Tekil Mesaj gösterimi
Alt 7. February 2013, 10:27 PM   #25
sevginur
Uzman Üye
 
sevginur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 386 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 22
sevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud of
Standart

sevgili arkadaşlar vakıada geçen sağ sol kelimeleri hangi ayetlerde nasıl geçiyor neden sağ sol kavramı konumuş kuranda diye netten araştırırken Sayın murat kayacan' yazını okudum sizlerle paylaşmak istedim ve bu konun zekat konusunada nasıl örtüştüğünü fark ettim mlesef bilgisyarımdaki arıza yüzünden sık sık donuyor daha sonra sorularım olacak inşALLAH
Birde okadar heyecanlıyımki iman konusundada sağ sol olarak düşündüğümde sanki kavramlar ögrendikçe aklımızı zihnimize çığır açtırıyor
Sağ(cılık) ve Sol(culuk) Kavramları ile Bu Kavramların Kur'an Meallerindeki Kullanımları


ÖZET

Bu çalışma sağın ve solun kaynağını sergilemek, her iki kavrama İslam Dünyasında ve özelde Türkiye’de yaklaşımları ortaya koymak, aynı zamanda da Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da her ikisine yüklenen anlamı tasvir etmek amacındadır. Ayrıca hedefimiz, birtakım Türkçe meal sahipleri tarafından “sağcı” ve “solcu” olarak tercüme edilen Ashâbu’l-meymene, Ashâbu’l-yemîn, Ashâbu’l-meş’eme ve Ashâbu’ş-şimâl gibi Kur’anî kavramların günümüzdeki sağcılık ve solculuk ile ilişkisinin olup olmadığını ortaya koymaktır.

Anahtar kelimeler: Sağ(cılık), sol(culuk), Ashâbu’l-meymene, Ashâbu’l-yemîn, Ashâbu’l-meş’eme, Ashâbu’ş-şimâl


RIGHT(ISM) LEFT(ISM) and THEIR USAGE IN QURAN TRANSLATIONS

This paper tries to describe the origin of “right” and “left”, some of the approaches to them in the Muslim world especially in Turkey as well as the approaches of the Torah, the Gospel and the Quran to these concepts. It attempts to discover whether there is a relationship between them and Quranic concepts such as Ashâb al maymana, Ashâb al yameen, Ashâb al mashama and Ashâb al shimaal which have been translated by few Muslim Turkish Quran translators as “rightists” and “leftists.”

Keywords: right(ism), left(ism), Ashâb al maymana, Ashâb al yameen, Ashâb al mashama and Ashâb al shimaal
GİRİŞ

Sağ ve sol kavramları iki yüz yılı aşkın bir süredir tedavülde olup kullanılmaktadır ve politikaya sıçrayışı Fransız İhtilali ile yaşıttır.[1] Pek çok modern kavram gibi içeriği ve boyutları pek de belli olmayan bu iki kavram[2] siyaset düşüncesi ile eylemi dünyasını bölen ideolojiler ve hareketler arasındaki zıtlığı göstermek için kullanılmaktadır.[3]

I. Fransız Cumhuriyeti Meclisi’nde Kralın “sağ” tarafında oturanlar, geçmiş rejimi ve imtiyazları temsil eden aristokratlardı; ruhban sınıfının temsilcileri de aristokratlarla aynı safta, yani sağda yerlerini almışlardı. Bu Meclis’te Solu burjizavi temsil etmekteydi. Devrim öncesinde olduğu gibi devrim sonrasında da sağ kanatta toplanan aristokrasi ve kilise; eşitlik, değişim, vb. kavramlara şiddetle düşmandı. Bir dönem sonra Meclis’ten aristokrasi ve rahipler çekilirken, yerlerini burjuvaziye bıraktılar. 19. Yüzyıl sanayi devrimiyle Meclis’in sol tarafına işçi haklarını savunan temsilciler geçti. Böylelikle Fransa’da bir dönemin solcuları yeni dönemin sağcıları oldu. Doğuş yerinde bile sağ, her zaman ekonomik ve siyasal eşitliğe, özgürlük ve değişime karşı bir ideoloji olmuştur. Dolayısıyla bu ideolojnin bugün kapitalizmin en sıkışık yerinde güçlükle nefes alabilen geniş kitleler için sağlıklı, sahici ve samimi bir çıkış yolu olması tarihsel anlamda ve doğası gereği mümkün değildir.[4]

Sol için temel kavramlar; insan tabiatı, eşitlik, köklü sosyal değişim ve modernite (çatısı) altında kapitalizm analizidir. İmaduddin Halil çağın modası ve bilinen geleneğine göre solun; bilimsel, gerçek ilerici, işçilerin, köylülerin, halkların haklarını savunan, emperyalizm ve sömürü karşısında amansız bir düşman[5] olan fikir akımı olduğunu ifade etmektedir. Sağın önceliğinin; insan tabiatı, eşitlik-özgürlük ilişkisi,[6] gelenek-teamül-sadakat üçlüsü ve kapitalizm içinde özel mülkiyet olduğu ifade edilmektedir.[7] Giddens’a göreyse sağ-sol kombinezonu artık pek çözümleyici değildir. Kolaylıkla sol ya da sağ olarak tanımlanamayan popüler tutumlar da bu yaklaşımı destekler niteliktedir. Hatta birçok meselede insanlar arasındaki ayrım daha ziyade liberal ya da cemaatçi (communitarian) oluşlarına göredir.[8]

Sağ ve sol kavramlarının çıkış yeri olan Batı’da nasıl bir çerçeveye sahip olduğundan özetle söz etmemizin ardından bu iki kavram hakkında şu sorulara cevap arayacağız: Sağ ve (İslam ile arasında daha az irtibat kurulan) sol kategorileri İslam dünyasında ve özelde Türkiye’de nasıl algılanmış ve anlamlandırılmıştır? Tevrat, İncil ve Kur'an-ı Kerim’de bu iki kavrama ne tür anlamlar yüklenmektedir? Kur'an-ı Kerim’de mevcut ve “sağ-sol” kategorilerini çağrıştırır şekilde meallendirilen ayetlerin konusunun günümüzdeki sağ ve sol kavramlarıyla bir ilişkisi var mıdır? Sağcılar ya da solcular şeklinde meal verilen terkipler nasıl Türkçeleştirilirse daha isabetli bir meal verilmiş olur?
A. İSLAM DÜNYASINDA VE ÖZELDE TÜRKİYE’DE SAĞ VE SOL KAVRAMLARININ ALGILANIŞ BİÇİMİ ÖRNEKLERİ

Siyasi olarak kendini sağda veya solda görme eğilimi İslam dünyasında değişik şekillerde makes bulmuştur. Sözgelimi, Suriye'de İhvan[9] 1940'ların sonundan itibaren oldukça militan bir toplumcu tutum takındı. Popülistlerle ve Batı'yla işbirliğine karşıt sol gruplarla ittifak kurdu. Suriye İhvan liderlerinden Mustafa Mübarek, hareketlerinin "İslamcı Marksizm'i"[10] savunduğunu söyleyecek kadar ileri gitti. 1949'da bu hareket, İslamcı Sosyalist Cephe'yi kurdu ve Batı’ya karşı savaşta öncülüğe devam etti. Bu durum 1959'da Suriye İhvanı'nın lideri Mustafa Sıbâi'nin bir müddet İslamî hareket üzerinde etkisini sürdüren İslam Sosyalizmi[11] adlı kitabının yayınıyla zirveye ulaştı.

Mısırlı müfessir Seyyid Kutub için ise sol-sağ, radikal-muhafazakâr, ilerici-gerici sorunsalı hiç bir anlam ifade etmiyordu. Kutub, insanları her şeyi reddedip yeni bir başlangıca davet ediyordu. Kutub'la birlikte İslamcıların kendilerini "İslami sosyalizm", "demokrasi" vb. ile tanımlamayı, saf İslam adına terk ettikleri bir dönem başladı.[12]

Bildiğimiz kadarıyla “İslami sol” kavramı ise ilk kez 80’lerin başında, sadece Mısır’da değil, genel olarak İslam dünyasında, özel olarak da Arap dünyasında en önemli temsilcisi olan Hasan Hanefi tarafından, Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abduh’un yayınladıkları el-Urvetu’l-Vuska dergisinin oluşturduğu geleneği yeniden diriltmek amacıyla çıkardığı derginin ilk ve tek sayısında gündeme getirilmiştir.[13]

Türkiye’ye gelince 1960 öncesinde bu topraklarda -Suriye’den farklı olarak- sağcılıkla, İslamcılık birbirinin eşdeğeri idi. İslamcılığı sağcılık temsil ederdi o yıllarda.[14] 1960'lı yıllarda bütün dünyayı saran Sosyalizm akımının Türkiye’de etkili olmasıyla, kendilerini milliyetçi-mukaddesatçı kanat olarak tanımlayan (Türkiyeli) Müslümanlar, bu noktadan sonra ısrarla sağcı ve anti-komünist kavramlarıyla kendilerini tanımlamaya başladılar.[15] 1960’lı yılların dergisi Hilal’de sağcılığın daha İslami tarifleri yapılmaya çalışıldı: "Sağ ne faşizm, ne liberalizm, ne de Amerikan kapitalizmidir. Sağ Hz. Peygamber'in yaptığı, beşeriyetin en büyük inkılâbından güç alan ilahi nizamdır, yani İslam'dır. Sağ İslamiyet, sağcı da Müslümandır." Dergi bir dönem böyle bir bakış açısına sahip olduysa da, özellikle 60'lı yılların ikinci yarısındaki yayın çizgisiyle büyük ölçüde İslam'ı milliyetçi, mukaddesatçı, mistik, sağcı, teslimiyetçi, uzlaşmacı ve gelenekçi unsurlardan[16] arındırmaya çalışan; dini kaynağından öğrenme gereğine inanan, sorgulayıcı, siyasi kimliği net bir anlayışın filizlenmesine zemin hazırlayan bir çizgiyi benimsemiştir.[17]

1980’li yıllara gelindiğinde, sağ meselesini genellikle bir kısım zümrelerin malı olarak gördüğü ideolojik çerçevenin dışında ele alan Ahmet Kabaklı’ya göre sağ; iman, sağduyu ve geleneklerdir. Bunların birleşmesiyle oluşan düşünce ve davranışlardır.[18] Yine o dönemde, Kabaklı’nın aksine Ali Bulaç “sağ” tabirinin doğuşundan itibaren şaibeli olduğuna ve hiç de övgüye değer bir içeriğe sahip olmadığına işaret ediyordu.[19] Ona göre, Türk Sağı birçok dezavantajı yanında din ve İslam olgusu karşısındaki ikiyüzlü tutumuyla da dikkati çekmektedir. Sağın sahici Müslümanlığı savunması mümkün değildir. Liberal kapitalizme olan yatkınlığı, militarist ve şoven –çoğunlukla ırkçı/milliyetçi- özü ve Jön Türkvari yöntemleriyle temelde İslam’ın devrim, ümmet ve adalet ruhundan rahatsızlık duyar. Jön Türkler, İttihad ve Terakki, Türk Ocakları ve Ziya Gökalp gibi akım ve kişiler aracılığıyla doktriner yapısı teşekkül etmiş sağın sahici İslamiyeti Durkheim sosyolojsinin tanımı içinde “ulusu ulus yapan birkaç unsurdan biri” olma özelliğinden öte bir değerde ve anlamda görebileceğini ummak yanlıştır. Doktriner sağ –ne ölçüde demokrat görünse bile- son tahlilde otoriter, merkeziyetçi ve anti-özgürlükçüdür. Türk Sağına göre İslamiyet, Türklüğü ve ulusal kimliği süsleyen bir motiftir. Müslüman çevreler ise onu vazgeçilemez bir dünya görüşü ve bir yaşam biçimi olarak görmektedir.[20]

Yine Bulaç’a göre Türk sağı ister istemez anti-İslamcı olmak zorundadır. Çünkü onun ideolojik ve politik beslenme kaynakları burjuvazi ve ilk Türk milliyetçileridir. Kendini sağcı olarak tanınmlamaktan özel zevk alanların gerçek İslamiyeti kavrama şansları da ne yazık ki çok zayıftır. Yine de genel sağ tanımı içinde yer alan sayısız bireyin iyi birer mümin duyarlılığı taşıdıklarını inkâr etmemek gerekir. Ancak bireyler değil de doktriner politika ve ideolojileri söz konusu ettiğimiz için bu bağlamda kendini Müslüman olarak tanımlayan kimselerin sağcılığı bırakması gerekir, bu bir zarurettir.[21]

Uğur Mumcu’ya göre, sağ ideoloji genel olarak, kurulu düzeni savunmaktadır. Kurulu düzen de kapitalizme dayandığı için belli ayrıcalıklarla doludur. Sağ ideolojide din, kapitalizmin geniş halk kitlelerince desteklenmesi için kullanılan bir propaganda konusu ve malzemesidir. Sağ ideolojide pratikte insan hakları diye bir konu da yoktur.[22]

1990’lı yıllara gelindiğinde ise, sağın tanımları konusunda şunlar ifade edilmektedir: Tanıl Bora’ya göre özeleştiriden yoksun, düşünümsel boyutları zayıf bir pragma ya da siyasa olan sağın[23] katı (milliyetçilik), sıvı (Muhafazakârlık) ve gaz (İslamcılık) olmak üzere üç hali mevcuttur.[24] Yine ona göre sağcılık, insanın iradî olarak seçmediği etnik köken, cinsiyet, din, mezhep, memleket gibi kategorileri mutlaklaştırma; politik ve kültürel düzlemlerde istikrar, statüko ve itaatten yana olma; tarihe hamasetle yaklaşma; otorite ve devleti yüceltme; popülerlik, uyumluluk, mutedillik ve tepkisizliği alışkanlık edinme anlamında bireysel ve toplumsal bir alışkanlıktır. Milliyetçilik ve muhafazakârlık birer politik akım olarak bu alışkanlıkların bilinçli olarak değer haline getirilmesidir.[25]

Genel olarak entelektüel olmadığı, belirsiz, mevcut değerlerin savunucusu ve yüzeysel olduğu kabul edilegelen[26] sağın; faşistinden serbest piyasa ekonomisini kabul edenine, dindar olanından milliyetçisine kadar ortak taraflarının ne olduğu belirlenemeyecek boyutta geniş bir kesimi nitelemek için kullanılmaktadır. Sağ yerli özelliklerini sağlamlaştırmak için daha çok kültüre ve tarihe yönelmektedir.[27]

Ahmet Alkan’a göre ise sağ; bekçiliğini yaptığı değerleri irdelemeyi hiç düşünmeyen, sınamayı hoş karşılamayan, gerçeğin hazır olduğunu varsayan bir akımdır. Sağ aydının görevinin de o gerçekleri izah etmek olduğu düşünülmektedir. Yaptıkları iş, tez ortaya koymak değil savunmadır. Mevcut pek çok şeyi öylesine muhafazaya soyunmuştur ki, ideolojisini paylaşmadığı siyasi otoriteyi bile devlet-i ebed müddet olarak kutsamıştır.[28]

Sağın ortaya koyduğu siyasetin temel yöneliminin; jakoben (tepeden inmeci), modernleş(tir)me projelerine karşı kültürel, siyasal alanda halkın değerlerine mümkün olduğunca saygılı, ekonomik alanda da liberal bir programa sahip bir modernleş(tir)me projesi olduğu da ifade edilmektedir.[29] Sağ adı verilen siyasi teşekküller, parti, kurum ve anlayışlar katı bir ideolojnin merkezde yer aldığı, bu ideoloji doğrultusunda hareket eden siyasal unsurlar olarak tavsif edilemez. Bu anlamda en doktriner sağ partilerin bile doktrinlerinin çekirdeğini oluşturan iddialardan reel-politik şartları sebep göstererek rahatlıkla vazgeçtikleri söylenebilir.[30] Sağ siyasal retorik; ekonomi-politik anlamda statüko karşıtı ve değişimci; kültür-politik anlamda teoride muhafazakâr, pratikte eyyamcı; telojik-politik anlamda ise hem teoride hem de pratikte alabildiğine oportünisttir.[31]

İlhami Güler’e göre ise, insanların ve toplumların sağcı oluşunun biri antropolojik diğeri teolojik iki nedeni vardır. Antropolojik açıdan sağcılık eğilimi, insanların ve toplumların fıtratında var olan içinde bulunulan doğal halin mutlaklaştırılmasıdır. Bir fikir ve irade olmaktan çok bilinç dışı ve içgüdüsel bir durumdur. Bu durumda ahlak programlarının, ibda ve inşa anlamında fikrî ve felsefî hareketlerin muhtevası, insanın bu doğal haline karşı bir duruştur. Sağcılığın teolojik nedenine gelince; tarih boyunca dinlerin “genel olarak sağcılığın yatağı” olduğu bilinen bir husustur. Peki, neden birçok “dindar” kimse; katı muhafazakâr, gelenekçi, statükocu, değişime karşı istikrardan yana, itaatkâr, otoriter, dogmatik, mutaassıp ve de fatalisttir? Güler’e göre bunun en önemli nedeni dinlerin merkezindeki Tanrı tasavvurudur.[32]

İslam ile irtibatı sağa kıyasla pek az kurulması nedeniyle,[33] özetle söz edecek olursak “sol”[34] ise mevcut değerlere karşıdır[35] ve sınıf mücadelesi temelinde ekonomiye ağırlık vermiştir.[36] İslamcılar ve muhafazakâr halk nezdinde solculuk çoğu kez dinsizlikle özdeşleşen bir anlam taşımıştır.[37] Sağcılığın karşıtı olan dinamiklik, başkaldırı, özgürlük, sürekli eleştiri vb. bazı hususlara 18. Yüzyıldan itibaren “sol” denilmektedir. Fakat “sol” tabiri sağcılığın bütün karşıtlarını tüketmez. Bu nedenle sağcı olmayanın zorunlu olarak “solcu” olduğu söylenemez. Ayrıca tarihte ve günümüzde birçok “sol” hareketin sağcılaştığı da bilinen bir husustur. Sağcılığın zorunlu karşıtlığı dinamizm, var oluşun ve değişmenin farkında olma, eleştiri silahını elden bırakmama, alışkanlık veya nam-ı diğer adet, töre, örf ve gelenekler içinde uzun süre mayalanıp çürümeme ve etnik köken, cinsiyet, din, mezhep ve memleket gibi iradi olmayan verili tarihsel kategorileri mutlaklaştırmamadır.[38] Bulaç’a göre Türk solu daima ve ötedenberi din olayına ve İslam olgusuna karşı olmuştur. Bundan dolayı bu toplumda derin tarihsel, kültürel ve sosyolojik kökleri olmayan türedi bir ideolojidir.[39]
B. KUTSAL KİTAPLARDA SAĞ VE SOL
1. Kur'an’da sağ ve sol


Kur'an-ı Kerim Hz. İbrahim’in, putları sağ eliyle vurup kırdığını belirtmektedir.[40] Allah Hz. Musa’ya Tur dağının “sağ tarafından” seslenmiş ve onu, hususi bir konuşmada bulunmak üzere kendisine yaklaştırmıştır.[41] Büyücülerin hilesini sona erdirecek olan asası da onun sağ elindedir.[42] Düşmanlarından kurtulmaları sağlanan İsrailoğullarına Tur’un sağ yanına gelmeleri için süre tanınır ve onlara kudret helvası ile bıldırcın eti lutfedilir.[43]

Ahirette, mümin erkeklerle mümin kadınlar, nurları onların önlerinden ve sağlarından, (amellerinin) aydınlatıp giderken onlara, “Bugün müjdeniz, zemininden ırmaklar akan ve içlerinde ebedi kalacağınız cennetlerdir.” denilir.[44] Önlerinden ve sağlarından (amellerinin) nurları aydınlatıp giden kimseler de, "Ey Rabbimiz! Nurumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü sen her şeye kadirsin." derler.[45] Ahirette kitabı “sağ tarafından” verilen kimse: "Alın, kitabımı okuyun." deme rahatlığına sahiptir.[46]

Köle azat etmek, kıtlık gününde yakınlığı olan bir yetime veya hiçbir şeyi olmayan yoksula yemek yedirmek, iman edip de sabrı ve merhameti tavsiye edenlerden olmak[47] gibi güzel hasletlere sahip “sağdakiler” ahirette cennettedirler.[48] Onların ahirette işi kolaydır.[49] Her insan topluluğunun önderleri ile birlikte çağırılacağı o günde amel defteri “sağından verilenler” en küçük bir haksızlığa uğramamış bir şekilde amel defterlerini okuyacaklardır.[50]

Peygamberlere karşı olumsuz tavır alanlar,[51] ahirette birbirlerini suçlayıp dururlarken, inkârda önde gidenlere tâbi olanlar: “"Gerçekten siz bize, sağ taraftan geliyordunuz." diyeceklerdir.[52] Bununla inkârcı önderlerin hak tarafından yanaştıklarını ancak onları haktan uzaklaştırdıklarını ifade etmektedirler.[53] Zeccac “sağ taraftan gelmelerine” dair sözlerin (yoldan çıkan) inkârcıların tavırlarıyla ilişkili olduğunu söylemektedir. Yani ayetteki ifadenin sahipleri; inkârcıların onlara ikna edici gerekçeler getirdiğini, din tarafından yaklaşıp asıl dinin ve hakkın “saptırdıkları şeylerin ta kendisi” olduğunu ileri sürdüklerini ve sapıklığı onlara süslediklerini söylemek istemektedirler.[54]

Allahu Teala’ya karşı gelmesinin ardından şeytan; insanların önlerinden, arkalarından, “sağlarından, sollarından” sokulacağını ve O’nun çoklarını şükredenlerden bulmayacağını söylemektedir."[55] Allah'ın yarattığı şeylerin gölgeleri, küçülerek ve Allah'a secde ederek “sağa sola” dönmektedir.[56] İçinde yaşadıkları toplumun zulmünden hicret edip mağaraya sığınan gençlerin mağarasına vuran güneş doğduğu zaman mağaralarının sağına meyleder; batarken de sol taraftan onlara isabet etmeden geçerdi. Onların mağarada uykuda oldukları halde onları gören uyumadıklarını sanırdı. Onları Allahu Teala sağa sola çevirirdi.[57] Kur'an-ı Kerim’de anlatılan ve ibret almamız istenen Sebe kıssasında onlardan “yiyip içip Rablerine şükretmeleri istenmekte”dir. Şükredecekleri şey de “biri sağda, diğeri solda” iki bahçedir.[58] İnsanın yapıp ettiklerini yazan iki melek vardır ki biri insanın “sağında diğeri de solunda”dır.[59]

Kur'an’da bunların dışında sağ ve soldan söz eden ve siyasal anlamdaki sol ve sağ ile irtibatlı olduğu sanılmaya müsait meali verilen ayetler de mevcuttur. Onları Ehl-i Kitab’ın kutsal metinlerinde sağ ve sol kelimelerine yüklenen anlamı ortaya koyduktan sonra, ayrı bir bölümde ve detaylı bir şekilde ele alacağız.
2. Tevrat ile İncil’de sağ ve sol

Tevrat’a göre de –nötr anlamlı kullanımları hariç tutarsak Kur'an’da olduğu gibi- sağ olumlu sol ise olumsuzdur. Hikmetli adamın yüreği sağında, akılsızınki ise solundadır.[60] Allah’ın sağ eli korkunç bir güce sahiptir, (o elinin) altında düşmanlar kırılır.[61] O, (İsrail’i) koruyucu olan Rab’dir. O, (İsrail’in) sağ yanında gölgedir. Gündüz güneş ve geceleyin de ay ona zarar veremez.[62] Rab, sağ eli ve kutsal koluyla harikalar yapmış ve zaferler kazanmıştır.[63] Salih kişilerin çadırlarında sevinç ve zafer çığlıkları şöyle çınlamaktadır: “Rabbin sağ eli yiğitlikler yapar! Rabbin sağ eli üstündür!”[64]

İncil’de sağ, iyi olan/kabul edilen şeylerle irtibatlı olarak kullanılırken sol olumsuz bir niteliğe sahiptir. Allah çarmıha gerilerek öldürülen İsa’yı önder ve kurtarıcı olarak kendi sağına yükseltmiştir.[65] Hz. İsa balık tutmada başarılı olamayan havarilere ağı kayığın sağ yanına atmalarını bu sayede balık tutabileceklerini söylemektedir. Havariler, o kadar çok balık tutarlar ki artık ağı çekemez olmuşlardır.[66] “İnsanoğlu kendi görkemi içinde tüm melekleriyle birlikte gelecek ve görkemli tahtına oturacak. Ulusların hepsi O’nun önünde toplanacak. O da koyunları ve keçileri ayıran bir çoban gibi, onları birbirinden ayıracak. Koyunları sağına, keçileri soluna alacak. O zaman Kral, sağındaki kişilere ‘Sizler, Babamın kutsadıkları, gelin!’ diyecek, ‘Dünya kurulduğundan beri sizin için hazırlanmış olan egemenliği miras alın. (...)’. (...) Sonra solundakilere şöyle diyecek: ‘Ey lânetliler, çekilin önümden! İblis ile onun melekleri için hazırlanmış sönmez ateşe yollanın.”[67]
C. KUR'AN MEALLERİNDE “SİYASAL ÇAĞRIŞIMLI SAĞ VE SOL” MEALİ VERİLEN AYETLER

Açıklamalı meal yazarı Hasan Basri Çantay (1887-1964) Vakıa suresindeki 8. ve 9. ayetlere şöyle meal vermektedir: “Sağcılar(a gelince) o sağcılar ne mutludurlar! Solcular(a gelince) o solcular ne bedbahttırlar!” Çantay ayetlerin orijinalinde geçen (أَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ) Ashâbu’l-Meymene ve (أَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ) Ashâbu’l-Meş'eme ifadelerine verdiği anlama benzer şekilde (أَصْحَابِ الْيَمِينِ) Ashâbu’l-yemîn[68] ve (أَصْحَابُ الشِّمَالِ) Ashâbu’ş-Şimâl[69] ifadelerine de yine sağcılar ve solcular şeklinde meal vermiştir.[70] Ahmed Davudoğlu’nun tercihi de sözkonusu ifadeleri sağcılar ve solcular olarak Türkçeleştirme yönünde olmuştur.[71] Birçok mealde Ashabu'l-Yemin'e "sağcı", Ashabu'ş-Şimal'e "solcu" denildiğini söyleyen Ali Bulaç’ın iddiasının[72] aksine, meal yazarlarının çoğu ideolojik çerçeveye sahip “sağcı” ve “solcu” kelimelerini meallerinde kullanmamakta gayet özenlidir.

Bazı meal yazarlarınca sağcı ve solcu şeklinde meal vermeye malzeme teşkil ettiği düşünülen ayetlerde bu kelimelerden ne kastedildiğini ortaya koymak, siyasal içeriğe sahip sağ ve sol kavramlarıyla Kur'an’daki ifadelerin bir ilişkisinin olup olmadığını gösterme açısından önemlidir. Bunu gerçekleştirirken konuya ilişkin kavramların Arapça orijinallerini çoğunlukla Latin harfleriyle vereceğiz.


1. Sağ: Ashâbu’l-yemîn ve Ashâbu’l-meymene
a. Ashâbu’l-yemîn

Sol (شأم) kelimesinin zıddı olan ve sağ taraf anlamındaki yemin (يَمِينِ)[73] kelimesi ve türevleri bereketli, kuvvet, kudret, iyi, hak ve ant anlamındadır. Aynı kökten gelen Yemen’in Kâbe’nin sağında kaldığı için bu adı aldığı söylenmektedir.[74] Ashâbu’l-yemîn, kıyamet gününde amel defterleri sağ taraflarından verilecek olan[75] bereketli, uğurlu ve mutlu kimselerdir.[76]

Ashâbu’l-yemîn ifadesi Kur'an’da dört ayette beş defa geçmektedir: “Ashâbu’l-yemîn (sağdakiler), ne mutlu o Ashâbu’l-yemîne!”[77] ayetinde kastedilen onların saadete eren kimseler olduklarıdır.[78] Diğer bir ayette cennette verilen nimetlerden söz edilmesinin ardından, “Ashâbu’l-yemîn içindir (bu nimetler).”[79] denilmektedir.

Ashâbu’l-yemîn’e defterlerini sağdan alacak olan dostlarının selamı iletilmektedir: “Eğer o, Ashâbu’l-yemînden ise, sana Ashâbu’l-yemînden selam!"[80] O anda canının boğazına gelip dayandığı saniyede bu selâm ne gönül okşayıcı, ne hoş bir armağandır! Defterleri sağdan verilecek olan yoldaşlarının ilerdeki dostluğu onun gönlünü şenlendirir.[81]

“Her nefis kendi kazancına bağlıdır (ona göre rehin alınmıştır). Ancak Ashâbu’l-yemîn hariç.”[82] ayetindeki Ashâbu’l-yemîn ifadesine dair, Ali bin Ebi Talib ve İbn Ömer onların “Müslümanların çocukları olduğunu” söylerken, bu yorumun gerekçesi olarak onların günah yüklenmemiş olmaları gösterilmektedir.[83] Mukatil ise Allah’ın misak aldığı günde Adem’in sağ tarafında bulunan cennetlikler olduğunu söylemiştir.[84] Sumeyt ibn Aclân’ın “günah içinde gafletli bir dönemin ardından tevbe edip hayatını o doğrultuda sürdürüp vefat eden kimseler” olduğu görüşüne ek olarak[85] onların melek ya da Allah’ın hizmeti için seçtiği kullar olduğu da ifade edilmektedir.[86] Hasen(u’l-Basri) ve İbn Keysan ise bunların ihlaslı Müslümanlar oldukları, sorumluluklarını yerine getirdikleri için de ahirette rehin alıncak bir durumlarının söz konusu olmadığı kanaatindedir.[87]
b. Ashâbu’l-meymene

Ashâbul-meymene, ifadesi iki ayette üç defa geçmektedir: “Sağın adamları (var ya) ne mutludurlar o sağın adamları!”[88] “(Güzel amelleriyle sarp yokuşu[89] aşan) O kimseler var ya işte onlar sağın adamlarıdır.”[90] Bunlar cennet ehlidir. Bunlar, ya amel defterleri sağ taraflarından verilenler[91] olduklarından ya onların sağ tarafları Allah'tan bir nûr ile aydınlandığından[92] ya da yemin sözü ile güzel ve iyi olan şeylere işaret edildiğinden, yemîn kökünden türemiş olan meymene ile isimlendirilmişlerdir.[93]

Ashâbu’l-meymene terkibinin cennete sağ taraftan götürülen kimseler olduğu da ifade edilmektedir. Süddî[94] ve İbn Abbas Ashâbu’l-meymene’nin Adem’in sulbünden zürriyeti çıkarıldığında onun sağında yer alan kimseler olduğunu söylemiştir. İbn Cüreyc’e göre bunlar iyilik yapan, el-Hasen ve Rabî’e göre ise güzel amelleri nedeniyle kendilerine uğur getiren kimselerdir. el-Müberrîd’e göre, Ashâbu’l-meymene (dinde) öne geçen kimselerdir.[95] Ashâbu'l-meymene lafzının ayette tekrarlanmasından maksat ise Ashâbu'l-meymenenin elde edecekleri sevabın, çok olacağını anlatmaktır.[96] Ayetteki مَا أَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ (Ne Ashâbu’l-meymene!) "Ne" (مَا) lafzının tekid ve lafzın anlamının da şöyle olması mümkündür: Kitapları (amel defterleri) sağ taraflarından verilecek olanlar, işte onlar ileriye geçecek ve mevkileri yüksek olacak olanlardır.[97] Onların sonsuz mutluluk ve güzel bir yaşayış imkânına kavuşmalarına da işaret edildiği de söylenebilir.[98] Ashâbu'l-meymene ifadesinin “doğruyu bulmuş olanlar” manasında mecaz olarak kullanılması da söz konusu olmuş olabilir. Sağ taraf, meclis ve mahfellerde saygı ve hürmet mevkii olduğuna göre, " Ashâbu'l-meymene" hürmet makamında bulunan yüksek şeref sahipleri demek olur.[99]

Onlar, o yüksek vasıflarla nitelenmiş olan o kahramanlığı yapan, esir kurtarmak veya öyle zor bir günde bir yetime veya çaresize yemek yedirmek suretiyle can kurtaran, bunlara gücü yoksa iman edip de birbirine sabır ve merhamet tavsiye etmek suretiyle teselli ve kalp kuvveti vermeye çalışan müminler, mutluluk sahipleri, kitapları sağ taraflarından verilecek kişiler, kendilerine ve başkalarına uğurlu kimselerdir.[100] “İşte bunlar, amel defterleri sağlarından verilenlerdir.”[101] Aynı zamanda bu gibi kimseler hayra vesile olan ve kendilerinden istifade edilen kişiler olmaları sebebiyle meymenetli diye nitelendirilirler. Bunlar öyle çok meymenet sahibi zatlardır ki uğur ve bereketleri her yönden gıpta ve hayrete şayandır.[102]
2. Sol: Ashâbu'ş-şimâl ve Ashâbu’l-meş’eme
a. Ashâbu'ş-şimâl

Ashâbu'ş-şimâl, bedbaht kimselerdir ve bu lafızla, Ashâbu’l-yemînin karşısında yer alan ve kitapları kendilerine sol yanlarından verilen, hor ve hakîr durumda olan kimselere işaret edilmiştir.[103] Sonra, Cenâb-ı Hak, Ashâbu’ş-şimâlden daha geride olan ve kendilerine olan kızgınlığın şiddetinden dolayı yüzlerine bile bakılmayacak olan en gerideki bir başka topluluktan bahsetmiştir.

Ashâbu’l-meş’eme ile aynı anlamda olan ve kitaplarını sol taraflarından alan cehennemlikleri tanımlamak için kullanılan[104] Ashâbu’ş-şimâl[105] tabiri Kur'an-ı Kerîm'de Vakıa suresinin kırkbirinci ayetinde geçmektedir. Bu kimselerin dünyadaki davranış ve tutumları şöyledir: “Çünkü onlar bundan önce varlık içinde sefâhete dalmışlardı. Büyük günahı işlemekte ısrar ediyorlardı. Ve diyorlardı ki: ‘Biz ölüp, toprak ve kemik yığını olduktan sonra, biz mi bir daha diriltileceğiz? Önceki atalarımız da mı?"[106] Müşrik oldukları ifade edilen[107] bu varlıklı kimseler; kendilerine mühlet verilmiş, şımartılmış keyiflerine düşkün ve hiçbir şeye aldırış etmeyen kimseler idiler. Onların kibiri, dünyevi güçleri, pozisyonları, ailelerinin toplumdaki nüfuzu ve sahip oldukları insan gücünden dolayı idi. Halbuki her türlü dünyevi güç, kaybolup gidecek bir gölgeden başkası değildir.[108] Müfessirlerin çoğu, bu kesimin işlediği büyük günahın[109] şirk olduğu kanaatindedir.[110] Bu büyük günahın diriliş olmadığına dair yeminleri anlamına geldiği de söylenmiştir.[111]
b. Ashâbu’l-meş’eme

Meş’eme’nin (مشأمة) türediği شأم kelimesi يُمْنِ kelimesinin zıddıdır. Bu kelime ve türevleri, doğurgan olmayan kadın, sıkışık mekân, kötü komşu, kişinin içinde bulunduğu topluma zarar vermesi, sol tarafına almak,[112] zararlı, faydadan yoksun anlamlarına gelmektedir. Şam (شأم) bölgesinin de Kabe’nin solunda kaldığı için bu adı aldığı söylenmektedir.[113] Ashâbu’l-meymenenin zıddı olan Ashâbu’l-meş’eme ifadesiyle[114] söz konusu kesime mensup olanların kötü hallerine işaret edilmektedir.[115] Meş’eme terimi aynı zamanda tahkir ve gazap ifadesidir.[116] Sol tarafı,[117] sol kolu, uğursuzluğu[118] ve “kötülüğe batmışlık durumunu” ifade etmek için de kullanılır. Bu mecazın kökeni, gelecekteki bazı olayların, kuşların belli dönemlerdeki uçuş yönlerine bakılarak tahmin edilebileceği inancına dayandığı da ifade edilmektedir. Uçuş sola doğru ise uğursuzluk demektir. Bu eski inanış zamanla dilin kullanımına yansımış, böylece “sol” kavramı, az veya çok “uğursuz” ile eş anlamlı hale gelmiştir. Kur’an'ın deyimsel kullanımında bu kavram, “eğrilik/kötülük”e dönüşmüştür.[119]

Ashâbu’l-meş’eme şeamet ve uğursuzluk getiren değersiz, meymenetsiz, kendilerine ve başkalarına uğursuzluğu dokunan kimselerdir ve bu tabir iki ayette geçmektedir. İlk ayette Ashâbu’l-meş'eme hayırsız, imansız ve kâfir kimseler[120] için kullanılmıştır: “Solun adamları ise ne uğursuzdurlar onlar!”[121] İkinci ayette ise, “Âyetlerimizi tanımayanlar ise, onlardır işte uğursuz kimselerdir.”[122] denilmektedir. Muhammed b. Ka’b’a göre onlara Ashâbu’l-meş’eme denilmesinin nedeni, kitaplarının sol taraftan verilmesinden,[123] Süddî’ye göre, onların Adem’in sol tarafından alınıp yaratılmalarından,[124] Yahya b. Sellâm’a göre kendilerine kötülük etmelerinden[125] veya cehenneme sol taraftan götürülenlerden olmalarından dolayıdır.[126] İbn Cüreyc’e göre bunlar kötülük yapan, el-Hasen ve Rabî’e göre ise kötü ve çirkin amelleri nedeniyle kendi başlarına iş açan kimselerdir. Onları sonsuz keder, kötü bir hayat[127] ve şiddetli bir azap beklemektedir.[128] Onlar yalanlayan ve sapkın kimselerdir.[129] Ashâbu’l-meş’eme de sol tarafta, alçak yerde bulunan değersiz yahut kendilerine ve yakınlarına uğursuzluğu dokunan kimseler olunca her iki anlama da delalet edecek şekilde lafız -Vakıa suresi 9. ayette- tekrarlanmaktadır.[130] Böylece de durumun önemine ve hayret edilecek bir hal olduğuna dikkat çekilmiş[131] ve karşı karşıya kalacakları azabın çok olacağına[132] işaret edilmiş olmaktadır.
SONUÇ

Gerek Ashâbu’l-yemîn gerekse Ashâbu’l-meymene tamlaması "uğur, bereket"; ve yine gerek Ashâbu’ş-şimâl, gerekse Ashâbu'l-meş'eme tamlaması ise "uğursuzluk, kötülük” ile ilişkili olmakla beraber esasen bunlar Araplardaki “hayrın sağdan ve şerrin sol taraftan geldiği” tela kkisiyle bağlantılıdır. Yine, Arapça'da bu mâna ile ilişkili olarak söz konusu tabirlerden birincisi değerli ve yüksek mevkideki insanları, ikincisi de düşük mertebede bulunanları ifade etmek üzere kullanıllmaktadır. Bu bilgiler dikkate alınarak, -bağlama göre farklı tercümeler yapılabilirse de- "Ashâbu'l-meymene" ve "Ashâbu'1-yemîn" terkipleri meal verilirken aynen bırakılabilir. Bununla birlikte, illa da Türkçeleştirmek tercih edilecekse “sağcılar” şeklindeki çeviriden ziyade “amel defterleri sağlarından verilenler/ahirette mutluluğa erenler/Allah'ın razı olduğu tavırları ve tutumları benimseyenler/O'nun katında değerli kimseler" şeklindeki çeviriler yeğlenmelidir. Aynı şekilde, Ashâbu’l-meş'eme ve Ashâbu’ş-şimâl deyimleri de lafız korunarak meallere yerleştirilebilir ya da bu terkipler tercüme edilecekse “solcular” yerine “bedbaht kimseler/kötülüğe batanlar/defterleri soldan verilenler” şeklinde verilen mealler tercih edilmelidir.

Bu ifadeler Kur'an’da doğrudan ekonomik ve(ya) ideolojik bir işleve sahip değildir. "Ashâbu’l-yemîn: Sağ Ehli", "Ashâbu'ş-Şimâl: Sol Ehli" demektir. Nasıl "ateş ehli" anlamındaki "Ashâbu'n-Nar"ı, "ateşçi"; Hıristiyan ve Yahudileri kasteden "Ehl-i Kitab"ı "kitapçılar" olarak anlamlandırmıyorsak benzer şekilde "Ashâbu’l-yemîn" ve "Ashâbu’ş-Şimâl" ifadelerini, siyasal içerikli sağcı ve solcu kelimelerini kullanarak tercüme etmemek gerekir. Araplar sağcıya "Yemînî" (يميني), solcuya "Yesârî" (يساري) demektedir. Kur'ân'da veya sünnette yemînî ve yesârî kullanılmamaktadır.

Felsefi olarak bir siyasal rejimin destekçileri anlamındaki sağcılar ve karşıtları anlamındaki solculardan mütevellit sağcılık ve solculuk terimlerinin İslam ile bir ilgisi bulunmamaktadır. Hiçbir Müslüman kendisini İslam dışı sistemler içinde asla “sağcı” olarak tavsif etmemelidir. Belki de –Allahu rahmet etsin- Seyyid Kutub'un da belirttiği gibi İslam'a herhangi bir dış katkıyı radikal bir şekilde reddetmek gerekmektedir.

Kur'an-ı Kerim’de sağ ve sol ifadelerinin siyasetle alakalı olarak yorumlanması mümkün değildir. “Siyasal çağrışımlı sağcılar ve solcular” şeklinde meali verilen dört terkip de Mekki surelerde geçmektedir. Dolayısıyla ortada İslami bir düzen de yoktur ki, o ayetlerde sağcılıktan ve solculuktan bahsedilmiş olsun. İnananlara yakışan isim "Müslüman"dan başkası değildir: "O (Allah), sizi 'Müslüman' olarak isimlendirdi."[133] "Allah'a çağıran, salih amelde bulunan ve 'ben Müslümanlardanım' diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?"[134] Allahu Teala Müslümanları ne sağda ne solda fakat “orta yolda”[135] bir ümmet kılmıştır. Takvaya uygun olan da budur.

http://www.muratkayacan.net/content/view/607/29/
__________________
De ki: “Ey kâfirler!
Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam.
Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız.
Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz.
Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.”
Kâfirûn Sûresi

Konu sevginur tarafından (7. February 2013 Saat 10:29 PM ) değiştirilmiştir.
sevginur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla