Tekil Mesaj gösterimi
Alt 27. September 2008, 11:29 PM   #11
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

58.Ve güzel beldenin bitkisi, Rabbinin izniyle/ bilgisiyle çıkar; kötü olandan ise yararsız bitkiden başka bir şey çıkmaz. İşte Biz, kendisine verilen nimetlerin karşılığını ödeyen bir toplum için âyetleri böyle türlü türlü, tekrar tekrar açıklarız.

Bu âyetteki benzetme, iyi insan ile kötü insan arasındaki farkı anlatmak içindir. Yağmur alan ve Allah’ın izniyle en iyi bitkileri veren bir toprak ile kurak bölgenin yararsız bitki ve dikenden başka bir şey vermeyen toprağı arasındaki fark, özellikle Arabistan coğrafyasında yaşayanların çok iyi anlayabilecekleri bir mukayesedir.

İstiare sanatı ile yapılan bu mukayeseden anlaşılacak olan şudur: İyi [imanlı, bilgili] insan kendisine, ailesine, çevresine ve ülkesine yarar sağlayan insandır ve onun işleri de güzeldir. Kötü [imansız, bilgisiz] insan ise, kendisine, ailesine, çevresine ve ülkesine zarar veren insandır ve bu insan ancak kötü işler yapar. Ondan kimseye yarar gelmez.

İyi ve kötü insanlar arasındaki kıyaslama başka âyetlerde de yapılmıştır:

26-28.Ve Nûh dedi ki: “Bu yerde dolaşan kâfirlerden; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerden bir tek kişi bırakma. Şüphesiz ki Sen onları bırakırsan, kullarını yoldan çıkarırlar ve sadece din-iman tanımayıp kötülüğe batan ve kâfir; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedençocuklar doğururlar. Rabbim! Benim için, anam-babam için, mü’min olarak evime giren kişiler için ve mü’min erkekler ve mü’min kadınlar için mağfiret et/bağışla hepimizi! Şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlara da sadece yok oluşu arttır.”

(Nûh/26-28)

24,25.Görmedin mi; hiç düşünmedin mi, Allah nasıl bir örnek verdi? Güzel bir söz, kökü, sabit, dalı-budağı gökte olan, Rabbinin izniyle/ bilgisiyle her an ürün veren güzel bir ağaç gibidir. Ve onlar öğüt alsınlar diye Allah, insanlara böyle örnekler verir.

26.Kötü bir söz’ün durumu da, yerden koparılmış, sabit kalma imkânı olmayan kötü bir ağaca benzer.

(İbrâhîm/24-26)

Toplumsal ilişkilerde, özellikle komşuluk ilişkilerinde ve evlilik öncesinde ilişkilerde bu ölçüler dikkate alınmalı ve daima topluma yarar sağlayacak kişiler yetiştirilmelidir. Bu âyette Rabbimizin bizden istediği işte budur.

Eğitim ve öğretimde önemli role sahip olan kıssalar, uyarı konusunda da çok etkili olduğu için, Kur’ân’da birçok kıssaya yer verilmiş ve bu kıssalar birçok kez tekrar edilmiştir.

KUR’ÂN’DAKİ KISSALARIN YARARLARI: Kur’ân’da yer alan kıssaların üslûbundan açıkça anlaşılmaktadır ki, bu kıssalar tarih bilgisi vermek amacıyla değil, öğüt verme amacıyla anlatılmıştır.

Kur’ân’daki kıssalar, bizim tespitlerimize göre, öğüdün kendisine fayda vereceği insanlara şu yararları sağlamaktadır:

* Kur’ân’daki kıssalar, eskiden de peygamberlerin gelip geçtiği bilgisini vermek sûretiyle peygamberlerin türedi olmadığını gösterir.

* Kur’ân’daki kıssalar, gelmiş geçmiş bütün peygamberlerin görevlerinin “tebliğ etmek” ve “öğütte bulunmak”tan ibaret olduğunu öğretir.

* Kur’ân’daki kıssalar, Allah’ın elçilerine daima gönderildikleri toplumun ileri gelenleri [mele’] tarafından karşı çıkıldığı bilgisini verir.

* Kur’ân’daki kıssalar, Peygamberimizin tebliğine karşı çıkıp o’nu engellemek isteyenlere, bu tavırlarının bedelini nasıl ödeyecekleri konusunda geçmişten (bazılarını kendilerinin de bildikleri) örnekler vermek sûretiyle hatırlatma yapar, uyarıda bulunur.

* Kur’ân’daki kıssalar, Peygamberimize ve o’nun yandaşlarına, karşı karşıya bulundukları durumun daha önceki peygamberler ve toplumları arasında meydana gelenlere benzediğini, hatta büyük ölçüde aynı olduğunu bildirmek sûretiyle onlara güven telkin eder, ayrıca Allah’ın elçilerinin daima galip geldiklerini bildirmek sûretiyle onlara azîm kazandırır ve onların manevîyatını kuvvetlendirir.

Kur’ân’dan öğrendiğimize göre, bütün peygamberler bir tek Allah’a kul olmaya, Allah’tan başka ilah edinmemeye, din gününe inanmaya davet etmişlerdir. Ne var ki, özellikle mal-mülk ve mevki sahibi olanlar onlara karşı çıkmışlar ve tebliğ ettikleri mesajları kabul etmemişlerdir.

Elçilerin uyarıları fayda sağlamayınca, Yüce Allah bu inatçı yalanlayıcıları şiddetle cezalandırmıştır:

36.Biz onlardan önce kendilerinden daha çetin güce sahip nice nesilleri değişime, yıkıma uğrattık. Öyle ki onlar beldeleri delik-deşik ediyorlardı. Hiç kaçıp kurtulacak yer var mı?

(Kâf/36)

82.D.aha yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuş bir bakmazlar mı? Onlar kendilerinden hem daha çok, hem de kuvvetçe ve yeryüzündeki eserlerinin sağlamlığı bakımından daha çetin idiler. Öyle iken o kazandıkları şeyler, kendilerine yarar sağlamadı.

(Mümin/82)

Hatırlanacak olursa, yalanlayıcıların helâk edilişleri, bu sûrenin 4-5. âyetlerinde de Ve Biz nice kentleri helâk ettik. Hışmımız onlar gece uyurlarken yahut kaylûle yaparlarken [gündüz dinlenirlerken] onlara gelivermişti. Hışmımız onlara geldiğinde de, ‘Biz gerçekten zâlimlermişiz!’ demelerinden başka yalvarışları olmamıştı ifadeleriyle dile getirilmişti.

Aynı “akıbete [son]”a uğramış kavimlerden bazılarının kıssaları bu âyetten itibaren bu sûrede de aktarılmakta ve ilk örnek olarak Nûh kavmi anlatılmaktadır.

NÛH PEYGAMBER ve KAVMİ:

59.Andolsun ki Biz, Nûh’u toplumuna elçi gönderdik de o, “Ey toplumum! Allah’a kulluk edin, sizin için O’ndan başka bir ilâh yoktur. Cidden ben, zararınıza olan üstünüze gelecek büyük bir günün azabından korkuyorum” dedi.

60.Toplumunun ileri gelenleri, “Biz seni apaçık bir sapıklık içinde görüyoruz” dediler.

61-63.Nûh dedi ki: “Ey toplumum! Bende herhangi bir sapıklık yoktur. Velâkin ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim. Size Rabbimin gönderdiği gerçekleri tebliğ ediyorum, size öğüt veriyorum ve Allah tarafından, sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum. Allah’ın koruması altına girmeniz ve rahmete ulaşabilmeniz için, içinizden sizi uyaracak bir kişiye, Rabbinizden bir öğüt/kitap gelmesine şaştınız mı?”

64.Bunun üzerine o’nu yalanladılar, Biz de Nûh’u ve o’nunla beraber gemide bulunanları kurtardık, âyetlerimizi yalanlayanları da boğduk! Gerçekten onlar, kör bir topluluk idiler.

Nûh peygamberin yaşadığı çağ, yer ve kimliği hakkında elde sağlam bilgi yoktur. Dolayısıyla, Kur’ân’ın verdiği bilgiler dışında kalanlar söylentiden öte bir değer ifade etmemektedir.

İşte söylentilerden birkaç örnek:

* Nûh 40 yaşında peygamber olmuştur. Tufandan sonra 60 yıl yaşamıştır.[43]

* Nûh, Âdem’den 800 sene sonra peygamber olarak gönderilmiştir.[44]

* Nûh 50 yaşında iken peygamber oldu.[45]

* Nûh, 350 yaşında iken peygamberlikle görevlendirildi.[46]

Birçok rivâyette de, mevcut insanların Nûh’un soyundan geldiği söylenmiştir. Buna göre; Araplar, Farslar, Rûmlar, Sûriye halkı ve Yemenliler Nûh’un Sâm adındaki oğlunun soyundan gelmektedir. Sind, Hint halkı, zenciler, Habeşliler Nûh’un Hâm adındaki oğlunun soyundandırlar. Türkler, Berberîler, Çinliler, Japonlar, Slavlar ise Nûh’un Yâfes adındaki oğlunun çocuklarıdır

ELÇİLERİN DEĞİŞMEZ GÖREVİ: Peygamberlerin değişmez görevleri, 62. âyette Nûh peygamberin ağzından da açıklanmıştır: Risaletin tebliği ve nasihat [gelmiş vahiylerin tebyini ile öğüt vermek]…

64. âyetteki Biz de o’nu ve o’nunla beraber gemide/gemilerde bulunanları kurtardık, âyetlerimizi yalanlayanları da boğduk ifadesinden, Nûh kavmini helâk eden tufanın Kitab-ı Mukaddes’te belirtildiği gibi “genel” değil, “yöresel” bir âfet olduğu anlaşılmaktadır. Ancak yukarıda da söylediğimiz gibi, bu yörenin neresi olduğu hakkında sağlam bir bilgi ve kanıt bulunmamaktadır. Bazıları tarafından bu olayın buzul çağında meydana geldiği ve Atlas okyanusu’nun Cebel-i Târık Boğazı’nı yararak Akdeniz’in oluşmasına yol açtığı gibi faraziyeler ileri sürülmüşse de, bunlar Kur’ân’a uymaz. Çünkü Kur’ân’daki açıklamalardan bu tufanın sadece su baskınından ibaret olmadığı, yağmurun da âfette rol oynadığı anlaşılmaktadır.

64. âyette Nûh kavmi için ‘amîn sözcüğü kullanılmış olup bu sözcük, gözlerin görmemesi anlamındaki a‘mâ sözcüğünden farklıdır. ‘Amîn sözcüğü, manevî bakışın, basiretin kör oluşunu ve bu körlüğün devamlılığını ifade etmektedir.

Manevî körlüğün ne demek olduğu, aşağıdaki âyetler yardımı ile daha iyi anlaşılabilir:

66.İşte, o gün onlara bütün önemli haberler kapkaranlık olmuştur; artık onlar birbirlerine de soramazlar.

(Kasas/66)

104.Kesinlikle size Rabbinizden gözünüzü açacak, doğru yolu bulduracak bilgiler geldi. Artık kim hakkı görürse yararı kendisine, kim de körlük ederse zararı kendisinedir. Ben sizin üzerinize bir bekçi değilim!”

(En‘âm/104)

HÛD PEYGAMBER ve ÂD KAVMİ:

65.Andolsun ki Âd’a da kardeşleri Hûd’u elçi gönderdik. O, “Ey toplumum! Allah’a kulluk edin, sizin için O’ndan başka bir ilâh yoktur. Hâlâ Allah’ın koruması altına girmez misiniz?” dedi.

66.Toplumundan, ileri gelen kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler, “Biz seni akıl hafifliği/ câhillik içinde görüyoruz ve gerçekten seni yalancılardan sanıyoruz” dediler.

67-69.Hûd, “Ey toplumum! Bende akıl hafifliği/ câhillik yok, velâkin ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim. Size Rabbimin gönderilerini tebliğ ediyorum ve ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm. Sizi uyarması için içinizden bir adam üzerine Rabbinizden, size bir öğüt/kitap gelmesine şaştınız mı? Düşünün ki O sizi, Nûh toplumundan sonra, halîfeler, sonradan gelen nesiller yaptı ve oluşturuluşta boy-pos itibariyle sizi arttırdı. Kurtulmanız için Allah’ın nimetlerini hatırlayın” dedi.

70.Onlar dediler ki: “Demek sen Allah’a; başkasını karıştırmadan kulluk edelim ve atalarımızın kulluk ettiklerini bırakalım diye mi bize geldin? Eğer doğrulardan isen, bizi tehdit ettiğin şeyi bize getir!”

71.Hûd dedi ki: “Artık size Rabbinizden bir azap ve bir hışım inmiştir. Haklarında Allah’ın hiçbir delil indirmediği, sadece sizin ve atalarınızın taktığı isimler hakkında mı benimle tartışıyorsunuz? Bekleyin öyleyse, şüphesiz ben de sizinle birlikte bekleyenlerdenim!”

72.Bunun üzerine Hûd’u ve o’nunla beraber olan kimseleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık ve âyetlerimizi yalanlayan ve iman etmemiş olan kimselerin kökünü kestik.

Fecr sûresi’nin tahlilinde geniş yer verdiğimiz Âd kavmi ile onlara elçi olarak gönderilen Hûd peygamber arasında yaşananlar, Peygamberimiz ile Mekkeliler arasındakilere benzemesi bakımından dikkat çekicidir. Hûd peygamberin yaptığı tevhîd çağrısına karşı Âd kavmi, Hûd peygamberi kıt akıllılıkla, câhillikle itham etmiş, atalar dininde direnmiş ve geleceğine inanmayarak Allah’ın azabına meydan okumuştur.

Mekkeliler de Âd kavmi gibi, tevhîde yapılan çağrıya karşılık olarak Peygamberimizi mecnûnlukla/cinlenmişlikle itham etmişler ve atalar dininde direnmişlerdir:

4,5.Ve içlerinden kendilerine bir uyarıcı geldiğine şaştılar da o kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedeno kimseler, “Bu bir sihirbazdır, çok çok yalan söyleyen birisidir. O bunca ilâhı, bir tek ilâh mı yapmış? Bu gerçekten çok şaşılacak bir şey!” dediler.

(Sâd/5)

Âd kavmi, bu direnişi ileri götürmüş ve geleceğine inanmadığı azaba meydan okumuştur. Ne var ki, sonuç onlar için perişanlık olmuştur. Bu kıssa, aynı davranışı göstermekte olan Mekkelilere, Âd kavmi ile aynı “son”u paylaşmamaları için örnek gösterilmektedir.

NÛH KAVMİNDEN SONRA HALÎFELER: Sâd sûresi’nin tahlilinin sonunda ayrıntılı olarak açıkladığımız gibi, halîfe sözcüğü “arkadan gelen, zaman itibariyle bir başkasının arkasından gelip onun yerine geçen” demektir.[47] Buna göre 69. âyetteki ifadeden, Nûh kavminin yaşayıp yok edildiği bölgede Nûh kavminden sonra Âd kavminin yaşadığı ve bu durumun Âd kavmi tarafından bilindiği anlaşılmaktadır. Nitekim Hûd peygamberin ve yaratılışta boy bos itibariyle sizi artırdı şeklindeki ifadesi de, o dönemde Âd kavminin elinde Nûh kavmiyle kendileri arasında bir mukayese yapacak kadar sağlam bilgilerin olduğunu göstermektedir. Hûd peygamberin sözlerindeki boy bos ifadesi, sözcüklerin hakikat anlamlarına göre kavimler arasındaki yapısal farkı niteliyor olabileceği gibi, araç gereç ve iktidar gücü farkını da niteliyor olabilir. Kısacası, Hûd peygambere ait bu ifadeden, Âd kavminin Nûh kavmine nazaran fizikî yapı ya da donanım olarak; yahut her iki bakımdan da daha güçlü olduğu anlaşılmaktadır.

Hûd peygamberin 71. âyetteki Haklarında Allah’ın hiçbir delil indirmediği, sadece sizin ve atalarınızın taktığı isimler hakkında mı benimle tartışıyorsunuz? ifadesiyle, bu sapkın kavmin kendisine ilâh edindiği putların “adı var kendi yok” cinsinden salt birer isim oldukları belirtilmektedir.

Putlara atfedilen işlevlerin boş birer adlandırma olduğu Yûsuf sûresi’nde de dile getirilmiştir:

37-41.Yûsuf: “Size yiyecek olarak verilecek bir yemek gelmeden önce onun te’vîlini size bildiririm. Bu, Rabbimin bana öğrettiği şeylerdendir. Şüphesiz ben, Allah’a inanmayan bir toplumun –ki onlar âhireti bilerek reddedenlerin; inanmayanların ta kendileridir– dinini, yaşam tarzını terk ettim. Ve atalarım İbrâhîm, İshâk ve Ya‘kûb’un dinine, yaşam ilkesine uydum. Bizim, Allah’a hiçbir şeyi ortak tutmamız olmaz. Bu, Allah’ın bize ve insanlara bir armağanıdır. Velâkin insanların çoğu kendilerine verilen nimetlerin karşılığını ödemiyorlar. Ey benim zindan arkadaşlarım! Ayrı ayrı birçok rabbler mi daha hayırlı, yoksa her şeye hâkim ve galip olan bir tek Allah mı? Sizin, O’nun astlarından o taptıklarınız, sizin ve atalarınızın uydurduğu birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Bunlara tapmanız konusuna Allah hiçbir delil indirmiş değildir. Hüküm ancak Allah’a aittir: O, size, Kendisinden başkasına tapmamanızı emretti. İşte bu dosdoğru/koruyan dindir. Fakat insanların çoğu bilmiyorlar. Ey benim zindan arkadaşlarım! Biriniz efendisine yine şarap sunacak. Diğeri de asılacak da kuşlar onu başından yiyecekler. İşte hakkında fetva istediğiniz iş gerçekleşti” dedi.

(Yûsuf/37-41)

Âd kavminin taptığı isimden ibaret putlar hakkında bir yabancı kaynakta şu malumat verilmektedir:

Âd kavminin Sâkıye, Hâfıza, Râzîka ve Salime adlarında dört ilahları vardı. Birincisinin yağmur verdiğine, ikincisinin kendilerini her tehlikeden koruduğuna, üçüncüsünün rızk verdiğine, dördüncüsünün de derde uğradıkça kendilerine derman verdiğine inanırlardı.[48]

İsimden ibaret putlara Peygamberimizin tebliğde bulunduğu dönemden verilecek örnekler ise; العزّ [‘ızz] ve الاعزّ[el-e‘azz]dan türemiş olan عزّى[‘Uzzâ] ile “ilâh”tan türemiş olan اللاّت[el-Lât] adlarındaki putlardır. Bu putların herhangi bir fonksiyonlarının olmadığı aslında onlara inananlar tarafından da bilinmektedir.

Birer isimden ibaret olan bu ilahlar kimseyi yaratıp yönetemedikleri gibi, hiç kimseye izzet, şeref ve güç de veremezler:

73.Ey insanlar! Bir örnek verilmektedir, şimdi ona kulak verin: Sizin Allah’ın astlarından şu yakardıklarınız bir araya gelseler bile, bir sineği asla oluşturamazlar. Ve sinek onlardan bir şey kapsa onu kurtaramazlar. İsteyen ve istenen güçsüzdür.

74.Allah’ı gereği gibi değerlendirip bilemediler. Şüphesiz ki Allah çok kuvvetlidir, her şeye üstündür.

(Hacc/73-74)

SÂLİH PEYGAMBER ve SEMÛD KAVMİ:

73.Andolsun ki Biz, Semûd’a da kardeşleri Sâlih’i elçi olarak gönderdik. O dedi ki: “Ey toplumum! Allah’a kulluk edin, sizin için O’ndan başka bir ilâh yoktur. Size Rabbinizden açık bir kanıt geldi. İşte şu, Allah’ın devesi/sosyal yardım ve destek ilkesi, sizin için bir âyettir; bırakın onu Allah’ın yeryüzünde yesin, sakın ona kötülükle dokunmayın, yoksa sizi acıklı bir azap yakalayıverir. 74.Ve düşünün ki Âd’dan sonra sizi halîfeler yaptı. Ve yeryüzünde sizi yerleştirdi: Onun düzlüklerinden saraylar yapıyorsunuz, dağlarını evler hâlinde yontuyorsunuz. Öyleyse Allah’ın nimetlerini hatırlayın ve yeryüzünde kargaşa çıkaranlar olarak taşkınlık yapmayın.”

75.Toplumundan büyüklük taslayan ileri gelenler, içlerinden zayıf görünen inanmış kimselere dediler ki: “Siz, Sâlih’in, gerçekten Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçi olduğunu biliyor musunuz?” Onlar, “Kesinlikle biz o’nunla gönderilene inanıyoruz!” dediler.

76.Büyüklük taslayan o kimseler, “Biz, sizin inandığınızı kesinlikle bilerek reddeden kimseleriz!” dediler. 77.Hemencecik de o sosyal yardım ve destek kurumlarını ayakta tutan gelir kaynaklarını kuruttular ve büyüklenerek Rablerinin buyruğundan dışarı çıktılar ve “Ey Sâlih! Eğer gerçekten gönderilen elçilerden isen, bizi tehdit ettiğini getir bize!” dediler.

78.Bunun üzerine hemen onları, şiddetli sarsıntı yakaladı da yurtlarında diz üstü çöke kaldılar.

79.Sâlih, o zaman onlara sırt çevirdi ve “Ey toplumum! Andolsun ki ben size Rabbimin gönderilerini tebliğ ettim ve size öğüt verdim, fakat siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz” dedi

Semûd kavminden Fecr, Necm, Şems, Burûc, Kaf, Kamer ve Sâd sûrelerinde de bahsedilmiş ve bu sûrelerin tahlillerinde bu kavim hakkında bazı bilgiler verilmişti. Yararlı olacağını düşünerek bu bilgilerden Semûd sözcüğü ile ilgili olan kısmı burada tekrar veriyoruz.

“SEMÛD” SÖZCÜĞÜ: Arap dili uzmanlarının çoğu ثمود[semûd] sözcüğünün Arapça olmadığı ve dolayısıyla da çekimli olmadığı görüşündedir.

Bazı dilbilimciler ise sözcüğün Arapça olduğu ve smd kökünden türediği görüşündedirler. ثمد[smd] sözcüğü, “maddesi [kütlesi] bulunmayan su” demektir ve sözcük “az su” anlamı kastı ile “kırağı veya çiy suyu” için kullanılır. Bundan başka, su sarnıçları, içinde az su bulunan çukurlar, çukur kazılıp da suyun bulunamaması da semd sözcüğüyle ifade edilir.[49]

Semûd sözcüğü semd kökünden türemiş bir sözcük olarak kabul edilirse, “suyu kıt olan” anlamına gelir. Ancak Sâlih peygamber kıssasındaki “deve” ve “su taksimi” ifadelerinin zâhirî anlamlarından yola çıkarak Semûd kavminin kırağı, çiy, sarnıç veya suyu az olan kuyulara mahkûm olduğunu düşünmek ve onları az sayıdaki bedevîden oluşmuş bir kabile olarak görmek yanlış olur. Çünkü Kur’ân’ın diğer âyetlerinde verilen bilgilerden anlaşıldığına göre, Semûd kavmi büyük bir medeniyettir ve kalabalık bir halktır. Ayrıca kıssada geçen deve de bize göre hakikat manada değil, mecâz manada düşünülmelidir. Zira eski çağlarda tarım ve hayvancılıkla geçinen toplumlarda, beş yaşında en verimli çağındaki bir devenin [en-nâkah], neredeyse çocuklardan bile değerli tutulduğu için kesilmesi mantıksızdır. Zaten âyette de bu deve, “Allah’ın devesi” olarak nitelenmiştir. Şems sûresi’nin tahlilinde açıkladığımız gibi, devenin Allah’a izafe edilişi, onu kimsenin sahiplenemeyeceğini ifade eder ki, bu da tıpkı “Allah’ın evi” [Beytullah] gibi devenin kimseye ait olmadığını, tüm insanlara, kamuya ait olduğunu gösterir.

74. âyetin sonundaki Öyleyse Allah’ın nimetlerini hatırlayın ve yeryüzünde fesatçılar olarak taşkınlık yapmayın ifadesinden, Âd kavminden sonra o bölgede bir düzen kurulduğu anlaşılmaktadır. Yapılan ihtar da o düzenin bozulmaması ve kargaşa çıkarılmaması içindir. Bize göre, dolaylı olarak düzenin [adaletin] olmadığı yerde kargaşanın kaçınılmaz olduğu ve mülkün [yönetimin, devletin] temelinin adalet olduğu vurgulanmaktadır.

78. âyetteki “diz üstü çökekaldılar” diye çevirdiğimiz جاثمين[câsimîn] sözcüğü, “hiç hareket etmeden, hiç bir şey hissetmeden diz üstü oturanlar” anlamında olup Semûd halkının düştüğü perişanlığı yansıtmaktadır.[50]

79. âyetteki, (Sâlih de) o zaman onlara sırt çevirdi ifadesinden, Sâlih peygamberin bu olaydan sonra onların yanlarına uğramadığı ve onlara yardımcı olmadığı veya onlarla hiç muhatap olmadığı ve oradan ayrılıp uzaklaştığı anlaşılmaktadır.

Yine 79. âyetteki Sâlih peygamberin, Ey kavmim! And olsun ki ben size Rabbimin gönderilerini tebliğ ettim ve size öğüt verdim, fakat siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz ifadesi, Nûh peygamberin kıssasında olduğu gibi, peygamberlerin değişmez görevlerinin “tebliğ” ve “nasihat” olduğunu bildirmektedir. Buradan açıkça anlaşılmaktadır ki, değişmez görevleri dışında peygamberlere Yüce Allah tarafından ayrıca bir “teşri” [yasama] görevi ve yetkisi verilmemiştir.

Sâlih peygamber ile Semûd kavminin kıssası, İsrâîloğulları veya Uzakdoğu kıssalarından olmayıp Arap kıssasıdır. Bize göre, Arapların iyi bilmeleri ve aralarında sıkça anlatmaları sebebiyle bu kıssaya Kur’ân’da birçok kez yer verilmiştir.

Semûd kavminin uğradığı felâketi anlatmak için kullanılmış olan recfe [şiddetli sarsıntı] ve yol açtığı korkunç olaylar, başka âyetlerde de dile getirilmiştir:

52.İşte, onların, şirk koşmak sûretiyle işledikleri yanlışlar yüzünden çatıları çöküp ıpıssız kalmış evleri. Hiç şüphesiz ki bunda, bilen bir toplum için bir alâmet/gösterge vardır.

(Neml/52)

31.Şüphesiz Biz onların üzerine korkunç tek bir ses gönderdik; ağılcının topladığı çalı-çırpı gibi oluverdiler.

(Kamer/31)
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla