Tekil Mesaj gösterimi
Alt 27. September 2008, 11:12 PM   #8
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

41.Kulumuz Eyyûb’u da hatırla! Bir zaman o, Rabbine seslenmişti: “Şeytân bana acı ve dert, tasa sıkıntı dokundurdu.”

–“42.Hemen, hızlıca, yaya olarak oradan uzaklaş! İşte yıkanılacak bir yer, soğuk içecek!”–

43.Ve Biz o’na, ailesini ve onlarla birlikte olanların bir mislini daha tarafımızdan bir rahmet ve kavrama yeteneği olanlar için bir ibret olarak bahşettik.

“44.Ve eline bir tutam ot mesabesinde ki sermayeni/baharatçılık için nane, fesleğen demeti al, onunla hemen, rızık aramak için sefere çık ve kararsız olma, doğrudan sapma, günah işleme.” Gerçekten Biz o’nu sabırlı biri olarak bulduk. O, ne güzel kuldu! Şüphesiz o, Rabbine çokça dönendir.

Eyyûb kıssası, bu sûredeki kıssaların üçüncüsüdür. Âyetlerden anlaşıldığına göre, bu kıssalarda adı geçen peygamberlerin üçü de [Dâvûd, Süleymân ve Eyyûb peygamberler] belâlandırılmak, fitnelendirilmek ve saflaştırılmak sûretiyle arı-duru hâle getirilmiştir. Sonunda da hem bu dünyada hem de âhirette büyük nimetlere mazhar olmuşlardır. Bu kıssaların maksadı, Peygamberimizin ve aynı zamanda bütün insanlığın kıssalardaki olaylardan ve kıssa kahramanlarının özelliklerinden ibret almalarını sağlamaktır. Yüce Allah sanki, “Ey Muhammed! Kavminin beyinsizliğine sabret! İnsanın kötülük ve sıkıntılara karşı mutlaka sabretmesi gerektiğini anlayabilmen için, işte bu kimselerin durumunu bir düşün!” demek istemiştir.

Tıpkı Dâvûd ve Süleymân peygamberler gibi, Eyyûb peygamber de Peygamberimize örnek gösterilebilecek ölçüde bir şahsiyettir. Ne var ki, Eyyûb peygamberin tarihî kimliği ile ilgili henüz sağlam bir bilgi elde edilememiştir. Tarihçi Vâkıdî, künyesi Ebû Abdullah olan Eyyûb peygamberin kimine göre el Besniyye [Şam ile Ezriat arasında bir yer]‘de yaşamış bir “Rûm” olduğunu yazmaktadır. Kurtubî’de yer alan bir nakle göre ise Ya‘kûb peygamber döneminde yaşamıştır ve Ya‘kûb’un oğlu Yûsuf’un oğlu İfraim kızı Rahme ile evlenmiştir. Kimine göre ise annesi Lût’un kızı, hanımı ise Ya‘kûb’un kızı Leyla’dır.

Eyyûb peygamberin kıssası da maalesef Dâvûd ve Süleymân peygamberlerin kıssaları gibi çarpıtılmış ve pek çok asılsız rivâyetle dejenere edilerek ahlâkî özü karanlıkta bırakılmıştır. Eyyûb peygamberin yaşadığı iddia edilen olaylar uzun uzadıya Kitab-ı Mukaddes’te de yer aldığından, Kur’ân’ın indiği dönemde Eyyûb (a.s) zaten efsaneleşmiş bir durumda idi.

Kur’ân’da Eyyûb peygamber hakkında da fazla ayrıntı verilmemiştir. Kur’ân’ın o’nunla ilgili ifadeleri, daha çok halk arasında yaygınlaşmış bulunan yanlışları düzeltmeye yöneliktir. Bu nedenle, konunun iyi anlaşılması için önce Eyyûb peygamberin ne olmadığının bilinmesi gerektiği kanısındayız.

Bu görüş doğrultusunda önce kıssanın çarpıtılmış halini takdim ediyoruz:

EYYÛB KISSASI

Rivâyet olunduğuna göre İblis’in yedinci kat semâda bir makamı vardı., Rabbine bir soru sorarak, “Kulların arasında, beni kendisine musallat etmen durumunda, benden kaçınacak ve bana yaklaşmayacak kimseler var mıdır?” der. Bunun üzerine Cenâb-ı Hakk da, “Evet, kulum Eyyûb!” cevabını verir. Derken şeytân, Eyyûb’a (a.s) vesvese vermeye başlar. Eyyûb (a.s) ise, İblis’i bizzat görür ama ona iltifat etmez.

Bunun üzerine İblis, “Yâ Rabbi! O benden kaçınıp bana iltifat etmedi; beni, o’nun malına musallat et” dedi. Ve Eyyûb’a (a.s) gelerek, “Malından, şunlar şunlar yok oldu gitti” dedi. Bunun üzerine Eyyûb (a.s), “Allah verdi; Allah aldı” dedi ve Allah’a hamd ü senada bulundu.

Derken, şeytân, “Yâ Rabbi! Eyyûb, malına da aldırış etmedi. Beni o’nun çocuklarına musallat et” dedi. Ve, gelerek, Eyyûb’un (a.s) evini yıktı. Bunun üzerine de, Eyyûb’un (a.s) çocuklarının tamamı öldü. Peşinden de gelerek, durumu Eyyûb’a (a.s) bildirdi, ama o, buna da aldırmadı.

Derken şeytân, “Yâ Rabbi! O malına ve çocuklarına aldırış etmedi. Beni, o’nun bedenine musallat kıl” dedi. Cenâb-ı Hakk da buna müsaade etti. O da, Eyyûb’un (a.s) derisine üfledi, bunun üzerine Eyyûb’da (a.s) şiddetli hastalıklar ve yoğun acılar meydana geldi. Eyyûb (a.s), bu belâ ve sıkıntı içinde yıllarca kaldı. Ve, o şehir halkının kendisinden tiksineceği bir hâle geldi.

Bunun üzerine, tenhâ bir yere götürüldü ve artık kendisine hiç kimse de yaklaşmadı. Derken şeytân, Eyyûb’un (a.s) hanımına gelerek, “Şâyet kocan, benden yardım isterse, o’nu bu sıkıntıdan kurtarırım” dedi. Hanımı bu hususu kocasına anlatınca, Eyyûb (a.s), Allah’ın kendisine sıhhat ve âfiyet vermesi hâlinde, hanımına yüz değnek vuracağına yemin etti. İşte o zaman Eyyûb (a.s), Gerçekten, şeytân beni, yorgunluğa ve azaba uğrattı dedi. Bunun üzerine Allah, duasına icabet ederek, o’na, Ayağınla vur diye vahyetti. Bunun üzerine Allah, o’nun ayağının altından soğuk ve güzel bir su fışkırttı. Derken, Eyyûb (a.s) o suyla yıkandı. Bunun üzerine Allah Teâlâ da, o’nun içindeki ve dışındaki bütün hastalıkları o’ndan giderdi; ailesini ve malını o’na yeniden verdi.[58]

ŞEYTÂN EYYÛB PEYGAMBERİ NASIL ETKİLEMİŞ?

1) Onun hastalığı, son derece acı veren bir hastalık idi. Bu hastalığın zamanı uzayıp insanlar o’ndan tiksinip, o’na yaklaşmaktan iğrenip, mal namına hiçbir şeyi kalmayıp; hanımı insanlara hizmet etmek sûretiyle o’nun için bir miktar azık elde edip, insanların o’ndan nefret ve iğrenmesi de, hanımını kendi yanına girmekten ve kendilerine hizmetten men edecek dereceye ulaşıp, bu arada şeytân da, kendisine, içinde bulunduğu önceki nimetlerle şimdi içinde bulunduğu sıkıntıları hatırlatıp, Eyyûb (a.s) da, bu vesveseleri def etme çabasına düşüp ve bu vesveseler o’nun kalbinde gittikçe kuvvet kazanınca, Eyyûb (a.s) korktu ve Allah’a yalvarıp yakararak, Gerçekten şeytân beni, yorgunluğa ve azaba uğrattı demiştir. Çünkü, bu tür düşünceler her ne zaman ileri safhaya varırsa, onun bunlardan ötürü kalbinin elemi de o nisbette artardı.

2) Eyyûb’un (a.s) hastalığının süresi uzayınca, şeytân o’na geldi, o’nu, Rabbi konusunda ümitsizliğe düşürmeye çalıştı ve sabırsızlanmayı o’na süslemeye başladı. İşte bu sebeple de, Eyyûb (a.s), kalbinde, ümitsizliğe düşme vehminin kuvvet kazanacağından endişelendi de, bunun üzerine Allah’a yalvararak, Gerçekten, şeytân beni, yorgunluğa ve azaba uğrattı dedi.

3) Denildiğine göre şeytân, Hz. Eyyûb’un (a.s) hanımına, “Şâyet kocan bana itaat eder, benim sözümü dinlerse, o’ndaki bu âfetleri gideririm” deyip, hanımı da bunu o’na anlatınca, şeytânın, dinine şaşacağı hususunu zann-ı galible anladı ve bu husus kendisine son derece ağır geldi de Allah’a yalvarıp yakararak, Gerçekten şeytân beni, yorgunluğa ve azaba uğratti dedi.

4) Rivâyet olunduğuna göre Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: Eyyûb (a.s), on sekiz yıl, bu belâ içinde kaldı. Öyle ki, iki kişi hariç, yakını ve uzağı, herkes o’nu terk etti. Daha sonra da, bu iki kişiden biri diğerine, “And olsun ki, Eyyûb (a.s), bu âlemde, hiç kimsenin işlemediği bir günah işlemiştir. Şâyet o böylesi bir günah işlemeseydi, bu tür sıkıntılara düşmezdi” dedi. Ve onlar bunu, Eyyûb’a (a.s) açtılar. Bunun üzerine Eyyûb (a.s), “Sizin ne dediğinizi bilmem, ama şu var ki, Allah Teâlâ, benim münâkaşa eden ve bu arada Allah’ı zikreden iki kişiye uğrayıp, evime döndüğümde, onların, hakk olan şeyler dışında Allah’ı anmalarını kerih gördüğümden dolayı onlardan nefret etmiş olduğumu bilir” dedi.

5) Denildiğine göre, Eyyûb’un (a.s) hanımı, insanların yanında çalışıyor, onlardan azık miktarı kadar ücret alıyor ve azığı da Eyyûb’a (a.s) getiriyordu. Derken, insanlar, onu artık hiçbir zaman çalıştırmayacakları hususunda anlaştılar. Bunun üzerine kadınlardan birisi, kendisine bir miktar azık vermek mukabilinde, iki örüğünden birisini kesmesini istedi. O da, bunu yaptı. Daha sonra, ikinci günde de aynı şeyi yaptı. Derken kendisinin hiçbir örüğü kalmadı. Eyyûb (a.s) yatağında yan dönmek istediğinde, o örüklere tutunurdu. Eyyûb (a.s) örükleri bulamayınca, kalbine, kendisine eziyet veren düşünceler yerleşti, gitgide kederi arttı da, işte bunun üzerine, Gerçekten, şeytân beni yorgunluğa ve azaba uğrattı dedi.

6) Eyyûb (a.s), zaman zaman, “Yâ Rabbî! Andolsun ki, üzerimde, iki şeyin birleştiğini biliyorum. Sen bana, o malı verdiğinde, ben, muhtaçlar için dayanak, yolcular için yardımcı, yetimler için de baba oldum” dedi. Bunun üzerine, bir buluttan, “Ey Eyyûb! Bu muvaffakiyet kimden?” diye kendisine nida edildi de, bunun üzerine Eyyûb (a.s), yerden toprak aldı, başına saçarak, “Senden yâ Rabbî!” dedi.

Daha sonra da, kalbine gelen ilk düşüncenin yeniden geleceğinden endişelenerek ve bundan korkarak, Gerçekten, şeytân beni, yorgunluğa ve azaba uğrattı dedi. Alimler, daha değişik görüşler de ileri sürmüştür. Allah, durumun iç yüzünü en iyi bilendir.[59]

Şeytân bu dar günlerinde Hz. Eyyûb’a vefakâr kalan bir avuç dostları –ki bu dostlarından biri de eşiydi– aracılığıyla bir takım kötü telkinlerde bulundu. “Eğer yüce Allah Hz. Eyyûb’u sevseydi, o’nun başına bunca belayı yağdırmazdı” şeklindeki sözler ile şüphe yaymaya çalıştı. Hz. Eyyûb’un dostları da bu sözleri o’nunla konuşuyorlardı. Bu ise Hz. Eyyûb’u uğradığı sıkıntı ve belalardan daha fazla üzüyor, rahatsız ediyordu.

Bu şeytânî telkinlerden bazılarını eşi kendisiyle konuşurken dile getirince Hz. Eyyûb, eğer Allah’ın izniyle sağlığına kavuşursa bu eşine –bir söylentiye göre sayısı yüz diye bilinen– belli sayıda dayak atacağına yemin etti.

Bu sırada Hz. Eyyûb şeytânın eziyetlerine ve dostlarını kandırarak onları etkisi altına alışına karşı uğradığı sıkıntıları Rabbine şikâyet etti.[60]

Kitab-ı Mukaddes’te Eyûb bölümü vardır. Dileyenlerin efsaneleri oradan okuması önerilir.

EYYÛB KISSASIYLA İLGİLİ ÂYETLERİN TAHLİLİ:

41. Kulumuz Eyyûb’u da hatırla! Bir zaman o, Rabbine seslenmişti: “Meşakkat ve acı ile bana şeytân dokundu” [şeytân bana acı ve meşakkat dokundurdu].

نصب [nusb] sözcüğü, “meşakkat, bedende zahmet” ve عذاب[azâb] sözcüğü de, “acı, mal ve evlât acısı” demektir.[61]

Dâvûd ve Süleymân peygamberler gibi fitnelerden, belâlardan geçirilmiş ve böylece saflaştırılarak arı-duru hâle getirilmiş olan Eyyûb peygamber, âyetten anlaşıldığına görenusb ve azâb ile fitnelendirilmiştir. Nusb ve azâb sözcüklerinin anlamları, bu fitnelenmenin [sınanmanın] Eyyûb’un (a.s) bütün malını, ailesini ve sağlığını aynı dönemde yitirmesi şeklinde olduğunu göstermektedir. Fakat o, bütün bunlara rağmen Rabbi ile bağını gevşetmemiş, Rabbine olan güveninden hiç bir şey kaybetmemiş ve hep sabırlı olmuştur.

EYYÛB PEYGAMBERE MUSALLAT OLAN ŞEYTÂN: Kur’ân’da, şeytân‘ın her türlü kötülüğün sembolü olarak tanıtıldığı ve her kötü kişi ve güce şeytân dendiği unutulmamalıdır. Fakat ne yazık ki, şeytân, genellikle halk kültüründeki o malûm yaratık olarak algılanmakta ve âyette bildirilen işkencelerin de Eyyûb peygambere o şeytân tarafından yapıldığı kabul edilmektedir. Hâlbuki Kur’ân’da birçok yerde şeytânın insan üzerinde zorlayıcı bir gücünün bulunmadığı bildirilmiştir. Bu açık Kur’ân bildirisine rağmen, insanların pek çoğu, ölümün, hayatın, sağlık ve hastalığın şeytân tarafından meydana getirildiğini kabul etmekte, ama böyle bir kabulün bu konularda Allah’ı devre dışı bırakmak anlamına geldiğini hiç düşünmemektedirler. Düşünülmeyen bir diğer şey ise, zannedilen güçlere sahip olan şeytânın, bu güçlerini kullanarak neden peygamberleri saf dışı bırakamadığı veya neden Allah rızası için mücadele edenleri yoldan çıkaramadığıdır.

Biz, yukarıda Süleymân peygamberin kıssasında değindiğimiz “şeytân” anlayışıyla, Eyyûb peygamberi bu durumlara getirenin ya yakın çevresinden biri (özellikle de iş ortağı), ya da Eyyûb peygamberin kendi şeytânı (yani, İblis) olduğu kanaatindeyiz. Bu kabule göre, Eyyûb peygamberin başına bu dertleri bir yakını, iş ortağı veya kendi düşüncesizliği açmıştır. O da uğradığı kayıplar karşısında hırsa kapılarak tekâsür peşinde koşarken, muhtemelen işleri iyice ters dönmüş, iflâs etmiş, elinde avucunda bir şey kalmamıştır. Bu durumun sonucu olarak yakınları çevresinden uzaklaşmış ve kendisi de düştüğü bunalımlar neticesinde fiziksel ve zihinsel hastalıklara yakalanmıştır.

42.“Ayağın ile topukla” [yere vur, mahmuzla, yaya olarak hemen oradan uzaklaş]!

Âyette geçen ركض[rakz] sözcüğü, “topuklamak [atı mahmuzlamak], kanat çırpmak” anlamına gelir. Sözcük burada mecâzen “acele etmeyi, çabuk gitmeyi” ifade etmektedir.[62] Çünkü atın mahmuzlanması, onu hızlandırmak için yapılan bir harekettir ve kanat çırpmak da bulunulan yerden süratle uzaklaşmayı ifade eder.

Nitekim, konumuz olan âyetten başka Enbiyâ/12-13′de geçen rakz sözcüğü, orada da bu âyetteki gibi “kaçmak, çabucak uzaklaşmak” olarak mecâz anlamıyla yer almış ve genellikle tüm meal ve tefsirciler o âyetlere bu manaları vermişlerdir:

12.Öyle ki onlar azabımızın şiddetini hissettikleri zaman ondan hızla uzaklaşıp kaçıyorlardı.–13Hızla uzaklaşıp kaçmayın, sorgulanmanız için, içinde şımarıp azdığınız şeylere ve evlerinize dönün.–

(Enbiyâ/12-13)

Konumuz olan Eyyûb kıssasındaki ürkuz sözcüğünün, “ayağını yere vur” anlamına alınması sûretiyle, Allah’ın emriyle ayağını yere vurduğunda oradan su fışkırdığı ve Eyyûb peygamberin o sudan içtikten ve banyo yaptıktan sonra hastalığının geçtiği, muhtemelen de Eyyûb peygamberin bir cilt hastalığına yakalanmış olduğu yolunda yapılan açıklamalar tamamen mesnetsiz, hayalî yakıştırmalardır. Bunlar, Kitab-ı Mukaddes’te yer alan ve Müslümanların ölçüp tartmadan, sağlama yapmadan kabul ettikleri, Eyyûb peygamberin vücudunun baştan aşağı sivilcelerle dolu olduğu yolundaki ifadelerden kaynaklanmaktadır.

Âyetteki ayağın ile ifadesi, bize göre Eyyûb peygamberin yaya olarak gitmekten başka çaresinin kalmadığını göstermektedir. Çünkü pasajdaki anlatıma göre, Eyyûb peygamber tüm mal varlığını, sağlığını, çevresini ve ailesini kaybetmiş, mahmuzlayacak ne atı ne de devesi kalmıştır. Kanatlanacak imkânı da olmadığı için âyette “ayağın ile” ifadesi yer almıştır.

İşte yıkanılacak bir yer, soğuk içecek!”

Bu ifade genellikle “ayağını yere vurmasıyla yerden bir pınarın fışkırıverdiği ve Eyyûb peygamberin de ondan içtiği ve onunla yıkandığı, sonunda da dertlerinden kurtulduğu” şeklinde yorumlanmıştır. Bize göre ise bu ifade, Eyyûb peygambere istikâmet vermekte, kaçıp gideceği yerlerdeki imkânlara işaret etmektedir. Yani, Eyyûb peygamber bulunduğu, yaşadığı yerden ayrılarak “sulak, bitek ve serin bir bölgeye, yaylaya” gidecek, böylece o’nu sarmış olan sıkıntılardan kurtulup selâmete erecektir.

43.Ve Biz o’na, ailesini ve onlarla birlikte olanların bir mislini daha tarafımızdan bir rahmet ve tüm akıl sahipleri için bir ibret olarak bahşettik.

Bu âyet, Allah’tan gelen belâ ve musibetlere karşı sabırlı olanların nail olacakları nimetlere dikkat çekmekte ve belâlanma sonucunda sabredenlere, kaybettiklerinin kat kat fazlasının ikram edildiğini bildirmektedir.

Bu ikramlar, –sûrenin sonundaki “Fitne” başlıklı yazımızda da belirttiğimiz gibi– Bakara/155-156′da “müjde” olarak nitelendirilmiştir:

155,156.Ve de kesinlikle Biz, korkudan, açlıktan bir şeylerle ve mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile sizi zayıf düşüreceğiz/ imtihan edeceğiz. Kendilerine bir musibet geldiği zaman, “Biz şüphesiz Allah’a aidiz ve yalnız O’na döneceğiz” diyen şu sabredenlere de müjdele!

157.İşte onlar; Rablerinden, birtakım destekler ve rahmet kendilerinedir. İşte onlar, kılavuzlandıkları doğru yolu bulanların da ta kendisidir.

(Bakara/155-157)

43. âyetle ilgili olarak bazı rivâyetlerde, “Allah o’nun önceki çocuklarını diriltti ve onlar kadar daha verdi”[63] şeklinde aşırı abartmalar yapılmıştır. Hâlbuki âyetin açık anlatımında Yüce Allah’ın Eyyûb peygamberin çocuklarını öldürdüğüne ve sonra ölen çocuklarını dirilttiğine dair hiçbir ifade yoktur.

Burada anlatılan olay şudur: Eyyûb peygamber, Allah’tan gelen ve 44. âyette dile getirilen,Hemen oradan uzaklaş, eline bir demet bitki al ve onunla rızık aramak için sulak ve serin yere sefere çık, sakın günah da işleme! emrini alınca gereğini yapmış ve Rabbimiz de o’na hem sağlığını geri vermiş, hem de maddî yönlerden geniş imkânlar bahşetmiştir. Allah’ın bu bağışları sonucu herkes o’nun etrafında kümelenmiş ve Eyyûb peygamberin çevresi eskisine nazaran kat be kat artmıştır.

43. âyet aslında anlam olarak Eyyûb kıssasının son âyetidir. Cümlelerin başında bulunan “atıf vav’ı” [‘ve’ bağlacı] cümleye takip ve sıra anlamı değil, cem anlamı, yani birliktelik anlamı kattığı için, ve eline bir demet ot al ibaresi ile başlayan 44. âyet, çabuk uzaklaşemrinin verildiği 42. âyetin devamıdır.

Buna göre pasajın normal takdiri şöyledir:

Kulumuz Eyyûb’u da hatırla! Bir zaman o, Rabbine nida etmişti: “Meşakkat ve acı ile bana şeytân dokundu” [şeytân bana acı ve meşakkat dokundurdu].

“Ayağın ile topukla [yere vur, mahmuzla, yaya olarak hemen oradan uzaklaş]! İşte yıkanılacak bir yer, soğuk içecek! Ve eline bir tutam bitki al, onunla hemen, rızık aramak için sefere çık ve hânis olma” [kararsız olma, doğrudan sapma, günah işleme]. Gerçekten Biz o’nu sabredici bulduk. O ne güzel kuldu! Şüphesiz o çokça dönendir.

Ve Biz o’na, ailesini ve onlarla birlikte olanların bir mislini daha tarafımızdan bir rahmet ve tüm akıl sahipleri [kavrama yeteneği olanlar] için bir ibret olarak bahşettik.

Bu ve bağlacının bir başka örneği de abdestin emredildiği Mâide/6′da görülmektedir. Abdest alma esnasında, normal olarak önce ellerin sonra yüzün yıkanması söz konusu iken, bu âyette yüzün yıkanması elin yıkanmasından önce zikredilmiştir. Buna rağmen bu âyetten evvelâ yüzün yıkanacağı anlaşılmamış, abdestin tamamlanması için âyette sayılan dört eylemin gerçekleştirilmesi yeterli görülmüştür. Yani âyetten, abdest alımında sıranın önemli olmadığı ve organların tersten yıkanmasında da bir sakınca bulunmadığı anlaşılmıştır. Söz konusu âyete yüklenen bu anlam, cümledeki ve bağlacının cem için olmasından kaynaklanmaktadır.

44. âyetin, anlam olarak 42. âyetin devamı olması ve 43. âyetten önce gelmesi, bu sûredeki kıssaların sunuşlarındaki anlam sıralamasına da uygun düşmektedir. Yüce Allah bu kıssalarda, fitnelendirdiği, sınavdan geçirdiği kullarına, sabrettikleri ve O’nun hükmüne gönülden razı oldukları takdirde çok büyük lütuflarda bulunduğu/bulunacağı mesajını vermektedir. Dolayısıyla, –yukarıda pasajın takdirinde yaptığımız gibi– Eyyûb peygamberin sabredici ve evvâb olduğunu bildiren 44. âyetin, Allah’ın kendisine bağışta bulunduğunu bildiren 43. âyetin önüne alınması, kıssalardaki “önce kulun sabrı, sonra Allah’ın bağışı” sıralamasına daha uygun düşmektedir.

Âyetteki, tarafımızdan bir rahmet ve tüm akıl sahipleri [kavrama yeteneği olanlar] için bir ibret olarak bahşettik ifadesi, Allah’ın verdiği nimetlerin herhangi bir zorunluluktan değil, bir lütuf, bir bağış olarak verildiğini anlatmaktadır.

Yine bu ifadeden anlaşılıyor ki, bu kıssada her akıl sahibi [kavrama yeteneği olan] için bir ibret, bir ders vardır. Akıl sahibi her insan, hangi hâlde olursa olsun, Allah’a isyan etmemeli, O’ndan ümidini kesmemeli ve ümit ettiğini sadece Allah’tan beklemelidir. Çünkü iyilik de, kötülük de sadece Kendisinden başka ilâh olmayan Allah’ın elindedir. O, dilediğini iyi bir durumdan kötü bir duruma düşürür, dilediğini de kötü bir durumdan iyi duruma çıkarır.

44. “Ve eline bir tutam bitki al, onunla hemen rızık aramak için sefere çık ve hânis olma” [kararsız olma, doğrudan sapma]. Gerçekten Biz o’nu sabredici bulduk. O, ne güzel kuldu! Şüphesiz o çokça dönendir.

Eyyûb peygamber ile ilgili gerçekleri kavrayabilmek için bu âyette geçen bazı sözcükleri iyi anlamak zorunludur. Zira bu âyetteki bazı ifadeler, asılsız hikâyelerin üretiminde kullanılmak üzere çarpıtılmıştır.

Bu âyetten; önce, hanımını sopayla dövmek üzere yemin eden Eyyûb peygamberin sopa yerine bir demet otla vurarak bu yeminini yerine getirdiği ve bu yolun da kendisine bizzat Allah tarafından öğretildiği yalanları üretilmiş, daha sonra da bu yalanlardan, adına “Eyyûb ruhsatı” da denilen “hile-i şer’iyye” ortaya çıkarılmıştır.

Âyetin nasıl çarpıtıldığını gözler önüne serebilmek için, Eyyûb peygamberin yemini ve hanımını dövmesi ile ilgili hikâyeyi ve bu gerçek dışı hikâyeden çıkarılan fetvaları okuyucuların dikkatine sunuyoruz:

Bil ki bu söz, daha evvel, Hz. Eyyûb’dan (a.s) bir yeminin sâdır olduğuna delâlet etmektedir. Bir hadiste, o’nun hanımına karşı yemin ettiği bildirilmiştir. Alimler, o’nun, hangi sebepten ötürü hanımına karşı yemin ettiği hususunda ihtilaf etmişlerdir: Bu yeminin, o kadının, Hz. Eyyûb’u (a.s) şeytâna taate meylettirme gayretinden dolayı olduğunu söylemek uzak bir ihtimal olduğu gibi, yine saç örüğünü kesip vermesinden ötürü olduğunu söylemek de akıldan uzaktır. Çünkü yiyecek almaya mecbur olan birisinin böylesi bir harekette bulunması mübahtır. Doğruya en yakın olan, hanımının, Hz. Eyyûb’a (a.s), bazı işlerinde muhalefet etmesinden ötürü bu yeminin olmasıdır. Çünkü o kadın, bazı işlerini görmeye gidiyor, bu yüzden gecikiyordu. Hz. Eyyûb (a.s), iyileştiğinde ona yüz sopa vuracağına dair hasta iken yemin etti. O kadın, o’na çok güzel hizmet ettiği gibi, Cenâb-ı Hakk, Hz. Eyyûb’un (a.s) yeminini, hem kendine hem hanımına kolay olan en basit yolla çözdü. Bu ruhsat, devam etmektedir. Hz. Peygamber’e (s.a.v), bir câriyeyle zina eden sakat, sıska biri getirildi. Hz. Peygamber (s.a.v), “İçinde yüz çöpü bulunan bir hurma salkımı alıp, ona onunla bir kere vurun”buyurdu.[64]

Hz. Eyyûb’un eşine dayak atma yeminine gelince; yüce Allah o’na ve o’nu korumaya çalışan, göğüsledikleri sınamaya sabreden eşine merhametinden dolayı kolay bir çözüm göstermiştir. Hz. Eyyûb’un yemin ederken belirlediği sayıdaki sopaları birleştirerek onların hepsiyle bir kere vurmasını emretmiştir. Böylece Hz. Eyyûb, yemininin gereğini yapmış ve onu çiğnememiş olacaktı.[65]

Rivâyetlere göre, Hz. Eyyûb’un dışında herkes, hatta çocukları bile kendisinden uzaklaşmışlardır. Bu yüzden, “Biz o’na şifa verdiğimizde ailesi o’na döndü. Ondan sonra Biz kendisine eskisinden daha fazla mal ve evlat verdik” denilmiştir.[66]

Bu cümle üzerinde biraz durmak gerekir. Hz. Eyyûb hasta iken, bir miktar sopa vurarak hanımını döveceğine yemin etmiştir. Ancak sağlığına kavuştuğunda, günahsız hanımını dövmek üzere ettiği yeminden pişmanlık duymuştur. Dövmese yemin etmiş olduğu için günaha girecektir, dövse masum ve vefakâr eşine boşuna hakksızlık edecektir. Allah bu sorunu şöyle halletmiştir: “Kaç adet sopa vuracaksan eline o kadar çöp al ve bir demet yap, sonra da o demetle eşine bir kez vur. Böylece hem yeminin yerine gelmiş olur, hem de eşin boş yere eziyet görmez.” Bazı fakihler böyle bir yöntemin sadece Hz. Eyyûb’a mahsus olduğunu söylerlerken, bazıları da, başka kimselerin de bu fırsattan yararlanabileceklerini savunmuşlardır. İlk görüşü İbn-i Asâkir, İbn-i Abbâs’dan, el-Cessas ise Mücâhid’den nakletmişlerdir. İbn-i Mâlik de aynı görüştedir.[67]

Diğer görüş ise İmâm Ebû Hanife, İmâm Yûsuf, İmâm Muhammed, İmâm Züfer ve İmâm Şâfiî tarafından öne sürülmüştür. Onlara göre sözgelimi bir kimse hizmetçisine 10 sopa vurmaya yemin ettiğinde, 10 sopayı birleştirerek ona vursa yemini yerine gelmiş olur. Ancak 10 sopanın hepsinin de hizmetçinin vücuduna değmiş olması gerekir. Nitekim. Hz. Peygamber’den (s.a) rivâyet edilen bir hadisde, o, hasta bir zaniye böyle ceza vermiştir. Çünkü zina eden şahıs o derece hasta idi ki 100 sopaya dayanması mümkün değildi. el-Cessas’ın Sa‘d b. Ubâde’den rivâyet ettiğine göre, “Benî Sa‘d kabilesinden bir şahıs zina etmişti. Ancak o kadar hastaydı ki bu şahıs, bir deri bir kemik kalmıştı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) bu zaniye, 100 çöpü olan bir hurma dalıyla bir kez vurulmasını emretmişti. (Ahkâmu’l-Kur’ân, ayrıca bu hadis, Müsned-i Ahmed’de, Ebû Dâvûd, Neseî, İbn-i Mâce, Taberânî, Abdurrezzak’ın kitaplarında ve daha birçok hadis kitabında kayıtlıdır.) Hz. Peygamber (s.a) hasta ve zayıf olan biri üzerinde hadd cezasını bu şekilde tatbik etmiştir. Ayrıca fukaha, bu tür bir ceza için çeşitli şartlar öne sürmüştür. Örneğin her çöpün suçlunun vücuduna dokunması ve ayrıca da eziyet vermesi gibi.[68]

Bazı alimler, bu âyeti hile-i şer’iyyeye delil kabul etmişlerdir. Bunun Allah Teâlâ’nın Hz. Eyyûb’a gösterdiği bir çözüm olduğundan da bir şüphe yoktur. Fakat bu, sorumluluktan [farzdan] kurtulmak için gösterilen bir yol değil, sadece bir kötülükten kaçınmak içindi.[69]

Dolayısıyla İslâm hukukunda bile, ancak kişinin kendisine veya bir başkasına yapacağı zulüm, günah ve kötülüğü bertaraf etmesi şartıyla caizdir. Aksi takdirde haramı helâl kılmak, farzdan kaçınmak ve iyiliği terk etmek için yapılan hile günah üstüne günahtır, hatta son tahlilde küfre bile girebilir insan. Çünkü art niyetle hile yapmaya çalışan bir kimse, güya Allah’ı kandırmaya çalışıyordur. Sözgelimi bir kimse zekât vermemek için, yılın bitiminden önce malını başkasına devrederse, sadece farzı terk etmiş olmaz, aynı zamanda farzdan kurtulduğunu da sanarak Allah’ı aldatmaya çalışmış olur. Bazı fakihlerin bu gibi hilelere eserlerinde yer vermiş olmaları, şer’i hükümlerden nasıl kaçınılacağını göstermek için değildir. Bilakis hile-i şer’iyeye başvuran bir adamın davasına bakarken hâkimin zâhire göre hükmedip, sonucu Allah’a bırakması için yapılan hileyi bilmesini sağlamaktır.[70]

Kurtubî’ye göre Eyyûb’un yemini:

Eyyûb hastalığı esnasında hanımına yüz sopa vurmaya yemin etmişti. Bu yeminine neyin sebep olduğu hususunda dört ayrı görüş vardır:

1) İbn-i Abbâs’ın rivâyet ettiğine göre, Eyyûb’un hanımı doktor sûretinde karşılaştığı İblis’i Eyyûb’u tedavi etmek için çağırmış. İblis, “Şu şartla o’nu tedavi ederim” demiş, “iyileşecek olursa, ‘Sen beni iyileştirdin’ diyecek, bunun dışında o’ndan hiçbir karşılık istemiyorum.” Hanımı, “Peki” demiş ve Eyyûb’a böyle demesini öğütlemiş. Bunun üzerine Eyyûb, hanımını döveceğine yemin etmiş ve, “Yazık sana, o dediğin kişi şeytândır” demişti.

2) Sa‘îd b. el Müseyyeb’in dediğine göre önceden Eyyûb’a getirdiği ekmekten daha fazlasını getirmiş. O hıyanet edeceğinden korkunca, mutlaka onu dövecek diye yemin etmiş.

3) Yahyâ b. Selâm ve başkalarının naklettiğine göre de şeytân Eyyûb’un hanımını Eyyûb’u kendisine kurban olarak bir keçi kesmeye mecbur etmesini ve bunun sonucunda da iyileşeceğini belirterek telkinde bulunmuş. Hanımı bundan Eyyûb’a söz edince iyileştiği takdirde ona yüz sopa vuracağına dair yemin etmiş.

4) Denildiğine göre hanımı saç örüklerini iki ekmek karşılığında satmış. Çünkü Eyyûb’a yemek üzere götürecek hiçbir şey bulamamıştı. Eyyûb ise ayağa kalkmak istedi mi ona, yani örüklere tutunurdu. İşte onu dövmeye yemin etmesinin sebebi bu olmuştu.[71]

Bu gerçek dışı hikâyelerden sonra Kur’ân’ın gerçeklerine dönüyoruz:

“Ve eline bir tutam bitki al,

ضغث [dığs] sözcüğü, “ot, fesleğen ve benzeri şeylerden küçük bir demet” manasınadır.[72]Âyetteki, Ve eline bir tutam bitki al ifadesi, 42. âyetteki Ayağın ile topukla [yere vur, mahmuzla, yaya olarak hemen oradan uzaklaş]! ifadesine bağlanmıştır.

Âyette konu edilen demetin ne demeti olduğu açıkça belirtilmediği için, bu ifade hakkında daha geniş anlamlar düşünülebilir. Meselâ bu ifade ile Eyyûb peygamberden, yaşadığı bölgedeki bazı bitkileri alıp işaret edilen sulak ve serin bölgeye götürmesi istenmiş olabileceği gibi, artık çevresinde nitelikli kimse kalmadığı için elinin altında kalan “bir tutam ot” mesabesindeki niteliksiz kimseleri alıp onlarla sulak ve serin bölgede bir topluluk oluşturması da istenmiş olabilir.

onunla hemen rızık aramak için sefere çık

DARB: الضّرب[darb] sözcüğü, iyi bir müteşâbih sözcük örneği olup, Lisânü’l-Arab ve Tâcü’l-Arûs‘un beyanlarına göre yüzlerce farklı anlamda kullanılmaktadır.

Darb sözcüğünün hakikî manası, “bir şeyin üzerinde bir şey oluşturmak” demektir. Bir şey üzerinde bir şey oluşturmanın ise doğal olarak birçok yolu ve yöntemi olduğu için sözcük de mecâzen pek çok anlamda kullanılabilmektedir. Meselâ, herhangi bir nesne üzerinde el, sopa, kılıç gibi birçok şey vasıtasıyla bir şeyler oluşturmak mümkündür. Bir nesne üzerinde el ile oluşturulan şey “dövmek” veya “çarpmak” sözleriyle, sopa ile oluşturulan şey “kırmak” veya “devirmek” sözleriyle, kılıç ile oluşturulan şey “kesmek”, “yaralamak” veya “çizmek” sözcükleriyle ifade edilen eylemler olabilir. İşte, tüm bu eylemler darbsözcüğünün anlamı kapsamındadır. Başka bir örnek olarak, herhangi bir metal parçası üzerinde yapılacak oyma veya kabartma eylemi de darb sözcüğüyle ifade edilir. Nitekim metal para basımına darb, para basılan yere de darbhâne adı verilmiştir. Osmanlı paralarının üstünde yazılı olan ضرب فى قسطنطنيّه [duribe fî kostantıniyye] ibaresi de, “Kostantıniye’de [İstanbul'da] basılmıştır” anlamına gelmektedir. Yine başka bir örnek olarak, yollarda ayakla iz oluşturmak ve bu anlam ekseninde rızık, ticaret veya savaş için yola gitmek de darb sözcüğüyle ifade edilir. Ayrıca Araplar misafire ضارب[dârib=yol tepen] derler. Mecâz anlamları arasında “dövmek” ve “çarpmak” anlamlarıyla meşhur olan darbsözcüğü; yağmurun topraktaki izi, Mûsâ peygamberin İsrâîloğulları’na denizde asasıyla yol açması, tuvalete def-i hacet için hızlı gitmek, çiş yapmak, bir yere bir şey dikmek, erkek hayvanın dişisinin üstüne çıkması, bir şeyi bir şeye çarpmak, karıştırmak, koyun boyamak, suda yüzmek, akrep sokması, kalp atışı, nabız vuruşu, bir şeyi kaldırmak, el ile işaret, sıkı tutmak, kavgadan-belâdan kaçmak, bir yere varıp dikilmek, örnek vermek ve daha birçok anlamlarda kullanılır.[73]

Darb sözcüğünün değişik anlamlarıyla ilgili Kur’ân’da birçok örnek mevcut olduğundan, Kur’ân üzerinde çalışanların bu sözcüğün geçtiği pasajdaki anlamı yakalayabilmeleri için sözcük üzerinde iyi düşünmeleri gerekmektedir.

Görüldüğü üzere darb sözcüğü, müteşâbih anlamlı bir sözcüktür. Bu sebeple sözcük, yer aldığı cümledeki veya bulunduğu pasajdaki söz ve anlam akışı dikkate alınarak te’vîl edilmeli, yani sözcüğün değişik anlamlarından birisi tercih edilmelidir.

Bu pasajdaki konu akışı dikkate alındığında, bize göre darb sözcüğü için en uygun anlam (emir kipi olarak), “Rızık aramak için yola çık, hicret et, bulunduğun yerden ayrıl!” anlamıdır. Kitab-ı Mukaddes’teki, “Eyyûb, dostları için dua ettikten sonra, Eyyûb’un sürgününü Rabb döndürdü. Ve Rabb o’nu eski gönencine kavuşturup o’na önceki varlığının iki katını verdi”[74] ifadesi de, Eyyûb peygamberin memleketinden ayrıldığını, gurbette çok geniş imkânlara ve lütuflara mahzar olduğunu ve sonra memleketine geri döndüğünü anlatmakta, dolayısıyla bizim önerdiğimiz anlam uygun düşmektedir.

ve hânis olma [kararsız olma, doğrudan sapma]

HINS: الحنث [hıns] sözcüğü asıl olarak, “hakktan bâtıla kaymak; günah işlemek” ve “kararsızlık” anlamlarına gelmektedir.[75] Yemin eden birisinin yemininden caymasına da, “hakktan bâtıla kaymak” manasında hânis olma denir. Âyette ve pasajda yemine dair başkaca bir söz olmadığı gibi, Eyyûb peygamberin, elindeki bir tutam ot ile hanımına vurması istendiği yönünde ima ve işaret sayılabilecek açık veya kapalı herhangi bir söz de yoktur. Dolayısıyla buradaki hıns sözcüğünün, “yeminden dönmek” anlamında değerlendirilmesi bize göre yanlıştır. Âyetteki, bir dizi emrin sonuncusu olarak Eyyûb peygambere verilen ve lâ tahnes ifadesi, “karasız olma, hakktan sapma, günah işleme!” anlamlarında değerlendirilmelidir.

Nitekim hıns sözcüğü Kur’ân’da bir kez daha geçmekte ve orada da, “hakktan bâtıla sapış; günah” anlamında kullanılmaktadır:

42-48.Onlar içlerine işleyen bir ateş ve kaynar su içindedirler, serin olmayan, sevimli olmayan kapkara dumandan bir gölge içindedirler. Şüphesiz solun ashâbı bundan önce varlık içinde zevk ve eğlenceye dalanlar idiler. Ve büyük günah; Allah’a ortak kabul etme üzerine ısrar ediyorlardı. Ve “Biz ölüp, toprak ve kemik yığını olduktan sonra mı, biz gerçekten kaldırılacağız? Önceki atalarımız da mı?” diyorlardı.

(Vâkıa/46)

Görüldüğü gibi, sözcükler asıl anlamlarında anlaşılıp pasajın bütünlüğü de dikkate alındığında, âyetin başka zorlamalara gerek bırakmayan mesajı açıkça ortaya çıkmaktadır. Sözcüklerin gerçek anlamları dışında anlaşılması durumunda ise ortaya bir de Eyyûb peygambere bir yemin ayarlamak mecburiyeti çıkmakta ve böylece yukarıda aktardığımız uydurma senaryoların sayısı, ayarlanan yemin gerekçeleri nisbetinde artmaktadır.

Bize göre, Eyyûb (a.s) kıssasının anlatıldığı âyetlere yakıştırılan anlamların mucize mantığıyla izah edilmesinin de hiçbir makul gerekçesi yoktur. Zira Eyyûb peygamberin karşısında ne o’nun peygamberliğini inkâr eden, ne de o’ndan mucize bekleyen herhangi bir kişi veya zümre vardır.

Gerçekten Biz o’nu sabredici bulduk. O, ne güzel kuldu! Şüphesiz o çokça dönendir.

Eyyûb peygamber kıssası, Rabbimizin Eyyûb’u (a.s) çok güzel niteliklerle övüp onurlandırdığı bu ifadelerle son bulmaktadır. Daha önce Dâvûd ve Süleymân peygamberler için kullanılan evvâb sıfatının bu kez de Eyyûb peygamber için kullanılmış olması dikkat çekicidir. Sûredeki kıssalarıyla Peygamberimize ve tüm insanlığa örnek gösterilen peygamberlerin bu ortak özelliği, müminin övgüye lâyık diğer niteliklerinin de kaynağı durumundadır.

İsrâ/25′de çoğul hâliyle karşımıza gelecek olan evvâb sözcüğü, Kaf/32′de genel anlamda kullanılmış ve tarafımızdan şu şekilde açıklanmıştı:

* اوّاب [evvâb];

* Günahlarından pişman olup çokça dönen ve çokça istiğfar eden,

* Allah’a tefekkürüyle çokça dönen, çokça yönelen,

* Allah’ın dışındaki varlıklara yönelirken, hevâ ü heveslerine uymaktan çokça dönen [kendini alıkoyan],

* Allah’tan başkasını kabullenmeyen, Allah’ın dışındaki her şeyden kesinlikle el etek çeken demektir.

Dolayısıyla evvâb olan kimse, arzularını ve isyanı terk edip Allah’a itaat ve rızayı seçen kimsedir. O, Allah’ın hoşlanmadığı şeyleri terk eder, Allah’ın tavsiye ettiği yola tâbi olur. Bu yoldan küçük bir sapma bile onu korkutur. O, Allah’a çokça tevbe ve kulluk eder, O’nu hatırlar ve her işinde O’na yönelir.

Kur’ân’da ilk kez bu sûrede yer alan Eyyûb peygamber, daha sonra En‘âm/84 ve Enbiyâ/83-84′de de zikredilecektir.

BU KISSALARIN MESAJI: Bir kul bilmelidir ki, Allah’tan af dilerse, Allah kendisini bağışlar. Nitekim kıssalarda da Yüce Allah’ın Dâvûd, Süleymân ve Eyyûb peygamberleri bağışladığı ve onlara eskisinden kat be kat fazla imkânlar verdiği anlatılmaktadır.

Bu kıssaların bir başka mesajı da, Peygamberimizin tıpkı Eyyûb peygamber gibi, bir avuç insanla başka bir diyara gideceği ve orada güçlenip geri döneceğidir.

Yakıştırdıkları anlamları uydurma hikâyelerle besleyip peygamber kıssalarını efsaneye çevirenler ve onları hiç sorgulamadan kabul edenler, kendilerine şu soruyu sormak durumundadırlar: Acaba Süleymân ve Eyyûb peygamberlere musallat olan şeytânlar şimdi nerededirler ve ne yapmaktadırlar?
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla