Tekil Mesaj gösterimi
Alt 27. September 2008, 11:58 PM   #4
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

25.Ve o gün gökyüzü bulutlar ile yarılır ve melekler [ışın, radyasyon ve meteorlar] ardı arkasına indirilir.

26.İşte o gün gerçek hükümranlık, Rahmân’a [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah’a] özgüdür. Kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler için ise o, pek çetin bir gün olmuştur.

27-29.Ve o gün, şirk koşmak sûretiyle yanlış; kendi zararına iş yapan o kimse ellerini ısırarak; “Eyvah, keşke elçi ile beraber bir yol tutsaydım! Eyvah, keşke falancayı iz bırakan bir önder edinmeseydim. Hiç şüphesiz bana geldikten sonra, beni Öğüt’ten/Kitap’tan o saptırdı. Ve şeytan, insan için bir rezil edenmiş!” der.


Bu ayet gurubunda Rabbimiz, kıyametin dehşet verici sahneleriyle karşılaşacak olan inançsızları, o gün hissedecekleri pişmanlığı sergilemek suretiyle uyarmaktadır.

Kur’an’da kıyamet, mahşer ve cehennem sahnelerine yönelik yüzlerce ayet mevcuttur.

21.0Onlar, sadece Allah’ın buluttan gölgeler içinde gelmesini, doğal güçlerin [ışın, radyasyon ve meteorların] gelmesini ve işin bitirilivermesini mi bekliyorlar? Hâlbuki bütün işler, yalnızca Allah’a döndürülüyor. (Bakara/ 210)

12-16.Ve andolsun ki Biz, insanı seçilmiş bir çamurdan oluşturduk. Sonra onu çok dayanıklı bir karargâhta bir nutfe yaptık. Sonra o nutfeyi bir embriyon oluşturduk. Sonra o embriyoyu bir et parçası oluşturduk. Sonra o bir et parçasını kemikler olarak oluşturdukk. Sonunda o kemiklere de bir et giydirdik. Sonra onu bir başka oluşumda yeniden kurduk. İşte, oluşturanların en güzeli Allah ne cömerttir! Sonra şüphesiz sizler, bunların ardından kesinlikle öleceksiniz. Sonra şüphesiz siz, kıyâmet gününde diriltileceksiniz. (Müminun/ 16)

27. ayette geçen “zalim kimse” ifadesinin başında belirlilik takısı olan “el” bulunduğundan, bu ifadenin belli bir kişiyi kastettiğini düşünmek mümkündür. Nitekim klâsik eserlerde ve ayetlerin nüzül sebebi kayıtlarında bu zalim kişinin Ukbe b. Ebu Muayt olduğu ve bu kişinin İslâm’a girmek arzusunda olan arkadaşı, izdaşı, dostu Umeyye b. Halef’in Müslüman olmasını engellediği yazmaktadır.[8] Her iki şahıs da Bedir savaşında ölmüştür.

Ancak ayetteki “el” edatına rağmen ifadenin “genel”i kastettiğini düşünmek de mümkündür. Çünkü genel mantık kurallarına göre “Bir hükmün bir vasfa dayandırılması, o vasfın o hükmün illeti olduğunu ihsas ettirdiği içindir.” Burada da o zalim kişinin pişmanlıktan dolayı elini ısırması, kendi yapmış olduğu zulüm [şirk] sebebiyledir. Bu yüzden, illet genel olunca hüküm de genel olmalıdır. Ayrıca bu ayetin özel bir olay hakkında inmesi, kendisinden umumîliğin kastedilmesine, yani hem bu belli şahsın hem de onun dışında kalanların bu umumî hükmün içine girmesine engel değildir.

Ayetin mesajı bize göre de genel olup herkesi zulümden alıkoymak amaçlanmıştır. Bu ise ancak ayetin genel manada olmasıyla sağlanır.

30.Elçi de: “Ey Rabbim! Hiç şüphesiz benim toplumum şu Kur’ân’ı mehcur/ terk edilmiş bir şey edindiler” dedi.

Bu ayet, peygamberimizin kıyamet gününde tanık olarak dinleneceği duruşmada vereceği ifadeyi nakletmektedir.

Daha önce Mürselat suresinin tahlilinde değindiğimiz gibi, Yüce Allah’ın tüm elçileri, mahşerde yapılacak duruşmada kendi toplumları için tanık tutulacak ve dinleneceklerdir:

11-13.tanıklık edecek elçiler, tanıklık için bekletildikleri “Ayırt etme günü” tanıklık vakti belirlendiği zaman, –“ (Mürselat/ 11-13)

69.Ve yeryüzü Rabbinin nûruyla aydınlanmış, kitap konulmuş, peygamberler ve tanıklar getirilmiş ve aralarında hak ile karar verilmiştir. Ve onlara haksızlık edilmez. (Zümer/ 69)

41.Her ümmetten bir tanık getirdiğimiz ve seni de işte onların üzerine bir tanık olarak getirdiğimiz zaman bak nasıl? (Nisa/ 41)

Konumuz olan ayette “dedi” şeklinde geçmiş zaman kipinin kullanılması, te’kit ve tahakkukunun vukuuna binaendir, yani olayların mutlaka belirtildiği gibi gerçekleşeceğinden dolayıdır. Buna göre, kıyamet günü tanıklığa çağırıldığında peygamberimizin “Ey Rabbim, hiç şüphesiz benim kavmim şu Kur’an’ı mehcur [terk edilmiş bir şey] edindiler” diyerek Kur’an’ı terk edenlerden şikâyette bulunacağı anlaşılmaktadır. “Zikir”in terk edildiğine dair yapılacak olan bu tanıklık sadece peygamberimize özgü olmayıp 18. ayette bildirildiği gibi uydurma tanrılar tarafından da yapılacaktır.

Ayette geçen “mehcur” sözcüğü Arapçada birçok anlamda kullanılabilir bir sözcük olmasına rağmen, içinde bulunduğu pasaj itibariyle ayetteki anlamı şöyledir: “Kavmim Kur’an’ı dikkate değer görmedi. Kabul etmediği gibi, ardından da gitmedi. Onu eğlenme ve alay konusu haline getirdi.”

31.Ve işte böyle, Biz her peygamber için günahkârlardan bir düşman kılmışızdır. Ve yol gösteren ve yardımcı olarak Rabbin yeter.

Surenin ilk ayetlerinde müşriklerin sataşmaları karşısında onları “sapmış” ve “hiçbir yola güç yetiremez” olarak niteleyen Rabbimiz, bu ayette elçisini o olaylara işaret ederek sanki şöyle teselli etmektedir: “Böyle, senin başına gelenler gibi, elçiye düşmanlık edilmesi sadece sana yapılan bir şey değildir. Bu davranış senden evvelki tüm elçilere de yapılmış, o elçiler de bunlara maruz kalmıştı. Onların da senin gibi düşmanları vardı. Sen sabırlı ol, Allah sana gerektiği gibi yol gösterecek ve yardım edecektir.”

Bu ayetin bir benzeri de En’âm suresindedir:

112,113.Böylece Biz, her peygamber için gizli-açık şeytanlarını düşman yaptık: Ki dünya malına aldanmaktan dolayı, âhirete inanmayan kimselerin kalpleri ona kansın, ondan hoşnut olsun ve yapmakta olduklarını yapsınlar diye bunların bazısı bazısına sözün süslüsünü gizlice telkinde bulunur/fısıldar. –Ve şâyet Rabbin dileseydi onu yapmazlardı. Öyleyse onları ve uydurdukları şeyleri bırak!– (En’âm/ 112–113)

32.Kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler: “Kur’ân o’na bir defada topluca indirilmeli değil miydi?” de dediler. Biz, onu senin kalbine iyice yerleştirelim diye böyle parça parça indirdik. Ve Biz, onu tane tane/ birbirine karıştırmadan vahyettik.

33.Onların sana getirdikleri her bir sorunda Biz kesinlikle sana hakkı ve en güzel açıklamayı getirmişizdir.


Bu ayetler surenin 4–8. ayetlerinin devamı mahiyetinde olup kâfirlerin Kur’an hakkındaki bir başka şüphelerini ve onlara verilen cevabı içermektedir.

Bu iki ayet grubu arasındaki bağlantıyı 32. ayetteki “ve” bağlacı sağlamakta ve paragraf şöyle oluşmaktadır:

4-8.Ve inkâr etmiş olanlar; “Bu [Kur’an], onun [Muhammed’in] uydurduğu yalandan başka bir şey değildir. Ona başka bir topluluk da bunun için yardım etmiştir” dediler. Böylece onlar kesinlikle haksızlık ettiler ve asılsız bir iddia getirdiler.

Ve “O [Kur’an], yazılı hâle getirilmiş öncekilerin masallarıdır; şimdi de o, sabah akşam [sürekli] kendisine okunmaktadır” dediler.

De ki: “Onu, göklerdeki ve yerdeki sırrı bilen indirmiştir. Şüphesiz O, bağışlayandır, merhamet edendir.”

Ve onlar [inkâr etmiş olanlar]; “Bu ne biçim elçi ki, yemek yiyor, sokaklarda yürüyor? Ona, bir melek indirilseydi ya! Böylece onunla beraber bir uyarıcı olur! Yahut kendisine bir hazine bırakılsaydı veya kendisinden yiyeceği bir bahçe olsaydı ya!” dediler. Bu zalimler; “Siz, yalnızca büyülenmiş bir kişiye uyuyorsunuz” da dediler.

32.Ve “Kur’an ona bir defada topluca indirilmeli değil miydi” dediler. …

32. ayette, Kur’an’ın bir kerede topluca inmemiş olmasını kendi inançsızlıklarına bahane olarak ileri süren kâfirlere gerekli cevap verilmiş ve bu cevap “Biz onu senin kalbine iyice yerleştirelim diye böyledir” şeklinde gerekçelendrilmiştir.

Rabbimizin bu cevabı üzerinde biraz düşünülürse, aşağıda sıralanmış olan mantıklı akıl yürütmeler yapılabilir:

– Eğer Kur’an peygamberimize bir defada topluca indirilmiş olsaydı, onun zaptı, yani yazımı ve ezberlenmesi çok zor olur, yanılmalar, yanlışlar meydana gelebilirdi.

– Elinde bir kitap bulunan insan, kitabın sürekli yanında bulunmasına güvenerek onu ezberlemek istemeyebilirdi. Rabbimiz ise peygamberimizin Kur’an’ı çok okumasını, iyice ezberlemesini ve yanılmaktan uzak olmasını istediği için Kur’an’ı bir defada değil, parça parça indirdi.

– Eğer Kur’an bir defada indirilmiş olsaydı, onun bütün hükümlerini öğrenmek ve benimsemek insanlara çok ağır gelirdi, insanlar Kur’an’ı hazmedemezlerdi. Ama Yüce Allah, onu parça parça, muayyen zamanlarda indirerek, koyduğu dinin emir ve yasaklarını yavaş yavaş indirmiş oldu ve insanlar da dinin gereklerini o nispette kolay yerine getirmiş oldular.

– Kur’an insanların sorularına, isteklerine cevap verecek şekilde ve meydana gelen hâdiselere göre iniyor, böylece insanlar daha fazla basiret sahibi oluyorlardı. Çünkü olaylarla ve zihinlerdeki sorularla eş zamanlı bir iniş, Kur’an’ın fesahatine gaybden haber verme işini de ekliyor, Kur’an’ın getirdiği her cevapta, her çözümde, gerçekleri yaşayarak öğrendikleri için insanların görüşleri, bilgileri, düşünceleri daha fazla artıyordu.

– Eğer Kur’an bir defada inmiş olsaydı, peygamberimiz indirilmiş Kur’an’ı göstererek kâfirlere işin başında bir defa meydan okuyacaktı. Hâlbuki Kur’an parça parça ve aralıklarla inince, peygamberimizin inançsızlara karşı meydan okumaları inen her parçada gerçekleşti. Böylelikle kâfirlerin Kur’an’ın bir parçasının benzerini bile yapamayacakları defalarca kanıtlandı. Böylece Kur’an’ın muhteşemliği hem peygamberimizin hem de kâfirlerin gönüllerine iyice yerleşmiş oldu.

ترتيلTERTİL

“ ترتيلTertil” sözcüğü “Bir şeyin tertibinin güzelliği” demektir. Bu sözcük bedevînin dilinde “Bir şeyden birinin diğerine karışmaması, tarak dişi gibi birbirine karışmamış, karışmayan” anlamına gelir. Bu durum, muhkem, kuvvetli, sımsıkı olmanın zıddıdır. Meselâ dişlerin “tertil”i, “dişlerin seyrek bir şekilde düzene konulmuş, dizilmiş olması” demektir ve bu sözcük Arapçada “güzel dizilmiş dişler” manasında da kullanılır.[9]

Sosyal alanda ise “tertil”; “sözün, kelimelerinin birbiri ardınca, tek tek, yavaş yavaş, ağır ağır, tane tane dizilmesi” demektir. Buna göre Kur’an’ın tertili “Kur’an’ın indiği şekilde tertibinin korunması, bir necmin bir başka necme karıştırılmaması” anlamına gelmektedir.

Kur’an’ın nasıl indirildiği ve nasıl okunması gerektiği Kur’an’da şöyle açıklanmıştır:

106.Ve Kur’ân’ı, Biz onu insanlara beklentilere göre öğrenip öğretesin diye parça parça ayırdık ve Biz onu indirdikçe indirdik! (İsra/ 106)

Demek ki Kur’an, konularına göre, necmlere göre, iniş sırasına göre bir tertip ve tasnif yapılmak suretiyle okunmalı ve okutulmalıdır.

32. ayette de Rabbimiz Kur’an’ı tertillediğini, yani her şeyi yerli yerinde, bir birine karıştırmadan, bir düzen içinde indirdiğini beyan etmektedir. Peygamberimize ilk gelen vahiylerde [Müzzemmil/4’te] de Kur’an’ın tertillenmesi, yani necmlerin gayet düzenli tutulması, birbirine karıştırılmaması emredilmiştir. Bütün bunlara rağmen maalesef elimizdeki mushaf tertilli değildir. Biz, samimiyetle ve dürüstçe birçok kez dile getirdiğimiz bu hususta, Kur’an’a gönül verenlerin Kur’an ile derin çalışmalar yapıp Kur’an’ı necm necm dizmeleri ve Kuran’ı bugünkü sure anlayışından öte, gerçek sureleriyle mushaflaştırmaları gerektiğine inanıyor ve bu gayreti onlardan bekliyoruz.

HAKKIN GELMESİ

Rabbimizin 32. ayetteki “Onların sana getirdikleri her bir meselede Biz mutlaka sana hakkı ve en güzel açıklamayı getirmişizdir” ifadesiyle müşriklerin görüşlerindeki bozukluk çok net bir şekilde ortaya konulmuştur. Rabbimiz bu sözlerinde zımnen: “Biz hakkı getiririz, hakk gelince de batıl kaybolur. Onlar ne zaman saçma sapan bir şey ortaya atsalar Biz onun üzerine gerçeği yollarız ve o saçmalığı ortadan kaldırırız” buyurmaktadır.

18.Tam tersi Biz, hakkı bâtılın başına çarparız da onun beynini parçalar. Bir de bakarsın bâtıl yok olup gitmiştir. Ve Allah’a yakıştırdığınız niteliklerden dolayı size yazıklar olsun!(Enbiya/ 18)

105.Ve Biz Kur’ân’ı sadece hak ile indirdik, o da sadece hak ile indi. Ve Biz seni yalnızca müjdeci ve uyarıcı olarak elçi yaptık. ( İsra/ 105)

EN GÜZEL TEFSİR

“ تفسير Tefsir” sözcüğünün kökü “ فسر fesr” sözcüğüdür. “Açıklamak, örtülü şeyi açmak” anlamına gelen “fesr” sözcüğü, ilk olarak tıp alanında, “doktorun suya bakması” anlamında kullanılmıştır. Nitekim bu kökün başka bir türevi olan “ تفسرة tefsireh” sözcüğü de; “hastalığın tespiti için üzerinde araştırma yapılan sidik” demektir.[10]

Doktorlar bu “tefsireh”e bakarak hastalıkların sebeplerini bulup açıkladıkları için “fesr” sözcüğü de zamanla “açıklamak, örtülü şeyi açmak” anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Bu sözcüğün tef`il babından mastarı olan “tefsir” sözcüğü de bu anlama paralel olarak “iyice araştırmak, çok açıklamak” anlamında kullanılmaktadır.

Demek oluyor ki “tefsir” sözcüğü; “anlaşılmamış, kapalı, müşkil, müphem bir sözü, bir konuyu, bir meseleyi anlaşılır hâle getirmek” demektir. İşte, Kur’an ayetleri de konuları, problemleri en güzel şekilde ortaya koyup açıkladığı için en güzel tefsirdir.

34.O yüzleri üstü cehenneme toplanacak olanlar; işte onlar, yerce en kötü, yolca da en sapık olanlardır.

Bu ayetle, Allah’ın zikrinden [Kur’an’dan] yüz çevirenlere ve O’nun elçisine karşı onlarca sudan bahaneyle karşı çıkanlara bir gönderme yapılmış ve son bir uyarı olarak onların ahiretteki hâlleri bildirilmiştir.

Bu uyarının bir benzeri de İsra suresindedir:

97,98.Ve Allah kime kılavuz olursa, işte o doğru yolu bulmuş olandır. Kimi de saptırırsa, artık bunlar için Allah’ın astlarından hiçbir yardımcı, koruyucu, yol gösterici yakın kimse bulamazsın. Ve Biz, onları kıyâmet günü kör, dilsiz ve sağır oldukları hâlde, yüzleri üstü toplayacağız. Onların varacakları yer cehennemdir. Ne zaman ki cehennem dindi, onlara ateşi arttırırız. İşte bu, onların, âyetlerimizi/ alâmetlerimizi/ göstergelerimizi örtbas etmiş olmaları ve “Bizler, bir yığın kemik ve ufalanmış toz olduğumuz zaman mı, biz yeni bir oluşturuluşla kesinlikle diriltilmiş mi olacağız?” demiş olmaları nedeniyle onların cezasıdır. (İsra/ 97,98)

35.Ve andolsun ki Mûsâ’ya Kitab’ı verdik, kardeşi Hârûn’u da o’nunla birlikte yardımcı, destekçi verdik.

36.Sonra da, “Haydi âyetlerimizi yalanlayan o topluma gidin!” dedik. Sonunda da onları parçalayıp yok ettik.


Surenin bu bölümünde, eskiye ait birkaç kıssaya değinilerek tarihten ibret alınması istenmiş ve ilk olarak da Musa peygamberin kıssasından bahsedilmiştir. Zaman itibariyle Kur’an’ın muhataplarına en yakın olan Musa peygamberin kıssası, ayrıntılı olarak A’râf suresinde yer almış, A’râf’ta yer almayan bazı olaylar da Kasas suresinde bildirilmiştir.

37.Biz Nûh toplumunu da elçileri yalanladıklarında suda boğduk ve kendilerini insanlar için bir alâmet/gösterge yaptık. Ve Biz şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar için çok acı veren bir azabı hazırladık.

38.Âd’ı, Semûd’u, Ress ashâbını ve bunlar arasında daha birçok kuşakları da.

39.Ve Biz onların hepsine örnekler verdik ve hepsini kırdık geçirdik.

40.Ve andolsun bunlar, belâ ve fenalık yağmuruna tutulmuş olan beldeye gittiler. Peki, onu da görmüyorlar mıydı? Tam tersi, bunlar öldükten sonra dirilmeyi ummamaktaydılar.

Burada kısaca sözü edilen kavimler, aslında Arapların hikâyelerini çok iyi bildikleri ve dilden dile naklettikleri, hatta güneye ve kuzeye doğru yolculuk yaptıklarında da kalıntılarını gördükleri kavimlerdir. Bundan evvelki surelerde hikâyeleri daha ayrıntılı anlatılmış olan kavimler, burada kısaca ismen hatırlatılmakta ve böylece inkârcılar dolaylı olarak bir kez daha uyarılmaktadır.

Eski kavimlerin kalıntılarının Araplar tarafından görüldüğü, aşağıdaki ayetlerde de yer almaktadır:

133.Şüphesiz Lût da gönderilen elçilerdendir.

134-136.Hani Biz, o’nu ve geride kalıp batanlar içinde kalan bahtsız kadın hariç ehlinin tamamını kurtarmıştık. Sonra diğerlerini değişime/yıkıma uğratmıştık.

137,138.Ve siz elbette sabahleyin ve geceleyin onların üzerine uğrayıp duruyorsunuz. Hâlâ akletmiyor musunuz?(Saffat/ 133–138)

78,79.Eyke ashâbı da kesinlikle şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimselerdi de Biz kendilerinden intikam aldık/yakalayıp cezalandırmak sûretiyle adaleti yerine getirdik. İkisi de; Eyke ve Lût toplumu açık bir yol üzerindedir.(Hicr/ 79)
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla