Tekil Mesaj gösterimi
Alt 27. September 2008, 11:44 PM   #2
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

TAHLİL

1,2.De ki: Bana vahyedildi ki, şüphesiz yabancılardan bir grup Kur’ân dinleyip de: “Şüphesiz biz, rüşde kılavuzluk eden hayret verici bir Kur’ân dinledik. Bundan dolayı, biz ona iman ettik ve Rabbimize hiçbir şeyi asla ortak koşmayacağız.

Cinnlerden [yabancılardan] bir grup, ayette “ نفرnefer” sözcüğü ile ifade edilmiştir. Türkçeye yanlış olarak “bir kişi” anlamında geçmiş olan “nefer” sözcüğü; “sayıları 3 ilâ 10 kişi arasında erkeklerden oluşan bir grup” demektir.3 Buna göre Kur’an dinleyen bu cinnlerin [yabancıların] sayısı 3 ilâ 10 kişiden ibarettir.

Mekkeli olmayıp Mekke’ye dışarıdan gelmiş ve dolayısıyla da Mekkelilerin tanımadıkları yabancılar oldukları için “cinn” denilen bu kişilerden Ahkaf suresinde de söz edilmiştir:

29.Hani Biz gizli ajanlardan Kur’ân’ı dinlemek isteyen bir grubu sana yöneltmiştik. Onlar, Kur’ân’a hazır oldukları zaman, “Susun!” dediler. Sonra Kur’ân’ı dinleyince de birer uyarıcı olarak toplumlarına döndüler.

30-32.Onlar: “Ey toplumumuz! Şüphesiz biz Mûsâ’dan sonra indirilen ve sadece içinde konu edilenleri tasdik eden, hakka ve dosdoğru yola kılavuz olan bir kitap dinledik. Ey toplumumuz! Allah’ın davetçisine karşılık verin ve O’na iman edin ki, Allah günahlarınızı bağışlasın ve sizi acı bir azaptan kurtarsın. Her kim Allah’ın davetçisine karşılık vermezsee, bilsin ki, yeryüzünde Allah’ı âciz bırakacak değildir. Onun için Allah’ın astlarından yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakın kimseler de yoktur. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içerisindedirler” dediler.

(Ahkaf/ 29–32)

Bu suredeki “cinn”lerle Ahkaf suresindeki “cinn”lerin aynı “cinn”ler olduğu hususu, klâsik eserlerin ve bu konudaki rivayetlerin tümünde de vardır. Ne var ki, konuyla ilgili olarak rivayet tefsirlerinde anlatılan ayrıntılar, uydurmacılığın ne boyutlara ulaştığını göstermektedir.

Bunlardan birkaçını ibret-i âlem için kısaltarak sunuyoruz:

Bu olayın nasıl olduğu hususunda iki görüş vardır: Birincisi, Said b. Cübeyr demiştir ki; cinler gök kapılarını dinlerlerdi, ne zaman ki taşlanıp kovuldular gökte olan bu olay her halde yerde bir şeyden dolayı olsa gerektir diye sebebini aramaya gittiler. O sırada Hz. Peygamber (s.a.v) Mekke halkının kendisine uymalarından ümitsiz olarak İslâm’a davet için Taif’e çıkmıştı. Mekke’ye dönmek üzere bulunduğu zamana tesadüf ediyordu. Batnı Nahil denilen vadide kalkmış sabah namazında Kur’ân okuyordu. İşte oraya Nusaybin cinlerinin ileri gelenlerinden bir bölük cin uğramıştı. Çünkü İblis onları göğün taşlamalarla korunmasını icab ettiren sebebi öğrenmek üzere göndermişti. Kur’ân’ı işittiler ve sebebin o olduğunu anladılar.

İkinci görüş: Allah Teâlâ peygambere cinleri de uyarıp davet etme ve kendilerine Kur’ân okuma görevini de vermişti. Onun için Allah Teâlâ ona Kur’ân dinlemek ve kavimlerini uyarmak üzere bir takım cin göndermişti.

Ebu Hayyan da Bahir’de der ki: Cin kısası iki defa olmuştu, birincisi Taif’ten dönüşündeki. Siyercilerin anlattıkları kıssaya göre onlardan yardımcı aramaya çıkmıştı. Nahle vadisinde namaz kılarken dinlediler, o bilmiyordu sonra Allah Teâlâ onların dinlediklerini haber verdi. Diğer bir defasında da Allah Teâlâ, Peygamber’e cinleri uyarıp onlara Kur’ân okumasını emir buyurmuştu. Bunun üzerine bana cinlere Kur’ân okumam emredildi, arkamdan kim gelecek dedi, bunu üç kere söyledi, Abdullah b. Mesud’dan başkası ses çıkarmamış önlerine bakmışlardı.

Abdullah b. Mesud (r.a) demiştir ki: Cin gecesi benden başka kimse hazır olmadı, gittik. Hacun’daki dağ yoluna vardığımızda bana bir hat çizdi, ben gelinceye kadar bundan çıkma dedi, sonra Kur’ân okumaya başladı. Ben şiddetli bir gürültü işittim hatta Resulullah’a bir şey olmasından korktum, onu birçok karartılar kapladı, onunla benim arama engel oldu hatta sesini işitmez oldum, sonra bulut parçalanır gibi parçalandılar, sonra bana bir şey gördün mü dedi. Evet, beyaz elbiselere bürünmüş siyah adamlar gördüm, dedim, işte onlar Nusaybin cinleri diye buyurdu.

Taberi tefsirinde der ki: Allah Teâlâ “Hani biz cinlerden bir takımını sana yöneltmiştik” buyurduğu cin grubunun kaç adet olduğu hakkında tefsirciler ihtilaf etmişlerdir. Bazısı yedi kişi idi, dedi. Bu cümleden olarak İbnü Abbas’tan İkrime rivayet ederek demiştir ki Nusaybin halkından yedi kişi idiler. Resulullah onları kavimlerine elçi yaptı, diğer bazıları da dokuz kişi idi, dediler. Bunlardan Zirr b. Hubeyş demiştir ki Hz. Peygamber (s.a.v) Nahle vadisinde iken “onun huzuruna vardıkları zaman” âyeti indirildi. Dokuz idiler, birisi Zevbaa idi. صرفنا sarafna sözü yani Allah’ın Resulüne yönelttiği cin grupları peygamberin huzuruna vardıklarında demektir.

Alûsî de şunları kaydetmiştir. İbnü Ebi Hatim’in Mücahid’den rivayetine göre yedi kişi idiler. Üçü Harran’dan, dördü Nüsaybin’den, isimleri de Hasâ, Mesâ, Şasır, Masır, Elerdevanyan, Serme, el-Ahkam yahut el-Ahkab idi.

Taberânî Evsat’ta ve İbnü Merduyye cinnin Resulullah’a iki kere gönderildiğini nakletmişlerdir. Hafaci’nin Şihab’ında Kâdi haşiyesinde Cin Sûresi’nin tefsirinde denilmiştir ki hadisler cinnin gönderilmesi altı kere olduğuna delalet etmektedir. Rivayetlerde gerek adet ve gerek diğer hususta görülen ihtilaf da bununla bağlanmıştır. Nitekim Ebu Nuaym rivayet etmiştir ki: Nüsaybin halkından dokuz kişi nahle vadisinden gittiler, bunlardan fulan ve fulan ve fulan ve’l-Erdevanyan el-Ahkab kavimlerine uyarıcı olarak vardılar, sonra da çıktılar. Resulullah’a heyet halinde yetkili delege olarak geldiler üç yüz kişi idiler. Hacun’a kadar geldiler el-Ahkab geldi Resulullah (s.a.v)’a selam verdi ve kavmimiz seninle görüşmek üzere Hacun’da hazır bulunuyorlar dedi. Resulullah da Hacun’da geceden bir saate söz verdi. İbnü Ebi Hatim de İkrime’den bu âyette onların Musul ceziresinden on iki bin olduklarını rivayet etmiştir. Bu adedi Keşşaf’ta da hikâye eder. Resulullah’ın onlara okuduğu sûre yani Alak Sûresi idi. Bununla beraber Bahir’de İbnü Ömer ve Cabir b. Abdullah (r.a)’dan nakledilmiştir ki; Resulullah (s.a.v) onlara (Rahman) sûresini okudu. “Rabbinizin hangi nimetlerini yalan sayabilirsiniz.” dedikçe, hayır Rabbimizin âyetlerinden hiçbir şey yalanlamayız “Ey Rabbimiz sana hamd olsun” derlerdi. Bir de Ebu Nuaym Delâil’de Resulullah’a cinlerin gelişinin, peygamberliğin on birinci senesinde olduğunu rivayet etmiştir. Bu kıssanın hicretten üç sene önce olduğunun söylenmesi de bu mânâdadır.”4

Bu konudaki asılsız, dayanaksız rivayetlere ne yazık ki peygamberimizin eşi Ayşe’den başlayıp saf din için Abdullah b. Mübarek ile birlikte mücadele vermiş olan saygın kişilerden Ömer b. Abdülaziz’e kadar pek çok kişi malzeme yapılmıştır. Meselâ bu kişilere dayandırılan ve bazı saf insanların yılanların “cinn” olduğuna inanmalarına sebep olan bir rivayette, pek çok yılanın bu “cinn”lerden biri oldukları gerekçesiyle kefenlenip namazı kılınmak suretiyle defnedildiğinden söz edilmektedir. Maalesef bu rivayet binlerce “yılan–cinn” öyküsünün uydurulmasına da kaynak teşkil etmiştir.

Rivayetlerde ayrıca bu “cinn”lerin ancak 12 yaşındaki bir çocuk kadar akıllı oldukları, insan atıklarıyla beslendikleri, içlerinde Habil’in Kabil’i öldürdüğünü görenlerin bulunduğu gibi ilginç ayrıntılar da yer almaktadır. Bazı rivayetlerde ise bunların nereli ve kim oldukları hakkında malûmat verilmektedir. Meselâ Katade’nin “Bu cinnler Ninova halkından idiler” demesine karşılık, bunların aslında Diyarbekir tarafından Nusaybin cinnleri olduğunu ama onlara Ninovalı da denildiğini ileri süren rivayetler de vardır. İkrime’ye göre Musul yarımadasından olan bu cinnler, İbn-i Abbas’a göre Nasibin cinnlerinden olup 7 kişidirler ve peygamberimiz tarafından kendi kavimlerine elçi tayin edilmişlerdir. İbn-i Düreyd’in bunların isimlerini Şasir, Masir, Menşi, Maşi ve Ahkab olarak vermesine karşılık Mücahid’e göre bunlar Harran halkından idiler ve isimleri de Hişi, Misi, Minşi, Masır, Erd, Enyan ve Ahkam’dır.5

Birbiriyle çelişki içinde olan ve bir sürü saçma senaryo içeren bu hikâyelerin bir kısmı başka nakiller tarafından da çürütülmüştür. Meselâ Darukutni’nin tespitlerine göre İbn-i Mes’ud cinn gecesinde bulunmamıştır. Çünkü Alkame b. Kays ve Ebu Ubeyde b. Abdillah’ın naklettiklerine göre İbn-i Mes’ud “Ben cinn gecesinde bulunmadım” demiştir. Ayrıca nakledildiğine göre Amr b. Murre de Abdullah b. Mes’ud’un cinn gecesinde hazır bulunup bulunmadığını Ebu Ubeyde’ye sormuş ve “hayır” cevabı almıştır.6

Bu uydurma rivayetlerin bir kısmı tarihî gerçeklerle de çelişmektedir. Meselâ söz konusu olay İbn-i Abbas’ın doğduğu yılda gerçekleşmiş olmasına rağmen, olayı İbn-i Abbas’ın görgü şahitliğiyle anlatan birçok rivayet vardır. Ayrıca, peygamberimizin o tarihte henüz inmemiş olan Rahman, Nebe’ ve En’âm surelerini okuduğunun rivayet edilmesi de çok ilginçtir. Hatta İbn-i Mes’ud’un rivayetindeki abdest alma sahnesi, abdest ayetinin Medine’de son dönemde indiği dikkate alındığında, tam bir garabeti yansıtmaktadır.

Aslında ayrıntılar bir tarafa bırakılıp da bu konudaki rivayetler “Giriş” bölümünde verdiğimiz “Akabe Beyatleri” alıntısı ile karşılaştırıldığında, rivayetlerin bu alıntıda anlatılanlara tamamen ters olduğu görülmektedir. Çünkü rivayetlerin aksine “Akabe Beyatleri” alıntısı, bu cinnlerin Yesrib’li insanlar olduklarını bildirmektedir. Yesribli heyettekilerin “cinn” olarak nitelenmeleri, yukarıda da belirtildiği gibi, hem Mekke’nin ve peygamberimizin yabancısı olmaları, hem de Mekkeli müşriklerin muhtemel saldırılarına maruz kalmamaları için güvenlikleri sebebiyledir. Söz konusu “cinn”lerin hayalî yaratıklar olduğu iddiasındakilerin bu meseleye getirdikleri yorum ve yaklaşımlar isabetli değildir.

“Cinn”lerin başka boyuttan varlıklar olarak düşünülmesi Kur’an’a da uymamaktadır. Çünkü onlarca ayette vurgulandığı gibi, peygamberimiz bir beşerdir, beşere elçi olmuştur ve “sizden, içinizden biri” olarak nitelenmiştir. Yani o bizden biridir ve başka boyuttaki varlıklara değil, bize elçi gönderilmiştir.

Eğer bu “cinn”ler başka boyuttan varlıklar olsa idiler, zaten sünnetullah gereği onlara gönderilen elçinin de kendi cinslerinden olması gerekmektedir:

95.De ki: “Eğer yeryüzünde huzur içinde yürüyüp duran melekler olsaydı, elbette Biz onlara gökten elçi olarak bir melek indirirdik.”

(İsra/ 95)

HAYRET VERİCİ KUR’AN

Ayette geçen “ عجباًacaben” sözcüğü, kalıp olarak mübalâğa anlamı ifade eder. Dolayısıyla buradaki “cinn”lerin “Biz hayret verici bir Kur’an dinledik” ifadesi, “Biz öyle bir Kur’an dinledik ki, dil ve konu itibariyle şahane, emsali yok, alışılmışın dışında, diğer kitaplardan çok farklı” anlamına gelmektedir. Nitekim dinleyenler Kur’an’ın ilâhî bir mesaj olduğunu hemen anlamışlar, kılavuzluğunu kabullenmişler ve hemen iman etmişlerdir.

KUR’AN, RÜŞDE KILAVUZLUK ETMEKTEDİR

Kur’an’ı dinleyen “cinn”lerin [yabancıların] kendi toplumlarının insanlarına anlattıkları kılavuz öyle bir şeydir ki, “cinn”ler ondan hemen etkilenip imana gelmişler ve artık Rabblerine ortak koşmamaya karar vermişlerdir. Buradan, bu “cinn”lerin daha önce şirk içinde oldukları ve Kur’an’daki uyarılar sayesinde akıllarını başlarına alıp şirkten kurtuldukları anlaşılmaktadır. Kur’an’dan bu şekilde etkilenmeleri onların Kur’an’ın özelliklerini iyi tanımış olmalarını gerektirmektedir. Kur’an’ı peygamberimizden Arapça dinleyip anlamaları ise bu “cinn”lerin Arapçaya iyice vakıf olan birileri olduklarını göstermektedir.

Burada dikkat edilmesi gereken bir husus da kılavuz olarak elçinin değil, Kur’an’ın gösterilmesidir. Gerçekten de Kur’an iyi tetkik edildiğinde, gerçeklere kılavuzluk edenlerin elçiler değil, “vahiy”ler olduğu görülmektedir. Kılavuzluğun rüşde yönelik olması ise ayrıca üzerinde durulması gereken bir husustur.

الرِشدRÜŞD

Bakara/186, 256, A’râf/146, Nisa/6, Kehf/10, 17, 24, 66, Enbiya/51, Cinn/10, 14, 21, Mümin/29, 38, Hucurat/7, Hud/78, 87, 97 ve bu ayette olmak üzere farklı türevleriyle Kur’an’da 19 kez yer alan “rüşd” sözcüğü, “doğru ve eğriyi ayırt etme bilinci, zihinsel olgunluk, doğru yolu bulup ona girmek, iyi ve doğru olan şeyleri yapabilme olgunluğuna ulaşmak” anlamlarına gelir.7 “Reşit olma”, “rüşdüne erme”, “irşat etme”, “mürşit” gibi türevleri Türkçede de kullanılan “rüşd” sözcüğünün Kur’an ayetlerindeki manasını da kısaca “İslâm’ın öngördüğü olgunluğa ulaşmak ve yaşamak” diye tarif etmek mümkündür.

Buna göre “rüşde kılavuzluk eden Kur’an” ifadesi, “Kur’an’ın insanları akıllarını kullandırarak bilinçlendirdiği, olgunluğa ulaştırdığı, bir başka ifade ile kimseyi büyülemediği, kimsenin beynini yıkamadığı” anlamına gelmektedir.

3.Gerçek şu ki, Rabbimizin şanı çok yücedir. O, bir dişi arkadaş ve de bir çocuk edinmemiştir.

Kur’an’dan öğrendiklerini kendi toplumuna aktarmaya devam eden cinn [yabancı], bu ayette çok önemli iki hususu, Allah’ın şanının yüceliğini ve O’nun eş ve çocuk edinmemiş olduğunu dile getirmiştir.

Eş ve çocuk, yaratılış özellikleri gereği insanların basit hayatta duydukları bir takım gereksinmelerine cevap vermektedir. Fiziksel dürtüler insanı bir eşe; neslini devam ettirip gelecekte yalnız kalmama, daha güçlü ve daha güvende olma endişesi de çocuk sahibi olmaya yöneltmektedir. Ancak Yüce Allah her türlü noksanlıklardan arınık olduğu için basit hayatın bu zaaflarından münezzehtir. Zaten Allah’ın bir dişi arkadaş ve çocuk edinmediğini bildiren ifade de, Rabbimizin eş ve çocuk edindiği yolunda yapılan yakıştırmaların ve batıl inançların kesinlikle reddedilmesi gerektiğini bildiren bir ifadedir. Buradan da, söz konusu “cinn”lerin [yabancıların] Yahudi ve Hıristiyanların bu konudaki sapkın inançlarını bildikleri, dinledikleri Kur’an sayesinde de gerçekleri öğrendikleri anlaşılmaktadır.

4.Ve hiç şüphesiz “bizim aklı ermez”, Allah üzerine saçma sapan şeyler söylüyormuş.

5.Doğrusu biz, bildik-bilmedik her kişinin Allah’a karşı asla yalan söylemeyeceğine inanıyorduk.

Klâsik anlayış sahipleri, bu ayetteki “bizim sefih” ifadesinden İblis’i anlamış ve tüm kabahati İblis’e yüklemişlerdir. Oysa biz, “bizim sefih” ifadesi ile kastedilen kişinin “cinn”lerin [yabancıların] kendi imamları [toplumsal önderleri] olduğu kanaatindeyiz.

Anlaşıldığına göre, o toplumda değer verilen, saygı gösterilen bu önder, toplumunu Allah hakkında yalan yanlış bir sürü saçmalıklarla kandırmıştır. Zira gözünü maddî ve manevî hırslar bürümüş inançsızların Allah hakkında yalan düzmeleri sık karşılaşılan bir durumdur.

Bu sebeple Rabbimiz Kur’an’da “sizi kandıran Allah ile kandırmasın” diye uyarıda bulunmaktadır:

34.Ey iman etmiş kişiler! Şüphesiz, hahamlardan, rahiplerden birçoğu kesinlikle insanların mallarını haksız yere yerler ve Allah yolundan saptırırlar. Ve altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayan kimseler, hemen onlara acıklı bir azabı müjdele! (Tevbe34)
5.Ey insanlar! Hiç şüphesiz, Allah’ın yapmak için verdiği söz gerçektir. Onun için bu basit dünya yaşamı sizi aldatmasın. Ve sakın o aldatıcı, sizi, Allah ile aldatmasın. 6Şüphesiz o şeytan, sizin için düşmandır. Onun için siz de onu düşman edinin. Şüphesiz şeytan kendi taraftarlarını alevli ateşin ashâbından olmaları için çağırır.

(Fatır/ 5)

Aynı uyarılar Lokman/33 ve Hadid 14’te de vardır.

Ayette geçen “cinn ve ins” terkibi, ayrıntısını “Giriş” bölümündeki “Cinn Kavramı ve Kur’an’daki Cinn” başlıklı incelememizde açıkladığımız gibi, “bildik bilmedik, herkes” anlamına gelmektedir.

شططاًŞATAT


“Saçma sapan şeyler” olarak kapsamlı bir anlamla çevirdiğimiz “ شططşatat” sözcüğü “aşırılık, küfürde aşırıya gitme, aşırı yalan, anlamsız şey, hakktan uzak olma”8 demektir. Ayetteki “saçma şeyler” ifadesiyle kastedilenler, Allah’a eş, çocuk edinmişlik yakıştırma, meleklerin Allah’ın kızları olduğunu iddia etme, Yahudilerin Allah’ın seçkin kulları olduğunu zannetme gibi davranışlardır.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla