Tekil Mesaj gösterimi
Alt 29. October 2012, 12:38 AM   #3
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun Aleykum! Değerli Kardeşlerim!

Sözkonusu ayetleri daha net görebilmek için bu ayetlerin içinde bulunduğu ayet grubuna bakmakta yarar var.

8İnsanlardan bazıları da Allah hakkında bilgisizce; kılavuz olmadan, aydınlatıcı bir kitap olmadan tartışırlar.
9Onun belini eğip bükmesi/çalım satması, Allah yolundan saptırmak içindir. Bu dünyada ona bir rüsvalık vardır. Ve Biz, kıyâmet gününde ona yakıcı cehennemin azabını tattıracağız.
10İşte bu, kendi iki elinin öne çıkardığı şeyler ve şüphesiz Allah'ın, iyi kulluk edenlere haksızlık eden biri olmayışı sebebiyledir.
11-13İnsanlardan kimi de Allah'a belirsiz bir taraf üzerinde/ kararsız, net çizgisiz bir şekilde kulluk eder. O nedenle eğer kendisine bir iyilik gelirse, onunla zihnindeki tüm soru işaretlerini gidererek rahata kavuşmuş olur. Ve eğer kendisine bir sosyal yangın/ sıkıntı gelirse yüzü üstü dönüverir. O, dünyayı da âhireti de kaybetti. İşte bu, apaçık kaybın ta kendisidir. O, Allah'ın astlarından kendine zarar ve menfaat veremeyecek şeylere yalvarır. İşte bu, çok uzak sapıklığın ta kendisidir. O, zararı yararından daha yakın olana yalvarıyor. Yalvardığı o şey ne kötü yardımcı, koruyucu ve ne kötü yoldaştır.
14Şüphesiz Allah, iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapanları altından ırmaklar akan cennetlere girdirir. Şüphesiz Allah, dilediği şeyleri yapar.
15Kim, Allah'ın, kendisine dünyada ve âhirette yardım etmeyeceğini sanıyor idiyse, hemen samimiyetle Biz'e yönelsin, bir de Allah'ın astlarından kendine zarar ve menfaat veremeyecek o şeyler ile ilişkisini kessin. Sonra da baksın bakalım bu plânı, kendisini öfkelendiren şeyi/kafasındaki takıntıyı giderecek mi?1
16Ve işte Biz, Kur’ân'ı böylece apaçık âyetler hâlinde indirdik. Ve şüphesiz Allah, dilediği kimselere/dileyen kimselere kılavuzluk eder.
(103/22, Hac/8-16)

Dip not:1 Âyetin lafzî çevirisi, “Kim, Allah'ın, kendisine dünyada ve âhirette yardım etmeyeceğini sanıyor idiyse, hemen semaya bir sebep uzatsın, sonra, … kessin. Sonra da baksın bakalım bu plânı, kendisini öfkelendiren şeyi [kafasındaki takıntıyı] giderecek mi?” şeklindedir. Kur’ân âyetleri dikkate alındığında, semaya yönelme'nin, “Allah'ın rahmetini beklemek olduğu ve Allah'ın göklerden iyilik yağdırdığı” anlaşılır.

Değerli Kardeşlerim!


9-13 ayetlerinde kâfir, müşrik ve münafıkların durum ve âkıbetleri açıklanmıştır. 14-16 ayetlerinde ise mü'minlerin âkıbetine dair bilgi verilmektedir:

•Allah, iman eden ve sâlihâtı işleyenleri altından ırmaklar akan cennetlere girdirecektir.
•Allah'ın, kendisine dünyada ve âhirette yardım etmeyeceğini sanan kimse semâya bir sebep uzatsın, sonra eski kul-köle olduklarıyla ilişkisini kessin de Allah'ın yardım edip etmeyeceğini bir denesin.
•Kur'ân, herkesi ikna edecek apaçık Âyetler hâlinde indirilmiştir. Bununla birlikte Allah, dileyen kimselere hidâyet eder.

Muhteşem bir belagat örneği olması sebebiyle 15. Âyet hakkında farklı görüşler mevcuttur.

Bir meydan okuma olan bu Âyetin, 11–13. Âyetlerle birlikte ele alınması gerekir. Bu durumda anlam şöyle olur:

Allah'a tutarsız, ciddiyetsiz inananlar, yararlarına olan gelişmelerde mutlu, zararlarına olan gelişmelerde mutsuz olurlar. Kendilerine bile zarar ve yarar sağlamayan varlıklara yakaranlar da, sapıkların en sapığıdır. Peki, Allah, Kendisine yönelenlere yarar sağlar mı, inkârcılara zarar verir mi?
Bu sorunun cevabı,
"Şüphesiz Allah, iman eden ve sâlihâtı işleyenleri altından ırmaklar akan cennetlere girdirir. Şüphesiz Allah, dilediği şeyleri yapar"
şeklinde veriliyor.
Ardından da onlara meydan okunuyor:
Kim, Allah'ın, kendisine dünyada ve âhirette yardım etmeyeceğini sanıyor idiyse hemen semâya bir sebep uzatsın, sonra, … kessin. Sonra da baksın bakalım bu plânı, kendisini öfkelendiren şeyi [kafasındaki takıntıyı] giderecek mi?

Âyetteki, sonra, kessin ifadesinin tümleci mahzuf olup "o yarar sağlamayan şeylere ibâdeti kessin" demektir. Âyetteki "ثمّ – sümme"/ sonra edatı ise, zamanda sonralığı değil, kelâmda sonralığı ifade eder.
"Sebe'b, "kendisi ile başkasına ulaşılan şey"dir. (Lisânu'l-Arab, “Sbb” mad.)

Bu durumda "sebeb" ile "الوسيلة - vesîle" eş anlamlıdır. Burada sebeb ile insanın kendisini tavana asacağı "ip" değil, "Allah'ın rızasını kazanacak yolları araması" kastedilmiştir. Burada sebeb olarak ifade edilen araç, Mâide Sûresinde vesile olarak ifade edilmiştir:

(Mâide: 35) Ey iman etmiş olan kişiler! Felâha ermeniz için, Allah'a takvâlı davranın, O'na, yaklaştıracak/ulaştıracak şeyleri arayın ve O'nun yolunda gayret gösterin.

Âyetlerde geçen sebeb ve vesîle, "sağlam bir iman ve sâlihâtı işlemek"tir.

(Alak: 19) Hayır, hayır! Ona itaat etme! Secde et [teslim ol, boyun eğ] ve yakınlaş.

(Sebe': 37) Ve sizi huzurumuza yaklaştıracak olan, mallarınız ve evlâtlarınız değildir. Ancak kim iman eder ve sâlihâtı işlerse, işte onlar; kendileri için yaptıklarına karşı kat kat karşılık olanlardır. Ve onlar yüksek köşklerinde güven içindedirler.

(Tövbe: 99) Yine bedevî Araplardan kimi de vardır ki, onlar, Allah'a ve âhiret gününe inanır ve harcadığını Allah katında yakınlıklar ve elçi'nin destekleri edinir [sayar]. Gözünüzü açın! Şüphesiz bu, onlar için bir yakınlıktır. Allah onları yakında rahmetine girdirecektir. Şüphesiz Allah, Gafûr'dur, Rahîm'dir.

(Mü'minûn: 57–61) Şüphesiz şu, Rablerinin haşyetinden [Rablerine duydukları derin hayranlık ve saygı sonucu O'ndan uzaklaşma korkusundan] tirtir titreyen kimseler, Rablerinin Âyetlerine inanan kimseler, Rablerine ortak tanımayan kimseler, şu, şüphesiz kendileri, Rablerine dönecekler diye verdiklerini kalpleri ürpererek veren kimseler; işte onlar, iyiliklerde yarışanlardır ve onun [iyilikler] için önde gidenlerdir.

(Tövbe: 100) Muhacir ve Ensâr'dan ilk önce öne geçenler ve iyileştirme-güzelleştirme ile onları izleyen kimseler; Allah onlardan razı oldu, onlar da O'ndan razı oldular. Ve O [Allah], onlara, içlerinde temelli kalıcılar olarak altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı. İşte bu, büyük bir kurtuluştur.

(Vâkıa: 10–11) Öne geçenler de, öne geçenlerdir. İşte onlar [öne geçenler], yaklaştırılanlardır.

(Hûd: 6) Ve yeryüzünde hiçbir dâbbeh/canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın. O [Allah], onun yerleşik yerini de geçici bulunduğu yeri de bilir. Hepsi apaçık bir kitaptadır.

(Ahkâf: 26) Ve andolsun ki, Biz, sizi güçlü kılmadığımız şeylerde onları güçlü kılmıştık [size vermediğimiz imkânları onlara vermiştik]. Onlara da kulaklar, gözler ve duygular kılmıştık [vermiştik]. Buna rağmen kulakları, gözleri ve duyguları onlara hiçbir fayda sağlamadı/kendilerinden hiçbir şeyi uzaklaştıramadı. Çünkü onlar Allah'ın Âyetlerini bile bile inkâr ediyorlardı. Alay etmekte oldukları şey de onları sarıp kuşatıverdi.

(Mutaffifîn: 18–28) Hayır, hayır! Ebrâr'ın kaydı, kesinlikle illiyyîn'dedir. –İlliyyîn'in ne olduğunu sana ne bildirdi?– Yaklaştırılmışların tanık olduğu rakamlanmış/yazılmış bir kayıttır! Şüphesiz ki "ebrâr", elbette naim'in içindedirler, tahtlar üzerinde beklenti içindedirler. Yüzlerinde nimetin aydınlığını görürsün. Onlar, mühürlü saf bir içkiden sulanırlar. Ki onun mührü/neticesi misktir. Karışımı tesnim'dendir. Yaklaştırılmışların içecekleri bir pınardandır. –Artık yarışanlar, işte bunda yarışmalıdırlar.–


Âyetteki "semâ "sözcüğü, genellikle "tavan" olarak ele alınmış ve ibareden, kişinin kendisini tavana asarak intihar etmesi anlamı çıkarılmıştır. Hâlbuki burada "semâ" ile "rahmet ve yardımın kapılarının izafe edildiği yücelik" kastedilmiştir:

(Bakara: 144) Biz, yüzünü semâya evirip çevirdiğini kesinlikle görüyoruz. Artık seni hoşnut olacağın bir kıbleye [hedefe, stratejiye] çevireceğiz. Haydi, yüzünü Mescid-i Harâm yönüne çevir. Siz de, nerede olursanız olun, yüzünüzü onun tarafına çevirin! Kendilerine kitap verilmiş olan kimseler de kesinlikle, şüphesiz onun, Rabbinden gelen bir gerçek olduğunu bilirler. Ve Allah, onların yapıp durduklarından gafil değildir.

(A'râf: 96) Ve eğer o kentlerin halkı inansalardı ve takvâ sahibi olsalardı, elbette üzerlerine gökten ve yerden olan bollukları açardık. Velâkin onlar yalanladılar. Biz de onları kazanmakta oldukları şeyler sebebiyle [yaptıklarına karşılık] yakalayıverdik.

(A'râf: 40) Şu, Âyetlerimizi yalanlayan ve onlara karşı büyüklenenlere, işte onlara göğün kapıları açılmayacak ve deve/halat iğne deliğinden geçmedikçe onlar cennete girmeyeceklerdir. Biz suçluları işte böyle cezalandırırız.

(Nisâ: 173) Artık inanan ve sâlihâtı işleyen kimseler; O [Allah], onların ödüllerini tam verecek ve lütfundan onlara fazlalıklar da bağışlayacaktır. Kulluktan çekinip büyüklük taslayan kimseler de, onlara çok acıklı bir azapla azap edecektir. Onlar, kendileri için Allah'ın astlarından bir veli ve bir iyi yardımcı bulamazlar.


Allah, inananlara muhakkak yardım eder:

(Bakara: 103) Ve onlar, eğer inansalardı ve takvâlı olsalardı, kesinlikle Allah'tan bir ödül, daha iyi olacaktı. Keşke biliyor olsalardı!

(Zuhruf: 33–35) Ve eğer insanlar bir tek ümmet olmayacak olsalardı, Biz, Rahmân'ı inkâr eden kimselerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerine çıkacakları merdivenler, onların evleri için kapılar, üzerine yaslanacakları koltuklar ve altından süs eşyaları yapardık. Bunların hepsi basit hayatın kazanımından başka bir şey değildir. Âhiret ise Rabbinin katında takvâ sahipleri içindir.

(Âl-i İmrân: 110) Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. Ma'rûfu emreder, kötülükten meneder ve Allah'a inanırsınız. Kitap Ehli de inansaydı kendileri için elbette daha hayırlı olurdu. Onların bazıları mü'mindirler, pek çoğu da yoldan çıkmış kimsedirler.

(Nisâ: 46) Yahudileşmişlerden bir kısmı kelimeleri yerlerinden/öz anlamlarından değiştirirler, dillerini eğerek, bükerek ve dine saldırarak (peygamber'e karşı), "İşittik ve karşı geldik/iyice sarıldık", "dinle, dinlemez olası", "râinâ" derler. Eğer onlar, "İşittik, itaat ettik, dinle ve bizi gözet" deselerdi şüphesiz kendileri için daha hayırlı ve daha sağlam/doğru olacaktı; fakat küfürleri [gerçeği kabul etmemeleri] sebebiyle Allah onları lanetlemiştir. Artık pek az inanırlar.

(Nisâ: 64–66) Ve Biz, her elçiyi sadece, Allah'ın izniyle itaat olunsun diye gönderdik. Ve eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah'tan bağışlanmalarını isteselerdi, Rasûl de onlar için bağışlanma isteseydi, kesinlikle Allah'ı Tevvâb [tövbeleri çokça kabul eden], Rahîm [en çok merhamet eden] bulurlardı. Artık, hayır! Rabbine andolsun ki, onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde hiçbir sıkıntı duymadıkça ve tam bir güvenlikle güvenlik sağlamadıkça iman etmiş olamazlar. Eğer Biz onlara, "Kendinizi öldürün veya yurtlarınızdan çıkın" diye yazmış olsaydık, içlerinden pek azı hariç, bunu yapmazlardı. Ve eğer onlar, öğütlendikleri şeyleri yapsalardı, elbette kendileri için daha hayırlı ve sebat etmede daha kuvvetli olurdu.

(Mâide: 65–66) Ve eğer Kitap Ehli iman etmiş ve takvâ sahibi olsalardı, kesinlikle onların kötülüklerini örter ve kesinlikle nimeti bol olan cennetlere koyardık. Ve hiç kuşkusuz eğer onlar Tevrât'ı, İncîl'i ve kendilerine Rablerinden indirileni [Kur'ân'ı] ayakta tutsalardı, elbette üstlerinden ve ayaklarının altından yiyeceklerdi [besleneceklerdi]. Onlardan bir kısmı orta yol tutan [bazısına inanıp bazısına inanmayarak orta yol tutan] bir ümmettir. Ve onlardan çoğunun yapmakta oldukları ne kötüdür!

(Ra'd: 27–29, 31) Yine o küfretmiş olan kimseler, "Ona Rabbinden bir Âyet indirilmeli değil miydi, eğer kendisiyle dağların yürütüldüğü, yerin parçalandığı veya ölülerin konuşturulduğu bir Kur'ân olsaydı…" diyorlar. De ki: "Şüphesiz Allah, dilediğini şaşırtır ve gönülden bağlanan kimseleri; inanan ve kalpleri Allah'ı anmakla yatışan kişileri kendisine kılavuzlar." Gözünüzü açın! Kalpler yalnız ve yalnız Allah'ı anmakla yatışır/tatmin olur. İman etmiş ve sâlihâtı işlemiş kimseler; tuba [güzellikler, müjdeler] ve güzel dönüş yeri sadece onlar içindir. Aslında emrin tümü Allah'ındır. İman edenler hâlâ anlamadılar mı ki, eğer Allah dilemiş olsaydı, kesinlikle insanların tümüne hidâyet ederdi. İnkâr eden kimseler, Allah'ın vaadi gelinceye kadar, yaptıkları dolayısıyla ya başlarına çetin bir belâ çatacak veya yurtlarının yakınına inecek. Şüphesiz Allah verdiği sözden dönmez/miadını şaşırmaz.

(Zümer: 17–18) Ve tâğûta kulluk etmekten kaçınan ve Allah'a yönelen kimseler, kendileri için müjde olanlardır. Haydi, müjdele, sözü dinleyip de en güzeline uyan kullarımı! İşte onlar, Allah'ın kendilerine hidâyet verdiği kimselerdir. Ve işte onlar, kavrama yeteneği [temiz akıl sahibi] olanların ta kendileridir.

Değerli Kardeşlerim!
"Meşiet" ve "irade" sözcükleri eşanlamlı sözcüklerdir.
İrade sahibi bir varlığın, elindeki seçeneklerden birini tercih etmesi, elindeki seçeneklerden biri üzerinde karar vermesi demek olan irade/meşîet sıfatı, Allah için şöyle ifade edilebilir: Meşîet, Allah'ın olabilecek veya olmayabilecek her şeyi, dilediği zamanda ve dilediği niteliklerde yapması veya yapmamasıdır. Bu tanım, evrendeki olmuş veya olacak her şeyin Allah'ın dilemesiyle olduğunu ve olacağını, O'nun her dilediğinin mutlaka olacağını, dilemediğinin ise asla olmayacağını bildiren şu Âyetlerle de Kur'ân'dan destek almaktadır:

(Al-i-Imrân; 47) Dedi ki: Bu böyledir! Allah dilediğini yaratır. O bir şeye karar verince, yalnızca "Ol!" der o da oluverir.
(Yâ-Sîn; 82) O bir şeyi dilediğinde, O'nun buyruğu yalnızca o şeye "Ol!" demektir; o da oluverir.

Hidayet ve dalâletin Allah'a izafesi yaratma açısından, insana izafesi ise seçme açısındandır.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
Bilgi (30. October 2012), sevginur (3. November 2012)