Tekil Mesaj gösterimi
Alt 27. September 2008, 11:59 PM   #6
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

59.O daima diri olan, gökleri, yeryüzünü ve ikisinin arasındakileri altı evrede oluşturan, sonra en büyük taht üzerinde egemenlik kurandır, yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet edendir. Haydi, sen bunu çok iyi bilene sor.

Kaf suresinin 38. ayetinin tahlilinde belirttiğimiz gibi, ayette geçen “altı gün” ifadesi “altı devre” anlamına gelmektedir.

İSTİVA

Müteşabih bir anlatım olan “arşa istiva” ifadesi, lâfzen “arşın üstüne kurulmak”, mecazen de “en büyük makama sahip olmak, en büyük gücü elinde bulundurmak” anlamına gelir. Allah’ın mekândan münezzeh olduğu birçok ayetle bildirildiğine ve aklen de sabit olduğuna göre, bu ifadede sözcüklerin “hakikat” anlamlarının murat edilmiş olması mümkün değildir. Dolayısıyla Allah’ın arşa istiva etmesi, Allah’ın en büyük makama sahip olduğunu ve en büyük gücü elinde bulundurduğunu ifade etmektedir.

Ayetteki “Habir’e sor” ifadesinden -Rabbimizin bir adının da “Habir” olması sebebiyle- “Allah’a sor” anlamı çıkarmak mümkün gibi görünse de, ayetteki söz akışı buna imkân vermemektedir. Çünkü zaten bu açıklamayı yapan Habir Allah’ın kendisidir ve yaptığı açıklamadan sonra Allah’ın, “sen bunu Allah’a sor” demiş olması uygun düşmemektedir.

Biz, güvenilmesi gereken ölümsüz Hayy’in [Allah’ın] başka niteliklerinin de ortaya konulduğu bu ayette, Allah’ın belirtilen bu niteliklerine bilgin kişilerin tanık tutulduğunu ve ayetteki “Habir [çok iyi bilen]” ifadesiyle Ehl-i Kitap bilginlerinin kastedildiğini düşünüyoruz. Nitekim Nahl suresinin 43. ayetindeki “onu Zikir ehline sor” ifadesinden anlaşıldığına göre, yerin ve göklerin altı günde yaratıldığı Ehl-i Kitap bilginlerince bilinmektedir ve onlar bu bilgiyi ellerindeki kitaptan almışlardır:

Kitab-ı Mukaddes’te şöyle denilmektedir:

11- Çünkü ben RABB, yeri, göğü, denizi ve bütün canlıları altı günde yarattım, yedinci gün dinlendim. Bu yüzden Şabat Günü’nü kutsadım ve kutsal kıldım. [13]

Ancak Kitab-ı Mukaddes’te geçen “yedinci gün dinlendim” ifadesi, Kur’an tarafından şöyle tashih edilmiştir:

38.Ve kesinlikle Biz gökleri, yeri ve ikisi arasında olanları altı evrede oluşturduk. Ve Bize hiçbir yorgunluk dokunmadı.(Kaf/ 38)

60.Ve onlara “Rahmân’a [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah’a] boyun eğip teslimiyet gösterin!” dendiği zaman, “yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah da neymiş? Senin bize emrettiğin şey için mi boyun eğip teslimiyet göstereceğiz?” dediler. Ve bu boyun eğip teslimiyet gösterme emri, onların nefretlerini artırdı.

Bu ayette, müşriklerin küstah bir tavır içine girerek Allah’ın (59. ayette vurgulanmış olan) “Rahman” sıfatını yadırgadıkları görülmektedir.

Müşriklerin bu tavrı daha önce Firavun tarafından Musa peygambere karşı da gösterilmiştir:

23.Firavun: “Âlemlerin Rabbi dediğin de nedir ki?” dedi.(Şuara/ 23)

Aslında müşriklerin “Rahman da neymiş?” demeleri, onların isyanlarından kaynaklanmaktadır. Zira Mekke kâfirleri, onlara göre bir kabile tanrısı olan Rahman’dan habersiz değildirler:

110.De ki: “Allah diye çağırın veyahut Rahmân diye çağırın. Hangi şeyle çağırırsanız çağırın en güzel isimler O’nundur. Salâtı [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmanı; toplumu aydınlatmaya çalışmanı] açıkça yapma, gizli de yapma. Ve bu ikisi arasında bir yol ara.”(İsra/ 110)

Mekke müşriklerinin Rahman hakkındaki sorunlarının O’ndan habersiz olduklarından değil de gururlarından, isyanlarından kaynaklandığı, ayetin onların bu davranışları yüzünden cezalandırılacakları yönündeki ifadesinden anlaşılmaktadır. Çünkü eğer sadece habersiz oldukları için Rahman’a karşı çıkmış olsalardı, elbette Allah onlara kendisinin Rahman olduğunu yumuşak bir dille anlatırdı. Ayrıca, “Rahman” sözcüğünün eski zamanlardan beri Allah için kullanılıyor olduğu tarihî bir gerçek olup bu da müşriklerin “Rahman” isminden habersiz olmadıklarını göstermektedir.

Bu konuyla ilgili olarak Mevdudi’nin tespitleri özet olarak aşağıdadır:

Şunun belirtilmesi gerekir ki, Arabistan’da hakiki inancın ışığı tümüyle ilk kez, tarih öncesi dönemde yaşamış olan Hud ve Salih Peygamberler tarafından yayılmıştı. Onları Rasûlullah’tan (s.a) 2500 yıl önce yaşamış olan İbrahim ve İsmail Aleyhisselâmlar izledi. Onlardan sonra ve Rasûlullah’tan 2000 yıl önce Arabistan’a gönderilmiş olan son peygamber Şuayb Aleyhisselâm’dı. Görülüyor ki, bu oldukça uzun bir zaman dilimidir. İşte, bu kavme hiç uyarıcının gelmediği bu yüzden zikredilmektedir ve vakıa da budur. Bu, onlara hiç peygamber gönderilmediği anlamına değil, bu kavmin uzun süredir bir uyarıcıya ihtiyaç duyduğu anlamına gelir.

Burada hemen cevaplandırılması gereken bir soru akla gelebilir. Şöyle ki: Rasûllullah’tan önceki yüzlerce yıl Arap toplumuna hiç peygamber gelmediğine göre, cahiliye çağları boyunca sapıklık içinde yaşamış insanlar hangi gerekçeyle hesaba çekileceklerdir? Onlar, kendilerini hata ve sapıklıktan koruyacak bir kılavuza sahip değildirler. Öyleyse, sapmış olmaları durumunda, bu sapıklıklarından ötürü nasıl mesul tutulacaklardı. Cevap şudur: Onlar hakikî inanca dair ayrıntılı bilgiden yoksun olabilirlerdi belki; fakat cahiliye dönemlerinde bu insanlar tevhîd inancından habersiz değildiler; çünkü hiçbir peygamber, takipçilerine putperestliği talim etmemişti. Bu hakikat Arapların kendi beldelerinde doğmuş olan peygamberlerden gelen rivayetlerde de ihtiva edilmekteydi; ayrıca kendi beldelerinin hemen bitişiğinde doğmuş bulunan Musa, Davud, Süleyman ve İsa’nın (Aleyhimüsselâm) öğretilerini de bilmekteydiler. Arap geleneklerinde de çok iyi bilinmekteydi ki, Arapların kadim dönemlerinde izlenen gerçek din, İbrahim’in diniydi ve puta tapmayı onlar arasında başlatan ilk Adam Amr bin Luhayy idi. Şirk ve putperestliğin tüm yaygınlığına rağmen Arabistan’ın birtakım kesimlerinde Şirk’i reddedip, tevhid’i benimseyen ve putlara kurban sunmayı açıkça lânetleyen çok sayıda insan bulunuyordu. Bizzat Rasûlullah’ın (s.a.) zuhuruna yakın dönemde “Hunefa” (hanifler) olarak bilinen çok sayıda insan yaşamıştı ki, bunlardan bazıları şunlardı: Kuss bin Saidet-ül- İyadi, Ümeyye bin Ebi es-Salt, Suveyd bin Amr el-Mustalikî, Vaki bin Selame bin Züheyr el-İyadî, Amr bin Cündüb el-Cühenî, Ebu Kays Serme bin Ebi Enes, Zeyd bin Amr bin Nüfeyl, Varak bin Nevfel, Osman bin el-Huvaris, Ubeyde bin Cahş, Amir bin ez-Zerb el-Advanî, Allaâf bin Şehab et-Temimî, El-Mütelemmis bin Ümeyye el-Kinanî, Zühehyr bin Ebû Selmâ, Halid bin Sinan bin Gays el-Absî, Abdullah b. Kudâî… vd.

Bu insanlar açıkça itikadın temeli olarak tevhidi’i tebliğ ediyor ve müşriklerin dininden ayrı olduklarını söylüyorlardı. Apaçık ki, onlar bu kavrama, peygamberlerin talimatından geriye kalanlar aracılığıyla ulaşmışlardı. Dahası, Yemen’de modern arkeolojik araştırmaların sonucu olarak keşfedilmiş olan M.Ö. 4. ve 5. yüzyıllara ait metinler, o dönemlerde buralarda tek tanrıcı dinin var olduğunu ortaya sermektedir.

Bu dinin salikleri er-Rahman’ı ve Rabbü’s-Semavati ve’l-Ard’ı (Göklerin ve yerin Rabbi) tek ilâh olarak kabul etmekteydiler. Bir mabedin harabeleri arasında M.Ö. 378 tarihli bir metin bulunmuş ve üzerinde o mabedin yalnızca “Göklerin İlâhı” ve “Göklerin Rabbi”ne ibadet için inşa edildiği kaydı tesbit edilmiştir. M.Ö. 465 tarihli bir diğerinde de tevhid doktrinine açıkça işaret eden kelimeler yer almaktadır. Aynı şekilde Kuzey Arabistan’da Fırat Nehri ile Kınnesrin arasındaki Zebed bölgesinde “Bism-ilâhu la izza illâ lehu, la şukra illâlehu” kelimelerini ihtiva eden M.Ö. 512 tarihli bir metin keşfedilmiştir. Tüm bunlar Rasûlullah’ın (s.a.) gelişinden önce, geçmiş peygamberlerin getirdiği mesajın tümüyle unutulmadığını ve insana hiç değilse şu hakikatı hatırlatacak birçok vesilenin hâlâ mevcut bulunduğunu göstermektedir: “Sizin ilâhınız tek bir ilâhtır”

Tarih, eski çağlarda Sebeliler arasında sadece bir tek Allah’a ibadet eden küçük bir topluluğun yaşadığını göstermektedir. Çağımızda yapılan arkeolojik kazılar sonucu Yemen’de bulunan kitabeler bu küçük unsurun varlığına işaret etmektedir. Yaklaşık olarak M.Ö. 650 yıllarına ait kitabeler, Sebe krallığı içinde, sadece Zu-semevi veya Zû-semâvi’ye (yani Rabb es-Sema! Göklerin rabbi) ibadete hasredilmiş evler bulunduğunu söylemektedir. Bazı yerlerde bu ilâhtan Meliken zu-semavi (Göklerin sahibi olan Melik) diye bahsedilmektedir. Sebelilerin bu mirası Yemen’de yüzyıllarca yaşamaya devam etmiştir. M.S. 378 tarihli bir kitabede “İlah zu-semavi” (bu mabet, ilâh zu-semavi’ye aittir) ifadesi bulunmaktadır. M.S. 465 tarihli bir kitabede şöyle bir ifade yer alır: “Bi-nasr ve riza ilâh-in bel semin ve ardin (Göklerin ve yerin sahibi olan ilâhın yardım ve rızasıyla) . M.S. 458 tarihli başka bir kitabede de Rahman kelimesi, bi-rıza Rahmanen (Rahmanın yardımıyla) şeklinde kullanılmaktadır.[14]

Klâsik kaynaklarda 60. ayetin Ebucehil hakkında indiğine dair nakiller mevcuttur.[15] Bunlara göre güya peygamberimiz; “Rahman’a secde edin” deyince, Ebucehil, “Rahman Müseyleme’dir. Sen nasıl oluyor da rakibin olan, peygamberlik davası güden Müseyleme’ye secde edin dersin” diyerek peygamberimizi tutarsızlıkla itham etmiş ve bu sebeple de bu ayet inmiştir. Ancak, böyle bir şeyin doğru olması mümkün değildir. Zira bu ayetler Mekke’de Ebucehilin sağlığında inmiştir. Ama Müseyleme Medine döneminin sonlarında, Ebucehilin ölümünden yıllar sonra ortaya çıkmıştır.

61.Gökte burçlar yapan, onların içinde bir kandil ve aydınlatıcı bir ay oluşturan Zat ne cömerttir!

62.Ve O, öğüt almayı veya kendisine verilen nimetlerin karşılığını ödemeyi dileyen kimseler için gece ile gündüzü birbiri ardınca getirendir.


Bu ayetlerde Rabbimiz, kullarına lütfettiklerinden bir kısmını saydıktan sonra cömertliğinin sınırsızlığını vurgulamakta ve öğüt almak, şükretmek isteyenlerin bu bereketten, bolluktan istifade etmelerini istemektedir.

Yapılan bu davete ek olarak Rabbimizin tekvinî ayetleri gözler önüne serilmekte, Güneş, Ay ve yıldızların insanoğlunun yaşamındaki önemine dikkat çekilmektedir.

Bu gök cisimlerinin yaşamdaki yeri ve önemi başka ayetlerde de dile getirilmiştir:

5.O, güneşi bir aydınlık, ay’ı bir ışık yapan ve senelerin sayısını ve hesabını bilesiniz diye, aya menziller ayarlayandır. Allah bunu ancak gerçek ile oluşturmuştur. O, bilecek olan bir toplum için âyetleri ayrıntılı olarak açıklar.(Yunus/ 5)

15,16.Allah’ın yedi göğü tabakalar hâlinde nasıl oluşturduğunu ve ay’ı onların içinde bir ışık yaptığını,

güneşi de bir lamba yaptığını görmediniz mi? (Nuh/ 15, 16)

Ve A’râf/ 54, Ya Sin/ 40, Hicr/ 16.

63.Ve Rahmân’ın; yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah’ın kulları öyle kimselerdir ki onlar, yeryüzünde alçakgönüllülükle yürürler ve cahil kimseler kendilerine lâf attığı zaman “Selâm!” derler.

64.Rahmân’ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah’ın] kulları, Rablerine teslimiyet göstererek ve kulluk görevlerini yerine getirerek gecelerler.

65,66.Ve Rahmân’ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah’ın] kulları, “Rabbimiz! Cehennem azabını bizden sav! Doğrusu onun azabı daimî bir değişim ve yıkıma uğramaktır. Orası cidden ne kötü bir karargâh, ne kötü bir ikametgâhtır!” derler.

67.Ve Rahmân’ın kulları, harcadıklarında savurganlık etmezler, sıkılık da etmezler ve bu ikisi arasında bir denge olmuştur.

68-71.Ve işte Rahmân’ın kulları, Allah ile beraber başka bir ilâha yalvarmazlar. Allah’ın haram ettiği canı öldürmezler. –Ancak hak ile öldürürler.– Zina da etmezler. –Ve kim bunları yaparsa, günahla karşılaşır. Kıyâmet günü azabı kat kat olur ve orada, alçaltılarak sürekli olarak kalır. Ancak tevbe eden, iman eden ve sâlihi işleyenler bunun dışındadır. İşte Allah, onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Ve Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir. Ve her kim tevbe eder ve sâlihi işlerse, kesinlikle o, tevbesi kabul edilmiş olarak Allah’a döner.–

72.Ve Rahmân’ın kulları, yalan yere tanıklık etmezler, boş bir şeye rastladıkları zaman saygın bir şekilde geçerler.

73.Ve Rahmân’ın kulları, kendilerine Rablerinin alâmetleri/ göstergeleri hatırlatıldığında ise, onlar üzerine sağırca ve körce davranmazlar.

74.Ve Rahmân’ın kulları, “Rabbimiz! Bize eşlerimizden ve bizden sonraki kuşaklarımızdan göz aydınlığı olacak kimseler hibe et/ bağışla. Ve bizi Allah’ın koruması altına girmiş kişilere önder kıl!” derler.


Önceki ayetlerde Allah’ın sonsuz cömertliğinden istifade etmeleri için kullara açık davetler yapılmış ve sunulan bu imkânlara sırt çevirenlerin varlığından söz edilmişti. 63–74. ayetlerde ise, bu davete uyarak Rahman’a kul olanların sahip oldukları nitelikler belirtilmekte, böylece herkesin örnek alması gereken ideal insan tipi tarif edilmektedir:

Yeryüzünde yürürken böbürlenerek değil tevazu ile yürürler.

Rahman’ın kullarının yürüyüşleri onların; yumuşak huylu, güzel ahlâklı, doğru düşünceli olduklarını belli edecek şekilde, tevazu ile olmalıdır. Büyüklenerek yürümek ise zalimlere has bir davranıştır.

37.Ve yeryüzünde kibir ve azametle yürüme! Şüphesiz ki sen asla yeri yaramazsın ve boyca dağlara erişemezsin.(İsra/ 37)

18.Ve insanlara avurdunu şişirme, suratını asma ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Şüphesiz ki

Allah, bütün övünen ve kuruntu edenleri sevmez.Lokman/ 18)

Firavun bozuntularının yürüyüşleri ise Kıyamet suresinde belirtilmiştir:

31.Fakat o, ne onayladı, ne destekledi. 32Fakat o, yalanladı ve geri durdu. 33Sonra da gerine gerine yakınlarına gitti.(Kıyamet/ 31–33)

Cahil kimseler sataştıklarında onlara uymaz, sadece “selâm!” deyip geçerler.

Ayette “cahiller” olarak nitelenenler, okuma yazma bilmeyen ve öğretim görmemişler değil, kaba ve küstah kişilerdir. Rahman’ın kulları, kendilerine kaba ve küstahça davranan cahillerle karşılaştıklarında onlara esenlik dileyip yollarına devam ederler ve bu kişilere karşı ne kin beslerler, ne de hınç duyarlar.

CEHALET

Türkçede “bilgisizlik” anlamında kullanılan bu sözcüğün Arapçası “ جهل cehl, cehalet”tir.[16] Kur’an’da türevleriyle birlikte 24 kez geçer.

Kur’an’daki kavramlar konusunda büyük bir otorite kabul edilen Ragıb el-İsfehanî, “cehl” sözcüğüne, Kur’an’a dayanarak üç anlam vermiştir:

Birinci anlam: Nefsin bilgiden boş olmasıdır.

İkinci anlam: Gerçeğin dışında bir şeye inanmaktır.

Üçüncü anlam: Bir konuda yapılması gerekenin veya hakkın tersini yapmaktır.[17] Bu anlamlara göre, İslâm’ın kastettiği cahillik [bilmezlik], kişinin okuryazar olmaması veya fizik, kimya, tarih, coğrafya gibi konularda bilgili olmaması değil, kişinin gerçeğin dışında bir şeye inanması, hakkın tersini yapmasıdır. Nitekim Kur’an, kendinden önceki dönemin inanç ve davranışlarına [atalar dinine] saplanıp kalmaya “cehalet” demiş, peygamberimiz de cehaletten kurtarmak için insanlara fizik, kimya ve benzeri şeyleri değil, gerçeği, gerçeğe inanmayı ve gerçeği yaşamayı öğretmiştir.

Kur’an’da cehaleti tanıtan ayetler şunlardır: A’râf/138, 199, Hud/29, 46, Neml/55, Ahkâf/23, En’âm/35, 54, 111, Bakara/67, 273, Yusuf/33, 89, Zümer/64, Kasas/55, Ahzab/33, 72, Nisa/17, Nahl/119, Hucurat/6, Âl-i Imran/154, Maide/50, Fetih/26.

Kur’an’ın kendisinden önceki dönemin inanç ve davranışlarını cehalet olarak nitelemesinin istisnası, o dönemdeki toplumlarda yaşamış olup da gerçeği görmüş ve sadece Allah’a kul olmuş kimselerdir.

Bu kimseler Kur’an’da övgüyle anılmışlardır:

52.Sözden [vahiyden/Kur’ân’dan] önce kendilerine Kitap verdiğimiz kimseler; onlar, Söz’e [vahye/Kur’ân’a] de inanırlar.

53.Ve onlara o Söz [vahy/Kur’ân] okunduğu zaman onlar, “Biz, ona inandık. Şüphesiz o, Rabbimizden gelen gerçektir. Kesinlikle biz, ondan önce müslüman olanlardık” dediler.

54.İşte onlar; sabrettikleri için onların ödülleri iki kere verilecektir. Ve onlar kötülüğü iyilikle savarlar ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden harcamada bulunurlar.

55.Ve onlar, boş söz işittikleri zaman, ondan yüz çevirirler ve “Bizim işlerimiz yalnızca bizim için, sizin işleriniz de yalnızca sizin içindir. Size selâm olsun! Biz cahilleri aramıyoruz” derler.(Kasas/ 52–55)

113,114.Hepsi bir değildirler. Kitap Ehli içinde doğruluk üzere bulunan bir önderli topluluk vardır ki onlar, gecenin saatlerinde boyun eğip teslimiyet göstererek Allah’ın âyetlerini okurlar. Allah’a ve âhiret gününe inanırlar, herkesçe iyi kabul edilen şeyleri emrederler, herkesçe kötülüğü kabul edilen şeylerden vazgeçirmeye çalışırlar, hayırlarda da birbirleriyle yarışırlar. Ve işte onlar, iyi insanlardandırlar.(Âl-i Imran/ 113,114)

199.Şüphesiz ki Kitap Ehlinden, Allah’a inananlar, size indirilene ve kendilerine indirilene –Allah’a samimiyetle saygı duyanlar olarak– inananlar da vardır. Onlar, Allah’ın âyetlerini az bir değere değişmezler. İşte onlar, ücretleri Rableri katında olanlardır. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir.(Âl-i Imran/ 199)

162.Fakat bu Yahudileşenlerden bilgide derinleşmiş olanlar ve iman edenler, sana indirilene ve senden önce indirilenlere iman ederler. Onlar, salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturan, ayakta tutan], vergiyi veren, Allah’a ve âhiret gününe iman edenlerdir. İşte onlar, Bizim büyük bir ödül vereceklerimizdir. ( Nisa/ 162)

Bu konuda ayrıca şu ayetlere de bakılabilir: A’râf/159, Maide/82–84, En’âm/114, Ra’d/36, İsra/107–109, Ahkaf/10, Ankebut/47 ve Bakara/121.

Rablerine secdeler ve kıyamlar ederek gecelerler

Bu ifade ile Rahman’ın kullarının şımarmadığına dikkat çekilmektedir. Allah’ın kendilerine veliy olduğunu bildirmesine ve cehennem ateşinin onlara dokunmayacağını vaat etmesine rağmen, bu kimselerin kulluktan şaşmadıkları ve Rabblerine bağlılıklarını daima sürdürdükleri bildirilmektedir.

16.Onların yanları, yan gelip yattıkları yerlerden uzaklaşır; onlar keyfetmezler, onlar korku ve ümit içinde Rablerine dua ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan bağışlarlar. Secde 16:

15-19.Şüphesiz Allah’ın koruması altına girmiş kişiler, Rablerinin kendilerine verdiği şeyleri almış olarak bahçelerde ve pınarlardadırlar. Şüphesiz onlar, bundan önce iyilik-güzellik üretenler idiler. Onlar geceleyin pek az uyurlardı. Onlar, seherlerde bağışlanma dilerlerdi ve onların mallarında isteyen ve isteyemeyen için bir hak vardı.(Zariyat/ 17, 18)

9.Ya da gece saatlerinde kalkan, boyun eğip teslimiyet göstererek, dikelerek, ahretten çekinerek daima saygıda duran ve Rabbinin rahmetini uman o kimse, öyle yapmayan gibi midir? De ki: “Hiç bilen kimseler ve bilmeyen kimseler eşit olur mu?” Kesinlikle sadece temiz akıl sahibi olanlar öğüt alırlar/gereği gibi düşünürler.(Zümer/ 9)

15-17.De ki: “Size bundan daha hayırlı olanı bildireyim mi? Allah’ın koruması altına girmiş; “Rabbimiz! Şüphesiz biz inandık, artık bizim suçlarımızı bağışla ve bizi Ateş’in azabından koru!” diyen, sabreden; direnç gösteren, doğru olan, sürekli saygıda duran, Allah yolunda harcamada bulunan ve seherlerde bağışlanma dileyen kişiler için Rablerinin katında, içinde temelli kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve Allah’tan hoşnutluk vardır. Ve Allah, kulları en iyi görendir.(Âl-i Imran/ 15- 17)

Cehennem korkusu için dua ederler

Cehennemden korkma ve cehennem azabından korunmakla ilgili Kur’an’da yüzlerce ayet mevcut olup Rahman’ın kulları bu ayetlere uygun davranırlar.

Harcamaları dengelidir

Rahman’ın kulları, harcamada bulunurken dengeli hareket ederler. Ne gerekli harcamalarının sınırını aşarak israfta bulunurlar, ne de para biriktirip yığmak için cimrilik ederler. Onlar yalnızca tutumludurlar.

26,27.Yakınlık sahibine; yurtlarından çıkarılan fakirlere, yoksula ve yolda kalmışa da hakkını ver. Ve yersiz/ kötülüğe harcama yapma. –Şüphesiz yersiz/ kötülüğe harcama yapanlar, şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.–(İsra/ 26, 27)

Allah’tan başkasına tapmazlar

Rahman’ın kulları Kur’an’ın tevhit ve şirk ile ilgili yüzlerce ayetine uygun davranırlar.

Haksız yere cana kıymazlar

Ayette “haksız yere” ifadesi ile kısas ve savaşta öldürmeler istisna edilmiştir. Kısas ile ve savaş şartlarında cana kıymak Allah’ın emirlerinden olup birer kulluk görevidir.

Zina etmezler

Rahman’ın kullarının yapmayacakları şeylerden biri de zina fiilidir. Yüzlerce sosyal felâketin sebebi olan bu kötü fiil, ayrıntılı olarak İsra suresinde açıklanacaktır.

Yalan şahitliği etmezler

Günlük hayatlarında ve mahkemede gerçek dışı bir beyanda bulunmadıkları gibi, yalanı doğru çıkaracak şekilde bir davranışa da yeltenmezler. Yani, yalana, sahtekârlığa, kötülüğe seyirci kalmazlar.

İftira, yalan ve boş sözlerin konuşulduğu yerlerde durmazlar

Arapçada “lağv” sözcüğü, kişinin amacına ulaşmasında yararı olmayan her türlü boş ve anlamsız şeyleri içine alır ve bu meyanda yalanı, gıybeti, çekişmeyi, çekiştirmeyi, iğrenç şarkıları, müstehcen fıkraları ve benzeri şeyleri de kapsar.[18] İşte, Rahman’ın kulları “lağv”a rastladıklarında onlara iltifat etmezler ve kendilerine herhangi bir pislik bulaşacakmışçasına oradan uzaklaşırlar.

Basit dünya hayatında hiç bulaşmadıkları “lağv”, cennette ise Rahman’ın kullarının karşısına hiç çıkmayacaktır:

23.Orada, kendisinde boş söz, saçmalama ve günaha sokma olmayan bir kadehi kapışırlar.(Tur/ 23)

25.Orada boş söz, saçmalama ve günaha sokan şeyleri işitmezler.(Vakıa/ 25)

31-37.Kesinlikle Allah’ın koruması altına girmiş kişiler için, Rabbinden; göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbinden; Rahmân’dan [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah’tan] bir karşılık ve yeterli bir bağış olarak korunaklar/ kurtuluş mekânları; sulak bağlar-bahçeler, üzümler, hepsi bir seviyede tomurcuklar; çiçek bahçeleri, dolu dolu su kapları vardır. Onlar, orada boş bir söz ve yalan duymazlar. –Onlar, O’nun huzurunda söz söylemeye güç yetiremezler.– (Nebe’/ 35)

8-16.Kişiler de var ki, o gün nimetler içindedirler, çalışmaları için hoşnutturlar, yüksek bir cennettedirler, orada boş bir söz işitmezler. Orada akan bir kaynak vardır; orada yükseltilmiş divanlar, konulmuş kadehler, dizilmiş yastıklar, yayılmış halılar vardır.(Ğaşiye/ 11)

Allah’ın ayetlerine karşı çok duyarlı davranırlar

Rahman’ın kulları, kendilerine uyarı için Allah’ın ayetleri okunduğunda ona karşı kör ve sağırlar gibi davranmazlar. Ayetlerin mesajlarına kulaklarını kapamazlar ve bakıp görmeleri istenen ayetleri görmezden gelmezler.

2-4.Hiç şüphesiz mü’minler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperen,

O’nun âyetleri kendilerine okunduğu zaman, iman açısından güç kazanan ve yalnızca Rablerine sonucu havale eden,

salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarını oluşturan, ayakta tutan]

ve Bizim kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayan kimselerdir. İşte bunlar, gerçekten inananların ta kendisidir. Onlara Rableri katında dereceler, bağışlama ve saygın bir rızık vardır.(Enfal/ 2- 4)

Rabblerinden iyi eş ve hayırlı evlat dileğinde bulunurlar

65. ayette Rahman’ın kullarının kendi kurtuluşları, 74. ayette de eşleri ve çocukları için dua edişleri bildirilmektedir. Görülüyor ki, gerçek müminler bencil değildirler; aynı zamanda çevrelerindeki insanların kurtulmaları ve saygın kişiler olmaları için de Allah’a dua etmektedirler.

Allah’tan kendilerin muttakilere önder yapılmasını dilerler.

Ayetteki bu ifadede çok ince bir nokta vardır. Rahman’ın kulları, toplumlara yöneticilik veya siyasî liderlik için değil, muttakilere önderlik etmek için dua etmektedirler. Bunun anlamı, “Takva, dindarlık ve salihatı işlemede üst olalım, yani muttakilere rehberlik edelim ki, dünyada fazilet ve takvanın yayılmasında öncüler olalım” demektir.

75,76.İşte Rahmân’ın kulları, sabretmelerine karşılık cennetin en yüksek makamlarında, orada sonsuz olarak kalıcı kimseler olarak ödüllendirilecekler, orada hürmet ve selâmla karşılanacaklardır. –Orası ne güzel bir karargâh ve ne güzel bir ikametgâhtır!–

63–74. ayetlerde üstün nitelikleri sayılıp dökülen Rahman’ın kullarının ahiretteki konumları da bu ayetlerde açıklanmaktadır.

Bu kişilerin akıbetleri, birçok ayette farklı anlatımlarla dile getirilmiştir:

19-24.Peki, şüphesiz Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, kör olan kimse gibi midir? Şüphesiz ancak kavrama yetenekleri olan kişiler;

Allah’a verdiği sözleri yerine getiren ve antlaşmayı bozmayan,

Allah’ın birleştirilmesini istediği şeyi; iman ve ameli birleştiren,

Rablerine saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan ve hesabın kötülüğünden korkan kişiler,

Rablerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabretmiş,

salâtı ikame etmiş [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturmuş, ayakta tutmuş],

kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık Allah yolunda harcamış

ve çirkinlikleri güzelliklerle ortadan kaldıran kişiler öğüt alıp düşünürler. İşte onlar, bu yurdun âkıbeti; adn cennetleri kendilerinin olanlardır. Onlar, atalarından, eşlerinden ve soylarından sâlih olanlar Adn cennetlerine gireceklerdir. Görevli güçler/ haberci âyetler de her kapıdan yanlarına girerler: “Sabretmiş olduğunuz şeylere karşılık size selâm olsun! Bu yurdun sonu ne güzeldir!”(Ra’d/ 20–24)

43,44.O, sizleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size destek verendir. O’nun doğadaki güçleri/ indirdiği haberci âyetleri destek verirler. Ve O, mü’minlere çok merhametlidir. O’na kavuşacakları gün onların selâmlaşmaları, “Selâm”dır. Allah, da onlar için saygın bir ödül hazırlamıştır.(Ahzab/ 44)

108.Ve şu mutlu olanlara gelince, onlar da gökler ve yer durdukça ardı arkası kesilmeyen bir ikram olarak cennetin içinde sürekli olmak üzere kalacaklardır. –Ancak Rabbinin dilediği müstesnadır.– (Hud/ 108)

20.Lâkin Rablerinin koruması altına girmiş olan o kişiler, kendileri için Allah’ın vaadi olarak altlarından ırmaklar akan, kat kat köşkler olanlardır. Allah vaadinden caymaz.( Zümer/ 20)

147.Eğer kendinize verilen nimetlerin karşılığını ödediyseniz ve iman etmişseniz Allah, size azabı ne yapacak? Allah, yapılanların karşılığını verendir ve en iyi bilendir.(Nisa/ 147)

الغرفةGURFE

“ الغرفةGurfe” sözcüğü, Arapça’da “yüksek olan” anlamına gelir. Yedinci semaya da gurfe denir.[19] Buna göre, her yüksek bina bir “gurfe”dir. “Rahman’ın kullarının gurfede olmaları”ndan maksat, onların cennette yüksek derecelerde, köşklerde olduklarını bildirmektir.

77.De ki: “Yakarışınız olmasa, Rabbim size değer verir mi ki de siz, kesinkes yakarmadınız, yalanladınız? Artık yakarmama, yalanlama sizin ayrılmazınız olacaktır; kendinizi bu durumdan kurtaramayacaksınız.”

Bu ayette Rabbimiz elçisine yalanlayıcılara yönelik bir hitap yaptırmış ve bu hitap ile Rabbine yakarmayan birinin Allah katında herhangi bir değerinin olmadığı ve olamayacağı açıklanmıştır.

Nitekim bu ayetin muhatapları olan yalanlayıcıların akıbetleri korkunç olmuş, onlar dünyada iken de rezil ve rüsva olmuşlardır. Onların ahiretteki hâlleri ise, Rabbimizin Kur’an’da açıkladığı gibi, temelli kalacakları cehennemde çok çeşitli azap içinde yaşamalarından başka bir şey değildir.

Yalanlayıcılar bu korkunç sonu hesap gününde büyük bir pişmanlıkla hissedeceklerdir:

49.Ve Kitap/ amel defteri konulmuştur. Suçluların ondan korktuğunu göreceksin. Ve “Eyvah bize! Bu nasıl kitapmış ki, büyük-küçük hiçbir şey bırakmadan hepsini saymış” derler. Ve onlar, yaptıklarını hazır bulurlar. Ve senin Rabbin hiç kimseye haksızlık etmez.(Kehf/ 49)

30.Ve Rablerinin huzurunda durduruldukları zaman onları bir görsen! Rableri: “Bu, bir gerçek değil miymiş?” der. Onlar: “Rabbimize yemin ederiz ki gerçektir” derler. Rableri: “Öyleyse küfretmiş; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmişolmanız nedeniyle azabı tadın!” der.(En’âm/ 30)

Yüce Allah, yalanlayıcıları, bu tutumlarının nerelere sürükleyeceği ise, “Artık yakarmama, yalanlama sizin ayrılmazınız olacaktır; kendinizi bu durumdan kurtaramayacaksınız” açıklanmıştır.

14.Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! Onların kazandıkları, kalpleri üzerine pas olmuştur.(Mutaffifin/14

Bu âyette yine müşriklerin âhireti yalanlama kapsamındaki inançlarından, Kur’ân için Daha öncekilerin masalları iddiaları reddedilerek gerçek ortaya konmaktadır. İşin aslı, söz konusu inkârcıların kalplerinin pas tutmuş olmasıdır. İşledikleri amellerin kötülüğü kalplerini kirletmiş, bu da kalplerini işe yaramaz bir hale getirmiştir.

Bilindiği gibi, iyi ya da kötü bir şeyin sürekli yapılması insanda bir alışkanlık, tutku hâline dönüşür. Kişi sürekli o işi yapmak ister. Hatta elinde olmadan sürekli yapar durur. İnsan sürekli kötülük yaparsa bu durum onda alışkanlık hâline gelir. Kişi giderek bu alışkanlığının tutsağı olur. Hayatını bu tutsaklıkla devam ettirir gider. Âyette konu edilen kâfirler de kötülük ede ede kötülüğü alışkanlık hâline getirip gönülleri paslanmış, başka bir şey yapamaz olmuşlardır.

Kalplerin pas tutması ile ilgili olarak Tîn Sûresi’nin tahlilinde Allah’ın Kalpleri Mühürlemesi başlığı altında detaylı bir açıklamamız bulunduğundan, konunun oradan tekrar okunmasını öneriyoruz.

Bu durum onlarda alışkanlık haline gelecek ve onların kalbi pas tutacaktır. bu kötü sonun beklediğini başka ayetlerde de anlatmıştır:

7.Eğer küfredecek; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedecek/ iyilikbilmezlik edecek olursanız, biliniz ki, şüphesiz Allah size hiçbir ihtiyacı olmayandır ve O, kulları için, küfre; Kendisinin ilâhlığının ve rabliğinin bilerek reddedilmesine/ nankörlüğe rıza göstermez. Ve eğer kendinize verilen nimetlerin karşılığını öderseniz, sizin için ona razı olur. Hiç bir taşıyıcı, bir başkasının yükünü çekmez. Sonra dönüşünüz yalnızca Rabbinizedir. Böylece yapmış olduklarınızı size haber verecektir. Şüphesiz O, sinelerin özünde saklı olanı iyi bilendir.(Zümer/ 7)

155-157.Ve Kur’ân, “Kitap, sadece bizden önceki iki topluluğa; Yahudi ve Hristiyanlara indirildi; biz ise, o kitapları okuyamıyor ve dillerini anlayamıyorduk” veya “Eğer bize kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk” demeyesiniz diye Bizim indirdiğimiz bereketli bir kitaptır. O nedenle, rahmet olunmanız için ona uyun ve Allah’ın koruması altına girin. İşte size de Rabbinizden açık delil, kılavuz ve rahmet gelmiştir. Öyleyse Allah’ın âyetlerini yalanlayıp onlardan yüz çevirenden daha yanlış, kendi zararlarına iş yapan kim olabilir? Âyetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmeleri sebebiyle azabın kötüsüyle cezalandıracağız.(En’âm/ 155–157)

Rahman Allah’a kul olanlar ise dünya ve ahirette mutlu olacaklardır:

110.Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. Herkesçe iyi kabul edilen şeyleri emreder, vahiy ve ortak akıl ile kötülüğü, çirkinliği kabul edilen şeyleri engeller ve Allah’a inanırsınız. Kitap Ehli de inansaydı kendileri için elbette daha hayırlı olurdu. Onların bazıları mü’mindirler, pek çoğu da yoldan çıkmış kimsedirler.(Âl-i Imran/ 110)

Konumuz olan ayetin kâfirlere verdiği mesaj şudur: “Yardım ve himaye için Allah’a dua etmez ve O’na ibadette bulunmazsanız, O’nun yanında hiçbir değer ve öneminiz olmayacak, her şeyiniz boşa gidecektir. Rahmetiyle muamele etmesi için Allah’ın size kendisine dua etme fırsatı tanıması, şüphesiz sizin yararınıza olan bir lütuftur.”

Allah doğrusunu en iyi bilendir.

[1] (Lisanü’l-Arab; c.7, s. 82- 85, Tacü’l-Arus; frk mad.)

[2] (Razi, Mefatihu’l-Gayb; Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an)

[3] (Lisanü’l-Arab; c:1, s:398)

[4] (Razi, Mefatihu’l-Gayb; Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an)

[5] Lisanü’l-Arab; c.1, s.655)

[6] (Lisanü’l-Arab; c.2, s.331. hcr mad.)

[7] (Razi; Mefatihu’l-Gayb)

[8] (Razi, Mefatihu’l-Gayb; Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an)

[9] (Lisanü’l-Arab; c.4, s. 61 rtl mad.)

[10] (Lisanü’l-Arab; c:7, s:101 Fsr mad.)

[11] (İnsan Yalnız Değildir” (İlim iman etmeye çağırıyor); A. Cressy Morrisson)

[12] (“İnsan Yalnız Değildir” adlı kitaptan naklen; Fi Zılali’l Kur’an)

[13] (Çıkış, Bab 20, 11. cümle)

[14] (Mevdudi; Tefhimü’l Kur’an)

[15] (Mükatil)

[16] (Lisanü’l-Arab; c.2, s.246 chl mad.)

[17] (el-Müfredat; chl mad.)

[18] (el-Müfredat; lğv mad.)

[19] (Lisanü’l-Arab; c.6, s. 608, grf mad.)
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla