Tekil Mesaj gösterimi
Alt 25. January 2010, 01:29 AM   #2
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun Aleykum! Değerli Kardeşlerim!
Dinin saltanat ve siyaset aracı yapılmasının önündeki en büyük engel olan laiklik, Mehmed Alagaş kardeşimizce ustaca çarpıtılarak nasıl da verilmiş? İlginç...

Yaşar Nuri Öztürk Kardeşimizin iki yazısını sizlerle paylaşmak istiyorum.

Laiklik konusunun sadedi nedir?


Sadedi şudur:

Din ve dine fatura edilen kutsallar iktidar erkinin arkasına konmayacak.

Yönetim erkinin arkasına kutsalı koyduğunuz anda yolunuz teokrasiye, despotizme ve engizisyona çıkar.

Bunun istisnası ve tedbiri yok. Olmamıştır, olamaz. Böyle bir istisna, böyle bir tedbir eşyanın tabiatına aykırıdır.

Meseleyi, İslam içine çekersek şöyle diyeceğiz:

Laiklik, dine Arap Emevı hanedanının yaptığını yapmamanın garantisidir, güvencesidir.

Peki,o nedir?

İşte, bu ülke onu anladığı zaman mesele çözülecek, herkes rahat edecek...

Hiç kimse kitlenin yönetimini, ülkenin yönetimini, dinine, mezhebine uyarlamayacak. Yani iktidar erkinin arkasına dini koymayacaksınız. Zaten bu yolu bizzat Kur'an kapatmıştır.

İktidar erkinin arkasına dini koymak ne demektir?

Allah adına birinin veya bir kadronun kitleyi yönetmesi demektir. Kur'an bunu kapatmış, bu devri bitirmiş. Nasıl bitirmiş? Onu da bilmiyor bu millet.

Ama bu millet şunu biliyor:

Son Peygamber, bizim peygamberimizdir.

Niye Son Peygamber bizim peygamberimizdir, hiç düşündünüz mü? Cenabı Hak, neden peygamberliği Hz. Muhammed’le bitirdi? Adam bulmakta zorluk mu çekti? Öyle bir şey mi var? Bin beş yüz, iki bin, üç bin yıl önce adam vardı da, şimdi yok mu? Niye bitirdi? Birkaç hikmeti var. Bir tanesi de şu:

Artık, Allah adına insanları yönetecek kişiler devri bitti. Kur’an bunu bitiriyor. Çünkü böyle bir sıfat olsa olsa peygamber unvanı taşıyan bir insanın olur. Kaldı ki, Kur'an o peygambere bile, kitleyi devlet başkanı veya yönetici sıfatıyla yönetmeye kalktığı anda hemen sosyal mukavele (bey’at) ve şûra emri veriyor. Onlarla mukavele yap ve şûrayı, yani karşılıklı denetimi işleterek öyle yönet diyor.

Peygamberliğin bittiğini ilan edip teokrasi devrini kapatan Kur’an onun yerine şunu koymuştur: Hâkimiyet erkinin, yönetim erkinin arkasına kitlenin iradesi oturacak.

Mutlak hâkim Allah'tır.

Tamam, ama o sosyolojikhukuksal bir kavram değil, ontolojik bir kavramdır.

Egemenlik Tanrı’nındır sözünün anlamı teokrasi değil. Bu işleri bilmeyen bunu teokrasi diye yutturuyorlar.

Mutlak hâkim olan Cenabı Hak kendine iman etmiş olanlara şöyle diyor:

“Kitle, yönetimde, kaderi konusunda söz sahibi olsun!”

İşte şûra ve bey'at ilkesi bu emrin yerine getirilişini gösteriyor.

Siyasal İslam denen, esasında ise İslam’ın başının en büyük derdi olan saltanat dinciliği “Söz Allah'ındır, hüküm Allah'ındır!” diyerek ortaya fırlıyor. Dediği, ilke olarak doğrudur. Ama onun Kur’ansal pencereden açıklanması gerekir. Onu yapmıyor. Sözü söylüyor, açıklama işini, Arap Emevî saltanatçılarının yaptığı gibi yapıyor.

Bu Emevî siyasetçileri için Hz. Ali'nin kullandığı bir söz var ki, bugün, Allah ile aldatan siyaset dinciliğinin de ciğer röntgenini vermektedir. Şöyle diyor Emevî dincileri için Hz. Ali:

“Hak bir sözü (Kur’an’ı), bâtılı murat ederek kullanıyorlar.”

Siyasal İslamcıların bugün yaptıkları da budur.

Peygamberlik bitmemiş, Kur’an bey’at ve şûra emri getirmemiş, ilk Müslüman devlet başkanları seçimle iş başına gelmemiş gibi, İslam’ı bir hanedanlık ve padişahlık ideolojisi halinde tanıtıp buna din diyenler ve bu sahte dini geçerli kılmak için de laiklik düşmanlığı yapanlar var.

Bunlar Müslümanı geri götürmek, Cahiliye devrine döndürmek, Kur’an’ın yıktığı örflerin zindanına tıkmak istiyorlar.

Niçin?

Kendi çıkarları için.

Kendilerini Allah’ın vekili yerine koydurup kitleyi egemenlikleri altında tutmak için.

Laikliğe iki koldan saldırı

Laikliğe iki koldan saldırı düzenlenmiştir: Bir yandan din adına, bir yandan demokrasi adına...

Birinci kulvardakiler bağırıyor:

"Kâfir laiklik, kâfir 'Kemalizm dini', Allah'ın dinini eziyor, onun yerine geçiyor; dinimiz elden gidiyor, ayağa kalkalım!"

Batı, bu kulvardakileri, "Bu yolda devam edin, kurtuluşunuz buradadır, işte cihat budur" diye sürekli teşvik ve tahrik ediyor, destekliyor. Böylece bir taşla iki kuş vuruyor:
Hem nefret ettiği İslam'a yüz akı olacak yöntemi etkisiz kılıyor hem de Türkiye'yi zayıflatıyor.

İkinci kulvardakiler seslerini şöyle yükseltiyor:
"Biz dinle-diyanetle ilgili olmasak da çağdaş, demokrat, insan haklarına saygılı kişileriz. Bu dinci kesimin demokratik hak ve özgürlükleri laiklik adı altında 'laikçilik' yapılarak çiğneniyor. Allah ile aldatan bu dincilere destek olalım, ikinci bir cumhuriyet kuralım; tam özgürlük, tam demokrasi gerçekleşsin!"
Hıristiyan Batı stratejileri bu yıkım seslerinin ikisine de destek veriyor. Genelde tüm Batı, özel olarak da Avrupa, onlarca vakıf, dernek ve enstitü ile bu stratejiyi hedefine vardırmak için çalışan topluluklar manzarası arz etmektedir.

Batı'da bu işin fikir ve bilim öncüleri, bir grup oryantalist akademisyendir. En dikkat çekici isimler, Türkiye Cumhuriyeti'ne saldırmayı temel uğraş yapan Alman oryantalist Udo Steinbach ve ekibi ile Amerikalı stratejist Huntington ve fikirdaşlarıdır.

Huntington'ın Türkiye'yi horlayan, Batı'dan dışlanmasını isteyen, Atatürk ve Cumhuriyet'e dil uzatan yaklaşımlarını onun dinler arası kavga ve çekişmenin bu yüzyılda öncü kitabı sayılan 'The Clash of Civilizations' adlı eserinden dikkatlice okumak gerekir.

Udo Steinbach ve ekoldaşları (Gisela Kraft, Peter Heine, Martin Beck, Gunter Seufert, Renate Kreile, Reiner Albert, Hartmet Dreier, Guido Kraemer, Gustav Adolf Sonnenhol, Rita Breuer, Michael Lüders, Şerif Mardin, Sabri Sayarı, Fikri Adanır...) ise Türkiye'deki tüm Marksist ve dinci bölücülerce kullanılan Cumhuriyet ve Atatürk aleyhtarı slogan ve söylemlerin yaratıcısı durumundadır.

Bu gerçek, Almanca basın ve literatürü izleyen araştırıcılarca belirlenmiş bulunuyor.
Steinbach kadrosunun, Türkiye içi yıkım ekipleri tarafından sık sık kullanılan sloganlarının önde gelenleri şunlardır:
"Mustafa Kemal Atatürk, hilafeti kaldırarak İslam'a öldürücü bir darbe vurdu."

Sormak gerekir:
"Hilafet İslam'ın lehine idiyse sizin aleyhinize demektir; o halde aleyhinize olacak bir kuruma neden böylesine destek veriyorsunuz?"

Bir başkası şöyle tahrik ediyor:
"Kemalizm'le birlikte Tanrı kaybolup gitmiş; zira ona ne zaman bırakmışlar, ne de vesile

Biz de şunu sormalıyız:
"Siz Tanrı'ya çok mu vesile ve zaman bıraktınız? Neden gidip kendi evinizin önünü temizlemiyorsunuz?"
Kıyafet ve şekli neredeyse ilahlaştıran saf ve duygusal kitleyi çıldırtabilecek şu kışkırtmaya bakın:
"Kadınlar, Kemalizm sayesinde en üst görevlere gelebilmişler, doktor, milletvekili, profesör olabilmişlerdir. Fakat bunun ağır bir bedeli olmuştur: Erkek gibi giyinmek..." (Günter Seufert)

Bu sözü okuyanlar, Avrupalı hanımların pantolon asla giymediklerini, hatta çarşafla dolaştıklarını sanabilir. Ayrıca, bu sözden anlaşılır ki bir Müslüman için çarşaflı dolaşmak, doktor veya mühendis olmaktan çok daha önemlidir. Ve bu hükmü, Hıristiyan bir oryantalist vermektedir...

Kendi ülkelerinde çocuklarını dokuz-on yıl temel eğitime tâbi tutmakta, Türkiye'nin ise, uzun bir gecikmeden sonra başlattığı 8 yıllık temel eğitime saldırmaktalar. Peki, bu eğitim iyi ise neden ‘dostlarınız’ olan Türklere reva görmüyorsunuz? Kötü ise neden siz uyguluyorsunuz?

Mesele, iyi-kötü meselesi değil, 8 yıllık eğitimi, dini baltalayan bir gelişme olarak göstermek suretiyle siyaset dinciliğinin sırtını sıvazlamak, kavgayı kızıştırmak.

Bir Batılı aydın, Müslüman bir ülkedeki 8 yıllık temel eğitime geçiş gibi bir gelişmeden acaba neden ve niçin rahatsızlık duyar? Her halde Türkleri sevdiği için değil.

'Militan ateist Kemalizm' sloganının mucidi de bu ekolün mensuplarıdır.

Katolik Guido Kraemer'in şu bölücülük sloganına bakın:
"Türkler ya Müslümandır, ya da Kemalist-laik."

Bir bölücü slogan da Michael Lüders'ten:
"Türk halkının dinsel kesimleriyle Kemalist-laik seçkinler arasındaki uçurum giderek büyümektedir."
Siz de bundan ölesiye bir mutluluk duymaktasınız, değil mi?

Protestan Hartmet Dreier tahrip olayına şu provokasyonla katılıyor:
"Laiklik dinsizliktir."

Bu tespiti esas alarak tüm Batılıların dinsiz olduğunu söyleme hakkını elde etmiş olabileceğiz.
Gustav Adolf Sonnenhol'e göre, Türkiye'de 'Kemalist eğitim diktatörlüğü' vardır. Ve Peter Heine göre, bu diktatörlük, "son derece sert resmi dayatmalarla, manevi ihtiyaçların İslam kanalıyla açıktan tatminini imkânsız kılmıştır."

Aynı oryantaliste göre, "Türban, namuslu kadının sembolüdür."
Sormak gerekiyor:
Türbansız baş namussuzluğun sembolü ise türban takmayan Batılı ve Doğulu kadınlar namussuz mu?
Örneğin, türban takmayan Alman kadınları namussuz mu?


Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
kamer (25. January 2010), snobyx (28. January 2010)