Tekil Mesaj gösterimi
Alt 25. April 2009, 09:59 PM   #5
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

22 - De ki: “Allah'ın astlarından yanlış inandığınız kimselere yakarın. Onlar, göklerde ve yeryüzünde zerre ağırlığına malik olmazlar. Onlar için bu ikisinde [gökler ve yeryüzünde] herhangi bir ortaklık yoktur. O’nun için onlardan bir yardımcı da yoktur”.
23 – O’nun nezdinde şefaat, sadece O’nun izin verdiği kimseye fayda verir. Nihayet kalplerinden dehşet giderildiği zaman: "Rabbiniz ne dedi?" derler. Onlar: "Hakkı” derler. Ve O, çok yücedir, çok büyüktür.
24 - De ki: “Sizi göklerden ve yerden kim rızıklandırır?” De ki: “Allah! Ve şüphesiz ya biz, ya da siz kesinlikle bir hidayet üzerindeyiz veya açık bir sapıklık içindeyiz.”
25 - De ki: “Siz bizim yaptığımız günahlardan sorumlu tutulmazsınız. Biz de sizin yapıp durduklarınızdan sorumlu olmayız.”
26 - De ki: “Rabbimiz aramızı bir araya getirecek, sonra da hak hükmü ile aramızı ayıracaktır. Ve O, Fettah’tır, Alîm’dir.
27 - De ki: “O'na ortaklar diye takıştırdıklarınızı bana gösterin bakayım! Hayır, hayır... Bilakis O, Azîz’dir, Hakîm’dir.”

Bu ayet gurubunda, Allah’a ortak olduklarını iddia ettikleri ilahlarını er meydanına çağırmaları için inkârcılara meydan okunmakta, bu inkârcıların inançlarındaki yanlışlıklar ve tutarsızlıklar bir bir ortaya konmaktadır.
Bu bağlamda; müşrikler tarafından Resulullah’a yöneltilen sorulara cevap verilerek bu sözde ortakların yerde ve göklerde zerre kadar ağırlığa malik olmadıkları; Allah’ın onlardan hiçbirini yardımcı ve destekçi edinmedi*ği; şefaatin [yardım ve desteğin] sadece Allah’ın izin verdiği kişilere fayda vereceği; inkârcıların kıyamet günü gerçeği itiraf edecekleri ama bunun hiçbir işe yaramayacağı; aslında rızkı verenin Allah olduğunu kendilerinin de bilip kabul ettikleri, buna rağmen çelişkili davrandıkları hatırlatılmakta ve ahiretin mutlak surette gerçekleşeceği bildirilmektedir.
İnsanlar Allah’a genellikle ilahları ve rableri olduğu için değil, ihtiyaçlarının karşılanması veya sıkıntılarının giderilmesi talebiyle ibadet ve dua ederler. Konumuz olan 22. ayette “De ki: Allah’ın astlarından yanlış inandığınız kimselere yakarın! Onlar, göklerde ve yeryüzünde zerre ağırlığına malik olmazlar. Onlar için bu ikisinde [gökler ve yeryüzünde] herhangi bir ortaklık yoktur. O’nun için onlardan bir yardımcı da yoktur” diye buyrularak zararları Allah’tan başka kimsenin defedemeyeceği inancı oluşturulmak istenmiştir.
Bunu başka bir ayette şöyle görmüştük:

Ve eğer Allah, sana bir zarar dokunduracak olursa, onu O’ndan başka giderecek biri yoktur. Ve eğer sana bir hayır dilerse, o zaman da O’nun fazlını geri çevirecek biri yoktur. O, onu [lütfunu] kullarından dilediğine isabet ettirir. Ve O [Allah] çok yarlıgayıcı, çok merhametlidir. (Yunus/107)

Ve insanlara bir sıkıntı dokununca, Rabb’lerine yönelerek O’na yalvarırlar. Sonra, onlara kendinden bir rahmet tattırınca, bir de bakarsın ki, içlerinden bir gurup, Rabblerine şirk koşarlar. (Rum/33)

O [Allah], geceyi gündüze sokuyor, gündüzü de geceye sokuyor. Güneş’i ve Ay’ı emre amade kılmıştır. Hepsi adı konmuş bir müddet için akıp gidiyor. İşte bu, mülk kendisinin olan sizin Rabbinizdir. O’nun astlarından yakardığınız kimseler bir hurma çekirdeğinin zarına bile sahip olamazlar. Onları çağırırsanız onlar, çağrınızı işitmezler, işitseler bile size cevap veremezler, Kıyamet günü de ortak koştuğunuzu inkâr ederler. Sana her şeyden haberdar olan [Allah] gibi [kimse] haber veremez. (Fâtır/13)
Ve eğer seni yalanladılarsa hemen de ki: “Benim amelim bana, sizin ameliniz de size aittir. Benim yaptıklarımdan siz uzaksınız, ben de sizin yaptıklarınızdan uzağım.” (Yunus/41)

De ki: “Ey kâfirler!
Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibadeti yapmam.
Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibadeti yapmazsınız.
Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibadeti yapıcı değilim.
Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibadeti yapıcı değilsiniz.
Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.” (Kâfirûn/1-6)

Ve Saat’in dikildiği günde, işte o gün ayrılırlar.
Şimdi iman etmiş ve salihatı işlemiş kimselere gelince, artık onlar bir bahçe içinde neşelendirilirler.
Şu küfredenlere, ayetlerimizi ve ahiret buluşmasını yalanlayanlara gelince, işte onlar azap içinde hazır bulundurulurlar. (Rûm/14- 16)

22. ayette konu edilen “sözde ilah”ların neler olduğu ise başka ayetlerde bildirilmektedir: Bunlar azizler, bilginler, rahipler, hahamlar, Meryem oğlu Mesih ve bu nitelik verilen şeylerdir. İnsanı insana kul eden herkes bu kavramın kapsamına girmektedir. Hatta hür*metine Allah’a yalvarıp durulan türbeler ve yatırlar da bunun içine girerler. Toplumumuzda birçok kimseden “Falanca türbeye gittim, filanca hazretlerine yalvardım, adakta bulundum, çocuğum oldu, kızım kocaya gitti, borçlardan, sıkıntılardan kurtuldum” şeklinde sözler duyulduğu herkesin malumudur.

İşte onlar [ilâh olduğunu iddia ettiğiniz şeyler]; hangisi Rabblerine daha yakın olmak için vesile arayarak yalvaran ve O'nun merhametini uman ve O’nun azabından korkan kimselerdir. Gerçekten senin Rabbinin azabı korkunçtur. (İsra/57)

Onlar, Allah’ın astlarından bilginlerini, rahiplerini ve Meryem oğlu İsa’yı kendilerine Rabler edindiler.. Oysa onlar sadece bir tek olan İlah’a ibadet etmekle emrolunmuşlardı. Allah'tan başka ilâh diye bir şey yoktur. O, müşriklerin ortak koştuğu şeylerden de münezzehtir. (Tövbe/31)

25. ayette konu edilen “Siz bizim yaptığımız günahlardan sorumlu tutulmazsınız. Biz de sizin yapıp durduklarınızdan sorumlu olmayız” şeklindeki ifade daha evvel İsra/15’te de geçmişti.

Kim doğru yolu bulursa sırf kendi iyiliği için doğru yolu bulmuştur. Kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapmış olur. Ve hiçbir yük taşıyıcı başkasının yükünü çekmez. Ve Biz bir peygamber göndermedikçe, azap ediciler olmadık. (İsra/15)

Pasajın tamamı dikkate alındığında, Allah’a kulluk ve ibadetin ille de ihtiyaçların karşılanması veya sıkıntılardan kurtulmak için değil, O’nun ilahlığı ve rabbliği gereği yapılmasına dikkat çekilmiştir.

28- Ve Biz seni ancak bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; velâkin insanların çoğu bilmiyorlar.

Müşrikler için yaptırılan açıklamalardan sonra teselli ve motive edilmek için peygamberimize “Biz seni ancak bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; velâkin insanların çoğu bilmiyorlar” diye hitap edilmiş ve onun sadece yaşadığı kente ve yaşadığı çağın insanlarına değil, kıyamete kadar tüm insanlığa elçi olduğu bir kez daha vurgulanmıştır. Burada vurgu Resulullah’ın kendi zatına olmayıp görevinedir:

De ki: “Ey insanlar! Şüphesiz ben, göklerin ve yerin mülkü Kendisinin olan, Kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan, hem dirilten hem öldüren Allah'ın, size, hepinize gönderdiği elçiyim. O hâlde doğru yolu bulmanız için Allah'a ve O'nun sözlerine iman eden, Ümmî Peygamber olan Elçisi'ne iman edin ve o'na uyun.” (A’raf/158)

Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik. (Enbiya/107)

De ki: “Tanıklık bakımından hangi şey daha büyüktür?”. De ki: “Benimle sizin aranızda Allah tanıktır. Ve sizi ve ulaşan herkesi kendisiyle uyarayım diye bana bu Kur'ân vahyolundu. Allah’la beraber gerçekten başka ilâhlar olduğuna siz gerçekten tanıklık eder misiniz?” De ki: “Ben etmem”. De ki: “O, ancak ve ancak bir tek ilâhtır ve kesinlikle ben, sizin ortak tuttuğunuz şeylerden uzağım.” (En’am/19)

Âlemlere uyarıcı olsun diye, kuluna Furkan’ı [Ayırıcı’yı] indiren ne cömerttir [ne bol nimet verendir]! (Furkan/1)

Sen şiddetle arzulasan da, insanların çoğu iman ediciler değildir. (Yusuf/103)

İşte böylece Biz kentlerin anasını ve onun kıyısındaki kişileri uyarasın ve kendisinde hiç şüphe olmayan toplanma günü ile uyarasın diye sana Arapça bir Kur'ân vahyettik. Bir grup cennettedir, bir grup da cehennemdedir. (Şura/7)

Yüce Allah, elçisini, insanlara teşvik olsun diye müjde vermesi, tedbirli olsunlar diye uyarı yapması için göndermiştir:

Ey peygamber! Şüphesiz Biz seni, bir şahit, bir müjdeci, bir uyarıcı, kendi izniyle Allah'a bir davetçi ve ışık saçan bir kandil olarak gönderdik [elçi yaptık]. Sen de inananlara, şüphesiz kendileri için Allah’tan büyük bir lütuf olduğunu müjdele. Kâfirlere, münafıklara itaat da etme, onların ezalarını bırak. Ve sen Allah'a tevekkül et. Vekil olarak da Allah yeter. (Ahzab/45-48)

De ki: “Ben kendim için Allah'ın dilediğinden başka ne bir menfaat elde etmeye, ne de bir zararı önlemeye malik değilim. Ben eğer gaybı bilseydim, elbette ben hayırdan çoğaltmak isterdim. Ve bana hiçbir kötülük bulaşmamıştır. Ben ancak bir uyarıcı ve iman eden bir kavme müjdeleyenim.” (A’raf/188)

Ve Biz, seslendiğimiz zaman, Tur’un [dağın] yanında da değildin. Bilakis senden önce kendilerine uyarıcı [peygamber] gelmeyen bir kavmi uyarman için ve kendi ellerinin yaptıklarından dolayı başlarına bir musibet geldiğinde hemen, “Rabbimiz! Ne olurdu bize bir peygamber gönderseydin de, ayetlerine uysak ve müminlerden olsak” diyemesinler, onlar öğüt alsınlar diye Rabbinden bir rahmet olarak… [orada geçenleri sana bildirdik, seni elçi olarak gönderdik]. (Kasas/46)

Şüphesiz Biz seni hakk ile bir müjdeci, bir uyarıcı olarak gönderdik [elçi yaptık]. Her ümmetin de içinde bir uyarıcı mutlaka gelip geçmiştir. (Fâtır/24)

Ve Biz onlara öyle ders görecekleri kitaplardan vermedik. Kendilerine senden önce bir uyarıcı göndermedik de. (Sebe'/44)

Babaları uyarılmamış bu yüzden de kendileri gafil [duyarsız] bir kavmi kendisiyle uyarasın diye Aziz [çok güçlü], Rahîm’in [çok merhametlinin] indirdiği çok hikmetli Kur’an’a ant olsun ki sen, o gönderilenlerdensin [elçilerdensin], hiç şüphesiz sen dosdoğru bir yol üzerinesin. (Ya Sin/2- 6)

29- Ve onlar “Eğer siz doğrulardan iseniz bu vaat ettiğiniz ne zaman?” derler.
30- De ki: “Size günün miadı [belirlenmiş zamanı] vardır ki, ondan ne bir saat geri kalabilirsiniz, ne de ileri geçebilirsiniz.”

Bu ayetlerde Mekkeli müşriklerin “Bu vaat edilen [tehdit; dirilme, haşr, yargılama ve cezalandırma] ne zaman?” şeklindeki sorularına karşılık verilmektedir. Müşrikler vahiyle bildirilen kıyamet olgusunu sık sık gündeme getirir ve onun ne zaman gerçekleşeceğini öğrenmek isterlerdi. Rabbimiz bu sorularına karşılık vermekle beraber kıyametin zamanını gizleyerek onun gerçekleşme zamanının müşriklerin arzularına göre olmadığını, bu zamanın belli olduğunu, geciktirilmesinin veya erkene alınmasının söz konusu olmadığını bildirmektedir.

Sana, Saat'ten soruyorlar: “Ne zaman gelip çatacak?” De ki: “Onun bilgisi yalnızca Rabbimin katındadır. Onun vaktini Kendisinden başkası açıklayamaz. Göklerde ve yerde ağır basmıştır. O size ansızın gelir.” Sanki sen onu çok iyi biliyormuşsun gibi onu sana soruyorlar. De ki: “Onun bilgisi Allah katındadır. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (A’raf/187)

O’na inanmayan kimseler onun [kıyametin] çabuk gelmesini istiyorlar. İnananlar ise ondan korkuyla titrerler ve onun gerçek olduğunu bilirler. İyi bilin ki, saat [kıyamet] hakkında tartışanlar kesinlikle uzak [geri dönüşü olmayan] bir sapıklık içindedirler. (Şûra/18)

Ve eğer yeryüzündekilerin çoğunluğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Çünkü onlar sadece “zann”a uyuyorlar ve sadece saçmalıyorlar. (En’am/116)

O’na inanmayan kimseler onun [kıyametin] çabuk gelmesini istiyorlar. İnananlar ise ondan korkuyla titrerler ve onun gerçek olduğunu bilirler. İyi bilin ki, saat [kıyamet] hakkında tartışanlar kesinlikle uzak [geri dönüşü olmayan] bir sapıklık içindedirler. (Şura/18)

Günahlarınızdan sizi yarlıgasın ve sizi adı konmuş bir ecele [vadeye kadar ertelesin. Kuşkusuz Allah’ın eceli [takdir ettiği vade] gelince ertelenmez. Eğer bilseydiniz. (Nuh/4)

Ve Biz onu sadece belli bir süreye kadar erteliyoruz.
O gün geldiğinde O’nun [Allah’ın] izni olmadan hiç kimse konuşmaz. İşte o gün onlardan [insanlardan] bir kısmı bedbaht ve [bir kısmı da] mutludur. (Hud/104- 105)

31- Ve şu, inkâr eden kimseler, “Biz kesin olarak bu Kur’an’a inanmayız, ondan öncekine de...” dediler. Sen o zulmedenleri, Rableri huzurunda tutuklanmış, sözü bazısının bazısına geri çevirdiğini bir görsen! Za’fa uğratılan kimseler, büyüklük taslayan kimselere, “Eğer sizler olmasaydınız, kesinlikle bizler mü'minler olurduk” diyecekler.
32 - Büyüklük taslayan kimseler, zayıf düşürülen kimselere: “Size kılavuz geldikten sonra, sizi ondan biz mi çevirdik? Bilakis, siz kendiniz suçlular oldunuz” derler.
33 - O zayıf düşürülen kimseler de o büyüklük taslayan kimselere: “Bilakis gecenin ve gündüzün tuzağı! Siz bize Allah’ı inkâr etmemizi ve O’na bir takım eşler kılmamızı emrediyordunuz” derler. Bunlar azabı gördükleri zaman pişmanlıklarını gizleyeceklerdir. Biz de o küfretmiş olan kimselerin boyunlarına demir halkalar geçirmişizdir. Onlar sadece yapmış olduklarının karşılığını görüyorlar.

Bu ayetlerde Kur’an’a ve Allah’ın ondan evvel gönderdiği kitaplara inanmayanların ahiretteki halleri nakledilmektedir. Burada konu edilen kâfirler, öncelikle Mekkeli müşrikler olmakla beraber, ayetlerin mesajı tüm zamanların ve mekânların kâfirlerini de kapsamı içerisine almaktadır. Ahirete ilişkin bir sahneyle verilen bu mesaj, inkârcıların azabı görür görmez birbirlerini suçlayacakları şeklindedir.
Bu ahiret sahnesinde iki insan tipine yer verilmiştir: Bunlardan birincisi, zayıf düşürülüp güçlü sayılanlara uyan [Liderlerine, başkanlarına, yönetici ve ulularına körü körüne tabi olan ve onlara karşı hiçbir nasihatçiyi dinlemeye hazır olmayan sıradan] kimselerdir. İkincisi ise kendi güçlülüklerine, büyüklüklerine inanmış önder, öncü kimselerdir.
Zayıf düşürülmüş olanlar, büyüklük taslayanlara:
“Eğer sizler olmasaydınız, kesinlikle bizler mü'minler olurduk” derler.
Büyüklük taslayanlar da zayıf düşürülmüşlere:
“Size kılavuz geldikten sonra, sizi ondan biz mi çevirdik? Bilakis, siz kendiniz suçlular oldunuz” derler.
Büyüklük taslayanların bu mazeretini şöyle yorumlayabiliriz: Onlar, suçu kendilerine yıkmaya çalışan sözde zayıf düşürülmüşlere itiraz edip kendilerinin işin bahanesi olduğunu, aslında diğerlerinin inançları ve yaşam tarzları konusunda etkili olmadıklarını dile getirmektedirler.
Zayıf düşürülenler ise“Bilakis gecenin ve gündüzün tuzağı! Siz bize Allah’ı inkâr etmemizi ve O’na bir takım eşler kılmamızı emrediyordunuz” diyerek onları suçlamaya devam etmektedirler.
Ahirette liderler ile onlara tabi olanlar arasında geçeceği belirtilen tartışmalara birçok surede yer verilmiştir:

(Allah onlara) “Sizden önce geçmiş cinn ve insden [tanıdığınız- tanımadığınız] ateş içindeki ümmetlerin [toplumların] içine girin!” dedi [der]. Her toplum girdikçe kardeşine lânet etti [eder]. Nihayet hepsi oraya toplandığında, sonrakiler öncekiler hakkında, “Rabbimiz! İşte şunlar bizi saptırdı. Onlara ateşten kat kat azap ver” dediler [derler]. (Allah) “Herkese kat kattır, fakat siz bilmiyorsunuz” dedi [der].
Öncekiler de sonrakilere, “Sizin bize karşı fazlalığınız yoktur. O hâlde yaptıklarınızdan dolayı azabı tadın” dediler [derler]. (A’raf/38, 39)

Onlar, toplu olarak Allah için ortaya çıktılar. Sonra da zayıf olan kişiler, büyüklük taslayan kişilere: " Şüphesiz bizler, sizlere uyan kimseler idik. Peki şimdi siz, Allah'ın azabından bir şeyi bizden savar mısınız?" dediler. Onlar: "Allah, bize kılavuz olsaydı biz kesinlikle size kılavuz olurduk. Bizler sızlansak ya da sabretsek birdir. Bizim için kaçacak herhangi bir yer yoktur” dediler. (İbrahim/21)

Haklarında Söz gerçekleşen kimseler; “Rabbimiz! İşte bunlar bizim azdırdığımız kimselerdir. Biz nasıl azmışsak, işte bunları da öylece biz azdırdık. Biz Sana karşı uzak olduk. Onlar sadece bizlere tapmıyorlardı” derler. (Kasas/63)

O gün yüzleri ateş içinde çevrilirken “Ah keşke Allah’a itaat etseydik ve Elçi’ye itaat etseydik!” derler.
Ve dediler ki: “Ey Rabbimiz! Biz efendilerimize ve büyüklerimize itaat ettik de bizi onlar yoldan saptırdılar. Ey Rabbimiz! Onlara azaptan iki kat ver ve kendilerini büyük bir lânet ile lânetle.” (Ahzab/66- 68)

Ve ateş içinde tartışırlarken, zayıf olanlar, büyüklük taslayanlara: “Şüphesiz bizler size uyan kimseler idik. Şimdi siz bizden, ateşten bir bölümü savabiliyor musunuz?" derler.
Büyüklük taslayanlar: “Şüphesiz hep onun içindeyiz. Şüphesiz Allah, kullar arasında hükmünü vermiştir” dediler. (Mümin/47, 48)

Müstaz’aflık bir mazeret değildir. Allah’ın arzı geniştir:
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
hiiic (4. November 2010)