Tekil Mesaj gösterimi
Alt 28. September 2008, 01:51 AM   #6
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

Bilindiği üzere “ إسلامİslâm”, مسلمMüslim”, “ مسلمانMüslüman” sözcükleri Arapçadır. Kur’an, ilk kez Arap kavmine ve o kavmin Arap bir mensubuna indiği için bu mesajlar Arapça sözcüklerle ifade edilmiştir. Aslında doğal olarak diğer peygamberler kendi halklarının dili ile konuştuklarından o kavimler “İslâm” ve Müslüman” kelimelerinin kendi dillerindeki karşılığını kullanmışlardır.

Rabbimizin Ehlikitap bilginlerinin Kur’an’a inanacaklarını haber veren 52. ayetteki ifadesi başka ayetlerde de dile getirilmiştir:

Ve şüphesiz ki kitap ehlinden, Allah’a inananlar, size indirilene ve kendilerine indirilene -Allah`a boyun eğerek inananlar vardır. Onlar Allah’ın ayetlerini az bir değere değişmezler. İşte onlar, ücretleri Rableri katında olanlardır. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir. (Âl-i Imran/199)

De ki: Siz ona [Kur’an’a] ister inanın, ister inanmayın; şu daha önce kendilerine ilim verilenler; o [Kur’an] onlara okunduğunda onlar, secde ederek [teslimiyet göstererek] çeneleri üstü kapanırlar. Ve; “Rabbimiz tenzih ederiz. Rabbimizin vaadi mutlaka gerçekleşecektir” derler.
Ve onlar, ağlayarak çeneleri üstü kapanırlar. Ve bu [Kur’an] onların huşuunu [alçak gönüllüğünü] artırır. (İsra/107-109)


Sen kesinlikle iman eden kişilere karşı düşmanlık yönünden insanların en şiddetlisi olarak Yahudileri ve ortak koşan kimseleri bulursun. Ve kesinlikle iman eden kimselere sevgi bakımından en yakın olarak da, kendi içlerinde keşişler ve rahipler olduğundan ve onlar büyüklük taslamadıklarından “Biz Hıristiyanlarız” diyen kimseleri bulursun.
Ve onlar elçiye indirileni [Kur’an’ı] dinledikleri zaman, onun hakk olduğunu öğrendiklerinden dolayı gözlerinin yaşla dolduğunu görürsün. Onlar; “Rabbimiz! Biz iman ettik, bizi şahitler ile birlikte yaz!” derler. (Maide/82, 83)

De ki: “Gördünüz mü [hiç düşündünüz mü]? Eğer bu Kur’an Allah tarafından ise ve siz de onu inkâr etmişseniz, bununla birlikte İsrailoğullarından bir şahit de onun bir benzeri üzerine tanık olup da inanmışsa siz de büyüklük tasladıysanız? Şüphesiz ki, Allah zalimler topluluğuna kılavuzluk etmez.” (Ahkaf/10)

Ve O, size Kitap’ı [Kur’an’ı] ayrıntılı olarak indirdiği hâlde, Allah’tan başka bir hakem mi arayayım? Ve kendilerine kitap verdiğimiz şu kişiler, onun [Kur’an’ın] şüphesiz Rabbinden hakk ile indirilmiş olduğunu bilirler. O hâlde sen sakın şüphecilerden olma. (Enam/114)

Yukarıdaki ayetlerden, Mekke’de yaşayan veya çeşitli zamanlarda Mekke’ye gelip giden Ehl-i Kitabın, Kur’an’ı tasdik ettikleri anlaşılmaktadır. Ama bu durum, onların kendi dinlerini bırakıp Müslüman oldukları anlamına gelmez. Nitekim 53. ayetteki “Kesinlikle biz ondan önce teslim olanlardık” ifadesi de bunu göstermektedir.


54 - İşte onlar; sabretmelerinden ötürü onların mükâfatları iki kere verilecektir. Ve onlar kötülüğü iyilikle savarlar ve kendilerini rızklandırdığımız şeylerden infak ederler.
55 – Ve onlar, boş söz işittikleri zaman, ondan yüz çevirirler ve “Bizim işlerimiz yalnızca bizim için, sizin işleriniz de yalnızca sizin içindir. Size selâm olsun! Biz cahilleri aramıyoruz” derler.

Bu ayetlerde Kur’an’ı hemen kabul etmiş olan Ehlikitap övülmektedir. Bunlar her zaman Allah’ı tanımış, yeni bir kitap ve elçi beklentisi içinde olan, yeni kitaba da inandıktan sonra inancından taviz vermeyen ve hayatlarını Kur’an’daki ilkelere göre düzenleyen kimselerdir. Bunların ilklerinden olanların isimleri 51-53. ayetlerin tahlilinde verilmişti. Ayetlerin ifadesinden anlaşıldığına göre, bu kimseler taşradan gelip giden Ehlikitap değil, Mekke’de yaşayan, baskı ve korku altında tutulan Ehlikitap’tır. Zira inanç turizmine zarar verir kaygısıyla Mekke zorbalarının taşradan gelip gidenlere baskı yapması söz konusu değildir.
54. ayette bu kimselerin çifte ödül alacakları bildirilmektedir. Bizim düşüncemize göre bu ödüllerin birincisi İsa peygambere, ikincisi de peygamberimize iman etmelerinden ötürüdür. Çünkü onlar Mesih`in şahsiyeti karşısında büyülenip zihinlerini donduranlar gibi olmadıklarını ve yalnızca İslâm`ı izlediklerini yeni bir peygamberin gelişiyle karşılaştıkları zorlu imtihanda göstermişler, hiç tereddüt etmeden yeni peygamberin liderliğindeki İslâm yoluna girmişlerdir. Kavmî ve ırkî önyargıları reddederek hakk itikat üzerinde sebat gösteren bu kimseler, gelen yeni peygamberin daha önce Mesih`in tebliğ ettiği İslâm`ı tekrar getirdiğini görerek Hıristiyanlığa takılıp kalmışların yolundan vazgeçmişler ve böylece Mesih`e değil, yalnızca Allah`a taptıklarını davranışlarıyla ispatlamışlardır.
Rabbimiz, bu kimselerin peygamberimize yakın olduklarını Maide suresinde de belirtmiş ve onların bu ayetlerde sözünü ettiği özelliklerini başka ayetlerde de dile getirmiştir:

Sen kesinlikle iman eden kişilere karşı düşmanlık yönünden insanların en şiddetlisi olarak Yahudileri ve ortak koşan kimseleri bulursun. Ve kesinlikle iman eden kimselere sevgi bakımından en yakın olarak da, kendi içlerinde keşişler ve rahipler olduğundan ve onlar büyüklük taslamadıklarından “Biz Hıristiyanlarız” diyen kimseleri bulursun.
Ve onlar elçiye indirileni [Kur’an’ı] dinledikleri zaman, onun hakk olduğunu öğrendiklerinden dolayı gözlerinin yaşla dolduğunu görürsün. Onlar; “Rabbimiz! Biz iman ettik, bizi şahitler ile birlikte yaz!” derler. (Maide/82, 83)

Ve gündüzün iki tarafında ve gecenin yakın saatlerinde namaz kıl; çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, öğüt alanlara / Allah’ı unutmayanlara bir öğüttür. (Hud/114)

Ve o kimseler [Rahman’ın kulları], yalan yere tanıklık etmezler, boş bir şeye rastladıkları zaman saygınca geçerler. (Furkan/72)

Ve Rahman’ın kulları öyle kimselerdir ki onlar, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve cahil kimseler kendilerine lâf attığı zaman “Selâm!” derler. (Furkan/63)

Ve o kişiler, Allah’ın birleştirilmesini istediği şeyi birleştirirler. Rabblerine haşyet duyarlar ve hesabın kötülüğünden korkarlar.
Ve o kişiler Rabblerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabretmişler, namazı ikame etmişler ve kendilerine verdiğimiz rızklardan gizli ve açık infak etmişlerdir. Ve onlar çirkinlikleri güzelliklerle ortadan kaldırırlar. İşte bu yurdun akıbeti; adn cennetleri kendilerinin olanlardır. Onlar, atalarından, eşlerinden ve soylarından salih olanlar oraya [adn cennetlerine] gireceklerdir. Melekler de her kapıdan yanlarına girerler: “Sabrettiğiniz şeylere karşılık size selâm olsun! Bu yurdun sonu ne güzeldir!” (Ra’d/21-24)

Hem iyilik de bir değildir, kötülük de. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. O zaman seninle kendi arasında bir düşmanlık olan kişinin, sanki samimi bir dost gibi olduğunu görürsün.
Bu olgunluğa ancak sabredenler kavuşturulur, buna ancak hayırdan büyük bir pay sahibi olan kavuşturulur.
Ve eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa hemen Allah’a sığın. Şüphesiz ki O, en iyi duyan ve en çok bilendir. (Fussılet/34-36)



56 – Kesinlikle sen sevdiğini doğru yola iletemezsin; ama Allah dilediğine doğru yolu gösterir ve O, doğru yola girecek olanları daha iyi bilir.

Peygamberimize, sevdiği bile olsa kimseyi zorla doğru yola sokamayacağını bildiren bu ayet, aynı zamanda onu teselli de etmektedir. Çünkü Allah, tercih yeteneğine sahip olan insanları özgür bırakmıştır ve yine ayette bildirildiği gibi hidayet Allah’a aittir.
İfadesi genele yönelik olmasına rağmen, bu ayetin peygamberimizin bir türlü imana gelmeyen amcası Ebutalib’in bu durumuna çok üzülmesi üzerine indiği ileri sürülmüştür.

57 - Ve onlar “Biz seninle beraber hidayete uyarsak, yurdumuzdan atılırız” dediler. Biz onları, kendi katımızdan bir rızk olarak, her şeyin semerelerinin toplanıp kendisine getirildiği, güvenli, haram [dokunulmaz] bir yere [Mekke’ye] yerleştirmedik mi? Fakat onların çoğu bilmezler.

Bu ayette, inanmamakta direnen Kureyşli müşriklerin tevhidi kabul etmemek için ileri sürdükleri mazeret açıklanmakta ve onların Kur’an hakk olmadığı için değil, çıkarlarından olmamak için hidayete uymadıkları bildirilmektedir. Bu, onların şirk ve küfür ticareti yaparak sağladıkları kazançtan mahrum kalmamak için peygamberimize uymayı reddettikleri anlamına gelmektedir. Mekkeli müşriklerin bu mantığını tam olarak kavrayabilmek, ancak İslâm`ı kabul etmeleri hâlinde meydana gelmesinden korktukları durumun ne olduğunu görebilmekle mümkündür. Bu da söz konusu olaya tarih perspektifinden bakmayı gerektirmektedir. Hatırlanacak olursa, Kureyş suresinin tahlilinde Kureyş kabilesinin çok önemli bir özelliğine değinmiş, onların Arabistan’da yaygın şekilde İsmail’in torunları olarak bilinip tanındıklarını, Arapların onlara “peygamber çocukları” gözüyle baktıklarını, dokunulmaz kılınmış Mekke’ye gelen hacıların her türlü işlerini görerek geçindiklerini, bundan dolayı da bu işlerden iyi kazanç sağladıklarını dile getirmiştik. İşte Kureyşli müşrikler bu kazançtan, bu geçimden mahrum kalmaktan korkmakta ve bu sebeple küfrü ve şirki tercih etmektedirler.
Dolayısıyla Rabbimizin buradaki “Biz onları kendi katımızdan bir rızk olarak, her şeyin semerelerinin toplanıp kendisine getirildiği, güvenli, haram [dokunulmaz] bir yere [Mekke’ye] yerleştirmedik mi?” şeklindeki sözleri, doğrudan bu anlayıştaki müşriklere yöneliktir. Rabbimiz bu ifadesiyle onların saltanatlarının kendi eserleri olmadığını, sağladıkları kazançları ve güvenliklerini Allah’ın Mekke’de Rabbülbeyt inşasını plânlayıp gerçekleştirmesine borçlu olduklarını bildirmektedir.
Mekke’nin “Güvenli Şehir” olması ile ilgili olarak Kureyş suresinin tahlilinde ayrıntılı bilgi verilmiştir. Bu açıklamaların tekrar okunmasının yararlı olacağı kanaatindeyiz. (Tebyînü’l_Kur’an; c:1, s:582-585)

Bu nedenle, önceki açıklamalara ek olarak aşağıdaki ayeti ve Mukatil’in kaydettiği şu tarihi bilgiyi sunmakla yetiniyoruz:

Şüphesiz, insanlar için mübarek ve âlemlere yol gösterme olarak konulan ilk ev, Bekke’dekidir [Mekke’dekidir] .
Onda apaçık deliller; İbrahim’in makamı vardır. Oraya kim girerse güvende olmuştur. Ve yoluna gücü yeten herkesin Beyt’i haccetmesi Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse, şüphesiz Allah bütün âlemlerden zengindir. (Al-i Imran/96, 97)

Mukatil b. Süleyman, 57. ayetin Kureyşli Haris b. Nevfel b. Abdimenaf’ın peygamberimize yaptığı bir açıklama üzerine indiğini nakletmektedir. Naklettiğine göre, bu kişi peygamberimize şunları söylemiştir:
“Senin dediklerinin hak olduğunu biz çok iyi biliyoruz. Bizim seninle birlikte hidayete uymamızı engelleyen şey, Arapların bizi yurdumuzdan, yani Mekke’den çıkartmalarından korkmamızdır. Çünkü biz, Araplara göre bir baş yiyip doyacak kadar azınlığız ve bizim onlara karşı koyacak gücümüz yoktur.” (Mukatil)

58 – Ve Biz, geçimleriyle şımarmış nice kenti helâk etmişizdir. İşte, onların yerleri! Kendilerinden sonra pek az oturulmuş olan meskenleri. Ve Biz, vârislerin ta kendisiyiz.
59 - Rabbin, kendilerine ayetlerimizi okuyan bir peygamberi anakente göndermedikçe, memleketleri helâk edici değildir. Zaten Biz, halkı zalim olmayan memleketleri helâk edici değiliz.
60 – Ve size verilen şeyler, basit hayatın kazanımı ve onun süsüdür. Allah katında olanlar ise, daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Hâlâ akletmeyecek misiniz?

Peygamberimize mazeret ileri süren Kureyşli müşriklere yapılan uyarı bu ayetlerde de devam etmektedir. Bu ayetlerin mesajını şöyle takdir etmek mümkündür: “Kaybederiz korkusuyla haktan yüz çevirip bâtıla yapıştığınız ve bunca övünüp durduğunuz dünya refah ve servetine bir zamanlar Ad, Semud, Sebe’, Medyen ve Lut kavmi de sahipti. Onları helâk ettik, işte onların kalıntıları... Sizden önce helâk edilmiş bu topluluklar da ahlâksızlığa dalmışlardı. Onları son bir kez uyarmak için Allah peygamberlerini gönderdi. Fakat onlar kulak bile asmadılar. Aynı şey şimdi sizin için de geçerli... Siz de ahlâksızlığa daldınız ve sizi uyarmak için size de bir elçi geldi. Eğer küfür ve inkârınızda ısrar ederseniz refah ve rahatınızı korumak yerine onları tehlikeye atmış olacaksınız. Korkup durduğunuz yıkım, inanmanız hâlinde değil, inanmayı reddetmeniz hâlinde sizi yok edecektir.”

MEKKE MÜŞRİKLERİ NİÇİN İMHA EDİLMEDİ?

Şirk ve küfür ticareti ile hayatlarını sürdüren Mekkelilerin peygamberimizin elçilikle görevlendirilmesinden önce helâk edilmeme sebebi, 59. ayetin 1. cümlesindeki “Rabbin, kendilerine ayetlerimizi okuyan bir peygamberi anakente göndermedikçe, memleketleri helâk edici değildir” ifadesiyle açıklanmıştır. Bu husus başka ayetlerde de belirtilmiştir:

Allah bir şehri misal olarak verdi: [Bu şehir] güvenli, huzurlu idi, Oraya her bir yerden rızkı bol bol gelirdi. Ne var ki onlar Allah’ın nimetlerine karşı nankörlük ettiler. Allah da onlara, yaptıkları işler yüzünden açlık ve korku elbisesini [felâketini] tattırıverdi.
Ant olsun ki, onlara içlerinden bir peygamber de gelmişti. Onu da yalanladılar. Bunun üzerine, onlar zulüm yaparlarken azap da onları yakalayıverdi. (Nahl/112, 113)

Kim doğru yolu bulursa sırf kendi iyiliği için doğru yolu bulmuştur. Kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapmış olur. Ve hiçbir yük taşıyıcı başkasının yükünü çekmez. Ve Biz bir Peygamber göndermedikçe, azap ediciler olmadık. (İsra/15)

Ve senin Rabbin, halkları ıslahatçı [düzeltici, reformist] iken, o memleketleri haksız yere / zulüm sebebiyle helâk edecek değildir. (Hud/117)

Ey cinn ve ins topluluğu [tüm insanlar]! Size âyetlerimi anlatan ve bugününüze kavuşacağınız hususunda sizi uyaran kendinizden elçiler gelmedi mi? Onlar, “Kendi aleyhimize şahidiz” dediler. Basit yaşam onları aldattı ve onlar kendilerinin kesinlikle kâfirlerin ta kendisi olduklarına şahitlik ettiler.
İşte bu; Rabbinin, halkı gafil iken ülkeleri zulüm ile helak edici olmayışıdır.
Ve hepsi için yaptıklarına göre dereceler vardır. Ve senin Rabbin onların yaptıklarından gafil değildir. (Enam/130, 132)

İşte böylece Biz kentlerin anasını ve onun kıyısındaki kişileri uyarasın ve kendisinde hiç şüphe olmayan toplanma günü ile uyarasın diye sana Arapça bir Kur`an vahyettik. Bir grup cennettedir, bir grup da cehennemdedir. (Şûra/7)

Onlar ki, onlara iyiyi emreden ve onları kötülüklerden alıkoyan, temiz ve hoş şeyleri kendilerine helâl kılan, murdar ve kötü şeyleri de üzerlerine haram kılan, sırtlarından ağır yükleri, üzerlerindeki bağları ve zincirleri indiren yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılmış bulacakları o ümmî peygamber, o elçiye uyarlar. O hâlde, ona iman eden, ona kuvvetle saygı gösteren, ona yardımcı olan ve onun ile birlikte indirilen nuru izleyen kimseler var ya, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. (A’raf/157)

De ki: “Tanıklık bakımından hangi şey daha büyüktür?”. De ki: “Benimle sizin aranızda Allah tanıktır. Ve sizi ve ulaşan herkesi kendisiyle uyarayım diye bana bu Kur`ân vahyolundu. Allah’la beraber gerçekten başka ilâhlar olduğuna siz gerçekten tanıklık eder misiniz?” De ki: “Ben etmem”. De ki: “O, ancak ve ancak bir tek ilâhtır ve kesinlikle ben, sizin ortak tuttuğunuz şeylerden uzağım”. (En’am/19)

Artık onlar [dünyayı isteyenler] hiç Rabbinden açık bir belge üzere olan ve kendisini Allah’tan bir şahidin takip ettiği ve de kendinden önce bir önder ve rahmet olarak Musa’nın kitabı bulunan kimse gibi midir? İşte onlar [Böyle olanlar] ona [Kur’an’a] inanırlar. Hangi hizipten olursa olsun kim onu inkâr ederse, ona vaat edilen yer ateştir. İşte bütün bunlardan dolayı sen de bundan [Kur’an’dan] şüphe içinde olma. Kesinlikle o Rabbinden bir haktır/gerçektir. Fakat insanların çoğu iman etmiyorlar. (Hud/17)

Ve hiç bir şehir yoktur ki, kıyamet gününden önce Biz onu helâk etmeyelim yahut şiddetli bir azap ile azaplandırmayalım. Bu, Kitap’ta satırlaştırılmıştır. (İsra/58)

Peygamberimiz kendilerine elçi olarak gönderildikten sonra onunla mücadele etmelerine rağmen Mekkeli müşriklerin helâk edilmemelerinin sebebi ise, yine 59. ayetin 2. cümlesindeki “Zaten Biz, halkı zalim olmayan memleketleri helâk edici değiliz” ifadesiyle açıklanmıştır. Bu ifadeden, Mekkelilerin hepsinin de zalim [şirke batmış] kimseler olmadığı anlaşılmaktadır ki, bu durum herkesin bildiği bir gerçektir. Yüce Allah o gün için iman etmemiş olanların bir kısmının daha sonra iman edeceğini; hayatlarının sonuna kadar iman etmeyecek olanların ise, soylarından gelecek bazı kimselerin iman edeceklerini biliyordu ve bu sebeple de onları helâk etmiyordu. Nitekim bu husus aynen gerçekleşmiş, o günün müşriklerinden ve onların soylarından birçok kişi mümin olmuştur.

61 - Şu hâlde, Bizim kendisine güzel bir vaatle vaatte bulunup da ona kavuşan kimse, basit hayatın kazanımını kazandırdığımız ve sonra kıyamet gününde huzurumuza getirilenlerden [huzurumuzda ‘hazırol’da tutulanlardan] olan kimse gibi midir?

Bu ayet de müşriklerin ileri sürdükleri mazerete karşı verilen bir cevaptır. Burada onlara basit hayatta kazandırılanlar ile Allah’ın gösterdiği yolda gidip Allah’ın vaat ettiklerini hak edenlerin bir olmayacağı söylenmektedir.
Bu ayeti anlamak için iki noktanın dikkate alınması lâzımdır:
Birinci olarak: İnsan, dünya hayatı ile ahiret hayatı arasındaki farkı iyi kavramalı, mukayeseyi iyi yapmalıdır. Dünya hayatı, ister nimet ister külfet itibariyle olsun, basit, iğreti, değişken ve geçicidir. Ahiret hayatı ise sonsuzdur ve değişken değildir. Bu durumda akıllı insanın ahiret hayatını tercih etmesi gerektiği apaçık ortadadır.
İkinci olarak: İnsan, “Rabbimiz kullarından ne istiyor?” bunu iyi bilmelidir. O, insanlardan mal mülk edinmemelerini, bu dünyanın nimetleriyle ilgilenmemelerini, sefil yaşamalarını değil, çok çalışmalarını ve kazandıklarını doğru yolda çokça harcamalarını istemektedir. Burada bize verilen mesaj, “geçici” için “ebedî”nin terk edilmemesi ve “geçici”yi elde etmek için şirk, zulüm, inkâr, fısk ve fücur yollarına tevessül edilmemesidir. Kısaca dünya nimetlerinin meşru sınırlar içinde kazanılması ve yine meşru sınırlar içinde harcanmasıdır:

Ve Allah, dilediği kimseye rızkı genişletir de ölçülendirir de. Onlar ise basit hayat ile ferahladılar. Oysa basit hayat, ahirette sadece bir kazanımdır. (Ra’d/26)

Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara süslü ve çekici kılındı. Bunlar basit hayatın kazanımıdır[zâlike metâu’l-hayati’d-dünya]. Ve Allah, varılacak güzel yer kendi katında olandır.
De ki: “Size bundan daha hayırlı olanı bildireyim mi? Takva sahibi olan kişiler için Rabblerinin katında, içinde temelli kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve Allah’tan hoşnutluk vardır. Allah kulları en iyi görendir.” (Âl-i Imran/14, 15)

Kendilerine “Elinizi çekin, namazı ikame edin, zekatı verin” denenleri görmedin mi? Sonra savaş üzerlerine yazıldığında, onlardan bir grup, Allah’ın haşyeti gibi yahut haşyetçe daha şiddetli olarak insanlara haşyet duyarlar. Ve “Rabbimiz, ne diye savaşı üzerimize yazdın, bizi yakın bir zamana ertelemeli değil miydin?” dediler. De ki: “Dünyanın kazanımı çok azdır. Ahiret ise muttakiler için daha hayırlıdır ve siz bir hurma çekirdeğindeki ipince bir iplik kadar bile haksızlığa uğratılmayacaksınız.” (Nisa/77)

Ey iman etmiş kişiler! Ne oldu ki size, Allah yolunda savaşa kuşanın denildiği zaman yere ağırlaşıp kaldınız [çakılıp kaldınız]. Ahiretten cayıp basit hayata mı razı oldunuz? Ama ahirettekine göre, bu basit hayatın kazanımıpek azdır[Fema metâu’l-hayati’d-dünya fi’l-âhıreti illâ kalîl]. (Tövbe/38)

62 – Ve o gün O [Allah] onlara seslenir de der ki: “Yanlış olarak inanmış olduğunuz Benim ortaklar hani nerede?”
63 - Haklarında Söz gerçekleşen kimseler, “Rabbimiz! İşte bunlar bizim azdırdığımız kimselerdir. Biz nasıl azmışsak, işte bunları da öylece biz azdırdık. Biz Sana karşı uzak olduk. Onlar sadece bizlere tapmıyorlardı” derler.
64 – Ve “Ortaklarınızı çağırın!” denir, onlar da çağırırlar. Sonra da onlar kendilerine cevap vermezler ve azabı görürler. -Ne olurdu onlar doğru yola girmiş olsalardı! -
65 – Ve o gün O [Allah], onlara seslenir de “Gönderilenlere [elçilere] ne cevap verdiniz?” der.
66 – İşte, o gün onlara bütün önemli haberler kapkaranlık olmuştur; artık onlar birbirlerine de soramazlar.

Bu ayet grubunda, basit dünya zevklerini ahiret hayatına tercih etmeleri sonucu ahirette kötü durumlara düşenlerin ve onları bu durumlara düşüren zavallıların birbirleriyle davalaşmaları gözler önüne serilmektedir. Bu sahneler Saffat suresinde şöyle canlandırılmıştır:

Ve onların bazısı bazısına, dönmüş [yüz yüze gelmiş] soruşuyorlar [birbirlerini sorumlu tutuyorlar].
Onlar: “Şüphesiz siz bize [uğurlu görünerek] sağdan gelir dururdunuz” derler.
Diğerleri derler ki: “Bilakis, siz müminler olmamıştınız. Bizim size karşı bir gücümüz de yoktu. Bilakissiz azmış bir kavimdiniz. Onun için üzerimize Rabbimizin Söz’ü hak oldu. Şüphesiz biz tadıcılarız. Sonra biz, sizi kışkırttık. Çünkü biz kışkırtıcılar idik.”
Şu halde şüphesiz onlar o gün azapta ortaktırlar. (Saffat/27-33)

Dikkat edilirse, burada hesaba çekilenler “kandırılan akılsız kimseler”dir. Allah ortak koşanlara sormaktadır ama cevap verenler bizzat ortak koşulanlardır. Akılsızlar tarafından suçlanan bu kişiler, güçler, varlıklar, suçlamalar karşısında “Biz bunları zorla yaptırmadık, onları ne görme, ne işitme kuvvetlerinden, ne de düşünme melekesinden mahrum ettik ve ne de onlar hak yola girmek istediklerinde onları zorla bâtıl yola çekebileceğimiz bir durum söz konusu idi. Gerçek şudur ki, nasıl biz kendi özgür irademizi kullanarak saptıysak, onlar da kendi özgür iradeleriyle bizim kendilerine sunduğumuz yanlış yolu tercih ettiler. Dolayısıyla onların yaptıklarından biz sorumlu değiliz; onlar kendi yaptıklarından, biz kendi yaptıklarımızdan sorumluyuz” diyerek suçlamaları kabul etmeyeceklerdir.
Ortak koşanlarla ortak koşulanlar arasındaki bu çekişme, birçok ayette dile getirilmiştir:
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla