin acısı hançeremden gitmiş değildir.”

Oysa ölümünün üzerinden 4.000 yıldan fazla bir zaman geçmişti. Çevresindekilere de, “Onu tasdik edin, bu bir peygamberdir” dedi. Bir kısmı Hz. Îsâ'ya iman etti, bir kısmı da o'nu yalanlayarak, “Bu bir büyüdür” dedi.[65]

Kelbî, Hz. Îsâ'nın ölüleri, “Tâ-Hâyy, yâ Kayyûm!..” diyerek dirilttiğini; dostu olan Azer'i böylece dirilttiğini, Sâm ibn Nûh'u kabrinden çağırdığını, onun da diri olarak kabrinden çıktığını, sonra bir ihtiyarın, o anda ölmüş olan oğluna uğradığını, o'nun hemen Allah'a duâ ettiğini, onun da diri olarak tabutundan çıkıp, çoluk çocuğunun yanına döndüğünü söylemiştir.[66]

Kur’ân'ın birçok âyetinde, “ölü” ifadesi, gerçek ölü anlamında değil, “yaşayan ölü” [manevî açıdan ölü] anlamında kullanılmıştır:

Şüphesiz ki sen, ölülere dinletemezsin ve arkasını dönüp kaçtıkları zaman sağırlara da çağrıyı işittiremezsin. (Neml/80)

Ölüler ve diriler de eşit olmaz. Şüphesiz Allah, her dilediğine/dileyene işittirir. Sen ise kabirlerdeki kişilere işittiren biri değilsin. (Fâtır/22)

Ölü iken kendisini dirilttiğimiz ve insanlar içinde yürümesi için kendisine bir nûr verdiğimiz kimsenin durumu, karanlıklarda kalıp oradan bir çıkış bulamayanın durumu gibi midir? İşte, kâfirlere yapmakta oldukları böyle ‘süslü ve çekici’ gösterilmiştir. (En‘âm/122)

Bu âyetlerdeki “ölü” ifadesi, rahatlıkla anlaşılabileceği gibi, manevî açıdan ölü; şirke ve küfre batmış, akıl ve vicdanını yitirmiş kimseler için kullanılmıştır.

Bu arada Kur’ân'ın bu ölüleri diriltmek için gönderildiği ve rûh olduğu da hatırlanmalıdır:

İşte böylece Biz sana da Kendi emrimizden/Kendi işimizden olan rûhu vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat Biz onu, kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle kılavuzladığımız bir nûr/ışık yaptık. Hiç kuşkusuz sen de dosdoğru bir yola; göklerde ve yerde bulunanlar Kendisi için olan o Allah'ın yoluna kılavuzluk etmektesin. Gözünüzü açın bütün işler yalnız Allah'a döner. (Şûrâ/52-53)

Bu bilgilerden sonra şimdi şu âyete dikkat edelim:

Ey iman etmiş kimseler! O [Elçi], sizi, size hayat verecek şeylere çağırdığı zaman, Allah'a ve Elçi'ye icâbet edin. Ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Ve siz kesinkes O'nun huzurunda toplanacaksınız. (Enfâl/24)

Demek oluyor ki Îsâ peygamberin getirdiği, topluma ulaştırdığı vahiyler de manevî hayatın kaynağı olup manen ölü olan insanların dirilmelerini temin etmiştir.
KUŞ YARATMA

Kuş yaratmanın doğru anlaşılabilmesi için, “halq” fiilinin anlamının doğru bir şekilde tesbit edilmesi gerekir:

خلق [halq] sözcüğünün esas anlamı, “takdir”dir [ayarlama, ölçülendirme, biçimlendirmedir]. Arap dilinde, “örneksiz olarak, taklit olmayarak yapmak”tır. Ebû Bekr ibn el-Enbari, “Halq sözcüğü Arap dilinde, ‘inşa ve takdir’ anlamlarında olmak üzere iki vecihte kullanılır” der.[67]

Halq fiili Kur’ân'da (örneğin Bakara/21, 29; Fecr/8; Mü’minûn/14; Şu‘arâ/137; Ankebût/17; Sâd/7), “takdir etme, biçimlendirme, ayarlama, şekil verme, uydurma” anlamlarında kullanılmıştır.

Şu iki âyet, خلَق[halq] fiilinin “takdir” anlamında olduğunu kabule yetecektir:

Hani Allah demişti ki: “Ey Meryem oğlu Îsâ! Senin üzerinde ve annenin üzerinde olan nimetimi hatırla! Hani Ben seni rûhu'l-kudüs ile desteklemiştim. Yüksek mevkide biri olarak ve yetişkin biri olarak insanlarla konuşuyordun. Hani sana kitabı, hikmeti [zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri], Tevrât'ı ve İncîl'i öğretmiştim. Hani Benim iznimle çamurdan kuş şeklinde bir şey yapıyordun ve üflüyordun, o da Benim iznimle kuş oluveriyordu. Anadan doğma kör olanı ve alaca hastalığına yakalanmış kimseyi iznimle iyileştiriyordun. Yine Benim iznimle ölüleri çıkarıyordun. Ve hani İsrâîloğulları'na apaçık mucizelerle geldiğin ve onlardan inkâr edenlerin, “Bu ancak apaçık bir sihirdir” dedikleri zaman seni onlardan korumuştum.” (Mâide/110)

Âd kavmine, sütunların sahibi İrem'e –ki, beldeler içinde bir benzeri yaratılmamıştı,– vâdilerde kayaları kesen Semûd kavmine, o kazıkların sahibi Firavun'a Rabbinin ne yaptığını görmedin mi? Onlar ki, o ülkelerde azıtmışlardı. Dolayısıyla da oralarda bozgunculuğu çoğaltmışlardı. Onun için de Rabbin üzerlerine azap kamçısı yağdırdı. (Fecr/6-13)

Bu açıklamalardan sonra âyetteki, Ben, çamurdan kuş görünümünde bir şey yapar, ona üflerim de Allah'ın izniyle o kuş oluverir ifadesini, Îsâ peygamberin topraktan bir nesne tasarlayıp, bunu hava basıncı ile uçurduğu anlaşılmaktadır. Bu iş, o güne göre bir mucizedir.

Îsâ'nın, “Allah'ın izniyle” demesi, o'nun ilâh olduğu yanılgısını ortadan kaldırmak içindir.
Âyetteki, Evlerinizde yediklerinizi ve biriktirdiklerinizi size haber veririm. Eğer inananlarsanız bunda sizin için kesinlikle bir mucize vardır ifadesi de, Allah'ın ona ğaybî bilgiler vererek mucize ızhar ettirdiğini ifade etmektedir.

Âyetteki, Size yasaklanmış olanların bir kısmını serbest edeceğim ifadesi ise, Yahûdilerin kendi kendine haramlaştırdığı şeyleri ortadan kaldıracağını, işin doğrusunu ortaya koyacağını ifade etmektedir. Bu iki açıdan ele alınabilir:

• Dikkat edilirse Îsâ burada, Size yasaklanmış olanların bir kısmını serbest edeceğim” demiş, “Tevrât'ta size yasaklanmış olanların bir kısmını serbest edeceğim” dememiştir. Bu demektir ki, haramlaştırılan şeyler İsrâîloğulları'nın ileri gelenlerinin haramlaştırdığı şeylerdir. Burada Tevrât'tın bazı hükümlerinin kaldırılması söz konusu değildir.

• Normalde haram olmamasına rağmen İsrâîloğulları'na ceza olsun diye konulmuş yasakların bulunduğu da bir gerçektir. Îsâ peygamber vasıtasıyla bu cezalar ortadan kaldırılmıştır.

Kesinlikle, inkâr etmekle emrolundukları tâğûtu aralarında hakem yapmak isteyerek kendilerinin, sana indirilene ve senden önce indirilene inandıklarını ileri süren şu kişileri görmedin mi? Şeytan da onları uzak [geri dönülmez] bir sapıklıkla sapıttırmak istiyor. (Nisâ/160)

Bu konu Îsâ peygamberin hayatını anlatan kaynaklarda ifade edildiğine göre, Îsâ, İncîl'de yer alan Tevrât hükümlerini tasdik etmiş, gerisini toz-kir kabul edip atmıştır:

Kutsal Yasa'yı ya da peygamberlerin sözlerini geçersiz kılmak için geldiğimi sanmayın. Ben geçersiz kılmaya değil, tamamlamaya geldim.[68]

Bundan sonra Îsâ halka ve öğrencilerine şöyle seslendi: “Din bilginleri ve Ferisiler Mûsâ'nın kürsüsünde otururlar. Bu nedenle size söylediklerinin tümünü yapın ve yerine getirin, ama onların yaptıklarını yapmayın. Çünkü söyledikleri şeyleri kendileri yapmazlar. Ağır ve taşınması güç yükleri bağlayıp başkalarının omuzlarına koyarlar da, kendileri bu yükleri taşımak için parmaklarını bile kıpırdatmak istemezler. Yaptıklarının tümünü gösteriş için yaparlar. Örneğin, muskalarını büyük, giysilerinin püsküllerini uzun yaparlar. Şölenlerde baş köşeye, havralarda en seçkin yerlere kurulmaya bayılırlar. Meydanlarda selâmlanmaktan ve insanların kendilerini ‘Rabbî’ diye çağırmalarından zevk duyarlar.”[69]

Allah, Rasûlullah aracılığı ile de Yahûdilerin kendilerine haram kıldıkları ve onlara konulmuş cezaları kaldırmıştır:

Onlar ki, onlara iyiyi emreden ve onları kötülüklerden alıkoyan, temiz ve hoş şeyleri kendilerine helâl kılan, murdar ve kötü şeyleri de üzerlerine haram kılan, sırtlarından ağır yükleri, üzerlerindeki bağları ve zincirleri indiren, yanlarındaki Tevrât ve İncîl'de yazılmış bulacakları o Ümmî Peygamber, o Elçi'ye uyarlar. O hâlde, o'na iman eden, o'na kuvvetle saygı gösteren, o'na yardımcı olan ve o'nun ile birlikte indirilen nûru izleyen kimseler var ya, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. (A‘râf/157)
Taner isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla