Tekil Mesaj gösterimi
Alt 15. August 2009, 02:34 PM   #14
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

O dedi ki: “Kim zalimlik ederse muhakkak ona azap edeceğiz; Sonra Rabbine geri döndürülecek, sonra O, da onu görülmemiş bir azapla azaplandırır. Amma her kim de iman eder ve salihi işlerse artık buna da en güzel karşılık vardır. Ve Biz onun için emrimizden kolay olanı söyleyeceğiz.” (Kehf/87, 88)
Göklerin ve yerin mirası Allah'ın olmasına rağmen neden siz Allah yolunda harcamıyorsunuz? Sizden, fetihten önce harcayan ve savaşan kimse eşit olmaz. Onlar derece bakımından, sonradan infak eden ve savaşan kimselerden daha büyüktür. Bununla beraber Allah hepsine de “En güzel”i vaad etmiştir. Ve Allah yaptıklarınızdan haberdardır. (Hadid/10)
İşte bu [bilgeleşmiş, bilinçlenmiş kimseler], vaadolunup durdukları doğru bir vaad olarak ve onlar zulmedilmeden, O’nun [Allah], onlara amellerini tam olarak ödemesi için kendilerinden, yaptıklarının en güzelini kabul edeceğimiz ve cennet asahabı içinde kötülüklerden koruyacağımız kimselerdir. (Ahkaf/16)
İyiliğin karşılığı, yalnızca iyilik değil midir? (Rahman/60)
104 – Biz, göğü, kitapların dürüldüğü gibi dürdüğümüz zaman, yaratmaya ilk başladığımız gibi -katımızdan verilmiş bir söz olarak- onu iade edeceğiz [yeniden var edeceğiz]. Şüphesiz Biz yapanlarız.
Bu ayette Rabbimiz kıyameti koparma ve insanları mahşerde yaptıklarıyla karşılıklandırma konusundaki kararlılığını ve kıyametin nasıl gerçekleşeceğini farklı bir benzetme ile anlatmaktadır. Gök, kitap dürülür gibi dürülecektir. Bu benzetmede işin Allah için çok kolay olduğu vurgusu söz konusudur.
Ayetteki “kitap” sözcüğünü elimizdeki sayfalardan, yapraklardan oluşan bu günkü ciltlenmiş bir kitap olarak değil, açıp okundukta sonra dürülüp bükülen, katlanan bir papirüs, parşömen olarak düşünmeliyiz. Bu ayet indiği zaman bu günkü şekliyle bilinen ciltli kitaplar henüz yoktu.
Yerler, gökler Allah’ın kontrolündedir. Onların yıkımı ve yeniden yapımı Allah için çok kolaydır.
Onlar, Allah'ın yaratmayı nasıl başlattığını, sonra da bunu tekrarladığını da mı görmediler? Şüphesiz bu, Allah'a göre çok kolaydır. (Ankebut/19)
Gerçekten Biz, evet Biz, hayat veririz ve öldürürüz. Dönüş de yalnız Bizedir.
O gün yer onlardan çabuk yarılır. İşte bu, sadece Bize kolay bir haşrdır [toplamadır]. (Kaf/44)
Şu inkar eden kimseler, katiyyen diriltilmeyeceklerine yanlışça inandılar. De ki: “Aksine, Rabbim’e kasem olsun ki kesinlikle diriltileceksiniz, sonra kesinlikle yapmış olduğunuz şeyler size haber verilecektir. Ve bu, Allah'a göre çok kolaydır.” (Teğabün/7)
Ve göklerin ve yerin gaybı sadece Allah’a aittir. Saatin emri [kıyametin koparılması] de yalnızca göz açıp kapama gibidir, veya o, daha yakındır. Şüphesiz Allah her şeye güç yetirendir. (Nahl/77)
Şüphesiz ki, Biz her şeyi; evet onu [her şeyi] bir kader [ölçü, ayar] ile yarattık.
Ve buyruğumuz, ancak, göz kırpması gibi bir tekdir.
Ve and olsun Biz, sizin benzerlerinizi helâk ettik. O hâlde var mı bir düşünen?
Ve onların işledikleri her şey, yazıtlardadır [kayıtlardadır, kitaplardadır].
Küçüğün, büyüğün, hepsi satır satır yazılmıştır. (Kamer/50)
Ve onlar Allah'ı hakkıyla takdir etmediler. Ve yeryüzü, kıyamet günü O'nun avucundadır. Gökler de O’nun sağ eliyle [kudretiyle] dürülmüştür. O, onların ortak koştuklarından münezzeh ve çok yücedir. (Zümer/67)
O gün, Allah’ın her benliği kazandığı ile karşılıklandırması için, yeryüzü bir başka yeryüzüyle değiştirilecek, gökler de. Ve onlar, Bir ve gücüne karşı durulmaz olan Allah için ortaya çıkacaklardır. O gün, suçluları zincire vurulmuş olarak görürsün. Onların gömlekleri katrandandır, yüzlerini de ateş kaplayacaktır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. (İbrahim/48- 51)
105 – Ve ant olsun ki Biz, Zikir’den [Tevrat’tan] sonra, Zebûr'da da ‘Şüphesiz yeryüzüne ancak Benim salih kullarımın mirasçı olacak’ yazdık.
106 - Şüphesiz bunda [Kur'ân'da] kulluk eden toplum için kesinlikle bir ulaşma [iletilen mesaj] vardır.
Bu ayet gurubunda insanlığa çok önemli bir mesaj verilmektedir: İnsanlara geçmiş kitaplarda da tıpkı Kur’an’da olduğu gibi “Arza salih kulların mirasçı olacakları” yazılıydı.
“Zebur” ile “kitap” aynı şeylerdir. Bundan dolayı Tevrat'a da, İncil'e de, Zebur’a ve Kur’an’a da denilebi­lir. Paragraftan anlaşıldığına göre, burada konu edilen “Zebur”, Davud'a (as) verilen Zebur'dur. Zikir'den kasıt da Mu­sa’ya (as) indirilen Tevrat'tır.
Mirasçı “son sahip” demek olduğundan, Rabbimiz verdiği nimeti geri almayacağını ifade buyurmaktadır.
Ayette “salih kullar”ın varis olacakları “arz”, hem cennet hem de dünya olarak anlaşılabilir.
Onlar da: "Bize vaadini doğru çıkaran ve bizi bu arza vâris kılan ve cennette bizi istediğimiz yerde konup göçürten o Allah’a hamdolsun” dediler. –İşte, çalışanların ödülü ne güzeldir!- (Zümer/74)
İşte onlar, içinde temelli kalacakları Firdevs cennetine varis olan varislerin ta kendileridir. (Mü’minun/10, 11)
Allah, sizlerden iman etmiş ve salihatı işlemiş olan kimselere, kendilerinden öncekileri halifeler kıldığı gibi, yeryüzünde onları da halife kılacağını [başkalarının yerine geçireceğini], onlar için beğenip seçtiği dini onlar için kesinlikle tutunduracağını ve korkularından sonra, onları kesinlikle güvene değiştireceğini vaat etti. Onlar Bana kulluk ederler, Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Bundan sonra da kim inkâr ederse, artık işte onlar, yoldan çıkanların ta kendileridir. (Nur/55)
Musa, kavmine dedi ki: “Allah'ın yardımını isteyin ve sabredin. Şüphesiz ki yeryüzü Allah'ındır. Kullarından dilediğini ona mirasçı kılar. Akıbet [mutlu son] de muttakiler içindir.” (A’raf/128)
O zaafa uğratıla gelmiş olan kavmi de bereketlendirdiğimiz yerin doğularına, batılarına [her tarafına] mirasçı yaptık. Ve böylece Rabbinin, İsrâîloğulları'na olan o pek güzel sözü, sabırları yüzünden tamam oldu [yerine geldi]. Biz de Firavun ile kavminin yapa geldikleri sınaî eserlerini ve yükseltmekte oldukları şeyleri yerle bir ettik. (A’raf/137)
107- Biz seni de ancak, âlemler için bir rahmet olarak/ rahmet için gönderdik.


Rabbimiz yukarıda insanları uyarmak amacı ile geçmişte insanlığa gönderdiği elçilerini bildirmişti. Bu ayette ise o açıklamalarının devamı mahiyetinde Resulullah’ın gönderiliş hikmetini açıklamaktadır. Rabbimiz son peygamberini âlemlere “bir rahmet olarak/ rahmet için” için gönderdiğini beyan etmektedir. Zira Muhammed’in (as) elçi yapılışı ile insanlık gafletten uyandırılmış, hakla bâtılı ayıran gerçek bilgi indirilmiş ve tüm dünya uyarılmıştır. Bu ayetle ayrıca Resulullah hakkında “Bu adam aramıza fesat tohumları ekti, milleti birbirine düşürdü, aileleri parçaladı” diye düşünen, peygamberimizi bir bela ve felaket olarak kabul eden müşrikler de uyarılmaktadır. Onlara “Resulullah sizin için bir bela değil, bir rahmettir” mesajı verilmektedir.
Nitekim müşriklere bazı ayetlerde şöyle denilmiştir:
Rabbin, kendilerine ayetlerimizi okuyan bir peygamberi anakente göndermedikçe, memleketleri helâk edici değildir. Zaten Biz, halkı zalim olmayan memleketleri helâk edici değiliz. (Kasas/59)
İşte bu; Rabbinin, halkı gafil iken ülkeleri zulüm ile helak edici olmayışıdır. (En’am/131)
İşte böylece Biz kentlerin anasını ve onun kıyısındaki kişileri uyarasın ve kendisinde hiç şüphe olmayan toplanma günü ile uyarasın diye sana Arapça bir Kur'ân vahyettik. Bir grup cennettedir, bir grup da cehennemdedir. (Şura/7)
Bir vakit de, “Ey Allah’ım, eğer bu Senin katından gelmiş bir hak/gerçek ise, hiç durma üstümüze gökten taşlar yağdır veya bize çok acı veren bir azap ver” demişlerdi.
Hâlbuki sen içlerinde iken Allah, onlara azap edecek değildi. İstiğfar ettikleri sürece de Allah onlara azap edici değildir. (Enfal/32, 33):
Ayetteki “ رحمةrahmet” sözcüğünün “ رحمةًrahmeten” şeklinde gelişi nedeniyle ayet teknik olarak iki şekilde anlaşılabilir:
1- “Rahmeten” sözcüğü “Hal” makamındadır; buna göre anlam “Biz seni de ancak âlemler için bir rahmet olarak gönderdik” şeklindedir.
2- “Rahmeten sözcüğü “mef’ulun leh” makamındadır. Buna göre ayetin anlamı, “Biz seni de ancak âlemlere rahmet için gönderdik” şeklindedir.
Rabbimiz Kullarına rahmeti kendi üzerine borç kabul etmiş ve insanları zulümden, kargaşadan, sıkıntıdan kurtarmak; mutlu ve müreffeh bir hayat yaşamaları için elçi göndermiş, kitap indirmiştir.
Ve ayetlerimize inanan kimseler sana geldikleri zaman hemen: “Selam olsun size! Rabbiniz rahmeti kendi üzerine yazdı. Şüphesiz sizden her kim bilmeyerek bir kötülük işleyip de sonra arkasından tövbe eder ve düzeltirse; şüphesiz ki O [Allah], Gafur’dur, Rahîm’dir” de! (En’am/54)
Doğruya ve güzele hidayet etmek sadece bizim üzerimizedir. (Leyl/12)
Yolun doğrusu yalnızca Allah üzerinedir [Allah’a borçtur]. Onun [Yolun] eğrisi de vardır. Ve eğer O [Allah] dileseydi, size topluca hidayet ederdi.
Rahmet olan elçiye kulak verenler de dünya ve ahirette Allah’ın rahmetine ve nimetlerine mazhar olmuşlardır. (Nahl/9)
Mûsâ, kavmine dedi ki: “Allah'ın yardımını isteyin ve sabredin. Şüphesiz ki yeryüzü Allah'ındır. Kullarından dilediğini ona mirasçı kılar. Âkıbet [mutlu son] de muttakîler içindir.” (A’raf/128)
Şüphesiz Biz elçilerimize ve iman etmiş kişilere şu basit yaşamda ve şahitlerin kalktığı [şahitlik edecekleri] günde [kıyamette] kesinlikle yardım ederiz. (Mü’min/51)
108 - De ki, “Bana ‘İlâhınız ancak tek bir ilâhtır’ diye vahyolunuyor. Şimdi siz müslümanlar mısınız?"
109 – 111- Buna rağmen eğer yüz çevirirlerse: “Size dosdoğru / eşit [tarafsız]olarak açıkladım ve tehdit olunduğunuz şey yakın mı, uzak mı bilmiyorum. Şüphesiz O [Allah], sözden açığa vurulanı bilir, gizlediğiniz şeyleri de bilir. Ve ‘belki bu gecikme sizi denemek ve bir süreye kadar faydalandırmak içindir’ ben bilmiyorum” de.
Müşriklere yapılan bunca uyarı ve elçilik misyonu ile ilgili açıklamalardan sonra Rabbimiz elçisine “Bana ‘İlâhınız ancak tek bir ilâhtır’ diye vahyolunuyor. Şimdi siz müslümanlar mısınız?” demesini emretmiştir. Bu uyarıya rağmen yüz dönerlerse “Size dosdoğru / eşit [tarafsız]olarak açıkladım ve tehdit olunduğunuz şey yakın mı, uzak mı bilmiyorum. Şüphesiz O [Allah], sözden açığa vurulanı bilir, gizlediğiniz şeyleri de bilir. Ve ‘belki bu gecikme sizi denemek ve bir süreye kadar faydalandırmak içindir’, ben bilmiyorum” demesini, yani verilecek cezanın şeklini ve zamanını kendisinin bilmediğini söylemesini emretmiştir.
Daha evvel Hud peygambere de yüz dönülmüş ve Rabbimiz ona da aynı mesajı iletmesini emretmiş idi:
(Onlar da) dediler ki: “Demek sen Allah'a; tek olarak [başkasını karıştırmadan] kulluk edelim ve atalarımızın kulluk ettiklerini bırakalım diye mi bize geldin? Eğer doğrulardan isen, bizi tehdit ettiğin şeyi bize getir!”
(Hûd) dedi ki: “Artık size Rabbinizden bir azap ve bir hışım inmiştir. Hakklarında Allah'ın hiç bir delil indirmediği, sadece sizin ve atalarınızın taktığı isimler hakkında mı benimle tartışıyorsunuz? Bekleyin öyleyse, şüphesiz ben de sizinle birlikte bekleyenlerdenim!” (A’raf/70, 71)
112 – De ki: “Rabbim! Aramızda gerçekle hükmet” ve “Bizim Rabbimiz, o Rahman’dır, sizin nitelemeleriniz üzerine yardımı istenendir.”
Surenin son ayetinde, Rabbimiz, elçisine “Rabbim! Aramızda gerçekle hükmet” ve “Bizim Rabbimiz, o Rahman’dır, sizin nitelemeleriniz üzerine yardımı istenendir” demesini emretmiştir. Böylece hem Resulullah’ın hem de insanların tevhidden şaşmamaları, Allah adına yalandan uzak durmaları istenmiştir.
Aynı isteği Şuayb peygamberde de görüyoruz:
Kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler dediler ki: “Ey Şu‘ayb! Ya seni ve seninle beraber inananları kentimizden muhakkak çıkarırız, ya da bizim milletimize dönersiniz!” [Şu‘ayb da] dedi ki: “İstemesek de mi! Allah bizi ondan kurtardıktan sonra tekrar sizin milletinize dönersek, kesinlikle Allah'a karşı yalan uydurmuş oluruz. Rabbimiz Allah'ın dilemesi hariç ona geri dönmemiz bizim için olacak şey değildir. Rabbimiz ilmi ile her şeyi kuşatmıştır. Biz sadece Allah'a güvenip dayandık.” –Ey Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında hakk ile hükmet. Çünkü Sen hükmedenlerin en hayırlısısın!– (A’raf/88, 89)
Ve eğer seni yalanladılarsa hemen de ki: “Benim amelim bana, sizin ameliniz de size aittir. Benim yaptıklarımdan siz uzaksınız, ben de sizin yaptıklarınızdan uzağım.” (Yunus/41)
112. ayetin başındaki “ قالkale [dedi]” sözcüğü, surenin 4. ayetinde açıkladığımız üzere “ قلkul” diye de okunmuştur. Zaten ilk Mushaflarda da “ قلkul” şeklindedir. “ قلKul” şeklindeki kıraat, anlam olarak pasaja daha uygundur. Biz de o nedenle sözcüğü “de ki” diye çevirmiş bulunuyoruz.
Allah doğrusunu en iyi bilendir.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla