Tekil Mesaj gösterimi
Alt 26. December 2009, 08:29 PM   #4
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

Ve o kimseler [Rahman’ın kulları], yalan yere tanıklık etmezler, boş bir şeye rastladıkları zaman saygınca geçerler. (Furkan/72)
24, 25. ayetlerdeki “Ve onlar [destekçiler], kendi mallarında, isteyen ve mahrumlar [istemekten utanan yoksullar] için belli bir hak olan kimselerdir” ifadesinde yer alan nitelik daha evvel Zariyat suresinde de konu edilmişti:
Şüphesiz takva sahipleri Rablerinin kendilerine verdiği şeyleri almış olarak cennetlerde [bahçelerde] ve pınarlardadırlar. Şüphesiz onlar, bundan önce Muhsinler [iyilik güzellik üretenler] idiler. Onlar geceleyin pek az uyurlardı. Onlar, seherlerde bağışlanma dilerlerdi ve onların mallarında isteyen ve mahrum [isteyemeyen] için bir hak vardı.(Zariyat/15-19)
Mearic suresinde “Musallîn” olarak geçen müminler ve nitelikleri, Zariyat suresinde “Muhsin” olarak nitelenen müttekılerin özellikleriyle benzeşmektedir. (Tebyinü’l-Kur’an; c:7 s: 20- 22) “Musallîn”, “Muhsin” ve “Muttaki” kavramları, birbirlerini anlamca destekleyen, birbirlerini açıklayan ve tamamlayan kavramlardır. Her üçü de müminlerin Allah’a olan saygı ve bağlılıklarını, yerine getirdikleri ahlakî davranış normlarını ifade etmektedir.
Meariç suresinde “müsallîn” olarak nitelenen kimseler, Kur’an’da bazen “müttekiler”, bazen “muhsinler”, bazen “müminler”, bazen de “Rahmanın kulları” nitelemeleriyle yer almıştır. Bu sıfatlar müminler için bir madalya mesabesindedir.
Musallin övülüp cennetlerde safa içinde olacakları bildirildiği gibi, musallinden olmayanların da cehennemin içinde kıvranacakları haber verilmektedir:
Her benlik kazancının karşılığında bir rehindir.
Sağın yâranı hariç.
Bahçelerdedirler. Soruşur dururlar;
Suçlulardan...
“Sizi Sekar'a sürükleyen nedir?”
Dediler ki: “Biz musallînden/destekçilerden [sosyal yardım yapanlardan, sosyal destek sağlayanlardan] değildik.
Miskini de yiyeceklendirmiyorduk.
Ve biz [boşa uğraşanlarla beraber boşa uğraşırdık] dalanlarla birlikte dalar idik.
Ve Din Günü'nü yalanlıyorduk.
Tartışılmaz ve karşı çıkılmaz olan bize gelene kadar.” (Müddessir/38- 47)
36 – 37- Şimdi o inkâr eden kimselere ne oluyor da, sağdan –soldan [her yandan], grup grup boyunlarını uzatarak sana doğru koşuyorlar?
38 - Onlardan her biri, bir nimet cennetine girdirileceğini mi umuyor?
Bu ayetlerde, peygamberimizin davetine, tebliğlerine alaycı bir üslupla karşılık verenler nakledilmektedir.
Bu ayetlerin inişiyle ilgili olarak “Esbab-ı Nüzul” kayıtlarında şöyle bir nakil bulunmaktadır:
Rivayet olunduğuna göre, müşrikler, Hz. Peygamber (s.a.s)]'in etrafında halka halka, grup grup dolaşıyorlar, onu dinliyorlar, dedikleriyle alay ediyor ve "Muhammed'in dediği gibi, bunlar cennete girerse, biz onlardan daha önce gireriz" diyorlardı. İşte bunun üzerine bu ayet nazil oldu. Buna göre, ayetteki “ila” kelimesinin anlamı, "Sana doğru koşuyorlar, boyunlarını sana uzatıyorlar. Gözlerini sana dikiyorlar" demek olur.
Ebû Müslim şöyle der: "Ayetin zahiri, bu kimselerin münafıklar olduğunu göstermektedir. Binaenaleyh, Hz. Peygamber (s.a.s)'in yanında olanlar, bunlardır. Burada bahsedilen koşma ile ise, küfürde yarışma kastedilmiştir. (Razi; el Mefatihu’l Gayb)
Anlaşılan o ki, konumuz olan pasajda tehdit edilip azarlananlar, daha evvel Kalem suresinde değinilmiş olan densizlerdir. Bu densizlere avantadan cennete giremeyecekleri, böyle bir şeyi ummalarının boşa olduğu bildirilmektedir.
Neyiniz var, nasıl hükmediyorsunuz?
Yoksa içinde ders aldığınız şeyler olan size ait bir kitap mı var:
"Siz bu âlemde neyi seçerseniz/beğenirseniz o mutlaka sizin olacak."
Yoksa size karşı kıyamet gününe kadar sürecek üzerimizde yeminler/taahhütler mi var: "Siz her ne hüküm verirseniz mutlaka öyle olacak" diye.
Sor bakalım onlara, içlerinden böyle bir şeye hangisi kefildir/ bunu kim garanti etmektedir?
Yoksa onların ortakları mı var? O halde ortaklarını getirsinler, eğer doğrulardan iseler.
Baldırın çıplak kalacağı [gerçeğin bütün çıplaklığıyla ortaya konulup işin büyümeye başladığı/işin ciddîleştiği] ve secdeye davet edildikleri gün artık güçleri yetmez.
Gözleri yere eğilmiş, kendilerini bir zillet/hor görülme/alçalma sarmış bulunur. Oysa onlar, sağ salim iken de secdeye davet ediliyorlardı.
O halde bu sözü yalanlayanları Bana bırak! Biz onları bilmedikleri yerden yakalayacağız.
Ve Ben, onların iplerini uzatırım, [süre tanır, mühlet veririm], çünkü benim plânım/tuzağım zordur/sağlamdır. (Kalem/36-45)
39 – Hayır… Hayır… Biz, onları bildikleri şeyden yarattık.
40, 41 - Artık hayır. Doğuların ve Batıların Rabbine kasem ederim ki Biz, onların yerine kendilerinden daha hayırlı olanları getirmeye kesinlikle güç yetirenleriz. Ve Biz, önüne geçilenler değiliz.
Bu ayetlerde, o şımarık ikiyüzlü kimselerin inançları, beklentileri reddedilmekte ve “Biz, onların yerine kendilerinden daha hayırlı olanları getirmeye kesinlikle güç yetirenleriz. Ve Biz, önüne geçilenler değiliz” ifadeleriyle tehdit edilmektedirler.
Ayette Rabbimiz kendisini “Doğuların ve Batıların Rabbi” olarak nitelemiş ve bu niteliğini kıyameti koparmaya ve yeniden diriltmeye referans olarak vermiştir. Bununla inkârcılara “Doğuları ve Batıları [tüm yönleri; tüm evreni] Biz yönetiyoruz. Bizim gücümüz sınırsızdır. Gücümüz sınırsız olduğuna ve kimse de bize engel olamayacağına göre, mülkümüzde dilediğimizi yaparız. Sizi de yok eder, sizin yerinize sizden hayırlılarını getiririz” mesajı verilmektedir.
Ve senin Rabbin, Ğanîyy’dir [hiçbir şeye muhtaç değildir], merhamet sahibidir. Sizi, başka kavimlerin soyundan getirdiği gibi, dilerse, sizi de giderir [yok eder] ve sizden sonra yerinize dilediğini halife yapar. (En’am/133)
Onlar dediler ki: “Ey Hud! Bize bir açık kanıt ile gelmedin. Ve biz senin sözünle ilâhlarımızı terk edecek değiliz. Biz sana inananlar da değiliz. Ancak ‘Tanrılarımızdan bazısı seni fena çarpmış’ diyebiliriz.” O [Hud] dedi ki: “Şüphesiz ben Allah’ı şahit tutuyorum, siz de şahit olun ki, ben, Allah’ın astlarından O’na ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. Hadi öyleyse hepiniz bana tuzak kurun, sonra beni hiç bekletmeyin. Şüphesiz ben gerçekten, benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah’a tevekkül ettim. Onun, perçeminden yakalayıp denetlemediği hiçbir dabbeh [hareket eden canlı] yoktur. Şüphesiz ki benim Rabbim dosdoğru bir yol üzerinedir. Buna rağmen yine de sırt çevirirseniz, ben size ne ile gönderilmişsem, işte onu tebliğ ettim. Ve benim Rabbim, sizin yerinize başka bir kavmi halife yapar. Ve siz O’na hiçbir şeyce zarar veremezsiniz. Hiç şüphesiz Rabbim, her şeyi koruyup gözetendir.” (Hud/53-57)
Eğer O [Allah] dilerse sizi giderir ey insanlar! Ve başkalarını getirir. Ve Allah, buna güç yetirendir. (Nisa/133)
Gökleri ve yeryüzünü Allah’ın gerçek ile yarattığını görmedin mi? O dilerse sizi giderir ve yepyeni bir halk/yaratılış getirir. Bu, Allah’a göre zor değildir. (İbrahim/19)
Eğer O dilerse sizi giderir [yok eder] ve yepyeni bir yaratmayı / halkı getirir. Bu, Allah’a hiç güç de değildir. (Fatır/16, 17)
Ayette “Doğu ve Batı’nın …” denilmeyip “Doğuların ve Batıların …” denilmiştir. Bu ifade güneşin her gün farklı noktalardan doğup battığına işaret etmektedir.
Konumuz olan ayetlerin ana eksen ahıretin gerçekleşeceği, Rabbimizin buna muktedir olduğu olgusudur. Rabbimiz sanki “Ben sizleri o nutfeden yaratabildiğime göre, yeniden yaratmaya da haydi haydi kadir olmam gerekir” demek istemiştir.


O, beni yaratandır. Ve bana doğru yolu O gösterir. Ve O, beni yediren, içirenin ta kendisidir. Hastalandığım zaman O bana şifa verir. Ve O, beni öldürecek, sonra beni diriltecektir. Ve O, din günü, hatamı bağışlayacağını umduğumdur. (Şuara/78)
Şüphesiz ki, bu [yukarıda anlatılanlar, Kur'an] bir öğüt vericidir/ düşündürücüdür. Onun için, dileyen Rabbine doğru, bir yol edinir. (Müzzemmil/19)
(O) iki Doğu’nun Rabbi ve iki Batı’nın Rabbidir. (Rahman/17)
Biz sizi hakir bir sudan yaratmadık mı?
Sonra onu belli bir ölçüye/vakte kadar sağlam bir yerin içinde tuttuk.
Demek ki Bizim gücümüz yetti. Ne güzel güç yetirenleriz Biz.
O gün, yalanlayanların vay hâline! (Mürselât/20)
Onun için insan neden yaratılmış olduğuna bir baksın; omurga ile göğüs kemikleri arasından çıkan, atıcı bir sudan başlanarak yaratıldı.
Şüphe yok ki O, bütün sırların meydana çıkarıldığı gün onun geri döndürülmesine güç yetirendir.
Artık onun için ne herhangi bir güç vardır, ne de herhangi bir yardımcı. (Tarık/5-10)
Elbette göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyüktür. Ama insanların çoğu bilmiyorlar. (Mü’min/57)
Onlar, şüphesiz gökleri ve yeryüzünü yaratan ve onları yaratmakla yorulmamış olan Allah’ın ölüleri diriltmeye de kadir olduğunu görmediler mi? Evet şüphesiz ki, O, her şeye gücü yetendir. (Ahkaf/33)
Gökleri ve yeri yaratan, onlar gibilerini de yaratmaya kadir değil midir? Evet [elbette kadirdir]! Ve O çok mükemmel yaratandır, çok iyi bilendir.
Şüphesiz ki O bir şeyi dilediğinde, O’nun buyruğu / işi o şeye “Ol!” demektir; o da hemen oluverir. (Ya Sin/81, 82)
O insan kendisinin kemiklerini asla bir araya toplamayacağımızı mı sanıyor?
Evet, Biz onun parmak uçlarını / tüm organlarını düzenlemeye gücü yetenleriz. (Kıyamet/3, 4)
Peki, bu [bütün bunları yapan] ölüleri diriltmeye kadir [güç yetiren] değil midir? (Kıyamet/40)
Ölümü aranızda Biz takdir ettik Biz. Ve Biz, sizi benzerlerinizle değiştirmemiz ve sizi bilmediğiniz bir şeyde inşa etmemiz üzerine, önüne geçilenler değiliz. (Vakıa/60, 61)
İşte sizler, işte o Allah yolunda infak etmek için çağrılan kimselersiniz. Öyleyken içinizden kiminiz cimrilik ediyor. Kim cimrilik ederse ancak kendi aleyhine cimrilik eder. Allah zengindir, siz ise fakirlersiniz. Eğer siz sırt çevirirseniz O [Allah] yerinize başka bir toplum getirir. Sonra onlar sizin benzerleriniz olmazlar. (Muhammed/38)
42- Sen onları hemen bırak da, vaat edilen günlerine kavuşuncaya dek boşa uğraşsınlar ve oynayadursunlar.
43- O gün onlar, kabirlerinden fırlaya fırlaya çıkarlar. Sanki dikili bir şeye koşuyorlar gibi.
44- Gözleri horluktan aşağı düşmüş ve kendileri zillete bürünmüş bir halde. İşte bu, onların tehdit edilegeldikleri gündür!
Surenin bu son ayetlerinde Resulullah teselli edilmiş ve kendisinden yüzsüz inkârcılarla fazla uğraşmaması istenmiştir.
Kur’an’da müşriklerin o günkü zilletleri ile ilgili birçok sahne nakledilmiştir:
Ve Sur’a üfürülmüştür. Bir de bakmışsın ki onlar kabirlerinden Rablerine doğru akın ediyorlar. (Ya Sin/51)
O hâlde onlardan geri dur [sırt çevir]. O günde Çağırıcı'nın, Nükür’e [bilinmedik, inkâr edilen, yadırganan bir şeye] çağırdığı o günde gözleri düşkün düşkün, o davetçiye hızlıca koşarak kabirlerinden çıkarlar, sanki onlar darmadağın çekirgeler gibidirler. O kâfirler, “Bu, zor bir gündür” derler. (Kamer/6- 8)
Sakın zalimlerin yaptıklarından Allah'ın gafil [duyarsız] olduğunu sanma! Ancak O, onları, başlarını dikerek koşacakları, gözlerin dışa fırlayacağı bir gün için erteliyor. Onların bakışları kendilerine dönmez ve onların gönülleri bomboştur. (İbrahim/42, 43)
Müşriklerin çaresizliğinin ön plana çıkarıldığı “Sanki dikili bir şeye koşuyorlar gibi” ifadesi dikkat çekicidir. Bir yarışçının bitiş noktasındaki işaret taşına koşmasını hatırlatan bu ifadeyle, savaştan veya ticaret yolculuğundan dönen müşriklerin şükür için kendi dikili putlarına doğru aşkla, şevkle koştukları ima edilerek mahşerdeki o dehşet dolu bakışları tasvir edilmektedir.
Allah, doğrusunu en iyi bilendir.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla