Tekil Mesaj gösterimi
Alt 28. September 2008, 02:07 AM   #7
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

Ve sen, onları aşağılıktan dolayı başları öne eğilmiş, göz ucuyla gizli gizli etrafa bakarlarken ona [ateşe] sunulduklarını göreceksin. İman edenler de; “Şüphesiz zarara uğrayanlar, kendilerini ve ehillerini [ailelerini, yakınlarını] kıyamet günü zarara uğratmış olan kimselerdir.” diyeceklerdir. İyi bilin ki zalimler devamlı bir azap içerisindedirler. (Şûra/45)

Sakın zalimlerin yaptıklarından Allah`ın gafil [duyarsız] olduğunu sanma! Ancak O, onları gözlerin dışa fırlayacağı bir gün için erteliyor.
Başlarını dikerek koşacaklar, bakışları kendilerine dönmez ve onların gönülleri bomboştur.
İnsanları, azabın geleceği gün ile uyar. Ki o gün, zalimler, “Ey Rabbimiz! Bizi yakın bir zamana kadar ertele de Senin davetine uyalım ve elçilere tâbi olalım.” derler. -Daha önce sizin için zeval olmadığına dair yemin etmemiş miydiniz?
Hem siz, kendilerine zulmedenlerin yurtlarında oturdunuz. Onlara nasıl yaptığımız, size apaçık belli olmuştu. Ve size örnekler de vermiştik. (İbrahim/42-45)

İşte, göz şimşek gibi çaktığı, Ay tutulduğu ve Güneş ve Ay bir araya getirildiği zaman, işte o gün insan, "Kaçış nereye / Kaçacak yer neresi?" der.
Hayır… Hayır… Sığınak diye bir şey yoktur.
O gün varıp durmak sadece Rabbinedir. / O gün varılıp durulacak yer, sadece Rabbinin huzurudur. (Kıyamet/7-12)

O gün kimi yüzler ağaracak, kimi yüzler de kararacaktır. Yüzleri kararanlara şöyle denecektir: “Siz inandıktan sonra yeniden kâfir mi oldunuz? Öyleyse, kâfirliğinizden dolayı tadın cezayı! Ve yüzleri ağaranlar ise, Allah’ın rahmeti içindedirler. Onlar orada temelli kalacaklardır.” (Âl-i İmrân/106-107)

Ve o kıyamet günü, Allah’a karşı yalan söyleyen kişileri yüzleri kararmış olarak göreceksin. Kibirlenenler için cehennemde yer yok mu? (Zümer/60)

Yüzler vardır o gün, pırıl pırıl.
Gülen, müjdeleyen.
Ve yüzler vardır o gün, üzerlerinde toz-toprak.
Tozu-toprağı da bir is bürümüştür.
İşte bunlar, evet bunlardır küfre sapanlar, kötülüğe batanlar. (Abese/38-42)

Hayır… Hayır… İşin aslında siz aceleciyi [dünyayı] seviyorsunuz,
ve ahireti bırakıyorsunuz.
Yüzler var ki o gün apaydınlıktır.
Rabblerine nazar edicidirler. (Kıyamet/20-23)

Kim iyilik getirirse, artık ona onun [getirdiğinin] on misli vardır. Kim de kötülük getirirse, artık o, sadece onun misliyle cezalandırılır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar. (En’am/160)

Kim iyilik, güzellik getirirse, onun için ondan [getirdiğinden] daha hayırlısı/ getirdiğinden dolayı bir hayır vardır. Ve onlar o gün korkudan güvende olanlardır. (Neml/89)

Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar[daki hakların]dan bağışlama ile [vaz]geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever. (Âl-i Imran/134)

Ve Bizim yolumuzda cihat eden kimseleri kesinlikle kendi yollarımıza kılavuzlayacağız. Ve şüphesiz Allah muhsinlerle [iyilik, güzellik üretenlerle] beraberdir. (Ankebut/69)

28, 29 – Ve hepsini toplayacağımız, sonra da o şirk koşanlar için “Yerlerinize! Siz ve ortaklarınız!” diyeceğimiz gün, artık aralarını iyice açtık [açacağız] ve onların ortakları; “Siz sadece bize tapmıyordunuz ki! Şimdi bizim aramızda ve sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. Biz sizin ibadetinizden kesinlikle gafildik [duyarsızdık]” dediler [diyecekler].

Bu ayetlerde, şirk koşanlar ile kendilerine yapılan isnadı reddedip buna Allah’ı tanık gösteren sahte ilâhlar arasındaki tartışma bir ahiret tablosu hâlinde sergilenmektedir. Şirk koşanlara ve taptıklarına hitaben söylenen “Yerlerinize!” ifadesi, tehdit için kullanılan bir ifadedir ve “Hesabınız görülünceye kadar yerinizde durun!” anlamına gelmektedir.
Oysa, toplanma günü Allah’ın sert muamelesine maruz kalacak olan kâfirler, bu kötü günle karşılaşmamaları için dünyada iken Kur’an’da pek çok kez ikaz edilmişlerdir:

Ant olsun ki Biz her ümmete, “Allah’a ibadet edin ve putlara tapmaktan sakının.” diyen bir peygamber gönderdik. Allah, bu ümmetlerden bir kısmına hidayet etti, bir kısmına da sapıklık hakk olmuştur. Şimdi yeryüzünde bir gezip dolaşın da bakın yalanlayanların sonu nasıl olmuş? (Nahl/36)

Ve Biz senden önce hiçbir elçi göndermedik ki ona, “Gerçek şu ki Benden başka ilâh diye bir şey yoktur. Onun için Bana ibadet edin!” diye vahyetmiş olmayalım. (Enbiya/25)

Ve sen, senden önce gönderdiğimiz elçilere sor, Biz Rahman’ın astlarından ibadet edilecek ilâhlar kılmış mıyız? (Zühruf/45)

Şüphe yok ki O, bütün sırların meydana çıkarıldığı gün onun geri döndürülmesine güç yetirendir. (Tarık/8, 9)

O gün, o insan, önden yolladığı şeyler ve geriye bıraktığı şeyler ile haberlenir. (Kıyamet/13)

Ve her insanın kendi kuşunu ayrılmayacak şekilde boynuna doladık. Ve Biz kıyamet günü açılmış bulacağı kitabı onun için çıkarırız. -“Oku kendi kitabını! Bugün nefsin [kendi zatın], kendine karşı hesap sorucu olarak sana o yeter!”- (İsra/13, 14)

Suçluların o gün bir arada toplanacakları, değişik ifadelerle birçok ayette bildirilmiştir:

Toplayın o zulmedenleri, eşlerini ve Allah’ın astlarından tapmış oldukları şeyleri. Sonra da onları cahimin [cehennemin] yoluna kılavuzlayın.
Ve durdurun onları; şüphesiz onlar sorguya çekilecekler: “Ne oldu sizlere de yardımlaşmıyorsunuz?” (Saffat/22-25)

Ve Bizim dağları yürüttüğümüz gün; ve sen yeryüzünü çırılçıplak/ dümdüz göreceksin. Ve Biz onları bir araya topladık. Böylece onlardan hiçbir kimseyi bırakmadık. (Kehf/47)

Ve ey günahkârlar! Bugün [şimdi] siz hadi ayrılın! (Ya Sin/59)

Ve Saat’in dikildiği günde, işte o gün ayrılırlar. (Rum/14)

Öyleyse Allah’tan geri çevrilmesi olmayan bir gün gelmeden önce yüzünü dosdoğru dine çevir! O gün onlar bölük bölük ayrılırlar. (Rum/43)

Hayır... Hayır... [Onların zannettikleri gibi değil…] Onlar [edindikleri ilâhlar] onların ibadetlerini inkâr edecekler ve aleyhlerine dönüp karşı olacaklardır. (Meryem/82)

Ve Allah’ın astlarından kıyamet gününe kadar kendisine hiç bir cevap veremeyecek olan kimselere dua eden kimseden daha sapık kim olabilir? Onlar [tapılan kimseler], onların yalvarışlarından habersizler de.
İnsanlar bir araya toplandığı zaman onlar [taptıkları kimseler] kendilerine düşmandırlar. Ve onların kendilerine tapmalarını inkâr ederler. (Ahkaf/5, 6)

Ve o gün O [Allah], onları hep birlikte toplayacak, sonra meleklere “Şunlar mı size tapıyorlardı?” diyecektir.
Onlar: “Seni tenzih ederiz. Onlara karşı bizim veliymiz Sensin. Bilakis onlar cinnlere tapıyorlardı. Çoğu onlara inananlardı” dediler. (Sebe/40, 41)

Ve cennet ashabı ateş ashabına, “Biz, Rabbimizin bize vaat ettiğini gerçek bulduk. Peki, siz Rabbinizin size vaat ettiğini gerçek buldunuz mu?” diye seslendiler. Onlar, “Evet” dediler. Aralarında bir duyurucu, şüphesiz ki Allah’ın lânetinin, Allah’ın yolundan geri çevirip yolun eğri-büğrüsünü isteyen ve ahireti inkâr eden zalimlerin üstüne olacağını duyurdu. (A`raf/44, 45)

O gün Allah da tanık gösterecek ve suçlulara söylenecek söz kalmayacaktır:

Ve hani Allah demişti ki: “Ey Meryemoğlu İsa, sen mi insanlara: ‘Beni ve annemi, Allah’ın astlarından iki tanrı edinin’ dedin?” O [İsa], Sen münezzehsin, benim için gerçek olmayan bir şeyi söylemem bana yakışmaz. Eğer ben onu demiş olsam, Sen bunu mutlaka bilmiştin. Sen benim nefsimde olanı bilirsin, ben ise senin nefsinde olanı bilmem. Şüphesiz Sen; gaybleri bilen yalnız Sensin, Sen!
Ben onlara sadece, Senin bana emrettiklerini söyledim; benim ve sizin Rabbınız olan Allah’a kulluk edin, dedim. Ve ben aralarında olduğum müddetçe onlar üzerine tanıktım. Ne zaman ki Sen beni vefat ettirdin, onları gözetleyen yalnız Sen oldun Sen. Ve şüphesiz Sen gaybleri en iyi bilensin. (Maide/116, 117)

30 – Onlar, işte burada/ o zaman herkes ne gönderdiyse onun imtihanını verecek. Ve gerçek mevlâları olan Allah`a döndürüldüler. İftira edip uydurdukları şeyler de kendilerinden uzaklaşıp kayboldular.

Daha önceki ayetlerin tamamlayıcısı mahiyetinde olan bu ayet, dünya hayatı ile ilgili olan her şeyin bittiği o saate ve geri dönüşün mümkün olmadığı o yerde neler olacağını kısaca şöyle özetlemektedir: İnsanlar, uydurdukları yardımcıları kendilerinden uzaklaşmış bir hâlde gerçek mevlâları olan Allah’a döndürülecekler ve önceden gönderdiklerinin karşılığını bulacaklardır. Bir başka ifade ile, o gün orası kafaların dank ettiği zaman ve yer olacaktır.

O zaman kendilerine uyulan kimseler, azabı görerek kendilerine uyanlardan kaçıp uzaklaşmışlardır. Ve onlarla bağlar kesilmiştir. (Bakara/166)

Bak, kendi aleyhlerine nasıl yalan söylediler! O uydurdukları şeyler de kendilerinden ayrılıp kayboldu. (En’am/24)

İşte onlar kendilerine zarar vermiş olan kimselerdir. O uydurdukları şeyler de kendilerinden uzaklaşıp kaybolmuşlardır. (Hud/21)

Ve Sur’a üflendiği gün; artık Allah’ın diledikleri hariç olmak üzere göklerde ve yerde kimler varsa hepsi dehşete kapılırlar. Ve hepsi hor-hakirler olarak O’na gelirler. (Neml/87)

Ve Biz her ümmetten bir şahit çekip çıkardık da “Haydi, kesin delilinizi getirin!” dedik. Artık bildiler ki, hakikat Allah’a aittir ve uydurageldikleri şeyler kendilerinden ayrılıp kaybolmuştur. (Kasas/75)



Ayetin başındaki “orada” sözcüğü; “o yerde, o durakta” demek olup mahşer alanındaki duruş yerini ifade etmektedir. Ancak sözcük, yer isminin zaman için kullanılmış olduğunun kabulü ile “o vakitte” olarak da anlaşılabilir.

GERÇEK MEVLÂ

Ayetin açık ifadesi, “Gerçek Mevlâ”nın “Allah” olduğunu vurgulamaktadır. Hatırlanacak olursa, A’raf suresinin 3. ayetinin tahlilinde bu hususa değinmiş, “veliy” sözcüğü ile aynı anlamda olan ve ismi fail anlamıyla “yol gösteren, yardım eden, koruyan, yakın” manasındaki “mevla” sözcüğünün kullara nispet edilmemesi gerektiğini, Mevla’nın sadece Allah olduğunu belirtmiştik. (Tebyinü’l-Kur’an; c:2, s:511) Bundan dolayıdır ki, gerek Celaleddin-i Rûmî adlı şairimizin, gerekse Hindistan, Pakistan ve Afganistan gibi toplumlarda benzer bazı şahsiyetlerin Mevlana unvanıyla anılmaları doğru bir uygulama değildir.
Gerçek Mevlâ’nın Allah olduğu Kur’an’da pek çok ayette bildirilmiştir:

De ki: “Sizin çabuk gelmesini istediğiniz şey benim yanımda olsaydı, benimle sizin aranızdaki iş kesinlikle gerçekleşmiş gitmişti. Ve Allah, zulmedenleri en iyi bilendir.
Gaybın anahtarları da yalnızca O’nun katındadır. O’ndan başka hiç kimse onları bilmez. Karada ve denizde olanları da bilir O. O bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta bulunmasın.
Ve O, sizi geceleyin vefat ettiren, gündüzün elde ettiğiniz şeyleri bilen, sonra adı konmuş ecelin [vadenin] gerçekleşmesi için sizi kaldırandır. Sonra dönüşünüz yalnızca O’nadır. Sonra O, yaptıklarınızı size haber verecektir.
Ve O [Allah], kulları üzerinde Kahir’dir [hükümranlığı sürdürür] ve O, sizin üzerinize koruyucular gönderir. Sonra da sizden birinize ölüm geldiği vakit elçilerimiz, hiç eksik-fazla yapmadan, onun canını alırlar.
Sonra kendi gerçek Mevlâları Allah’a döndürülürler. Dikkatli olun, hüküm ancak O`nundur ve O, hesap görenlerin en süratlisidir. (En’am/58-62)

Ve Allah uğrunda gerektiği gibi cihat edin. O, sizi o seçti ve dinde; babanız İbrahim`in milletinde sizin için bir zorluk kılmadı. O, daha önce ve işte bunda [Kur’an’da], elçinin size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için, sizi “Müslümanlar” olarak isimledi. Öyleyse, salatı ikame edin, zekatı verin ve Allah’a sarılın. O, sizin Mevlânızdır [yol gösteren, yardım eden, koruyan yakınınızdır]. O, ne güzel Mevlâ ve ne güzel yardımcıdır! (Hacc/78)

Ve eğer onlar geri dururlarsa, siz şüphesiz Allah’ın Mevlânız olduğunu bilin. O, ne güzel Mevlâ, ne güzel yardımcıdır! (Enfal/40)

İşte bu, şüphesiz Allah’ın iman eden kimselerin Mevlâsı olmasından, inkâr edenler için Mevlâ olmamasındandır. (Muhammed/11)

Allah, yeminlerinizi çözmeyi kesinlikle size meşru kılmıştır. Ve Allah sizin Mevlânızdır. O, en iyi bilen, en iyi yasa koyandır. (Tahrim/2)

Ve iş bitince şeytan onlara; “Şüphesiz ki Allah size gerçek vaadi vaat etti, ben de size vaat ettim, hemen de caydım. Zaten benim size karşı bir gücüm yoktu. Ancak ben sizi çağırdım, siz de icabet ettiniz. O nedenle beni kınamayın, nefsinizi [kendinizi] kınayın! Ben sizi kurtaramam, siz de benim kurtarıcım değilsiniz! Ben, önceden beni Allah’a ortak koşmanızı da kabul etmemiştim.” dedi. Kesinlikle zalimler için acı bir azap vardır! (İbrahim/22)

31, 32 - De ki: “Sizi gökten ve yeryüzünden kim rızklandırıyor? Ya da kulaklara ve gözlere kim sahip oluyor? Ve ölüden diriyi, diriden ölüyü kim çıkarıyor? Ve işleri kim düzenliyor?” Hemen “Allah” diyecekler. O zaman de ki: “O hâlde hâlâ takvalı davranmayacak mısınız? Öyleyse, işte O, sizin gerçek Rabbiniz Allah’tır. Artık “bu gerçek”ten sonra sapıklıktan başka ne olabilir! O hâlde nasıl da çevriliyorsunuz?”

Bu ayetlerde, müşrikleri gerçek ilâhın Allah olduğuna ikna etmesi için peygamberimize taktik verildiği söylenebilir. Ancak ayetlerde hedef alınan kitle, bize göre sadece Mekkeli müşrikler değil, tüm kitlelerdir.
Rabbimiz peygamberimizden müşriklere sorular yöneltmesini istemekte, verecekleri cevaplarla müşriklerin Allah’ın birliğini ve Rabb olduğunu itiraf edeceklerini bildirmektedir. Peygamberimize öğretilen taktik, bu itiraflarını Allah’ın birliğine delil göstererek müşriklere suçlarını kabulden başka yol bırakmamaktır.
Rabbimiz bu yöntemin uygulanmasını başka ayetlerde de istemiş, rızkı verenin kendisi olduğu gerçeğini “Rabb”lığına delil olarak göstermiştir:

Böylece, yeryüzünde daneler/ hububat bitirdik.
Ve üzümler, yoncalar ve zeytinler, hurmalar ve gür çimenli, sık ağaçlı bahçeler ve meyve, otlak, size ve hayvanlarınıza geçimlik olarak. (Abese/27-32)

Veya, eğer O [Allah] rızkını kesiverse, size rızk verecek o kimse kimdir? Aslında onlar azgınlık ve nefrette direnip durmaktadırlar. (Mülk/21)

De ki: "Sizi inşa eden [yaratan], size kulak, gözler ve gönüller veren O`dur. Ne az şükrediyorsunuz?" (Mülk/23)

De ki: “Gördünüz mü [düşündünüz mü]; eğer Allah sizin işitmenizi ve görmenizi alır ve kalplerinizi mühürlerse, onları size Allah`tan başka getirebilecek ilah kimdir?” Bak, Biz ayetleri nasıl açıklıyoruz. Sonra da onlar sırt çevirip engelliyorlar? (En`âm/46)

Göklerde ve yerde bulunan kimseler, O`na istekte bulunurlar. O, her gün [an] bir iştedir. (Rahman/29)

Siz Allah’ın astlarından bir takım taştan, ağaçtan putlara tapıyorsunuz ve yalan uyduruyorsunuz. Haberiniz olsun ki, o sizin Allah’ın astlarından mabut diye taptıklarınız, sizin için bir rızk vermeye güç yetiremezler. Onun için rızkı Allah yanında arayın ve O’na kulluk edin ve O’na şükredin. O’na döndürüleceksiniz.” demişti. (Ankebut/17)

O [Allah], gökten yere işleri düzenler, sonra da o [işler], ölçüsü sizin saydıklarınızdan bin yıl olan bir günde O`na [Allah’a] yükselir. (Secde/5)

Dikkatli olun, halis din sadece Allah’a aittir! O’nun astlarından bir takım veliler edinenler: “Onlar bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsın diye biz onlara tapıyoruz.” [diyorlar]. Ayrılığa düştükleri bu konuda onların arasında Allah hüküm verecektir. Allah kuşkusuz, yalancı ve çok nankör kişilere kılavuzluk etmez. (Zümer/3)

Ant olsun ki onlara "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan, kesin “Allah” diyeceklerdir. De ki: “Allah`a hamd olsun.” Aslında onların çoğu bilmezler. (Lokman/25)

De ki: “Eğer biliyorsanız, bu yeryüzü ve onun içindeki kimseler kime aittir?”
Onlar: “Allah`a aittir” diyecekler. “Öyle ise siz düşünüp taşınmaz mısınız?” de!
“Peki, yedi göklerin Rabbi ve azametli Arş’ın Rabbi kimdir?”
(Onlar “Allah’ındır” diyecekler. “Öyleyse takvalı davranmayacak mısınız” de!
“Peki eğer biliyorsanız, her şeyin melekûtu [mülkiyeti ve yönetimi] kendisinin elinde olan ve kendisi her şeyi koruyup kollayan; fakat kendisi korunmayan kimdir?”
Onlar “Allah`ındır” diyecekler. “Öyle ise nasıl büyülenirsiniz?” de! (Müminun/84-89)

33 – Fasıklık eden kişilere Rabbinin kelimesi [o ilkesi] gerçekleşmiştir: Şüphesiz onlar imana gelmezler.

Bu ayette, Rabbimizin ezelî ilmi ile bildiği “gaybe ait olaylar”dan biri dile getirilerek “fasıklık eden kişilerin imana gelmeyeceği” bildirilmektedir. Ayetin işaret ettiği fasıklar, afak ve enfüsteki [evrendeki ve insanların iç dünyalarındaki] ayetlere gözlerini kapayıp kulaklarını tıkayanlardır. Bu kişiler söz konusu davranışlarıyla sadece kalplerine kilit vurmakla kalmamakta, aynı zamanda kendilerini âdeta dünya zevklerine ve nimetlerine boyunlarından tasmalamış olmaktadırlar. Ebuleheb örneğinde olduğu gibi, bu kişiler, kendilerine uyarı geldikten sonra yıllarca yaşamış olmalarına rağmen iman etmeden ölmekte ve böylece Rabbimizin “Şüphesiz onlar imana gelmezler”sözü de gerçekleşmiş olmaktadır.

Ve onlar var güçleriyle Allah’a yemin etmişlerdi ki, kendilerine uyarıcı bir peygamber gelirse, mutlaka ümmetlerin her birinden daha doğru yolda olacaklardı. Buna rağmen ne zaman ki kendilerine bir uyarıcı geldi, bu, yeryüzünde bir kibirlenme ve kötülük düzeni yönünden onların sadece nefretlerini artırdı. Hâlbuki kötü düzen ancak kendi ehlini çepeçevre kuşatır. O hâlde öncekilerin kanunundan başka ne gözetiyorlar? Onun için sen Allah’ın sünnetinde asla bir değişme bulamazsın. Sen Allah’ın sünnetinde asla bir başkalaşma da bulamazsın. (Fatır/42, 43)

Ve inkâr etmiş olanlar bölük bölük cehenneme sevk olundu [olunacak]. Nihayet oraya vardıklarında kapıları açıldı [açılacak]. Ve onun bekçileri onlara; “İçinizden size Rabbinizin ayetlerini okuyan, bu gününüzle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?” dediler [diyecekler]. Onlar da; “Evet geldi” dediler [diyecekler]. -Velâkin kâfirler üzerine azap kelimesi hakk oldu.- (Zümer/71)

34 - De ki: “Ortaklarınızdan, önce yaratıp, sonra da onu çevirip yeniden iade edecek [diriltecek] kimdir?" De ki: "Allah önce yaratır sonra da onu iade eder. O hâlde nasıl döndürülüyorsunuz?"
35 - De ki: “Ortaklarınızdan doğru yolu gösterecek olan kimdir?” De ki: "Allah, hakk olan doğru yola hidayet eder. O hâlde kim doğru yola kılavuz olur? O hâlde doğru yola kılavuz olan mı kendisine uyulmaya daha lâyıktır, yoksa kendisine yol gösterilmeyince onu bulamayan mı? O hâlde size ne oluyor? Nasıl hükmediyorsunuz?"

Bu ayetlerde Rabbimiz müşriklere gerçek ilâhla sahte ilâh karşılaştırmasını yaptırmak için peygamberimizden yine soru-cevap yöntemini kullanmasını istemektedir.

Bir zaman o, babasına; “Babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana hiçbir faydası olmayan şeylere niçin ibadet ediyorsun? Babacığım! Şüphesiz sana gelmeyen bir ilim bana geldi. O hâlde bana uy da, sana dosdoğru bir yolu göstereyim. Babacığım! Şeytana kulluk etme. Şüphesiz şeytan Rahman’a asi oldu. Babacığım! Şüphesiz ben, sana Rahman’dan bir azap dokunur da şeytan için bir veliy [yardımcı] olursun diye korkuyorum” demişti. (Meryem/42-45)

O [İbrahim]; “Elinizle yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz? Oysa ki sizi ve yaptığınız şeyleri Allah yaratmıştır” dedi. (Saffat/95, 96)

36 - Ve onların çoğu, ancak bir zanna uyarlar. Şüphesiz ki zann, “Hakk”tan hiçbir şey kazandırmaz. Şüphesiz Allah onların yaptıklarını çok iyi bilir.

Önce Mekkelileri, sonra da tüm insanlığı uyaran bu ayet, zannın insanlara hiçbir şey kazandırmayacağını bildirmektedir. Zannın “ilim” karşısında hiç bir değeri yoktur. Gerek insanları batıl inançlara sürükleyen sahte din koyucuları, gerekse görüş ve önerilerini ilimden çıkarsamayan filozof ve kanun yapıcıları yalnızca tahmin ve zanlarına dayanmaktadırlar. Zann ise “hakk”tan hiçbir şey ifade etmediği için kimseye bir kazanç sağlamamaktadır. Bu konu ileride, 66. ayette tekrar gündeme gelecektir.

37 – Ve bu Kur`an, Allah`ın astları tarafından uydurulan değildir. Lâkin kendinden önceki kitapları tasdik eder ve o kitabı ayrıntılı olarak açıklar. Onda şüphe edilecek hiçbir şey yoktur. Âlemlerin Rabbi tarafındandır.
38 - Yahut “Onu kendisi uydurdu” diyorlar. De ki: “Öyleyse siz benzeri bir sure meydana getirin, Allah’ın astlarından çağırabileceklerinizi de çağırın. Eğer doğru kimseler iseniz.”
39 – Bilakis, onlar bilgisini kavrayamadıkları ve tevili kendilerine henüz gelmemiş olan bir şeyi yalanladılar. Bunlardan önceki kişiler böyle yalanlamışlardı. İşte bak, zalimlerin akıbeti nasıl olmuştur!

Bu ayetlerde İsra/88’deki konu ele alınarak zanna uyan müşriklerin Kur’an’a bakışları üzerinde durulmuş ve onlara gerekli cevaplar verilmiştir.
“Onu kendisi uydurdu” diyen inançsızlar, “Öyleyse siz benzeri bir sure meydana getirin!” şeklinde Rabbimizin açık bir meydan okumasına muhatap olmuşlardır. Rabbimizin bu meydan okuması başka ayetlerde de devam etmiştir:

De ki: “Ant olsun ki ins ve cinn [herkes], bu Kur’an’ın bir benzerini getirmek üzere bir araya gelseler, birbirlerine yardımcı da olsalar, onun benzerini, kesinlikle getiremezler.” (İsra/88)

Yahut [aslında], “Onu kendisi uydurdu” diyorlar. De ki: “Öyleyse, eğer doğrulardan iseniz, uydurma olarak da olsa benzeri on sure getirin, Allah’ın astlarından gücünüzün yettiği kişileri de çağırın.” (Hud/13)

Yahut, onu kendi uydurup söyledi diyorlar. Hayır, onlar inanmıyorlar. Peki, onun gibi bir sözü onlar getirsinler, eğer doğruysalar. (Tur/33, 34)

Ve eğer kulumuza indirdiğimizden kuşku duyuyorsanız, haydi onun gibi bir sure siz getirin ve Allah’ın astlarından tüm tanıklarınızı da çağırın. Eğer doğru iseniz. (Bakara/23)
Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi, Rabbimizin meydan okuması Kur’an’ın tümüyle bir benzerinin getirilmesi teklifiyle sınırlı kalmamış, bu teklif Kur’an’ın on suresinin, bir suresinin, hatta tek bir sözünün benzerinin getirilmesine kadar indirilmiştir. Rabbimiz ayrıca Kur’an’ın bir benzerinin şahıslar tarafından getirilememesi halinde aynı işi herkesin birleşip yardımlaşarak yapmayı denemelerini teklif etmekte, ancak ne yapılırsa yapılsın, bunun asla becerilemeyeceğini bildirmektedir.
Aslında Rabbimiz, bu meydan okuma ile insanları Kur’an üzerinde çalışmaya ve düşünmeye sevk etmektedir. Çünkü bilmektedir ki, insanlar, yapacakları ciddî çalışmalar neticesinde, en azından şu sonuçlara ulaşacaklardır:
* Kur’an, fesahat, belağat ve icaz bakımından eşsiz bir kitap, ebedî bir şaheserdir. Oysa Allah elçisi Muhammed (as)’in ne edebî bir geçmişi, ne de yaptığı herhangi bir öğrenimi vardır. Dolayısıyla böyle bir kitabı kendisi yazmış olamaz.
* Kur’an, kendinden evvelki kitapları ve elçileri tasdik etmektedir. Oysa onu elçinin kendisi yazmış olsaydı, mutlaka hevasına uyar, geçmiş kitap ve elçileri tasdik etmek yerine kendisini ön plâna çıkararak her şeyi kendisine mal etmek isterdi.
* Kur’an, içerisinde fiziğe, kimyaya, biyolojiye, astronomiye, kozmolojiye, eğitime, psikolojiye, sosyolojiye ait nice bilgiler bulunması sebebiyle, içeriği ve öğretisi bakımından da eşsiz bir kitaptır. Oysa peygamberimiz, Mekke’de yetişmiş, hayatının her dönemi herkesçe bilinen, çevresinde herhangi bir okul veya öğretici bulunmayan bir kimsedir. Dolayısıyla Kur’an’daki bilgileri bilmesi bir yana, o konuları düşünmesi bile mümkün değildir.
* Kur’an gerçeklere dayanan birçok tarihî olay içermektedir. Allah elçisi Muhammed (as) ise böyle konulardan haberi olmayan bir kişidir. Bu olayları bilmesi de, yanlışsız olarak uydurması da imkânsızdır.
* Kur’an, geçmişe ait olduğu kadar geleceğe [gaybe] ait bilgiler de vermektedir. Bu bilgilerin doğrulukları zaman içinde bir bir ortaya çıkmıştır. Sıradan bir insanın mutlaka doğru çıkan bu tür haberler verebilmesi mümkün değildir. Allah’ın elçisi olduğunu söyleyen ve herkesin kendisine inanmasını bekleyen birinin kendine ait bir takım tahminleri geleceğe ait bilgilermiş gibi söylemesi ve güvenilirliğini riske etmesi düşünülemez. O hâlde bu bilgilerin onun kendi tahminleri olması söz konusu değildir.
* Kur’an, yapısal yönü ile de birçok mucize içermektedir. Öyle ki, geniş hacmine rağmen metninde hiçbir açıdan çelişki, tutarsızlık bulunmamaktadır. Böyle bir kitabın, kapasitesi bu işe yetmeyeceği herkesçe bilinen bir kimse tarafından yazılamayacağı ise ortadadır.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla