Tekil Mesaj gösterimi
Alt 27. September 2008, 11:52 PM   #3
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

Önlerindeki ve arkalarındaki set

İnanmayacak olanların bu ayette, gerçekleri göremez, geçmişten ders almaz, geleceği düşünmez olarak burunlarını havaya dikmiş durumları, bir başka ayette ise şöyle dile getirilmiştir:

Fussılet; 25: Biz onlara karinleri (bir takım yakınları, yani İblislerini) kabuk gibi üzerlerine kaplattık, onlar da, önlerinde ve arkalarında olanları kendilerine süslü gösterdiler. Cinnlerden ve insanlardan (herkesten) kendilerinden önce gelip geçmiş ümmetlerde yürürlükte olan söz, onların üzerine hakk oldu. Şüphesiz onlar, hüsrana uğrayanlar idiler.

Fussılet suresinin 25. ayetinden anlaşılacağı gibi, inanmayacak olanların önlerindeki ve arkalarındaki set aslında, onların çevrelerindeki bir takım yakınların (İblislerinin) olan biteni onlara süslü göstermeleri ve onların da tutkuları yüzünden bu süse yatkın olmalarıdır. Buradan da onların, kendilerine süslü gösterilen mallar, makamlar, oğullar sebebiyle burunlarını havaya kaldırıp gerçekten uzaklaşmamaları ve tutkularından kurtulup akıllı davranmaları hâlinde, kendilerini kurtarabilecekleri anlaşılmaktadır.


Uyarının faydasızlığı

10. ayetteki “Ve onları uyarmışsın yahut uyarmamışsın onlara göre birdir, onlar inanmazlar.” ifadesinin bir benzeri de Bakara suresindedir:

Bakara; 6: Gerçek şu ki, şu kâfir olanları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir; iman etmezler.

Hemen belirtmek gerekir ki bu ifadeler “tebliğ etmeye gerek yok” anlamına gelmez. Çünkü elçi, görevi gereği tebliğini sürekli yapmak zorundadır. Zaten ifadelere dikkat edilirse Rabbimiz ayette “senin için birdir” dememiş, “onlar için birdir” demiştir. Yani, elçi görevini yapacaktır ama elçinin yapacağı tebliğ, ancak tebliğe muhatap olanlar içindeki kibirliler bakımından bir fark yaratmayacaktır.

Bu ayet grubundaki, Rabbimizin “kıldık, sardık” ifadeleri, onları inanmaz hâle sokanın Rabbimiz olduğu şeklinde anlaşılmamalıdır. Onların içine düştükleri durumu Rabbimizin kendisine nispet etmesi; onların iradeleriyle, özgür seçimleriyle işledikleri fiilleri yaratanın kendisi olması sebebiyledir. Yani, insanları cehenneme sürükleyen fiilleri var eden ve insanları bu filleri işlemekte serbest bırakan Allah olduğu için bu fiiller Rabbimize izafe edilmiştir. Bu konu, “Sonra onu alçakların en alçağına döndürdük” ifadesi ile Tin suresinde yer almış ve surenin tahlilinde “Allah’ın Kalpleri Mühürlemesi ve Damgalaması” başlığı altında ayrıntılı olarak işlenmiştir (İşte Kur’an; c:2, s:69–75).



11. Ayet:

Şüphesiz sen o zikire (Kur’an’a) uyan ve gaybde Rahman’a haşyet duyan kimseyi uyarırsın. Sen hemen onu bir bağışlanma ve çok şerefli bir ödül ile müjdele.

Ayetin ifadesinden, 6. ayette konu edilen ve ataları uyarılmadığı için duyarsızlaşmış olan kavmin iki guruba ayrılmış olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü ayette; mal, mülk, makam, mevki etkisiyle gözlerini gerçeğe kapamış kibirli, inatçı, küfürleri katmerlenmiş ve uyarının yarar sağlamadığı bir grubun yanında, Zikir’e (Kur’an’a) uyan, gaybde bile Allah’a haşyet duyan ve peygamberimizden uyarmaya devam etmesinin istendiği bir başka gruptan söz edilmektedir.

Haşyet

Daha önce A’lâ ve A’râf surelerinde ayrıntılı olarak açıkladığımız “haşyet” kısaca; “bilgi ve idrak neticesinde oluşan hayranlık ve saygının doğurduğu hasret kalma, uzak kalma korkusu” demektir.

Gaybde Rahman’a haşyet duymak

Bu ifade müminlerin, kendilerini Allah katında takdire lâyık hâle getiren iki temel özelliğine işaret etmektedir:
Birinci özellik; Rahman olan Allah’ın hiçbir yerde ve şekilde gözle görülmemesine, duyulup hissedilmemesine rağmen, müminlerin Allah’a haşyet duymaları ve takvalı davranmalarıdır. Müminlerin Rahman olan Allah’a karşı duydukları bu haşyet, apaçık görülen ve müthiş kuvvetli güçleri olan başka varlıklara karşı duydukları korkudan daha fazladır.
İkinci özellik de; O’nun Rahman olduğunu bildikleri hâlde, O’nun rahmetine güvenerek hiçbir zaman günahkâr olmamaları, yani “Rabbim beni affeder ama ben yine de yapmayayım” diyerek günah işlememeleridir.
Gerçek imanı ifade eden “gaybde haşyet”, Kur’an’da başka ayetlerde de yer almıştır:

Kaf; 32, 33: İşte bu, çokça yönelen ve çokça koruyan, Rahmandan gaybde (tenhada, kimsenin kendini görmediği yerlerde) iken haşyet duyan ve dönen bir kalp ile gelen (gönülden bağlı olan) herkes için söz verilendir.

Mülk; 12: Şüphesiz ki gaybde Rabblerine haşyet duyanlar; bağışlanma ve büyük bir ödül onlar içindir.

Enbiya; 49: Ki onlar, gaybde Rabblerine haşyet duyanlardır. Ve onlar Saat’ten (kıyametin kopmasından) içleri titreyenlerdir.

Fatır; 18: Hem günah çeken bir kimse, başkasının günahını çekmeyecek; yükü ağır basan, onun yüklenilmesine çağırsa da ondan bir şey yüklenilmeyecek, isterse bir yakını olsun. Fakat sen ancak o kimseleri sakındırırsın ki, gaybde Rabblerinin korkusunu duyarlar, namazı dürüst kılarlar. Temizlenen de sırf kendisi için temizlenir. Nihayet dönüş Allah’adır.

12. Ayet:

Şüphesiz ki ölüleri ancak Biz diriltiriz Biz. Onların önceden yapıp gönderdiklerini ve eserlerini de yazarız. Zaten Biz her şeyi bir “imam-ı mübin”de sayıp tespit etmişizdir.

Bu ayette üç nokta üzerinde durulmuştur.

1) Ölülerin diriltilmesi ve bunu sadece Allah’ın yapması: Burada Rabbimiz, üç kez “Biz” ifadesi kullanarak, te’kit edatı getirerek ve cümleyi isim cümlesi olarak kurarak olağanüstü bir vurgu yapmıştır. Yapılan bu vurgular, ölülerin diriltilmesi olayının büyüklüğünü, ciddîliğini ve bu işin sadece Allah’ın gücü ile mümkün olabileceğini göstermektedir.
“Ölülerin diriltilmesi” eyleminden mecazen; “ölü mesabesinde olan kâfirlerin imana getirilerek canlandırılması”, yani “cahillerin bilgilendirilmek suretiyle canlandırılması” şeklinde ikinci bir anlam çıkarmak da mümkündür.

2) İnsanların yaptığı her şeyin yazılması: Ayetin ikinci cümlesinde, insanın yaşamı boyunca yaptığı iyi ve kötü işleri ile bu işlerin o kimsenin ölümünden sonra kalan iyi ve kötü izlerinin kayıtlara geçirildiği bildirilmektedir. Bu demektir ki; insan öldükten sonra amel defteri kapanmayacak, dünyada yaptığı işlerin izlerinden de sorumlu tutulacaktır:

İnfitar; 5: Kişi neyi önünden gönderdiğini ve neyi geri bıraktığını bilmiştir.

Kıyamet; 13: O gün, o insan, önden yolladığı şeyler ve geriye bıraktığı şeyler ile haberlenir.

Haşr; 18: Ey inanmış olan kişiler! Allah’a takvalı davranın; her kişi yarına ne hazırladığına bir baksın. Ve Allah’a takvalı davranın. Şüphesiz Allah, işlediklerinizden haberdardır.

Nisa; 85: Kim güzel bir şefaatle (hayır ve iyiliklere aracı, vasıta olmakla) şefaat ederse, bundan kendisine bir sevap (hisse) vardır. Kim de kötü bir şefaatle (kötülüğe delil olmak ve yardım etmekle veya kötülük çığırını açmakla) şefaatte bulunursa, ondan kendisine bir günah payı vardır. Allah her şeye kadirdir.

Kehf; 49: Ve Kitap (amel defteri) konulmuştur. Suçluların ondan korktuğunu göreceksin. Ve “Eyvah bize! Bu nasıl kitapmış ki, büyük küçük hiçbir şey bırakmadan hepsini saymış” derler. Ve onlar, yaptıklarını hazır bulurlar. Ve senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.

Enbiya; 94: Öyleyse kim inanmış olarak salihatı işlerse onun emeği için nankörlük edilmeyecektir. Biz hiç şüphesiz onu yazanlarız da.
3) Her şeyin bir “apaçık bir önder”de sayılıp dökülmesi: Ayetteki üçüncü cümleden genellikle “amel defteri” anlaşılmaktadır. Çünkü yukarıda Kehf suresinin 49. ayetinde görüldüğü gibi, her şey yazılı olarak bir “kitap”ta (amel defterinde) bulunacaktır.

İsra; 71: O gün Biz bütün insanları önderleriyle çağıracağız. Ki o gün, kimin kitabı sağ eline verilirse, işte onlar kitaplarını okuyacaklar ve en küçük bir haksızlığa uğratılmayacaklar.

Zümer; 69: Ve yeryüzü Rabbinin nuruyla aydınlanmış, kitap konulmuş, peygamberler ve tanıklar getirilmiş ve aralarında hak ile karar verilmiştir. Ve onlar zulüm olunmazlar (onlara haksızlık edilmez).

Kamer; 52, 53: Ve onların işledikleri her şey, yazıtlardadır (kayıtlardadır, kitaplardadır).
Küçüğün, büyüğün, hepsi satır satır yazılmıştır.

Biz ise, cümledeki “imam-ı mübin (apaçık bir önder)” ifadesinin “Kur’an-ı mübin” olarak anlaşılmasını tercih ediyoruz. Çünkü Rabbimiz, insanlar için gerekli yol haritasını; iyiyi, kötüyü, güzeli, çirkini, hakkı, batılı, imanı, küfrü, cennete veya cehenneme götüren sebepleri, hepsini, ama hepsini apaçık olarak Kur’an’da sayıp dökmüştür. Dolayısıyla bize göre buradaki “imam-ı mübin” ifadesi ile kastedilen, vahyedilen kılavuzda her şeyin var olduğu gerçeğidir.

13–32. Ayetler:

Sen onlara (gafil kavme), o kentin ashabını örnek ver. Hani oraya gönderilmişler (elçiler) gelmişti.
Hani Biz onlara iki elçi göndermiştik de onlar ikisini de yalanlamışlardı. Biz de üçüncü ile güçlendirmiştik de onlar: “Şüphesiz ki biz size gönderilmişleriz (elçileriz)” dediler.
Onlar da: “Siz ancak bizim gibi bir beşersiniz. Rahman hiçbir şey indirmedi de. Siz sadece yalan söylüyorsunuz.” dediler.
Onlar (elçiler) dediler ki: “Rabbimiz biliyor ki biz gerçekten size gönderilmiş elçileriz. Bize düşen de sadece apaçık tebliğdir.”
Onlar (o kentin halkı) dediler ki: “Şüphesiz biz sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Eğer vazgeçmezseniz, ant olsun ki, sizi taşlayarak öldürürüz ve mutlaka bizden size çok acıklı bir azap dokunur.”
Onlar (Elçiler): “Sizin uğursuzluğunuz sizinle beraberdir. Size öğüt verildi diye mi? Bilakis siz haddi aşmış bir kavimsiniz.” dediler.
O sırada o kentin en uzak yerinden bir adam koşarak geldi. Dedi ki: “Ey kavmim! Uyun o gönderilmişlere (elçilere)! Uyun sizden hiçbir ücret istemeyen o kişilere ki, onlar hidayete ermişlerdir. Bana ne oluyor da kulluk etmeyecekmişim O beni yaratana? Siz de sadece O’na döndürüleceksiniz. Ben, hiç ben O’nun astlarından ilâhlar edinir miyim? Eğer Rahman, bana bir zarar dileyecek olsa, onların (ilâhların) şefaati benden yana hiçbir fayda vermez ve onlar (ilâhlar) beni kurtaramazlar. Şüphesiz ki ben, o zaman (ilâhlar edindiğim takdirde) apaçık bir sapıklık içindeyimdir. Şüphesiz ki ben, Rabbinize iman ettim. Hadi kulak verin bana!”
Denildi ki: “Haydi gir cennete!” (O da) Dedi ki: “Ne olurdu! Kavmim, Rabbimin beni bağışladığını ve beni onurlandırılanlardan kıldığını bir bilselerdi.”
Ve Biz arkasından onun kavminin üzerine hiç bir ordu indirmedik, indirecekler de değildik. Sadece bir çığlık! Bir de bakmışsın ki, onlar hemen sönüvermişlerdir.
Yazıklar olsun o kullara ki, kendilerine gelen her bir elçi ile mutlaka alay ederlerdi.
Kendilerinden önce nice nesilleri helâk ettiğimizi ve bunların kendilerine dönmeyeceklerini görmediler mi? Onların hepsi de toplanıp sadece bizim huzurumuzda hazır bulundurulacaklardır.

Dikkat edilecek olursa, Kur’an’ın ilk inen suresinden itibaren her uyarıdan sonra insanların önüne bir cennet ve cehennem tablosu konulmuştur. Bu özellik bu surede de sürdürülmüş ve surenin başlangıcındaki, elçilerin görevinin inzar (uyarı) olduğu, vahye kulak verenlerin bu uyarıdan yararlandığı, vahye kulak vermeyenlerin ise kendilerini cehenneme attıkları açıklaması ile yapılan uyarıdan sonra, bu ayet grubunda da cennet ve cehennemin ibret tabloları canlı bir anlatımla gözler önüne serilmiştir. Ancak, buradaki anlatım bambaşka bir anlatım olup, sanki üç perdelik bir temsil gibidir:

Birinci perde, I. sahne

Sahnede bir kentin hıncahınç dolu olan meydanı canlandırılmıştır. Sahneye önce iki elçi girmekte ve onların arkalarından giren bir başka elçi ile birlikte üç elçi koro hâlinde topluma seslenmektedirler:
– Şüphesiz ki biz, size gönderilmişleriz (elçileriz).
Topluluk:
– Siz ancak bizim gibi bir beşersiniz. Rahman hiçbir şey indirmedi de. Siz sadece yalan söylüyorsunuz.
Elçiler:
– Rabbimiz biliyor ki biz gerçekten size gönderilmiş elçileriz. Bize düşen de sadece apaçık tebliğdir.
Topluluk:
– Şüphesiz biz sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Eğer vazgeçmezseniz, ant olsun ki, sizi taşlayarak öldürürüz ve mutlaka bizden size çok acıklı bir azap dokunur.
Elçiler:
– Sizin uğursuzluğunuz sizinle beraberdir. Size öğüt verildi diye mi? Bilakis siz haddi aşmış bir kavimsiniz.

Birinci perde, II. sahne


Kentin en uzak yerinden bir kişi koşarak sahneye girer ve topluluğa seslenir:
– Ey kavmim! Uyun o gönderilmişlere (elçilere)! Uyun sizden hiçbir ücret istemeyen o kişilere ki, onlar hidayete ermişlerdir. Bana ne oluyor da kulluk etmeyecekmişim O beni yaratana? Siz de sadece O’na döndürüleceksiniz. Ben, hiç ben O’nun astlarından ilâhlar edinir miyim? Eğer Rahman, bana bir zarar dileyecek olsa, onların (ilâhların) şefaati benden yana hiçbir fayda vermez ve onlar (ilâhlar) beni kurtaramazlar. Şüphesiz ki ben, o zaman (ilâhlar edindiğim takdirde) apaçık bir sapıklık içindeyimdir. Şüphesiz ki ben, Rabbinize iman ettim. Haydi, kulak verin bana!
Perde iner. Fondan bir ses:
Haydi, gir cennete!

İkinci perde, I. sahne (Genel uyarıya yönelik)

Yer, cennettir. Topluluğa söylevde bulunan mümin kul cennette onurlanmış, nimetlere gark olmuş bir yaşam içinde kavmini düşünmektedir:
– Ne olurdu! Kavmim, Rabbimin beni bağışladığını ve beni onurlandırılanlardan kıldığını bir bilselerdi.

Üçüncü perde, (Binlerce sahne)

28, 29. ayetlerdeki “Ve Biz arkasından onun kavminin üzerine hiç bir ordu indirmedik, indirecekler de değildik. Sadece bir çığlık! Bir de bakmışsın ki, onlar hemen sönüvermişlerdir.”ifadesinin işaret ettiği gibi bir çığlık duyulur, kıyamet kopar, her şey hercümerç olur. (Bu sahnedeRabbimizin daha evvelki surelerde çizdiği tüm kıyamet kompozisyonları zihinlerde canlandırılmalıdır.)
Perde iner ve fonda yine bir ses (Allah’ın sesi, tabiî ki mecazen):
Yazıklar olsun o kullara ki, kendilerine gelen her bir elçi ile mutlaka alay ederlerdi. Kendilerinden önce nice nesilleri helâk ettiğimizi ve bunların kendilerine dönmeyeceklerini görmediler mi? Onların hepsi de toplanıp, sadece bizim huzurumuzda hazır bulundurulacaklardır.

13–32. ayetlerden oluşan pasajın yukarıda yaptığımız anlatımı, bize göre herhangi bir ek açıklamaya gerek duyurmamaktadır. Ancak, bu konudaki söylentilerde yine bazı saptırmalar yapılmış olduğundan, gerçekleri tekrar sergilemekte yarar görmekteyiz.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla