Tekil Mesaj gösterimi
Alt 25. April 2009, 10:39 PM   #4
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Bu ayetle ilgili olarak “Esbab-ı Nüzul” kayıtlarında şu nakiller mevcuttur:

Bu ayet, Abdurrahman b. Ebû Bekir (r.a) hakkında nazil olmuştur. Bu görüşü benimseyenler şöyle demişlerdir: Abdurrahman'ın ebeveyni onu İslâm'a davet etmişler ama o diretmiş ve "üff size!" demişti. Bu görüştekiler, görüşlerinin doğruluğuna da şu şekilde delil getirmişlerdir: Muaviye, halkın, oğlu Yezid'e biat etmelerini temin konusunda Mervan'a mektup yazınca Abdurrahman b. Ebî Bekir: "Siz Herakliyus [Bizans] sistemini yerleştirmek istiyorsunuz. Ne o, siz çocuklarınız lehine biat mi istiyorsunuz?" demişti. Bunun üzerine Mervan, "Ey insanlar, Abdurrahman, Allah Teâlâ'nın, hakkında, "Ana ve babasına, ‘Öf size...’ diyen kimse"dir" dedi. (Razi; el Mefatihu’l Gayb)

Böyle bir olay her ne kadar bu ayetle irtibatlandırılmış olsa da, ayette belli bir şahıs kastedilmeyip bu karakterde olan her kişi kastedilmiştir. Açıktır ki, bu karaktere sahip, her devirde ve her yerde çokça insan bulunabilir.

18. ayette geçen “... ümmetler içerisinde aleyhlerinde Söz hak olmuş kimseler” ifadesindeki “Söz”, Rabbimizin “Ant olsun ki, cehennemi mutlaka senden ve onların sana uyanlarından; hepinizden dolduracağım (Sad/84, 83; Secde/13)” sözüdür. Bu konu “Söz’ün Gerçekleşmesi” başlığı altında Ya Sin suresinin tahlilinde (Tebyinü’l Kur’an; c:3, s: 264) ele alındığından, detayın oradan okunmasını öneriyoruz.

19 – Ve herkes için işledikleri şeylerden, bir takım dereceler vardır. -Ve onlar zulmedilmeden, O’nun [Allah], onlara amellerini tam olarak ödemesi içindir.-

Bu ayette Rabbimizin adaleti ve lütufkârlığı ortaya konulmuştur. Mümin olsun, kâfir ol*sun, cinlerden olsun, insanlardan olsun, her bir kişinin kıyamet gününde Allah nezdinde amellerine göre dereceleri vardır. Cehennemliklerin dereceleri aşa*ğı doğru, cennetliklerin derecesi ise yukarı doğrudur.
Bu ayetin son bölümü olan “Ve onlar zulmedilmeden, O’nun [Allah], onlara amellerini tam olarak ödemesi içindir.-” ifadesi “ وve” bağlacı ile gelmiştir. Bunun anlamı, bu ifadenin daha önce dile getirilen bir yargının ikinci bir gerekçesi olduğudur. Ayetin birinci cümlesine bakıldığında, “ وve” bağlacının bağlanacağı bir ifadenin bulunmadığı görülmektedir. Bizim kanaatimize göre, ayetin ikinci cümlesi olan bu ifade, 16. ayetteki “vaat olunup durdukları doğru bir vaat olarak” cümlesine atfedilmelidir. Biz de 16. ayeti bu ifade ile birlikte vermiş bulunuyoruz.

20 – Ve inkâr etmiş kişiler ateş üzerinde yayılacakları gün: “Siz iğreti hayatınızda bütün güzel şeylerinizi giderdiniz, onlar ile yararlandınız, artık, yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanız ve fasıklık etmiş olduğunuzdan dolayı bu gün alçaltıcı bir azap ile karşılık göreceksiniz!”

Bu ayette, inanmadan, şükretmeden yaşayanları ahirette bekleyen akıbet ortaya konulmuştur. Onlara: “Siz iğreti hayatınızda bütün güzel şeyleri; gençliğinizi, servetinizi, sağlığınızı, bol rızkı, güç ve kuvvetinizi, rahatınızı ve zevkinizi giderdiniz, onlar ile yararlandınız, artık, yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanız ve fasıklık etmiş olduğunuzdan dolayı bu gün alçaltıcı bir azap ile karşılık göreceksiniz, artık fırsatı kaçırdınız!” denilecektir. Onların ahırette saltanatları bitmiş olacaktır. Onlar dünyada sürdükleri sefalarla kalacaklardır.

21 – Âd’ın kardeşini [Hud’u] de an! Hani o, Ahkâf’ta kavmini uyarmıştı. -Kesinlikle onun önünde ve ardında, "Allah'tan başkasına kulluk etmeyin. Şüphesiz ben sizin için büyük bir günün azabından korkuyorum" diyen uyarıcılar geçmişti.-
22 - Onlar: “Sen bizi ilâhlarımızdan çevirmek için mi geldin? Eğer doğrulardan isen, hadi o bizi tehdit edip durduğun azabı hemen getir" dediler.
23 - O [Ad’ın kardeşi; Hud]: “ Şüphesiz Bilgi [o azabın ne zaman geleceğine dair bilgi] Allah katındadır. Ben ise size benimle gönderileni tebliğ ediyorum. Velâkin ben sizi cahillik edip duran bir kavim olarak görüyorum” dedi.
24, 25: Nihayet onu, vadilerine doğru gelen geniş bir bulut halinde gördüklerinde: “Ha işte! Bu, bize yağmur getirecek bir bulut!” dediler, Hayır, aksine o, çabuklaştırmaya çalıştığınız şeyin ta kendisi; Rabbinin emriyle her şeyi yerle bir eden, içinde acıklı bir azap olan rüzgâr. Sonunda o hale geldiler ki, konutlarından başka hiçbir şey görünmüyordu. Biz, günahkârlar topluluğunu işte böyle cezalandırırız.
26- Ve ant olsun ki, Biz, sizi güçlü kılmadığımız şeylerde onları güçlü kılmıştık [size vermediğimiz imkânları onlara vermiştik]. Onlara da kulaklar, gözler ve duygular kılmıştık [vermiştik]. Buna rağmen kulakları, gözleri ve duyguları onlara hiçbir fayda sağlamadı/ kendilerinden hiçbir şeyi uzaklaştıramadı. Çünkü onlar Allah’ın ayetlerini bile bile inkâr ediyorlardı. Alay etmekte oldukları şey de onları sarıp kuşatıverdi.

Bu ayet grubunda, tarihi bir örnek ve belge olarak, yaşantıları, inançları, tavırları Mekke müşriklerine çok benzeyen, güç kuvvet açısından onlardan daha ileride olan Ad kavmi konu edilmektedir.
Ayette “Âd’ın kardeşini [Hud’u] de an!” denilmiştir. Kardeş ifadesiyle din kardeşliği değil, nesep kardeşliği ifade edilmektedir.
“الاحقاف Ahkaf”, Ad kavminin yurdu olup büyük kumluklar demektir. “ حقف hıkf” sözcüğünün çoğu*ludur. “Hıkf”, dağ seviyesine ulaşmamakla birlikte uzunlamasına devam edip giden ve eğrilip bükülen büyük kum tepeleri demektir. Çoğulu “ ححقافhikaf”, “ احقافahkaf” ve “ حقوفhukuf” gelir. (Lisanü’l Arab, c. 2, s. 525, hgf mad.)

“Ahkaf”ın coğrafi olarak neresi olduğu konusunda klasik kaynaklarda şu bilgiler verilmiştir:

Katade dedi ki: Bunlar Şihr denilen yerdeki yüksekçe tepelerdir. Şihr, Aden'e yakın bir yerdir. Umman Şihr'i ya da Uman Şehr'i denilir. Bu ise Um*man ile Aden arasındaki deniz sahilidir. Yine ondan nakledildiğine göre, bi*ze Ad kavminin Yemende birtakım kabileler olduğu zikredilmiştir. Bunların bulundukları yer kumluk olup denize bakardı ve buraya Şihr denilirdi.
Mücahid dedi ki: Burası Ahkaf diye adlandırılan Hisme topraklarından bir yerdir. Hisme ise etrafları yumuşak, hemen hemen tepelerinden toz bulutu*nun ayrılmadığı oldukça yüksek dağları bulunan çöldeki bir bölgenin adıdır.
İbn Abbas ve ed-Dahhak ise “Ahkaf, Şam topraklarında bir dağdır” demişlerdir. Yine İbn Abbas'tan nakledildiğine göre Uman ve Mehre arasında bir vadidir. Mukatil de (şöyle demiştir): Ad kavminin meskenleri Mehre diye adlandırılan bir va*dide olup bu da Yemen'in Hadramut bölgesinde idi. Mehri develeri de ora*ya nispet edilerek “Mehri develer" denilir. Bunlar bahar mev*siminde göçebe bir çadır ahalisi idi. (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)

Kur’an çalışması yapan çağdaş bilginlerimizden merhum Mevdudi de Ahkaf” bölgesi ile ilgili olarak şu bilgileri vermektedir:

Ahkaf, hikf'in çoğuludur. Sözlük manası "kum tepeleri" demektir. Fakat coğrafi bir terim olarak Arabistan çölünün [Rub’ul-Hali] güney-batı kısmının ismidir. Bugün ise bu bölgede kimse yaşamamaktadır. İbn İshak'ın rivayetine göre, Ad Kavminin yurdu, Umman'dan Yemen'e kadar uzanmaktaydı. Kur'an, bunların asıl yurdunun El-Ahkaf olduğunu belirtmiştir. Buradan çıkarak civarındaki ülkeler ve zayıf ülkeler üzerine hâkimiyet kurmuşlardı. Bugün bile, Arap Yarımadası'nın güneyinde yaşamakta olan halklar, bu bölgede bir zamanlar Ad Kavminin yaşadığını bilmektedirler.
Şimdiki Mükella şehrinden 125 mil kuzeyde Hadramut taraflarında bir makam vardır. Burada Hud'un (a.s) mezarının olduğuna inanılır. Kabr-i Hud ismiyle meşhurdur. Her yıl Şaban ayının 15'inde Arap Yarımadası'nın değişik yerlerinden binlerce kişi burada toplanarak bir merasim düzenlerler. Her ne kadar tarihsel olarak bu mezar ispatlanmamışsa da burada bir kabrin inşa edilmiş olması ve Güney Arabistan halkının çoğunun oraya rağbet etmesi, mahalli rivayetlere göre Ad kavminin yurtlarının buralar olduğunu ispatlamaktadır. Öte yandan yöre halkı Hadramut'ta bulunan birçok harabeyi bu güne kadar Ad kavminin evleri olarak anmaktadır. El-Ahkaf'ın bu günkü halini gören kimse, bir zamanlar buralarda şanlı ve pek güçlü bir medeniyetin yaşamış olduğunu düşünemez. Muhtemeldir ki, binlerce sene önce bu bölgeler verimli ve yeşillik idi. Daha sonra meydana gelen bir iklim değişikliği dolayısıyla bir çöl haline gelmiş olabilir. Bu gün ise ıssız bir çöl halindedir. İçerlerine girmeye kimse cesaret edememektedir. 1943 yılında Bavyeralı bir asker bunun güney kenarına kadar ulaşmıştı. Bu şahıs anlatıyor: "Hadramut'un kuzeydeki yüksek tepelerinden aşağıya bakınca bu çöl sanki bin feet (İngiliz ölçü birimidir. Bir feet = yaklaşık 30.5 cm) kadar aşağıda gözüküyordu. Yer yer beyaz kısımları vardı ki, eğer onlara bir şey düşerse o kumun içinde mahvolur gider ve tamamen çürürdü. Arabistan bedevileri bu bölgeden çok korkarlar ve katiyen oraya gitmeye cesaret edemezler. Bir kere hiçbir bedeviyi razı edemeyince yalnız başıma gittim. Buranın kumu adeta toz gibi çok incedir. Ucuna ip bağlı bir şakülü uzaktan fırlattım. Beş dakika içerisinde hemen kumun içine gömüldü. İpin uç kısmı ise çürümüştü." (Daha fazla malumat için bkz: Arabia and Isles Harold Ingrams, London, 1946, The Empty Quarter, Philby, London 1933. The Unveiling of Arabia, R.H. Kirnan, London, 1937). (Mevdudi; Tefhimü’l Kur’an)

Rabbimiz, Ahkaf halkının başına gelen felaketi hatırlattığı bu pasajla Mekke kâfirlerini korkutmaktadır. Şöyle ki, helak ettiği bu kavmin, kuvvet ve beden yönüyle kendilerinden daha ileri olduğunu bildirmiştir. Onlara: “Onlar, mal-mülk, kuvvetçe sizden daha üstün idiler. Ama kuvvetçe ileri olmalarına rağmen, Allah’ın cezalandırmasından kurtulamamışlardır. Böyle olunca sizin haliniz nice olur?” şeklinde mesaj verilmiştir. Söz konusu kavmin Mekke müşriklerinden daha güçlü olduğu Kur’an’da değişik surelerde ifade edilmiştir:

Hâlbuki Biz, onlardan önce, mal ve gösterişçe daha güzel nice kuşakları [asırlar halkını] helâk ettik. (Meryem/74)

Daha yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuş bir bakmazlar mı? Onlar kendilerinden hem daha çok, hem de kuvvetçe ve yeryüzündeki eserlerinin sağlamlığı bakımından daha çetin idiler. Öyle iken o kazandıkları şeyler, kendilerine fayda vermedi. (Mümin/82)

26. ayetteki “Onlara da kulaklar, gözler ve duygular kılmıştık [vermiştik]. Buna rağmen kulakları, gözleri ve duyguları onlara hiçbir fayda sağlamadı/ kendilerinden hiçbir şeyi uzaklaştıramadı. Çünkü onlar Allah’ın ayetlerini bile bile inkâr ediyorlardı. Alay etmekte oldukları şey de onları sarıp kuşatıverdi” ifadesi, Âd toplumuna her türlü nimetin ve fırsatın verildiğini açıklamaktadır. Maalesef bu toplum, kendilerine verilen nimet ve fırsatı değerlendirmemiştir.
Âd kavmi ile ilgili detay A’raf, Hud, Şuara, Ankebut ve Fussilet surelerinde yer almaktadır:

Sonra da onu [bu ibret dolu cezayı], önlerindekilere [çağdaşlarına] ve sonrakilere müthiş bir ders ve muttakiler için bir mev’iza [nasihat, öğüt] kıldık. (Bakara/66)

Artık eğer onlar, yine yüz çevirirlerse hemen de ki: “Ben sizi Âd ve Semûd'un yıldırımının benzeri bir yıldırıma karşı uyardım.”
Hani onlara, “Allah’tan başkasına ibadet/ kulluk etmeyin!” diye önlerinden-arkalarından [her yanlarından] elçiler gelmişti. Onlar: “Eğer Rabbimiz isteseydi, kesinlikle melekler indirirdi. Bu yüzden biz kendisiyle gönderilmiş olduğunuz şeyleri kesinlikle inkâr ediyoruz.” dediler. (Fussılet/13,14)

O’na inanmayan kimseler onun [kıyametin] çabuk gelmesini istiyorlar. İnananlar ise ondan korkuyla titrerler ve onun gerçek olduğunu bilirler. İyi bilin ki, saat [kıyamet] hakkında tartışanlar kesinlikle uzak [geri dönüşü olmayan] bir sapıklık içindedirler. (Şura/18)

Âd’ın içinde de … Hani Biz onların üzerine, üzerine uğradığı her şeyi bırakmayan, sadece onu kül gibi dağıtan, sonsuz bırakan bir rüzgâr göndermiştik. (Zariyat/42)

27, 28- Kesinlikle, Biz kendi kıyınızda bulunan memleketleri helâk ettik. Ayetleri, onlar dönsünler diye tekrar tekrar açıkladık. Öyleyse Allah’ın astlarından güya O’na yakınlığa vesile edindikleri düzme tanrılar, onların azabını savmaya yardım etmeli değil miydi? Tersine o düzme tanrılar kendilerinden ayrılıp kayboldular. Bu, onların yalanlarıdır, uydurmakta oldukları şeydir.

Mekkeli müşriklere tarihten örnekler verildikten sonra söz yine o kavimlerin helak ediliş nedenine getirilerek geçmişteki bu kavimlerin akıbetlerinden ibret almaları gerektiği mesajı verilmiştir. Kur’an’dan anladığımıza göre, Mekkeliler, kendilerine örnek verilen eski kavimler hakkında bir hayli bilgi ve belgeye sahip idiler.

Ad ve Semûd (kavimlerini de helak ettik). (Bu), onların meskenlerinden [yurtlarından] size besbelli olmuştur. Şeytan onlara kendi işlerini süsledi de onları doğru yoldan alıkoydu. Hâlbuki onlar görüp anlayan kimselerdi. (Ankebut/38)

Ayetteki “kendi kıyınızda bulunan memleketler” ifadesi ile Yemen ve Şam'daki Âd ve Semûd kavimleri kastedilmiştir.
Rabbimiz Mekke müşriklerine uyarı yaparken eski kavimlerin de kendileri gibi sözde ilahları kendilerini Allah’a yaklaştırmaları için edindiklerini açıklamaktadır. Müşriklerin bu kanaati defalarca reddedilmiş ve akıllarını başlarına almaları istenmiştir.

Onlar, Allah'ın astlarından, kendilerine zarar vermeyen ve kendilerine yarar sağlamayan şeylere tapıyorlar ve “Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir" diyorlar. De ki: "Siz Allah'a göklerde ve yerde kendisinin bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz?" Allah, onların ortak koştukları şeylerin hepsinden münezzehtir ve çok yücedir. (Yunus/18)

Dikkatli olun, halis din sadece Allah’a aittir. O’nun astlarından bir takım veliler edinenler: “Onlar [Allah’ın astlarından edindiğimiz veliler] bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsın diye biz onlara tapıyoruz.” [diyorlar]. Şüphesiz kendilerinin ihtilaf edip durdukları şeylerde, onların arasında Allah hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve çok nankörün ta kendisi olan kişilere kılavuzluk etmez. (Zümer/3)

29 - Hani Biz cinlerden Kur’an’ı dinlemek isteyen bir grubu sana yöneltmiştik. Onlar, ona [Kur’an’a] hazır oldukları zaman “Susun!” dediler. Sonra gerçekleşince de [Kur’an’ı dinleyince de] birer uyarıcı olarak kavimlerine döndüler.
30- 32 - Onlar: “Ey kavmimiz! Şüphesiz biz Musa'dan sonra indirilen ve kendisinden öncekileri tasdik eden, hakka ve dosdoğru yola kılavuz olan bir kitap dinledik. Ey kavmimiz! Allah'ın davetçisine icabet edin ve O’na iman edin ki, O [Allah] günahlarınızı bağışlasın ve sizi acı bir azaptan kurtarsın. Her kim Allah'ın davetçisine icabet etmezse, bilsin ki, yeryüzünde Allah'ı aciz bırakacak değildir. Onun için Allah’ın astlarından veliler de yoktur. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içerisindedirler” dediler.

Daha evvel Cinn suresinde kendi istekleriyle Kur’an dinledikleri bildirilen “yabancılar” konusuna bu ayetlerde de kısaca değinilmiştir. Sözü edilen bu “yabancılar”, dinledikleri Kur’an’dan etkilenmişler ve ülkelerine dönünce de kabul ettikleri hak ve hakikati kendi toplumlarına bildirmişlerdir. Ayetler gayet açık olup herhangi bir izahı gerektirmemektedir.
Burada konu edilen cinler ile ilgili olarak klasik kaynaklarda akıl almaz hikâyeler yer almaktadır. Allah’ın izniyle bu konuya ait tespitlerimiz, inancımız sağlam ve katidir. Kısaca hatırlatmak gerekirse, burada konu edilen “cinden bir grup”, Yesrib’den Mekke’ye gelerek gizlice Resulullah ile görüşüp ondan Kur’an dinleyen, sonra da Akabe görüşmelerinin ve hicretin zeminini hazırlayan Yesriblilerdir [Medinelilerdir]. Bu Medineli grubun 30–32. ayetlerde yer alan konuşmasının detayı da yine Cinn suresindedir. Bu nedenle, o konuşmanın mealini vermekle yetiniyor, ayetlerin tahlilinin oradan (Tebyinü’l Kur’an; c.3, s. 187- 250) okunmasını öneriyoruz.
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla