Tekil Mesaj gösterimi
Alt 28. September 2008, 01:52 AM   #8
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

İbn Abbâs ve Süddî`den bir rivayete göre; Kârûn, fahişe bir kadına Hz. Mûsâ Isrâiloğulları içinde durup onlara Allah`ın kitabını okurken, onların huzurunda Hz. Musa`yı susturması için bir miktar mal vermiş de kadın: Ey Mûsâ, sen bana şöyle şöyle yapmıştın, demişti. Topluluk içinde kadın bu sözleri Hz. Mûsâ [a.s.]ya söylediğinde o korkudan titremiş, kadına doğru gelip iki rek`at namaz kılmış, sonra: Denizi yaran, sizi Firavun`dan kurtaran, şöyle şöyle yapan Allah aşkına, seni bu söylediğine sevk edenin kim olduğunu bana haber vereceksin, demiş. Kadın: Mademki bana Allah aşkına dedin; o hâlde Karun sana bunları söylemem için şunları şunları verdi. Ben Allah`a istiğfar edip O`na tevbe ediyorum, dedi. İşte o zaman Hz. Mûsâ, Allah için secdeye kapandı ve Kârûn hakkında istekte bulundu. Allah Teâlâ Hz. Musa`ya vahyedip: Yeryüzüne, sana onun hakkında itaat etmesini emrettim, buyurdu. Hz. Mûsâ, yeryüzüne Karun`u ve evini yutmasını emretti de, öyle oldu.
Karun`un helâki hakkında, şöyle bir olay da anlatılıyor: Kârûn, [bir gün] zîneti içinde boz renkli katırlara binmiş olarak kavminin yanma çıkmıştı. Onun ve hizmetçilerinin üzerinde erguvan renkli [boyalı] elbiseler vardı. Bu maiyyeti içinde Allah`ın peygamberi Hz. Mûsâ [a.s.]’nın meclisine uğradı. Hz. Mûsâ çevresindekilere Allah`ın günlerini hatırlatıyordu. Karun`u görünce, Hz. Musa`nın çevresindekiler yüzlerini ona döndürerek debdebe ve ihtişamına bakmaya başladılar. Hz. Mûsâ [a.s.] Karun`u çağırıp: Seni bu yaptığına sevk eden nedir? diye sordu. Kârûn: Ey Mûsâ, şayet sen benden peygamberlikle üstün kılınmışsan, şüphesiz ki ben de sana dünya ile üstün kılındım. Dilersen çıkalım; sen bana, ben de sana beddua edeyim, dedi. Hz. Mûsâ ve Kârûn kavmi içinde çıktılar. Hz. Mûsâ: Sen mi duâ edeceksin, yoksa ben mi duâ edeyim? diye sordu, Kârûn: Hayır, ben duâ edeceğim, dedi. Kârûn duâ etti de onun duasına icabet olunmadı. Sonra Hz. Mûsâ: Duâ edeyim mi? diye sordu, Karun`un evet cevabı üzerine: Ey Allah`ım, yeryüzüne bugün bana itaat etmesini emret, dedi. Allah Teâlâ ona: Şüphesiz öylece yaptım, diye vahyetti. Hz. Mûsâ: Ey yeryüzü, onları al [yakalayıp içine al], dedi. Yeryüzü onları ayaklarına kadar içine aldı. Sonra: Onları al, dedi de topuklarına kadar, sonra dizlerine kadar içine aldı. Sonra Hz. Mûsâ: Onların hazînelerini ve mallarını getir, dedi. Yeryüzü, onların hazîne ve mallarını getirdi de onlara baktılar. Hz. Mûsâ eliyle işaret edip: Ey Lâvi oğulları, gidiniz! dedi. Yeryüzü onların üzerine kapandı. İbn Abbâs`tan rivayete göre; o, şöyle demiştir: Onlar yedinci kat yeryüzüne batırıldı. Katâde der ki: Bize anlatıldığına göre onlar, her gün bir adam boyu batırılmaktadır ve kıyamet gününe kadar da orada batmaya devam edeceklerdir. Burada daha birtakım İsrâiliyyât anlatılırsa da, burada onları vermiyoruz. (İbni Kesir)


83 - İşte ahiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimseler için kılarız. Ve akıbet, takva sahipleri içindir.
84 - Kim bir iyilik getirirse ona ondan daha hayırlısı/ ona ondan dolayı bir hayır vardır. Ve kim bir kötülük getirirse; işte o kötülükleri işleyenler, ancak yaptıkları şeyler ile karşılıklandırılırlar.

Bu ayetlerde, Karun tipindeki azgın, şımarık ve bozguncu kimselerin cennet yüzü göremeyecekleri, güzel sonuca ise yeryüzünde böbürlenmeyen, bozgunculuk yapmayan takva sahiplerinin ulaşacağı bildirilmektedir. Bu müjdeyle insanlar takvaya özendirilmektedir.


85 – Şüphesiz ki Kur’an’ı sana farz kılan kişi [Allah], elbette seni dönülecek yere döndürecektir. De ki: “Benim Rabbim, kimin hidayetle geldiğini ve kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu daha iyi bilendir.”

Rabbimiz bu ayette peygamberimize “Şüphesiz ki Kur’an’ı sana farz kılan kişi [Allah], elbette seni dönülecek yere döndürecektir” şeklindeki sözleriyle o’na manevî destek vererek “Seni elçi tayin eden elbette gereğini yapacaktır” demiş olmaktadır. “Kur’an’ı sana farz kılan” ifadesi, “Sana vahyi toplama ve dağıtma görevini veren” demektir. Bu ifadeyle vahyin ilk sözü “ikra’ [oku]!” emrine işaret edilmiştir. Ayetin ikinci kısmındaki “Benim Rabbim, kimin hidayetle geldiğini ve kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu daha iyi bilendir” ifadesi ise inkârcılara yönelik bir uyarı mahiyetindedir.

85. ayetteki “ معادmead” sözcüğü orijinal anlamıyla “bir kimsenin en sonunda dönmek zorunda olduğu yer” demektir. ( Lisanü’l-Arab, c:6, s:506, “avd” mad.) Sözcük ayette nekre [belgisiz] olarak yer almıştır. Bu sebeple sözcüğü burada “cennet” olarak anlamak mümkün olduğu gibi, hicretten sonra fethedilerek “dönülecek yer” anlamında Mekke olarak anlamak da mümkündür. Ayetin tüm insanlığa yönelik bir mesaj olduğu dikkate alındığında ise sözcükle Allah’ın hidayetinin [doğru yola kılavuzlamasının] kastedildiği de söylenebilir.

86- Ve sen Kitap’ın sana ilka edileceğini [indirileceğini] umuyor değildin. [O] ancak Rabbinden bir rahmet olarak [verildi]. Öyleyse sakın kâfirlere arka çıkma [yardımcı olma].
87 – Ve onlar [müşrikler] sana indirildikten sonra, sakın seni Allah’ın ayetlerinden alıkoymasınlar. Ve Rabbine davet et. Ve asla müşriklerden olma!
88- Ve Allah ile beraber başka bir tanrıya yalvarma. Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. O’nun yüzünden [zatından] başka her şey yok olacaktır. Hüküm [yasa-ilke] yalnızca O’nundur. Siz de ancak ona döndürüleceksiniz.

86. ayet, peygamberimizin elçi oluşunun bir delilidir. Tıpkı Musa peygamber gibi, peygamberimiz de hiç beklemediği hâlde, daha önceki yaşantısıyla hiç ilgisi olmayan bir göreve tayin edilmiş, yani peygamberlikle görevlendirilmiştir. Peygamberimizin bu görevlendirmeden habersiz oluşu birçok ayette vurgulanan bir husustur. Bu ayetler peygamberimizin elçiliğine hiçbir akıllı, insaf sahibi insanın reddedemeyeceği birer kanıt durumundadır:

Ve ayetlerimiz onlara açıkça okunduğunda, Bize kavuşmayı ummayanlar; “Bundan başka bir Kur’an getir yahut bunu değiştir.” dediler. De ki: “Onu nefsimin [kendimin] öngörmesiyle değiştirmem benim için söz konusu olamaz. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum. Rabbime isyan edersem, kesinlikle büyük bir günün azabından korkarım.
De ki: “Allah dileseydi, ben onu [Kur’an’ı] size okumazdım ve O [Allah], onu [Kur’an’ı] size bildirmemiş olurdu. Ben de ondan [Kur’an’dan] önce kesinlikle içinizde bir ömür kalmıştım. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?” (Yunus/15, 16)

Ve insanlara dokunan bir sıkıntıdan sonra kendilerine bir rahmet tattırdığımız zaman, ayetlerimiz hakkında onların bir plânı vardır. De ki: “Plân bakımından Allah daha çabuktur.” Şüphesiz ki elçilerimiz plânladığınız şeyleri yazıp duruyorlar. (Yunus/21)

Ve sen bundan evvel herhangi bir kitaptan okumuyordun; onu sağ elinle de [kendiliğinden] yazmıyorsun. Eğer böyle olsaydı batılcılar [batıla inananlar] mutlaka kuşku duyacaklardı. (Ankebut/48)

İşte böylece Biz sana da kendi emrimizden/ kendi işimizden olan ruhu vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat Biz onu, kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle kılavuzladığımız bir nur/ ışık yaptık. Hiç kuşkusuz sen de dosdoğru bir yola kılavuzluk etmektesin. (Şûra/52)

Kaf. Çok şerefli Kur`an`a kasem olsun ki,
kesinlikle sen bundan [şerefli Kur`an`dan] gaflet içinde [duyarsız] idin. Şimdi senden perdeni kaldırdık. Artık bugün gözün keskindir. (Kaf/1,2 [22])

De ki: “O, çok büyük, önemli bir haberdir.
Siz ondan yüz çeviriyorsunuz.
Onlar birbirileriyle tartışırken, benim mele-i A’la’ya dair bir bilgim yok idi.
Ancak ben, evet ben apaçık bir uyarıcı olduğum için bana vahyediliyor.” (Sad/67- 70)

Sana bu Kur’an’ı vahyetmekle Biz, sana kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Hâlbuki sen bundan önce kesinlikle gafillerden [duyarsız olanlardan, bilgisizlerden idin]. (Yusuf/3)

88. ayetin sonunda “İltifat” sanatı yapılarak peygamberimizden tüm insanlığa dönülmüş ve “Siz de ancak ona döndürüleceksiniz” denilmek suretiyle herkese ahirete dönüleceği hatırlatılmıştır.
Bu ayetteki “yüz” ifadesi ile Allah’ın “Zatı” kastedilmiş olup burada bir “Cüz’iyyet mecaz-ı mürseli” söz konusudur. Nasıl vesikalık fotoğraftaki bir yüz o kişinin bütün varlığını temsil ediyorsa, varlıkların en belirleyici organı olması sebebiyle “yüz” sözcüğü de Arapçada o yüzün ait olduğu varlığı temsil eder. Bu dil kuralından dolayıdır ki, ayette geçen “O’nun yüzü” ifadesi de Allah’ın tüm varlığını temsil etmektedir.
Bizim “yüz” olarak çevirdiğimiz “ وجهvech” sözcüğü, “Sarf İlmi” kurallarına göre “ جهةcihet” olarak da söylenebilir. Dolayısıyla her iki sözcük de hem “yüz” hem de “yön” anlamında kullanılabilir. Eğer ayette geçen “vech” sözcüğü “yön” anlamına alınırsa, bu takdirde ayet “Allah yönüne olmayan [O’nun tasvip etmeyeceği şekilde olan] her şeyin boşa çıkacağı” anlamını ifade etmiş olur.

HELÂK

“ هلاكHelâk” sözcüğü “değişime, yıkıma uğramak, bozulmak, düşmek” demektir. (Lisanü’l-Arab, c.9, s. 118-121) Genel olarak zannedildiği gibi bu sözcük “yok olmak” anlamına gelmez. Bu sebeple 88. ayette geçen “helâk” sözcüğü de “yok olmak” anlamında anlaşılmamalıdır. Nitekim Rabbimiz yerlerin, göklerin değişimi ile ilgili olarak şöyle bir açıklamada bulunmuştur:

O gün yeryüzü bir başka yeryüzüyle değiştirilecek. Gökler de. Ve onlar, Bir ve gücüne karşı durulmaz olan Allah için ortaya çıkacaklardır. (İbrahim/48)

Allah doğrusunu en iyi bilendir.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
ÖmerFurkan Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
khaos (28. April 2012)