Tekil Mesaj gösterimi
Alt 30. December 2010, 03:42 AM   #5
FEDAKARADAM
Uzman Üye
 
FEDAKARADAM - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 418
Tesekkür: 51
95 Mesajina 146 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
FEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud of
Standart

2- Tenasüh, İmtiyaz (farklılık) Kanununa Zıttır:

Cenâb-ı Hak, her bir mahlûkunun hüviyet ve şahsiyetini korumaktadır. Buna imtiyaz kanunu diyoruz.

Kâinat içerisinde her türün, mahiyeti farklıdır. Herhangi bir mevcudun mahiyeti başka bir mahiyete dönüşemez. Hiçbir şeyin tabiatı onun tam zıddına dönüşmez; özelliklerini yitirmez. Meselâ, elmanın özellikleri kendisinden ayrılmaz, koparılıp alınamaz. O, hiçbir zaman, armut yahut kiraza dönüşmez.

Bu kanun, yıldızlarda, güneşlerde, nehirlerde, dağlarda, bağlarda da geçerlidir. Çünkü, kâinatta her şey, şahsiyetiyle tekdir. Meselâ, dünya haritasında bir başka Ağrı Dağı, bir başka Nil Nehri yoktur. Denizler bile, şahsiyetlerini muhafaza etmekte, birbirlerine karışmamaktadırlar.

Bu kanun, kâinatta öyle hakimane ve hassas bir şekilde çalışmaktadır ki, değil bütün türler, hattâ her bir fert dahi, diğerlerinden kesin çizgiler, tanıtıcı vasıflar, ayırt edici özelliklerle ayrılmıştır. Meselâ, her insan, simasından parmak izlerine kadar her şeyiyle diğer insanlardan farklı yaratılmıştır. Bu kanun, eşya arasındaki hukukun korunması için vazedilmiştir. Bütün insanlar aynı tip, şekil ve özellikleri taşımış olsalar, kimse kimseyi tanıyamaz, hayat mahvolur, hukuk zayi olurdu.

Malûmdur ki, varlıkların nitelikleri, kişisel özellikleri, mahiyetinden ayrılmaz. Bal arısı ile karasineği ele alalım: Her ikisinin de vücut yapıları genelde birbirlerinden farklı oldukları gibi, ayrıntıda da farklıdır. Meselâ, birinin kanat yahut ayak yapısıyla, diğerininki birbirine benzemez, bir çok belirti ve özelliklerle birbirlerinden ayrılırlar.
Bunlar, uzuvları itibariyle olduğu gibi, ruh ve kabiliyetleriyle de birbirlerinden ayrıdırlar. Birinin ruhu gül bahçelerinden hoşlanırken, ötekininki kanalizasyon çukurlarından hoşlanır. Bu misâl dürbünüyle diğer hayvan türlerine de bakılabilir. Hiçbir hayvan türünün öz nitelikleri kendilerinden kopup, başka türe geçemez. Bu durum, insanlarla diğer hayvan türleri arasında kendini daha iyi göstermektedir.

Meselâ, insan ruhu, bir hayvanın cesedine girmiş olsaydı, o takdirde, idrâk ve düşüncesiyle, konuşma ve yazmasıyla, san'at ve kabiliyetiyle, kısaca bütün hassalarıyla birlikte gitmesi gerekirdi. O zaman hayvanlarda da, meselâ, filozoflar, fikir ve ilim adamları... olması lâzım gelirdi. Onların da kültür ve medeniyetleri, san'at ve edebiyatları... olacaktı!

İmtiyaz kanununun zorunlu bir sonucu olarak, insanlarla hayvanlar arasında ve hayvanların kendi aralarında tenasüh olamayacağı gibi, insanlarla insanlar arasında da olamaz. Zira, bir insan, ilim ve irfanıyla, itikat ve imanıyla, zekâ ve dirâyetiyle, şefkat ve merhametiyle, hamiyet ve kahramanlığıyle.... bir başkasının tıpatıp aynı değildir. Meselâ, İmam-i Gazâlî'nin o nezîh ruhu; yüce vicdanı mümkün olsaydı, bugüne kadar dünyaya birçok Gazâlî'lerin gelmesi gerekirdi. Ve yine, birçok İbn-i Sinalar, Eflatunlar... gelmiş olacaktı. Hakikatte ise, böyle bir şey gerçekleşmemiştir.

Bir insanın, hem tahsil hayatında, hem de mezuniyetinden sonra çalıştığı bütün vazifelerinde hüviyet ve şahsiyetini devam ettirmesi gösteriyor ki, onun, "Sicil Dosyası" ölümünden sonra da ondan ayrılmayacaktır. O, bu hüviyetiyle büyük mahkeme olan ahiret mahkemesinde, en küçük ayrıntılarına varıncaya kadar hayatın hesabını verecektir. Cenâb-ı Hakk'ın sonsuz adâleti, Hâşir'de öyle bir genişlikte tecelli edecektir ki, değil insanlar, bütün hayvanlar bile hüviyetleriyle dirilecek ve muhasebeye tâbi tutulacaklardır. Bu hakikatin gerçekleşmesi, imtiyazı gerektirmektedir.

İmtiyaz kanununun en büyük amacı, en büyük hikmeti ve en mühim sonucu âhirete bakar. Ahiretde mizân-i Kübrâ denilen, insanların sevap ve günahlarının ölçüleceği tartıda, her fert, Kur'ân-ı Azîmüşşan'ın ifadesiyle, "Zerre kadar bile olsa yaptığı hayır ve şerrin hesabını verecektir. Bu muhasebenin neticesi olarak, Cennet ehlinin her birisi, imân, amel ve takvası ölçüsünde ayrı ayrı nimetlere ve makamlara mazhar olacaktır. Cehennem ehlinden her bir fert de, küfür ve isyanının ağırlığına göre, farklı azaplara mâruz kalacaktır. Bu hakikatin gerçekleşmesi, her ferdin, hüviyet ve şahsiyetini muhafaza etmesine ve diğer hayat sahiplerinden ayrılmasına bağlıdır.
__________________
Ya İslam'la yükselir, Ya inkarla çürürsün.. Bu yol mezarda bitmiyor, gittiğinde görürsün!...(NECİP FAZIL KISAKÜREK)
FEDAKARADAM isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
FEDAKARADAM Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
Miralay (30. December 2010)