Tekil Mesaj gösterimi
Alt 4. March 2011, 02:59 PM   #9
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun Aleykum! Değerli Derin Düşünce Kardeşim!

Alıntı:
Derin Düşünce Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Eyvallah dost1. Bu soruları bir amac uzere sordugumu bilmenizi istiyorum. ^^

Bu soruları sorma amacınızı açık olarak bildirirseniz mutlu oluruz.

Alıntı:
Derin Düşünce Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Hanifmuslimin vaazettigi konuyu okuduk kabul ettik. Arapca belagatında tesbih sanatının kullanıldıgını, tesbihlerin neden, nicin kullanıldıgını, kuranın bu sanatı ne sekilde icra ettigi konusundaki izahatlar tatminkar idi.
Allah, yazan kardeşimizden de sizden de razı olsun.

Alıntı:
Derin Düşünce Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Ancak devamında su soruyu sormam icab eder. Tevrat ve incilde de yunus kıssası anlatılır. Ve dikkat ederseniz konunun izahatındaki farkları bir kenera bıraktıgımızda, balık hikayesi neredeyse Kuranla ortusur.
Örtüşüp örtüşmediğine bakalım inşaAllah.

KİTABI MUKADDESDE YÛNUS:

YÛNUS RABB'DEN KAÇIYOR:
RABB bir gün Amittay oğlu Yûnus'a, "Kalk, Ninova'ya, o büyük kente git ve halkı uyar" diye seslendi, "Çünkü kötülükleri önüme kadar yükseldi." Ne var ki, Yûnus RABB'in huzurundan Tarşiş'e kaçmaya kalkıştı. Yafa'ya inip Tarşiş'e giden bir gemi buldu. Ücretini ödeyip gemiye bindi, RABB'den uzaklaşmak için Tarşiş'e doğru yola çıktı. Yolda RABB şiddetli bir rüzgâr gönderdi denize. Öyle bir fırtına koptu ki, gemi neredeyse parçalanacaktı. Gemiciler korkuya kapıldı, her biri kendi ilahına yalvarmaya başladı. Gemiyi hafifletmek için yükleri denize attılar. Yûnus ise teknenin ambarına inmiş, yatıp derin bir uykuya dalmıştı. Gemi kaptanı Yûnus'un yanına gidip, "Hey! Nasıl uyursun sen?" dedi, "Kalk, tanrına yalvar, belki halimizi görür de yok olmayız." Sonra denizciler birbirlerine, "Gelin, kur'a çekelim" dediler, "Bakalım, bu bela kimin yüzünden başımıza geldi." Kur'a çektiler, kur'a Yûnus'a düştü. Bunun üzerine Yûnus'a, "Söyle bize!" dediler, "Bu bela kimin yüzünden başımıza geldi? Ne iş yapıyorsun sen, nereden geliyorsun, nerelisin, hangi halka mensupsun?" Yûnus, "İbrani'yim" diye karşılık verdi, "Denizi ve karayı yaratan göklerin Tanrısı RABB'be taparım." Denizciler bu yanıt karşısında dehşete düştüler. "Neden yaptın bunu?" diye sordular. Yûnus'un RABB'en uzaklaşmak için kaçtığını biliyorlardı. Daha önce onlara anlatmıştı. Deniz gittikçe kuduruyordu. Yûnus'a, "Denizin dinmesi için sana ne yapalım?" diye sordular. - Yûnus, "Beni kaldırıp denize atın" diye yanıt verdi, "O zaman sular durulur. Çünkü biliyorum, bu şiddetli fırtınaya benim yüzümden yakalandınız." Denizciler karaya dönmek için küreklere asıldılar, ama başaramadılar. Çünkü deniz gittikçe kuduruyordu. RABB'e seslenerek, "Ya RABB, yalvarıyoruz" dediler, "Bu adamın canı yüzünden yok olmayalım. Suçsuz bir adamın ölümünden bizi sorumlu tutma. Çünkü sen kendi istediğini yaptın, ya RABB." Sonra Yûnus'u kaldırıp denize attılar, kuduran deniz sakinleşti. Bu olaydan ötürü denizciler RABB'en öyle korktular ki, O'na kurbanlar sundular, adaklar adadılar. Bu arada RABB Yûnus'u yutacak büyük bir balık sağladı. Yûnus üç gün üç gece bu balığın karnında kaldı. ( Kitab-ı Mukaddes, Yûnus, 1:1-17 )

YÛNUS'UN DUASI

Yûnus balığın karnından Tanrısı RABB'e şöyle dua etti: "Ya RABB, sıkıntı içinde sana yakardım, yanıt verdin bana. Yardım istedim ölüler diyarının bağrından, kulak verdin sesime. Beni engine, denizin ta dibine fırlattın. Sular sardı çevremi. Azgın dalgalar geçti üzerimden. 'Huzurundan kovuldum' dedim, 'Yine de bakacağım kutsal tapınağına.' Sular boğacak kadar kuşattı beni, çevremi enginler sardı, yosunlar dolaştı başıma. Dağların köklerine kadar battım, Dünya sonsuza dek sürgülendi arkamdan. Ama ya RABB, Tanrım, canımı sen kurtardın çukurdan. Soluğum tükenince seni andım, ya RABB, duam sana, kutsal tapınağına erişti. Değersiz putlara tapanlar, nankörlük etmiş olurlar. Ama şükranla kurban sunacağım sana, adağımı yerine getireceğim. Kurtuluş senden gelir, ya RABB!" RABB balığa buyruk verdi ve balık Yûnus'u karaya kustu. (Kitab-ı Mukaddes, Yûnus, 2:1-10)

YÛNUS RABB'E BAĞLILIK GÖSTERİYOR.
RABB Yûnus'a ikinci kez şöyle seslendi: "Kalk, Ninova'ya, o büyük kente git ve sana söyleyeceklerimi halka bildir." Yûnus RABB'in sözü uyarınca kalkıp Ninova'ya gitti. Ninova öyle büyük bir kentti ki, ancak üç günde dolaşılabilirdi. Yûnus kente girip dolaşmaya başladı. Bir gün geçince, "Kırk gün sonra Ninova yıkılacak!" diye ilan etti. Ninova halkı Tanrı'ya inandı. Oruç ilan ederek büyüğünden küçüğüne hepsi çula sarındı. Ninova Kralı olanları duyunca, tahtından kalkıp kaftanını çıkardı; çula sarınarak küle oturdu. Ardından Ninova'da şu buyruğu yayımladı: "Kral ve soyluların buyruğudur: Hiçbir insan ya da hayvan -ister sığır, ister davar olsun- ağzına bir şey koymayacak, otlamayacak, içmeyecek. Bütün insanlar ve hayvanlar çula sarınsın. Herkes var gücüyle Tanrı'ya yakararak kötü yoldan, zorbalıktan vazgeçsin. Belki o zaman Tanrı fikrini değiştirip bize acır, kızgın öfkesinden döner de yok olmayız." Tanrı Ninovalıların yaptıklarını, kötü yoldan döndüklerini görünce, onlara acıdı, yapacağını söylediği kötülükten vazgeçti. (Kitab-ı Mukaddes, Yûnus, 3:1-10 )

YÛNUS TANRI'NIN ACIMASINI YADIRGIYOR

Yûnus buna çok gücenip öfkelendi. RABB'e şöyle dua etti: "Ah, ya RABB, ben daha ülkemdeyken böyle olacağını söylemedim mi? Bu yüzden Tarşiş'e kaçmaya kalkıştım. Biliyordum, sen lütfeden, acıyan, tez öfkelenmeyen, sevgisi engin, yapacağı kötülükten vazgeçen bir Tanrısın. Ya RABB, lütfen şimdi canımı al. Çünkü benim için ölmek yaşamaktan iyidir." RABB, "Ne hakla öfkeleniyorsun?" diye karşılık verdi. Yûnus kentten çıktı, kentin doğusundaki bir yerde durdu. Kendisine bir çardak yaptı, gölgesinde oturup kentin başına neler geleceğini görmek için beklemeye başladı. RABB Tanrı Yûnus'un üzerine gölge salacak, sıkıntısını giderecek bir keneotu sağladı. Yûnus buna çok sevindi. Ama ertesi gün şafak sökerken, Tanrı'nın sağladığı bir bitki kurdu keneotunu kemirip kuruttu. Güneş doğunca Tanrı yakıcı bir doğu rüzgârı estirdi. Yûnus başına vuran güneşten bayılmak üzereydi. Ölümü dileyerek, "Benim için ölmek yaşamaktan iyidir" dedi. Ama Tanrı, "Keneotu yüzünden öfkelenmeye hakkın var mı?" dedi. Yûnus, "Elbette hakkım var, ölesiye öfkeliyim" diye karşılık verdi. RABB, "Keneotu bir gecede çıktı ve bir gecede yok oldu" dedi, "Sen emek vermediğin, büyütmediğin bir keneotuna acıyorsun da, ben Ninova'ya, o koca kente acımayayım mı? O kentte sağını solundan ayırt edemeyen yüz yirmi bini aşkın insan, çok sayıda hayvan var." (Kitab-ı Mukaddes, Yûnus, 4:1-11)

Tevrât'ta yukarıdaki gibi yer alan Yûnus peygamberin hikâyesi, Kur’ân' ile yetinmeyen bazı Müslümanlar tarafından maalesef aşağıdaki şekilde bir ansiklopedik bilgi hâline getirilmiştir:

Geçmiş zamanlar Asurlular diye bir kavim vardı. Bu kavim Ninova şehrinde yaşardı. Ninova o vakitler en büyük şehirlerden biriydi. Hz. Yûnus da Allah tarafından bu kavme peygamber olarak gönderildi. Hz. Yûnus peygamber olduğu zaman 30 yaşındaydı. Ninova halkı ticaret ile uğraşan zengin bir ahaliydi. Bu zenginlik halkın gözünü kamaştırıp doğru yoldan ayrılmalarına neden oldu. Artık putlara tapıyorlardı. Ahreti düşünmez olmuşlardı. Hz. Yûnus Ninovalıları Allah yoluna davet etti. Hz. Yûnus'a çokça küfürler edildi. Ancak O, yılmadan, yorulmadan, sabırla tam 33 sene boyunca herkesi doğru yola çağırdı. Allah'ın emri ile belli zaman sonra başlarına bir felaket geleceğini anlattı. Hz. Yûnus'un söylediklerine inananlar da inanmayanlar da olmuştu. Hz Yûnus Allah'tan izin almadan kavminden ayrıldı. Felaket günü yaklaşıyor, herkes Hz. Yûnus'u arıyordu. Fakat kimse bulamıyordu. Hz. Yûnus Dicle kıyısında bir gemiye bindi. Kendisi ile birlikte gemiye binen başkaları da olmuştu. Denize açıldılar. Bu arada Ninova çok hareketliydi. Çünkü Hz. Yûnus'un söylediği gün gelip çatmıştı. Gündüz aniden güneş yok oldu. Her taraf karanlığa büründü. Etrafta çok korkunç sesler vardı. Herkes birbirine Hz. Yûnus'u soruyordu. Şehirdeki putları kırdılar. Allah'a dualar ettiler, yalvardılar. Allah duaları kabul etti. Beklenen felaketi yaratmadı.Hz. Yûnus ise gemideydi. Nasıl olduysa gemi gitmiyordu. Üstelik hiçbir sebebi de yoktu. Gemi batmak üzereydi. Aralarında bir karar aldılar. Kur'a çekilecek ve bir kişi gemiden atılacaktı. Kur'a çekildi. Hz. Yûnus çıktı. Kur'ayı yenilediler, tekrar Hz. Yûnus çıktı. Hz. Yûnus kalktı ve gömleğini çıkardı. Allah'ın izni olmaksızın kavminden ayrılmıştı. Bu hatası hiç aklından çıkmıyordu. Gün batımında Allah'a tövbe ederek kendini engin sulara attı.Yaptığı tövbeyi Yüce Allah kabul etti. Hz. Yûnus'u kurtarması için büyük bir balık gönderdi. Hz. Yûnus denizin sularına gömüldüğünde, balık Hz. Yûnus'u yuttu, Hz. Yûnus'u karnında muhafaza etti. Daha sonra kıyıya geldiğinde Hz. Yûnus'u kıyıya bırakıp uzaklaştı. Hz. Yûnus çok yorgundu, yürüyemiyordu. Sürünerek kumsala doğru ilerledi. Çevreye bakındı. Böcekleri ve zararlı hayvanları gördü. Oraya yığılıvermişti. Çok yakıcı bir güneş vardı. Yüce Allah bir bitki yarattı. Bu bitkinin adı Yaktin idi. Yaktin çok çabuk büyüdü. Hz. Yûnus'u güneşten ve böceklerden korudu. Artık Hz. Yûnus kendine gelmişti. Fakat nerede olduğunu biliyordu. Yola koyulmak için hazırlıklar yaptı. Sonra yola çıktı. Çok uzun bir yolculuktan sonra Ninova'ya vardı. Hz. Yûnus nihayet kavminin yanına varmıştı. Ninova'da Hz. Yûnus büyük bir sevgi ve saygıyla karşılandı, Hz. Yûnus gördü ki putlar yok olmuş, kavmi yalnız ve yalnız Yüce Allah'a ibadet ediyordu. Ninovalılar, doğru yolu bulmuştu. Hz, Yûnus çok sevindi. Gördükleri onu çok etkilemişti. Şükretti. Hz. Yûnus uzun yıllar kavmi ile beraber Allah'a ibadet ederek yaşadı. Ölümünün yaklaştığı zaman Ninova'dan ayrıldı. Kimse nereye gittiğini bilmiyordu. Daha sonra bilinmeyen bir tarihte, bilinmeyen bir yerde öldü. Hz. Yûnus'un Asurlulardan ayrı kalması ile beraber, kavim yeniden dinden uzaklaştılar. Bunun üzerine Allah Ninova şehrini düşmanların işgaline izin verdi. Böylece Asurlular devleti yıkıldı.
Bunlardan başka, yaşının 1.000'in üstünde olduğu, 950 sene peygamberlik yaptığı gibi Yûnus peygamberle ilgili üretilmiş daha birçok Kur’ân dışı senaryo mevcuttur. Biz bu örneklerin sayısını arttırmakta yarar görmemekle beraber, bu hikâyelerdeki tutarsızlıkları görmezden gelmek de istemiyoruz.

Meselâ coğrafî bilgiler ve o günün teknolojik seviyesi dikkate alınarak düşünüldüğünde, Tevrât'ta Yûnus peygamberin kaçma teşebbüsüyle ilgili olarak anlatılanların gerçek olması mümkün görünmemektedir. Çünkü Tevrât'ta geçen Ninova, Yafa ve Tarşiş ile ilgili coğrafî ve tarihî bilgiler şöyledir:

Ninova: Asur krallığının başkenti. Dicle'nin sol kıyısında, ırmağın Hoser ile birleştiği yerde… (M. Laorusse c:9, s:362)

Yafa: İsrâil devletinde şehir. Tel Aviv'in varoşu. Akdeniz'e hâkim yüksek bir burunda. Sayfiye yeri … (M. Laorusse c:12, s:686)

Tarşiş: Esk coğ. Tartessos ülkesinin adlarından biri. Endülüs bölgesine o sırada Tartessos (Tharsis) ülkesi adı veriliyordu … (M. Laorusse c:11, s:911-913)

Bazı eserlerde "Tarşiş" sözcüğü "Tarsus" olarak değiştirilse bile Tevrât'taki sözcük "Tarşiş"tir. Bu bilgilere göre Yûnus peygamberin gemisinin Doğu Akdeniz'de bir liman kenti olan Yafa'dan kalkıp Akdeniz'i bir uçtan bir uca geçerek İspanya'ya kadar gidebilecek bir gemi olması gerekmektedir ki, o çağlardaki gemilerin bu kadar uzun bir yolculuğu yapabilmesi imkânsızdır.
Yûnus peygamberin Tevrât'ta anlatılan hikâyesindeki bir başka mantıksız olay da, bir insanı bir bütün olarak yutabilecek bir balığın mevcudiyeti ve o insanın bu balığın karnında üç gün süreyle kalmasıdır. Bir insanı parçalamadan yutabilecek bir balık hayal edilse bile sindirim sistemi çalışmayan bir balık düşünülemez. Kaldı ki, böyle bir balığın var olamayacağı konusunda Kur’ân'da da bir işaret vardır. Şöyle ki; Sâffât Sûresi’nin 143, 144. Âyetlerinde , -eğer tespih edenlerden olmasaydı- Yûnus peygamberin diriliş gününe kadar balığın karnında kalacak olduğunu bildirmektedir. Yani, sözcüklerin hakikat manaları ile değerlendirilmesi durumunda, Âyetten bu balığın Yûnus peygamberi karnında taşıyarak kıyamet gününe kadar yaşayacağı anlamı çıkar ki, böyle bir şey mümkün değildir. Kur’ân mantıksız, akıl dışı bir husus içermediğine göre, Yûnus peygamberin balık tarafından yutulması, olsa olsa bir kinayedir.

Bu mantıksızlıklar bir yana, Tevrât'ta Yûnus peygamber hakkında yazanlar ve bunlara dayanarak uydurulan hikâyeler Kur’ân ile de uyuşmamaktadır:

Yûnus peygamberin kaçışı Kur’ân'da ibak sözcüğü ile ifade edilmiştir. Bu sözcük, "Kölenin efendisinden kaçışı" demek olup -Tevrât'taki gibi- "Rabbin önünden kaçmak" anlamına gelmez.
Zaten Kalem Sûresi’nin 50. ve Sâffât Sûresi’nin 147, 148. Âyetlerine göre

Elçilik görevi Yûnus peygambere bu kaçmaya çalışma macerasından sonra verilmiştir.

Kur’ân Yûnus peygamberin dopdolu bir gemiye doğru kaçtığını bildirmektedir. Yani, Yûnus peygamber gemiye doğru kaçmış ama ona binmemiştir.

Çünkü Âyetteki ifadede yaklaştırma edatı olan ila harf-i cerri kullanılmıştır. Eğer zarfiyyet edatı olan fi harf-i cerri kullanılsa idi, bundan Yûnus peygamberin dopdolu gemiye bindiği ve dopdolu gemide kaçtığı anlaşılırdı.

Yolculuk esnasında geminin fırtınaya yakalanması ve Yûnus peygamberin denize atılması gibi olaylar ise Kur’ân'da hiç yer almamaktadır.

Yûnus peygamberin Kur’ân dışı hikâyesindeki akıl dışı olayları mu’cize kabul ederek Allah'ın kudretinin bunları yapmaya yeteceğini ileri sürmek, bize göre yanlıştır. Çünkü Yûnus peygamber kıssası gibi kıssaların Kur’ân'da yer alma sebebi, Rabbimizin bir güç gösterisi veya muktedir olduğu mu’cizelerin beyanı değildir. Ayrıca bu olaylar bir mu’cize de değildir. Mu’cize olabilmesi için söz konusu olayların bir peygamber tarafından, getirdiği mesajın doğruluğunu ispat etmek üzere ve herkesin gözleri önünde yapılmış olması gerekir.

Şüphesiz ki Yüce Allah her şeye kadirdir. Fakat buradaki konu Rabbimizin kudreti değil, Yûnus peygamber hakkında anlatılanların gerçekten meydana gelip gelmediğidir. Yani burada şu soruya cevap aranmalıdır:

Acaba, Sâffât 143–144. Âyetlerinde sözü edilen olay, sözcüklerin hakikat manaları doğrultusunda gerçekten meydana gelmiş midir, yoksa bu sözcükler Âyetlerde mecaz anlamda mı kullanılmıştır?

Kur’ân'ın anlatım özellikleri ve Âyet çeşitleri dikkate alındığında, bazı sözcüklerin mecaz anlamlarda kullanıldığı, dolayısıyla da Yûnus peygamber ile ilgili ifadelerin Müteşâbih olduğu anlaşılmaktadır:

1- Kalem Sûresi’nin 48. Âyetindeki makzum sözcüğü aslında "boğazın tıkanması, sıkıntıdan nefes alamamak" demektir. Sözcüğün bu anlamı Türkçeye "nefes nefese", "soluk soluğa", "havasızlıktan boğulacak hâlde" deyimleriyle çevrilebilir. Ancak bu nefes darlığı, içinde bulunulan dertten, sıkıntıdan, ıstıraptan da kaynaklanabilir. Nitekim Yûnus peygamberle ilgili diğer Âyetler göz önüne alındığında, bu nefes darlığının sözcüğün hakikat anlamına uygun olarak havasızlıktan değil, sıkıntıdan kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

2- Enbiyâ Sûresi’nin 87. Âyetinde Yûnus peygamberin karanlıklar içinde olduğu bildirilmiştir. Buradaki karanlık da yine sözcüğün hakikat anlamına uygun olan "ışıksızlık" değil, zihinsel bunalımdır. Bunu anlamak için Bakara Sûresi’nin 257. Âyetine bakmak gerekir:
(Bakara: 257) Allah, iman sahiplerinin Velî'sidir; [yol gösteren, yardım eden, koruyan yakınıdır] onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Küfre sapanlara gelince, onların Yakın Kimseleri tağuttur ki, kendilerini Nûrdan karanlığa çıkarır. Bunlar cehennem halkıdır. Orada sürekli kalacaklar onlar.
Görüldüğü gibi ne Yüce Allah karanlıkta kalanları kurtarmak için onlara ışık tutacağını söylemekte, ne de tağut saptırdıklarını ışıklarını söndürmek suretiyle karanlığa sürüklemektedir. Dolayısıyla Nur "manevî aydınlık, mutluluk"; karanlık da "zihinsel karanlık, bunalım" anlamına gelmektedir.

3- Enbiyâ Sûresi’nin 88. Âyetinde Rabbimiz Yûnus peygamberi ğamm’dan kurtardığını bildirmektedir. Ğamm sözcüğü ve türevleri hakikat manasında "bulut" demektir. Fakat sözcük mecazen "keder, üzüntü, sıkıntı, bunalım, karanlık" anlamlarında da kullanılır. Nitekim Türkçeye de bu anlamıyla geçmiştir. Dolayısıyla ğamm sözcüğü bu Âyette Yûnus peygamberin buluttan kurtarıldığını değil, üzüntüden, sıkıntıdan kurtarıldığını ifade etmektedir.

4- Sâffât Sûresi’nin 142. Âyetindeki o’nu Hût yutmuştu ifadesi, Yûnus peygamberle ilgili diğer Âyetler göz önüne alındığında Yûnus peygamberin üzüntüye boğulduğu, sıkıntıya düştüğü, bunalıma girdiği anlamına gelmektedir. Yûnus peygamberin dopdolu [yükünü tamı tamına almış] bir gemiye doğru kaçtığı [gittiği] hatırlanacak olursa, dopdolu olması sebebiyle gemiye binememesi onu üzmüş, bunalıma düşürmüş olmalıdır. Çünkü Yûnus peygamber, gemiye binmek isteyen birçok yolcu arasında, kimin gemiye bineceğini belirlemek için çekilen kur'ada kaybetmiş, gemiye binip kaçamamış, bu yüzden de üzülmüş, sıkılmış ve bunalmıştır. Yûnus peygamberin -eğer tespih edenlerden olmasaydı- diriliş gününe kadar balığın karnında kalacak olduğunun bildirilmesi ise Yûnus peygamberin sıkıntısının, bunalımının uzun süreceğinden kinayedir.
Gerek حوت - hût sözcüğünün esas anlamı, gerekse Yûnus peygamber ile ilgili ifadelerin Müteşâbih olması, Yûnus peygamber ile ilgili Âyetlerdeki hût sözcüğünün "balık" anlamında kullanılmadığını göstermektedir. Buradan hareketle denilebilir ki, Kehf Sûresi’nin 61.-63. Âyetlerinde geçen Mûsâ peygamberin hût’u da Yûnus peygamberin hût’u gibi balık değil, düşmüş olduğu bunalımdır, karamsarlıktır.

A’raf ;163. Âyette de İsrâîloğullarının aç gözlülüğünün ifade edildiği yönündeki görüşümüzün gerekçesi açıklığa kavuşmuş olmaktadır. Çünkü artık "sebt" yapıldığında gelen "Hût"ların balık olmadığı anlaşılmış, bu "Hût"ların doymazlık sebebiyle oluşan karamsarlık, bunalım olduğu ortaya çıkmıştır. Buna göre, 163. Âyette geçen "sebt" yapılan günde "Hût"ların akın akın geldiğine ve "sebt" yapılmadığında gelmediğine dair ifadeden şu anlam çıkmaktadır:
İsrâîloğulları "sebt"e uydukları zaman iş yapıp para kazanmadıkları için çileden çıkıyorlar, aşırı derecede sıkıntıya, karamsarlığa, bunalıma düşüyorlardı. Yani, sebt günü İsrâîloğullarının bunalımları, sıkıntıları artıyordu. "Sebt"e uymadıkları takdirde ise çalışıp kazanç sağladıkları için doymazlıktan kaynaklanan o sıkıntıya düşmüyorlardı.

Hût sözcüğünün Araf;163. Âyette "balık" anlamında kullanılmadığının bir başka göstergesi de Âyetteki hîtânühüm [onların Hût’ları] ifadesi ile hût’ların kavme izafe edilmesidir. Gerçekte ise balıklar denize aittirler ve kavme ait olmaları söz konusu olamaz.
Bu bilgiler ışığı altında 163. Âyetten anlaşılan şudur:
Allah'ın kendilerine Haftada bir gün sebt yapacaksınız; dünya işleriyle uğraşmayacaksınız, ibadet edeceksiniz dediği İsrâîloğulları, sebte uydukları zaman iş yapıp para kazanmadıkları için çileden çıkıyorlar, aşırı derecede sıkıntıya, karamsarlığa, bunalıma düşüyorlardı. Yani, sebt günü İsrâîloğullarının bunalımları, sıkıntıları artıyordu.

Değerli Kardeşim!

Kitabı Mukaddesde anlatılanları gördük. İslamı kaynaklarda anlatılanlara da bakalım mı?

Taberî'nin rivâyetine göre, Ebu Hureyre şöyle demiştir:
Resûlullah (sav) buyurdu ki: " Şanı yüce Allah, Yunus'u balığın karnında hapsetmeyi murat edince, balığa onu al, fakat etini çizme, kemiğini kırma, diye vahyetti. Balık onu aldı, sonra karnında olduğu halde denizdeki yerine kadar indirdi. Denizin dibine ulaşınca, Yûnus bir ses işitti. Kendi kendisine:

Acaba bu ne? diye sordu. Şanı yüce Allah balığın karnında olduğu halde ona:

Bu denizdeki canlıların tesbihidir, diye vahyetti. Bunun üzerine o da balığın karnında olduğu halde tesbih etti. Melekler de onun tesbihini işittiklerinde:

Rabbimiz, biz alışılmadık bir yerde zayıf bir ses duyuyoruz, dediler. Yüce Allah şöyle buyurdu:

Bu benim kulum Yunus'tur. Bana karşı geldi. Ben de onu denizde balığın karnında hapsettim. Melekler: Her gün ve her gece kendisinin sâlih ameli sana yükselen o sâlih kul mu, diye sordular. Yüce Allah: Evet diye buyurdu. O vakit ona şefaatte bulundular, Yüce Allah da balığa buyurduğu gibi onu " hasta olduğu halde" kıyıya bırakmasını emretti. Yüce Allah'ın kendisini nitelendirdiği hastalığı da, balığın onu sahile et ve kemiği yaratılmış, yeni doğmuş küçük bir çocuk gibi bırakması idi."

Rivayet edildiğine göre, balık, gemi ile birlikte başını yukarı doğru kaldırarak yol alıyor ve nefes alıyordu. Yûnus da bu arada tesbih getiriyordu. Karaya varıncaya kadar balık o gemiden ayrılmadı. Sağlam bir şekilde onu dışarı bıraktı. Onda hiçbir değişiklik olmamıştı. Bunun üzerine Müslüman oldular. Bunu da Zemahşerî Tefsir'inde zikretmiş bulunuyor.

İbnu'l - Arabî de dedi ki: Bana arkadaşlarımızdan birçok kişi İmamu'l - Haremeyn Ebu'l - Mealî Abdu'l - Melik b. Abdillah b. Yûsuf el-Cüveynî'den şöyle dediğini haber vermişlerdir: Ona 'Yaratıcı herhangi bir cihette midir?' diye sorulmuş. 'Hayır, O bundan yüce ve münezzehdir' diye cevap vermiş. Ona: Buna delil nedir, diye sormuşlar. O da şöyle demiş:
Buna delil Peygamber (sav)'ın: " Benim Yûnus b. Metta'dan daha faziletli olduğumu söylemeyiniz hadisidir. Ona: Bu rivâyette delil olacak taraf nedir, diye sorulunca, şöyle demiş: Bu açıklamayı benim şu misafirim 1000 dinar alıp onunla bir borcunu ödeyinceye kadar yapmayacağım, dedi. Bunun üzerine iki kişi kalkıp: Bu 1000 dinarı ödemeyi biz üzerimize alıyoruz, dediler. el-Cüveynî: Hayır, iki kişi buna kefil olmasın. Çünkü bu ona ağır gelir, dedi. Birileri: Onu ödemeyi ben üzerime alıyorum, dedi. Bunun üzerine el-Cüveynî şöyle cevap verdi: Yûnus b. Metta kendisini denize attı ve balık onu yuttu. Denizin dibinde üç karanlık içine gömüldü ve " Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni tenzih ederim. Şüphesiz ki ben zâlimlerden oldum" diye –Yüce Allah'ın haber verdiği şekilde– seslendi. Muhammed (s.a) ise yeşil Refref'in üzerine oturup onunla meleklerin kalem cızırtılarını işiteceği noktaya kadar yukarılara ulaşıp Rabbi onunla söyleşip vahyettiği şeyleri ona vahyettiği sırada, denizin karanlıklarındaki balığın karnında Yüce Allah'a Yûnus'tan daha yakın değildi. (Kurtubi; el-Camiu li Ahkami'l - Kur'ân)

KURA ÇEKİMİ ve YÛNUS'UN KENDİSİNİ DENİZE ATMASI:
Taberî'nin naklettiğine göre, Yûnus (a.s) gemiye bindiği vakit, gemi şiddetli bir fırtınaya tutuldu. Gemidekiler: Bu sizden birinizin günahı sebebiyledir, dedi. Yûnus bu günahı işleyenin kendisi olduğunu bilerek: Bu benim günahım sebebiyledir, haydi beni denize atınız, dedi. Onlar ise kura çekmeden böyle bir teklifi kabul etmediler. " Kura çekmişti de kaybedenlerden olmuştu."
Bunun üzerine onlara: Ben bu işin benim günahım sebebiyle olduğunu size söylemiştim, dedi. Ancak onlar yine onu ikinci defa kura çekmeden atmayı kabul etmediler. İkinci kurada da o yenilenlerden oldu. Fakat üçüncü bir defa daha kura çekmeden onu denize atmayı kabul etmediler. Üçüncü kurada da yenilenlerden oldu. Bunu görünce kendisini denize attı. Bu iş gece karanlığında olmuştu, onu balık yutmuştu.
Rivâyet edildiğine göre, o, gemiye yüzünü örterek binmiş ve uzakça olmayan bir yerde uyumaya çekilmişti. Tam bu esnada esen şiddetli bir rüzgâr neredeyse gemiyi batıracaktı. Gemidekiler bir araya gelip dua ettiler ve 'Şu uyuyan adamı da uyandırın, o da bizimle birlikte dua etsin' dediler. Onlarla birlikte Allah'a dua etti ve fırtına dindi. Arkasından Yûnus tekrar yerine dönüp uykuya daldı. Bir rüzgâr daha esti, nerdeyse gemi suda batacaktı. Yine onu uyandırdılar, Allah'a dua ettiler ve rüzgâr dindi.
Onlar bu halde iken oldukça büyük bir balık onlara doğru başını kaldırdı ve gemiyi yutmak istedi. Bunun üzerine Yûnus onlara: Arkadaşlar bu benden dolayı oluyor. Beni denize atacak olursanız, siz yolunuza devam edersiniz; rüzgâr da, sizi korkutan tehlikeler de biter. Onlar: Kura çekmeden seni atmayız, dediler. Kura kime çıkarsa, onu denize atarız. Derken kura çektiler ve kura Yûnus'a çıktı. Arkadaşlar beni atınız, benden dolayı bu işler başınıza geliyor, dediyse de onlar: Hayır, bir defa daha kura çekmeden bu işi yapmayız, dediler. Yine kura çektiler ve yine kura Yûnus'a çıktı. Onlara: Arkadaşlar beni denize atınız, benden dolayı bu işler başınıza geliyor, dedi. İşte Yüce Allah'ın: " Kura çekmişti de kaybedenlerden olmuştu" , yani 'kura ona çıkmıştı' buyruğu bunu anlatmaktadır. Bunun üzerine Yûnus'u alıp geminin baş taraflarına denize atmak üzere götürdüler. Baktılar ki balık ağzını açmış bekliyor. Bu sefer geminin öbür kıyısına onu getirdiler, yine balığı gördüler. Öbür tarafa onu götürdüler, yine balığın ağzını açmış beklediğini gördüler. Yûnus bu durumu görünce, o kendi kendisini attı ve balık da onu yakaladı. Yüce Allah balığa: "Ben onu sana rızık olarak vermedim. Senin karnını onun için bir kap kıldım," diye vahyetti. Balığın karnında kırk gün kaldı. " O bakımdan karanlıklar içerisinde: " Senden başka ilâh yoktur, Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zulmedenlerden oldum" diye seslenmişti. Biz de duasını kabul edip kendisini gamdan kurtarmıştık. Biz müminleri işte böyle kurtarırız." (Enbiyâ Sûresinin 87–88. Âyetleri) (Kurtubi; el-Camiu li Ahkami'l - Kur'ân)

KUR'ANIN KENDİSİNE ÇIKMASI:
İbn Abbas, Yûnus (a.s)'un kıssasıyla alâkalı olarak şunları anlatmıştır. " O, kavmiyle birlikte Filistin'de oturuyordu. Derken, bir kral onlarla savaştı, onlardan dokuz buçuk kabile esir aldı. Sonraları geriye sadece iki buçuk kabile kaldı. Hâlbuki Allah Teâlâ, İsrâîloğullarına, " Düşmanınız sizi esir alır veya başınıza bir musibet gelirse, bana dua edin, kabul edeyim" diye vahy etmişti. Onlar, bunu unutup da esir düşünce, Allah Teâlâ bir müddet sonra, İsrâîloğullarının peygamberlerinden birisine, " Falanca kavmin kralına git ve ona İsrâîloğullarına bir elçi [peygamber] göndermesini söyle" diye vahyetti. Derken bu kral da, kuvvetinden ve emin bir zat oluşundan dolayı Yûnus (a.s)'u seçti. Yûnus (a.s) da, " Allah bunu sana emretti" deyince, kral, " Hayır, ben, emin ve kuvvetli birisini göndermekle emrolundum. Sen ise, işte tam bu vasıftasın" dedi. Bunun üzerine Yûnus (a.s), " İsrâîloğulları içinde, benden daha kuvvetlileri var. O halde ne diye onları göndermiyorsun?" dedi. Kral onda ısrar edince, Yûnus (a.s) öfkelendi, çekip gitti. Derken, Rum Denizi [Akdeniz]'e geldi ve orada dopdolu bir gemi gördü. Derken, gemidekiler onu da gemiye aldılar. Gemi, denizin ortasına gelince, neredeyse batacak oldu. Bunun üzerine gemiciler, " İçinizde günahkâr ve asi var. Eğer böyle olmasaydı, herhangi bir fırtına ve apaçık bir sebep olmaksızın, böyle bir manzara gemide olmazdı!" dediler. Tüccarlar da, " Bizim başımıza böylesi şeyler gelmiştir; binaenaleyh, biz böyle bir şeyle karşılaştığımızda kur'a çekeriz. Kur'a kime isabet ederse, onu, suya atar boğardık. Çünkü tek bir kimsenin boğulması, herkesin ve her şeyin suya gark olmasından daha hayırlıdır" dediler. Derken, kur'a Yûnus (a.s)'a çıktı. Bunun üzerine tüccarlar, " Günah işlemeye biz, Allah'ın nebisinden daha uygunuz" dediler. Bu işi ikinci, üçüncü kez tekrarladılar. Ama her defasında da kur'a Yûnus (a.s)'a çıktı. Bunun üzerine Yûnus (a.s) " Durun, bu günahkâr benim" dedi, bir örtüye bürünerek kendisini denize attı.
Derken o balık onu yuttu. Allah Teâlâ da o balığa, " Onun kemiklerini kırma ve mafsallarını birbirinden koparma!" diye vahyetti. Derken bu balık, onu, önce Mısır'daki Nil nehrine, daha sonra Fars denizine, oradan el-Betâik Denizi'ne, derken Dicle'ye götürüp, derken onun yüzüne çıkararak, Nusaybin topraklarında düz ve geniş bir yere attı. Hz. Yûnus (a.s) bu sırada, üzerinde tüyü ve deri bulunmayan yolunmuş bir civciv gibiydi. Derken Allah, onun üzerine " Yaktın" ağacı bitirdi. O, hem bunun gölgesinden yararlanıyor, hem de, güçlenip kuvvetleninceye kadar onun mahsulünden istifade ediyordu. Daha sonra o toprak, ağacı yedi bitirdi. Derken, kökünden yere devrildi. Yûnus (a.s), buna son derece üzüldü. Bunun üzerine, " Ya Rabbi, bu ağacın altında güneşten ve rüzgârdan korunuyor, onun ürününden yiyordum. Şimdi ise bu ağaç yere devrildi" deyince ona, " Yûnus! Sen, bir anda biten ve bir anda kökünden koparak yere yıkılan ağaca üzüldün, bu kadar kederlendin ama yüz bine ve daha fazlası insana üzülmedin. Onları bırakıp gittin. Onlara git!" denildi." Olayın hakikatini en iyi bilen Allah'tır. (Râzî; el Mefatihu'l - Gayb)

Kitabı Mukaddesde anlatılanlar nasıl da hadis olarak bizlere anlatılmış...

Alıntı:
Derin Düşünce Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Diğer kutsal metinlerde de Yunusun, bir balıgın karnında bir sure gecirdiginden bahseder.
Diğer kutsal metinlerde de dediğiniz kutsal metinler hangileridir? Belirtirseniz onlara da bakarız inşaallah.

Alıntı:
Derin Düşünce Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Peki tevrat ve incilin kullandıgı dillerde de aynı sekilde tesbih sanatı mı mevcuttur. Oradaki misallerde yontem aynı mıdır, nasıl anlamalı ve degerlendirmeliyiz?
Değerli Kardeşim!

Edebi sanatlar tüm diller için de geçerlidir. Ne yazık ki, Kur'an meallerinde metne sadakat gösterilmeyip dilin özellikleri gözönünde bulundurulmadığı için bu türden sorunlarla karşılaşmaktayız.

Buraya ve buraya bakar mısınız?

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 4 Kisi:
Anonymous (8. March 2011), Derin Düşünce (4. March 2011), hiiic (4. March 2011), Miralay (4. March 2011)