Tekil Mesaj gösterimi
Alt 26. December 2009, 08:23 PM   #2
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

Nihayet onu, vadilerine doğru gelen geniş bir bulut halinde gördüklerinde: “Ha işte! Bu, bize yağmur getirecek bir bulut!” dediler, Hayır, aksine o, çabuklaştırmaya çalıştığınız şeyin ta kendisi; Rabbinin emriyle her şeyi yerle bir eden, içinde acıklı bir azap olan rüzgâr... Sonunda o hale geldiler ki, konutlarından başka hiçbir şey görünmüyordu. Biz, günahkârlar topluluğunu işte böyle cezalandırırız. (Ahkaf/25)
9 - Firavun, ondan öncekiler ve altı üstüne getirilenler, o hata ile geldiler.
10 – Sonra da onlar Rablerinin elçisine karşı geldiler de O [Rabbleri], onları pek şiddetli bir yakalayışla yakalayıverdi.
Bu ayetlerde de yine “geçekleşmesi kesin olan” olay ile yüzleşen Firavun, Nuh kavmi ve ülkeleri altüst olan diğer kavimler [Lut kavmi] hatırlatılmaktadır. Azgınlaşmalarından ve peygamberlerini ya­lanlamalarından dolayı bu toplumların hepsi de Allah'ın çok çeşitli belalarına uğramışlardır. Rabbimiz bu kavimlerin akıbetini hatırlatarak peygamberimizin muhatabı olan o günkü müşriklere ibret ve öğüt almaları; aksi halde onların da bu kavimler gibi bela ve felaketlerle helak edilecekleri mesajını vermektedir.
Bilindiği üzere, Firavun, Nuh ve Lut kavimleri ile ilgili detaylar geçmiş surelerde yer almıştı.
9. ayetteki “ondan öncekiler” ifadesiyle Nuh Tufanı hadisesine ve Nuh’un (as) gemisine işaret edilmektedir:
Biz de onu ve ehlini [ailesini, yakınlarını, inananlarını] o büyük sıkıntıdan kurtardık.
Ve onun neslini baki kalanların ta kendisi kıldık. (Saffat/77)
Şüphesiz bu toplumların dünyada cezalandırılmaları ile iş bitmemiştir. Onlar ahirette de cezalandırılacaklardır:
Onlar, hatalarından dolayı suda boğuldular sonra da ateşe sokuldular. Sonra da kendileri için Allah'ın astlarından yardımcılar bulamadılar. (Nuh/25)
Aynı ayetteki “ve altı üstüne getirilenler” ifadesiyle de Lut kavmi kastedilmektedir. Zira bu nitelik onlara aittir:
Nihayet emrimiz gelince, oranın üstünü altına getirdik. Ve üzerlerine, istif edilmiş pişmiş çamurdan Rabbinin katında işaretlenmiş taşlar yağdırdık. Ve bunlar, zalimlerden uzak değildir. (Hud/82, 83)
Böylece Biz, onların üstünü altı kıldık ve üzerlerine balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırdık. (Hıcr/74)
11, 12 – Şüphesiz Biz; onu size bir ibret yapalım ve belleyici kulaklar bellesin diye sular kabarınca sizi akanda [gemide] Biz taşıdık.
Bu ayetlerde de yine Nuh’a (as) ve kavmine işaret edilmiştir. İsim verilmeden, Nuh’un (as) ve ona inananların kurtuldukları; inkârcıların ise o kaçınılmaz olayı yaşadıkları hatırlatılmıştır. Bu hatırlatma ile Kureyşli inkârcılara “Dikkatli olun da Nuh kavminin başına gelenler sizin de başınıza gelmesin” mesajı verilmektedir. Ayrıca Araplar ile Nuh arasında bir bağ olduğuna dikkat çekilerek zımnen “Biz Nuh’u kurtarmasaydık bu gün sizler olmazdınız” denilmektedir.
Onlardan önce Nûh'un kavmi de yalanlamıştı. Öyle ki kulumuzu yalanladılar ve “O, cinlenmiştir/delidir” dediler. Ve o alıkonulmuştu.
Bunun üzerine o [Nûh] Rabbine yalvardı: “Ben gerçekten yenik düşürüldüm, bana yardım et/intikamımı al!”
Biz de hemen sel gibi boşalan bir su ile göğün kapılarını açıverdik.
Yeri de kaynaklar hâlinde fışkırttık, derken sular takdir edilmiş/ayarlanmış bir iş üzerine birbirine kavuştu.
Onu [Nûh'u] da, nankörlük edilen kişiye bir mükâfaat olmak üzere, korumamız/gözetimimiz altında akıp giden levhaları [tahtaları] ve çivileri/urganları olan [sal] üzerinde taşıdık.
Ve and olsun Biz, bunu bir ayet olarak bıraktık. O hâlde var mı ibret alıp düşünen?
Peki, Benim azabım ve uyarılarım nasılmış? (Kamer/9- 16)
Ayetteki “belleyici kulaklar bellesin” ifadesi ile aklı olanın hayvanlar gibi olmaması gerektiği mesajı verilmektedir.
Ve and olsun ki, cinnden ve insten [tanıdığınız-tanımadığınız] bir çoğunu cehennem için yarattık; onların kalpleri vardır, onlarla anlamazlar. Gözleri vardır, onlarla görmezler. Kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar dört ayaklı hayvanlar gibidirler. Hatta daha da sapıktırlar. İşte onlar gâfillerin [duyarsızların] ta kendileridir. (A’raf/179)
Biz onlardan önce kendilerinden daha çetin güce sahip nice nesilleri helâk ettik. Öyle ki onlar beldeleri delik deşik ediyorlardı. Hiç kaçıp kurtulacak yer var mı?
Şüphesiz ki bunda kalbi [aklı] olan veya kendisi şâhit olarak kulak veren kimse için elbette öğüt vardır. (Kaf/37)
13- 17 - Sûr'a bir tek üfleme üflendiği, yeryüzü ve dağlar yerlerinden kaldırılıp bir çarpışla birbirine çarpılarak darmadağın olduğu zaman, işte o gün, “o olay” olmuştur. Ve gök yarılmıştır, artık o, o gün dayanaksızdır. Melekler onun [semanın] çevresindedirler. O gün Rabbinin Arşını da bunların fevkinde, , “Bedel olanlar” [yok edilenlerin yerine getirilen daha üstün varlıklar] taşır.
Bu ayet grubunda kıyametin kopuş sahneleri yer almaktadır. O gün Sûr'a bir kez üflenir; yeryüzü ve dağlar yerlerinden kaldırılıp birbirine çarpılarak darmadağın edilir; gök yarılır. Melekler semanın çevresindedirler. O gün Rabbimizin Arş’ını bunların fevkinde, “Bedel olanlar” [yok edilenlerin yerine getirilen daha üstün varlıklar] taşır.
Ayetteki “Melekler onun [semanın] çevresindedirler” ifadesinden evrendeki tüm güçlerin ve yeryüzündeki vahyin artık yeryüzünden ayrıldığını anlıyoruz.
Bu, kıyametin kopması için yapılacak ilk üfürüştür. Öl­medik hiçbir kimse kalmayacaktır:
Ve şu kâfir olan kimseler, gökler ve yer bitişik bir halde idi de Bizim onları [o ikisini] ayırdığımızı ve hayatı olan her şeyi sudan kıldığımızı görmediler mi? Buna rağmen hâlâ inanmıyorlar mı? (Enbiya/30)
Yeryüzü sarsıldıkça sarsıldığı zaman… (Zilzal/1)
Ve o gün gökyüzü bulutlar ile yarılır ve melekler ardı arkasına indirilir. (Furkan/25)
Ey cinn ve ins toplulukları, eğer göklerin ve yerin bucaklarından aşıp geçmeye güç yetirebilirseniz, hemen aşın; ancak sultan/ üstün bir güç olmadan aşamazsınız. (Rahman/33)
Ayette yer alan “ ثمانيةsemaniyete” sözcüğü genellikle “sekiz” sayısı anlamında; aynı sözcüğün “ ثُمُنsümün” kalıbı ise “sekizde bir” anlamında kullanılır. “ ثمانيةsemaniyete” sözcüğünün hep “sekiz” sayısı ekseninde kullanıldığı göz önünde tutulduğunda, doğal olarak bu ayettekinin de aynı anlamda kullanıldığı kabul edilmektedir. Ancak bu ayetteki “semaniyete” sözcüğüne de “sekiz” anlamını vermek ayetin anlaşılmasında zorluklar oluşturmaktadır. Bu nedenle sözcüğün başka bir anlamının olup olmadığına bakmanın yararlı olacağı kanaatindeyiz. Şöyle ki:
Sözcüğün kökü olan “ ثَمَنsemen”, “kendisiyle her hangi bir şey hak edilen şey” demektir. (Lisanü’l-Arab, c.1, s. 705-707, Tacü’l-Arus; c. 18, s. 97-99 “ ثمنsmn” mad.) Türkçede bu anlam “bedel, fiyat; malın kıymeti” sözcükleriyle ifade edilmektedir. Sözcük Kur’an’da da bu anlamda kullanılmıştır:
Yanınızdaki şeyi (Tevrat'ı) tasdik edici olarak indirdiğim şeye (Kur'ân’a) iman edin, O'nu, inkar edenlerin ilki siz olmayın. Benim âyetlerimi çok az bir bedelle satmayın. Ve sadece Bana takvalı davranınız. (Bakara/ 41)

Ve onu düşük bir fiyata; birkaç dirheme sattılar. Onlar bu konuda [Yusuf’un satılmasında] zahitlerden idiler. (Yusuf/ 20)

Ve hani Allah, kendilerine kitap verilen kimselerin misakını almıştı: "Onu mutlaka insanların önüne apaçık koyacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz". Onlar ise bunu sırtlarının ötesine attılar ve onu az bir bedel karşılığı sattılar. Satın aldıkları şeyler, ne kadar kötüdür! (Al-i Imran/ 187)
Aynı kökten gelen “ ثمانىSemaniye” ise “biten, bitki” demektir. Bunu Ebu Ubeyde, Esmaî’den nakletmiştir. (Lisanü’l Arab, c.1, s. 705-707, Tacü’l Arus; c. 18, s. 97-99 “ ثمنsmn” mad.) Buradan anlaşıldığına göre, “semen” sözcüğünün “bedel, kıymet, paha” anlamı, “biten; tohumun yerine ortaya çıkan bitki” anlamından gelmektedir. Yani satılan bir malın yerine bedel olarak yeni bir şey elde edilmektedir.
Bütün bu anlamlar düşünüldüğünde; konumuz olan ayetteki “ ثمانيةsemaniyet” sözcüğü ile “şimdiki evren ortadan kaldırıldıktan sonra onun yerine ikame edilecek yeni varlıklar” anlamına ulaşılmaktadır.

O gün, Allah’ın her nefsi kazandığı ile karşılıklandırması için, yeryüzü bir başka yeryüzüyle değiştirilecek, gökler de. Ve onlar, Bir ve gücüne karşı durulmaz olan Allah için ortaya çıkacaklardır. O gün, suçluları zincire vurulmuş olarak görürsün. Onların gömlekleri katrandandır, yüzlerini de ateş kaplayacaktır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. (İbrahim/48- 51)
Biz, göğü, kitapların dürüldüğü gibi dürdüğümüz zaman, yaratmaya ilk başladığımız gibi -katımızdan verilmiş bir söz olarak- onu iade edeceğiz [yeniden var edeceğiz]. Şüphesiz Biz yapanlarız. (Enbiya/ 104)
Sözcüğün sonundaki “ ةt” eki ise seci’ [armoni] nedeniyle gelmiştir. Bunun Şems, Nur ve Ahzab surelerinde örnekleri vardır:
Ayrıca bu surenin 19. ayetinden itibaren yer alan “كتابيه kitabiyeh, حسابيهhısabiyeh, ماليهmaliyeh” sözcüklerinin sonundaki “ هh” harfleri hep bu cinstendir. Bu harflerin/zamirlerin anlamı söz konusu değildir. Bu demektir ki yüce Rabbimiz, yanlışa gitmememiz için bu özelliği gözümüzün önüne serivermiş. Ama biz dikkat etmemekteyiz.
“ثمانية Semaniyetün”, sözcüğün nekre oluşu, ve seci’ için olan “ ةte” nin özelliklerinden olan “mübaleğa (abartma, çoğaltma)” anlamı (Lisanü’l Arab, c. 9, s. 9, “ هh” mad.) dikkate alınırsa, “ ثمانيةsemaniyeten” ifadesini “Bitenler (eski varlıkların yerine oluşturulan yeni varlıkların tümü)” anlamı elde edilir. Tıpkı “Allame”, “Ebuhanife” sözcüklerinde olduğu gibi. “ علاّمةAllame” ve “ ابو حنيفةEbuhanife” sözcüklerinin sonlarındaki “ ةt” harfi dişillik alameti olmayıp övgüyü mübaleğa alametidir. Kur’an’da yüzlerce yerde örnekleri mevcuttur.

“Arşı taşıyanlar” ile ilgili olarak Mü’min suresinde gerekli detay verilmişti. (Tebyinü’l-Kur’an; c. 6, s. 221-226) Bu ifade ile kastedilenler, “Allah ile ilgi bilgileri taşıyanlar”dır. Hatırlanacağı üzere, dünyada iken Arş’ı taşıyanların, Arş’ın sahibi tarafından görevlendirilmek suretiyle “Allah” bilgisini, “tevhid”i bir yerden bir yere götürenler, Allah’ı tanıtıp öğreten peygamberler olduğunu belirtmiştik. Kıyamet sonrası Arş’ı taşıyacak olan, yani Allah ile ilgi bilgileri yansıtacak olanlar ise yok edilen varlıkların yerine yaratılmış olan ve daha fevkalade varlıklardır. Ayetteki “onların fevkinde” ifadesiyle yeni oluşumun eskisinden daha güzel, daha üst seviyede olacağı ifade edilmektedir.
Biz bir âyetten her neyi nesheder veya söylettirmezsek, ondan daha iyisini yahut benzerini getiririz. Sen, Allah’ın her şeye en iyi güç yetiren olduğunu bilmedin mi? (Bakara/106)
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla