Tekil Mesaj gösterimi
Alt 28. September 2008, 02:06 AM   #5
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

Bu ayette insanın nankörlük özelliğine dikkat çekilmiştir. İnsanların nankörlüğü Kur’an’da pek çok kez konu edilmiştir:

Ve Biz insana nimet verdiğimiz zaman o yüz çevirir, yan çizer. Kendisine bir kötülük dokunduğu zaman da geniş geniş yalvarır. (Fussilet/51)

Ve denizde size bir zarar dokunduğunda, o yalvardığınız kişiler kaybolup giderler. O, müstesna [kaybolmaz]. Sonra O, sizi karaya çıkararak kurtarınca, yüz dönersiniz. Ve insan, çok nankördür!” (İsra/67)

Ve Biz insana nimet verdiğimiz zaman, yüz çevirip uzaklaşır. Ona fenalık dokununca da ümitsizliğe düşer. (İsra/83)

Ve insanlara bir sıkıntı dokununca, Rabblerine yönelerek O’na yalvarırlar. Sonra, onlara kendinden bir rahmet tattırınca, bir de bakarsın ki, içlerinden bir gurup, Rabblerine şirk koşarlar. (Rum/33)

İşte insana bir sıkıntı dokunuverince Bize yalvarır, sonra kendisine tarafımızdan bir nimet bahşettiğimiz zaman da “O, bana bir bilgi üzerine verildi” der. Aslında o [verilen nimetler], bir fitnedir. Velâkin onların çoğu bilmezler. (Zümer/49)

Ve eğer insana, tarafımızdan bir rahmet tattırıp sonra da onu kendisinden çekip alsak, kuşkusuz o umutsuzdur, çok nankördür.
Ve eğer, kendisine dokunan mutsuzluktan sonra, ona mutluluğu tattırsak, elbette, “Kötülükler benden gitti.” der. Ve kuşkusuz o, şımarıktır, böbürlenen biridir. (Hud/9, 10)

Ve onlardan, “Eğer Allah lütfundan bize verirse, mutlaka bağışta bulunacağız ve kesinlikle iyilerden olacağız.” diye Allah’a söz verenler vardır.
Sonra, ne zaman ki Allah, onlara lütfundan verir, onda cimrilik ederler ve yüz çevirerek geri dururlar. (Tövbe/75, 76)

O, size karada ve denizde yolculuk ettirendir. Gemilerde bulunduğunuzda gemiler içindekileri tatlı bir rüzgârla götürür, [yolcular] neşelendiklerinde şiddetli bir fırtına gelip çatar, dalgalar her mekândan gelir. Ve onlar, çepeçevre kuşatıldıklarını anlayınca, dini Allah için arındırarak O’na yalvarırlar: “Bizi bundan kurtarırsan, hiç kuşkusuz, şükredenlerden oluruz.”
Sonra O, onları kurtarınca, bir de bakarsın ki, yeryüzünde haksız yere azgınlık ederler. Ey insanlar! Gerçekten, şimdiki hayatın geçici yararları için azgınlığınız, bizzat kendi zararınızadır! Sonra dönüşünüz Bizedir. Yaptıklarınızı size bildireceğiz. (Yunus/22, 23)

Ve iyilik olarak sahip olduğunuz ne varsa, işte Allah’tandır. Sonra size bir zarar dokunduğunda, hemen yalnız O’na sığınırsınız.
Sonra, zararı sizden giderince, sizden bir grup, Rabblerine şirk koşarlar. (Nahl/53, 54)

Ayetlerini size göstermek için, geminin denizde, Allah’ın nimetiyle kayıp gittiğini görmedin mi? İşte gerçekten bunda, tüm çok sabırlı ve çok şükreden için, ayetler vardır.
Ve gölgeler gibi bir dalga onları kapladığında, O’nun için dini arındırarak Allah’a yalvarırlar. Ama ne zaman ki karaya çıkararak kurtardı, onlardan bir kısmı muktesıttır. Ve ayetlerimizi ancak, tam hain ve tam nankör bile bile inkâr eder. (Lokman/31, 32)

İşte gemiye bindiklerinde, dini yalnız O’na özgü kılarak Allah’a yalvarırlar. Sonra ne zaman ki onları karaya çıkarıp kurtardı, bir de bakarsın ki onlar, şirk koşuyorlar. (Ankebut/65)

Ve eğer onlara acıyıp da için de bulundukları sıkıntıyı giderseydik, kesinlikle iyice körleşerek azgınlıklarında büsbütün direnirlerdi.
Ve ant olsun, Biz onları azap ile yakaladık buna rağmen Rabblerine boyun eğmediler ve yakarmadılar.
Ta ki üzerlerine, azabı çok şiddetli bir kapı açtığımız zaman, bir de bakarsın ki onlar orada ümitsiz kalmışlardır! (Müminun/75-77)

Konumuz olan ayetin sonunda yer alan “Haddi aşanlara yaptıkları şeyler işte böyle süslenmiştir” ifadesindeki “süsleme” işini yapan, ya çevrede bulunan başka bir inançsızdır, ya da hevasına kapılıp yaptığı her işi beğenen insanın kendisidir:

O zaman şeytan onlara amellerini çekici göstermiş ve onlara; “Bugün sizi insanlardan bozguna uğratacak kimse yoktur ve ben de sizin yardımcınızım.” demişti. Ne zaman ki, iki topluluk birbirini görür oldu o, iki topuğu üstünde geri döndü ve “Şüphesiz ben sizden uzağım. Çünkü ben sizin görmediğinizi görmekteyim, ben Allah’tan da korkmaktayım.” dedi. Allah sonuçlandırması pek şiddetli olandır. (Enfal/48)

De ki: Ameller bakımından en çok zarara uğrayanları haber verelim mi?
Kendileri güzel sanat/ sanayi olarak güzellik ürettiklerini sanırken basit hayatta çalışmaları boşa gitmiş olan kimselerdir. (Kehf/103, 104)

Şüphesiz Biz şu, ahirete inanmayanların işlerini kendilerine süslü gösterdik de onlar şaşırıp kalmışlardır. (Neml/4)

Ve insanlara dokunan bir sıkıntıdan sonra kendilerine bir rahmet tattırdığımız zaman, ayetlerimiz hakkında onların bir plânı vardır. De ki: “Plân bakımından Allah daha çabuktur.” Şüphesiz ki elçilerimiz plânladığınız şeyleri yazıp duruyorlar. (Yunus/21)

13 - Ve ant olsun ki, sizden önceki kuşakları zulmettikleri zaman helâk ettik. Ve onların elçileri açık belgeler ile gelmişlerdi. Zaten onlar inanacak değillerdi. İşte günahkârlar topluluğunu Biz böyle karşılıklandırırız.
14 - Sonra nasıl amel edeceğinize bakalım diye onların sonrasından sizi yeryüzünde halifeler kıldık.

Bir önceki ayette nankörlüğü açıklanan insana burada da geçmiş toplumlardan ibret alması ihtar edilmektedir. Çünkü bu dünya, giden bir neslin arkasından hep başka bir neslin getirildiği ve bu düzenin böylece devam ettirildiği bir sınav dünyasıdır:

De ki: O [Allah] her şeyin Rabbi iken, ben Allah’tan başka Rabb mi arayayım? Her kişinin kazandığı yalnız kendisine aittir. Yükünü taşıyan kimse, bir başkasının yükünü taşımaz. Sonra sadece Rabbinizedir dönüşünüz. Böylece O [Allah], ayrılığa düştüğünüz şeyi size haber verecektir. Ve O, sizi yeryüzünün halifeleri kılan, verdikleriyle sizi belâlandırmak [sınamak] için, kiminizi kiminizin üzerine derecelerle yükseltendir. Şüphesiz Rabbin, kovuşturması çabuk olandır ve şüphesiz O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. (En’am/164, 165)

14. ayetteki “Sonra nasıl amel edeceğinize bakalım diye onların sonrasından sizi yeryüzünde halifeler kıldık” ifadesinde geçen “halife” sözcüğü, “sonradan gelip birilerinin yerini alanlar” demektir. (“Kur’an’da Halife sözcüğü veya Kur’an’daki Halife” başlıklı bir yazımız Sad suresinin sonunda bulunmaktadır.) (Tebyinü’l-Kur’an; c.2 s. 459- 464)
Yukarıdaki ifade ile muhataplara şu mesaj verilmektedir: “Siz yeryüzünün tek hakimi değilsiniz. Sizden evvel bu dünyada başkaları egemendi. Biz onları yok edip yerlerine sizi geçirdik. Eğer siz de zulme yönelirseniz, sizi de yok eder, yerinize başkalarını getiririz.”
Bu mesaj daha önceki toplumlara da iletilmiştir:

(Ant olsun ki Semud’a da kardeşleri Salih’i (elçi olarak gönderdik). O dedi ki: “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin için O’ndan başka bir ilâh yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil [kanıt] geldi. İşte şu, Allah’ın dişi devesi, sizin için bir ayettir; bırakın onu Allah’ın yeryüzünde yesin, sakın ona kötülükle dokunmayın, yoksa sizi acıklı bir azap yakalayıverir. Ve düşünün ki Ad’dan sonra sizi halifeler yaptı. Ve yeryüzünde sizi yerleştirdi: Onun düzlüklerinden saraylar yapıyorsunuz, dağlarından evler yontuyorsunuz. Öyleyse Allah’ın nimetlerini hatırlayın ve yeryüzünde fesatçılar olarak taşkınlık yapmayın.” (A’raf/73, 74)

Ey insanlar! Allah’a muhtaç olanlar sizlersiniz. Allah ise; O, zengin ve hamde lâyık olandır.
Eğer O dilerse sizi giderir [yok eder] ve yepyeni bir yaratmayı / halkı getirir. Bu, Allah’a hiç güç de değildir. (Fatır/15–17)

Gökleri ve yeryüzünü gerçekten Allah’ın yarattığını görmedin mi? O dilerse sizi giderir ve yepyeni bir halk / yaratılış getirir. Bu, Allah’a göre zor değildir. (İbrahim/19, 20)

Eğer O [Allah] dilerse sizi giderir ey insanlar! Ve başkalarını getirir. Ve Allah, buna güç yetirendir. (Nisa/133)

Ey iman etmiş olan kimseler! Sizden kim dininden dönerse, bilsin ki Allah yakında öyle bir toplum getirir ki O [Allah], onları sever, onlar da O’nu [Allah’ı] severler; müminlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetlidirler; onlar Allah yolunda çaba harcarlar ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar. Bu, Allah’ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah, “Vâsi”dir, çok iyi bilendir. (Maide/54)

15 - Ve ayetlerimiz onlara açıkça okunduğunda, Bize kavuşmayı ummayanlar; “Bundan başka bir Kur’an getir yahut bunu değiştir!” dediler. De ki: “Onu nefsimin [kendimin] öngörmesiyle değiştirmem benim için söz konusu olamaz. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum. Rabbime isyan edersem, kesinlikle büyük bir günün azabından korkarım.
16 - De ki: “Allah dileseydi, ben onu [Kur’an’ı] size okumazdım ve O [Allah], onu [Kur’an’ı] size bildirmemiş olurdu. Ben de ondan [Kur’an’dan] önce kesinlikle içinizde bir ömür kalmıştım. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?”

Bu ayetlerde Rabbimiz, Kur’an’ın değiştirilmesi talebinde bulunan müşriklere, şayet iyice düşünür ve akıllarını kullanırlarsa, Peygamber`in tebliğ ettiği Kur`an`ın Allah’tan başkasının sözü olamayacağını kesinlikle anlayacaklarını söylemektedir. Müşriklere verilen bu cevap aynı zamanda Kur’an’ın inananların kalplerindeki yerini de pekiştirmektedir.
Esbab-ı nüzul nakillerinde, Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerinden Abdullah b. Ümeyy el-Mahzumî, Velid b. Muğire, Mukevvir b. Hafs, Amr b. Abdullah b. Ebi Kays el-Amiri ve As b. Amir b. Hişam adlarındaki beş kişinin peygamberimizden kendi akıllarına uygun, onların ilâhlarını reddetmeyen, onlara ne yapacaklarını bildirmeyen ve istediklerinde duruma göre değiştirilebilen bir başka Kur’an getirmesini istedikleri, bu ayetlerin de bu talep üzerine indiği haberi yer almaktadır. (Razi; el-Mefatihu’l-Gayb)
Müşriklerin “Bu Kur’an bizim ilâhlarımızı aşağılıyor, bizi kınıyor ve biz de bundan rahatsızlık duyuyoruz” diyerek Kur’an’ın değiştirilmesi talebinde bulunmalarının altında sinsi bir plân yatmaktaydı. Onlar aslında peygamberimizi denemek istemişlerdi ve eğer peygamber böyle bir şey yaparsa, Kur’an’ı kendisinin derlediğini ve onu kendi istediği gibi değiştirdiğini ileri sürmeyi plânlamışlardı. Ama peygamberimize verdirilen “Allah dileseydi, ben onu size okumazdım ve O, onu size bildirmemiş olurdu. Ben de ondan önce kesinlikle içinizde bir ömür kalmıştım. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?” şeklindeki cevap hem müşriklerin plânını boşa çıkarmış, hem de Kur’an’ın gerçekten Allah`tan gelen vahiy olduğuna bir kanıt olmuştur. Çünkü bu cevapla onlara: “Böylesi büyük ve kıymetli bir kitabın, öğrenim görmemiş, talebe olmamış, hiçbir kitap okumamış ve ilmî tartışmalarda bulunmamış bir kimsenin eliyle gelmesi, bunun ancak bir vahiy ile olacağını gösterir. Böyle bir olguyu kabul etmemek ise aklın alacağı bir şey değildir. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?” denilmiştir.

Hiç kuşkusuz Biz, o ZİKİRİ Biz indirdik Biz. Ve mutlaka Biz onun için koruyucularız. (Hicr/9)

Eğer o [elçi; Muhammed] bazı sözleriBizim sözlerimiz olarak ortaya sürseydi, kesinlikle ondan sağ elini koparırdık [tüm gücünü alırdık].
Sonra ondan can damarını mutlaka keserdik.
Sizin hiç biriniz ona siper de olamazdınız. (Hakkah/44-47)


17 - Öyleyse Allah’ın aleyhine bir yalanı uyduran veya O’nun ayetlerini yalanlayan kişiden daha zalim kim olabilir? Hiç şüphesiz bu günahkârlar kurtuluşa eremezler.

Allah’ın aleyhine yalan uydurmak; kendisinin veya bir başkasının sözünü Allah’ın sözü imiş gibi göstermek, bilgilerin kendisine Allah tarafından verildiğini söylemek demektir.
Dikkat edilirse, Allah’ın ayetlerini yalanlayan kişi ile Allah’ın aleyhinde yalan uyduran kişi aynı kefeye konmuş ve her ikisi de “en zalim” sıfatıyla nitelenmiştir. Açık bir tehdit olan bu nitelemenin muhatabı o günkü ve sonraki inkarcılar ve iftiracılardır. Dolayısıyla, Peygamberimiz Allah aleyhinde herhangi bir yalan uydurmadığına göre, ayetin içerdiği tehdit de Allah’ın aleyhinde yalan uyduran başka kişilere yöneliktir. Nitekim tarihî kayıtlar da kendi kuruntularını “Allah tarafından yazdırıldı, vahyedildi” diyerek Allah’a isnat eden iftiracı sapıkları ve Yalancı Müseyleme gibi sahte peygamberleri göstermektedir.

Ve onlardan [Kitap ehlinden], o, kitaptan olmamasına rağmen, siz onu kitaptan sanasınız diye, dillerini kitaba doğru eğip büken bir güruh vardır. O, Allah katından olmadığı hâlde, “Bu, Allah katındandır” derler. Kendileri bilip dururken, Allah’a karşı yalan söylerler. (Âl-i Imran/78)

Ve Allah’a karşı yalan uydurandan, yahut kendisine hiçbir şey vahyolunmadığı hâlde “Bana vahyolundu” diyenden ve “Allah’ın indirdiği gibi ben de indireceğim” diyenden daha zalim kim olabilir? O zalimleri ölümün şiddetleri içindeyken, melekler de onlara ellerini uzatmış “Nefislerinizi [canlarınızı] çıkarın! Bugün, Allah’a karşı gerçek dışı şeyler söylediğinizden ve O’nun ayetlerine karşı böbürlenmenizden dolayı alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız” derlerken bir görsen! (En’am/93)

Ve O, size Kitap’ı [Kur’an’ı] ayrıntılı/ hakk-batıl ayrılmış olarak indirdiği hâlde, Allah’tan başka bir hakem mi arayayım? Ve kendilerine kitap verdiğimiz şu kişiler, onun [Kur’an’ın] şüphesiz Rabbinden hakk ile indirilmiş olduğunu bilirler. O hâlde sen sakın şüphecilerden olma! (En’am/114)

18 – Onlar, Allah`ın astlarından, kendilerine zarar vermeyen ve kendilerine yarar sağlamayan şeylere tapıyorlar ve “Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir" diyorlar. De ki: "Siz Allah`a göklerde ve yerde kendisinin bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz?" Allah, onların ortak koştukları şeylerin hepsinden münezzehtir ve çok yücedir.

Bu ayette; Allah’ın yaratıcı, rızk verici, her şeye gücü yeten ve her şeyi düzenleyen olduğuna inanan ama aklını kullanmayarak Allah’ın astlarından bir takım ilâhlar edinip bunların kendisini Allah`a yaklaştıracağını zanneden müşrikler kınanmaktadır. Müşriklerin bu sapık mantığı Kur’an’da pek çok ayette dile getirilmiştir:

De ki: “Allah’ın astlarından sizin için zarar ve faydaya gücü yetmeyen şeylere mi kulluk ediyorsunuz? Oysa Allah, çok iyi işitendir, çok iyi bilendir.” (Maide/76)

İnsanlardan kimi de Allah`a bir yar kenarı üzerinde ibadet eder. O nedenle eğer kendisine bir iyilik gelirse onunla mutmain olur. Ve eğer kendisine bir fitne gelirse yüzü üstü dönüverir. O, dünyayı da ahireti de kaybetti. İşte bu, apaçık kaybın ta kendisidir.
Allah’ın astlarından da kendine zarar ve menfaat veremeyecek şeylere yalvarır. İşte bu, çok uzak sapıklığın ta kendisidir.
O, zararı faydasından daha yakın olana yalvarıyor. O [yalvardığı şey] ne kötü mevlâ [yardımcı, koruyucu] ve ne kötü yoldaştır. (Hacc/11-13)

De ki: “Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?” De ki: “Allah’tır.” De ki: “Allah’ın astlarından o kendi kendilerine fayda ve zarar vermeye gücü olmayanları Yakınlar mı ediniyorsunuz?” De ki: “Hiç kör ile gören bir olur mu? Hiç karanlıklarla aydınlık bir olur mu?” Ya da Allah’a, O’nun gibi yaratan bir takım ortaklar buldular da, bu yaratış kendilerince birbirine benzer mi göründü? De ki: “Allah, her şeyin yaratıcısıdır. O, birdir, her şeye üstün ve kahredicidir.” (Ra’d/16)

O [İbrahim]; “O hâlde, Allah’ın astlarından size hiçbir şeyce fayda vermeyen ve size zarar vermeyen şeylere mi tapıyorsunuz? Size de, Allah’ın astlarından taptıklarınıza da üff [yazıklar olsun]! Siz hâlâ akıllanmayacak mısınız?” dedi. (Enbiya/66, 67)

De ki: “Allah’ın astlarından bize yarar sağlamayan ve zarar vermeyen şeylere mi yakaralım? Ve Allah bizi doğru yola ilettikten sonra, kendisinin “bize gel” diye doğruya ve güzele çağıran arkadaşları varken şeytanların kendisini ayartıp yeryüzünde şaşkın dolaşır hâle getirdiği kimseler gibi gerisin geri mi döndürülelim? De ki: “Şüphesiz Allah’ın doğru yolu, gerçek doğru yolun ta kendisidir. Ve biz Âlemlerin Rabbine teslim olmakla ve “Salâtı ikame ediniz ve O’na takvalı olunuz” diye emrolunduk. Ve O [Allah], sadece kendisine toplanacağımız kimsedir.” (En’am/71, 72)

Onlar da Allah’ın astlarından kendisine fayda vermeyen ve zarar vermeyen şeylere tapıyorlar. Ve o kâfir, Rabbinin aleyhine arka çıkandır. (Furkan/55)

Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi, müşriklerin ortak koştukları nesneler ne kendilerine zarar verebilmekte, ne de faydaları dokunabilmektedir. Müşriklerin böyle şeylere tapmaları ve onlardan yardım istemeleri, her türlü eleştiriyi hak eden bönlükten başka bir şey değildir.

Ayetteki “Siz Allah`a göklerde ve yerde kendisinin bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz?” ifadesi şu şekilde takdir edilebilir: “Yani siz, Yüce Allah’a, mülkünde bir ortağı, yahut da O’nun izni olmaksızın nezdinde bir şefaatçi bulunduğu*nu mu haber vermektesiniz? Oysa O, göklerde olsun, yerde olsun, kendisi*nin bir ortağı olduğunu bilmemektedir. Zira O’nun ortağı yoktur, O`nun için böy*le bir şey söz konusu değildir.”
Müşriklere özgü bu densizliğin yüzlerine vurulduğu bir ayet de Ra’d suresindedir:

Peki, kazandığı şeyler ile birlikte her bir nefsin [kişinin] üzerinde ayakta duran O kişi kimdir? Onlar ise Allah`a ortaklar kıldılar. De ki: “Onları isimlendirin! Yoksa siz O’na yeryüzünde bilmediği bir şey mi haber vereceksiniz? Yoksa sözden açık olanı mı? Aslında şu, küfre sapmış olan kişilere planları güzel gösterildi de Yol’dan saptırıldılar. Allah kimi saptırırsa, artık onun için yol gösteren kimse yoktur. (Ra’d/33)

Daha sonra Yüce Allah, kendini zalim bir ortağı bulunmaktan [şirkten] tenzih ve tak*dis ederek şöyle buyurmaktadır: “Allah, onların ortak koştukları şeylerin hepsinden münezzehtir ve çok yücedir.”

19 – Ve insanlar, sadece bir tek ümmet idiler, sonra ihtilâfa düştüler ve eğer Rabbinden bir Söz geçmemiş olsa idi, ihtilâf edip durdukları şeyler hakkında aralarında hüküm kesinlikle gerçekleştirilmişti.

Başlangıçta sadece tek bir ümmet olan insanlığın sonradan farklı inançlara, farklı gruplara ayrıldıklarının bildirildiği bu ayetten anlaşıldığına göre; insanların sonradan bir takım ihtilâflara düşerek ayrışması Allah’ın iradesi ve izniyledir. Yani Yüce Allah, inanma konusunda insanlara herhangi bir zorlama yapmayarak onları özgür bırakmış, böylece de insanlar arasında ihtilâflar oluşmuştur.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla