Tekil Mesaj gösterimi
Alt 25. April 2009, 10:04 PM   #6
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

45 – Ve Allah, “bir tek” olarak anıldığı zaman ahirete inanmayan kişilerin yürekleri burkulur da, O’nun astlarından olan kimseler anıldığı zaman derhal yüzleri gülüverir.

Bu ayette, bir takım düzme tanrı ve tanrıçaların şefaatine nail olacaklarına inanan müşriklerin kompozisyonu çizilmiştir. Bunlara “bir tek Allah yeter”, yani “herhangi bir şeyhe, üstada, abiye, şefaatçiye, aracıya gerek yoktur” denilince canları sıkılır, yürekleri burkulur. Oysa Allah ile beraber “falan hazret, filan hazret” gibi bir takım aracılar da zikredilince yüzlerinde güller açılır.
Ne yazık ki, kendi algılarını dinin tek doğru ölçüsü olarak kabul eden bazı fanatik grup, cemaat ve tarikatların mensupları da aynen bu durumdadır. “Yalnız Kur’an yeter” derseniz size kinlenirler, bir takım hazretleri de dine ortak ederseniz sizi kardeş diye bağırlarına basarlar.
Müşriklerin bu tutumları Kur’an’da birkaç kez dile getirilmiştir.

Ve onların kalpleri üzerine, onu kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık kıldık. Ve sen Kur’an’da sadece Rabbini ‘bir ve tek’ olarak andığın zaman, ‘nefretle kaçar vaziyette’ gerisin geriye giderler. (İsra/46)

İşte bu, şu sebeptendir: Siz, “bir ve tek” olarak Allah'a davet edildiğiniz zaman inkâr ettiniz. O'na ortak koşulunca da inandınız. Artık hüküm, o çok yüce ve çok büyük Allah'ındır. (Mü’min/12)

46 - De ki: “Ey göklerin ve yerin yoktan yaratıcısı/parçalayıcısı, gaybı [varlıkların kavrayış alanı dışındakileri] ve şahadeti [varlıkların akıl ve duyularla gözlenenlerini] bilen Allah'ım! Kulların arasında, o ihtilâf edip durdukları şeyler hakkında Sen hüküm vereceksin.”

Bu ayette, inkârcıların mevcut tutumlarını sürdürecekleri, bu nedenle de elçinin işi Allah’a havale etmesi gerektiği bildirilmektedir. Müşrikler ile müminler birbirlerinden ayrılacaklar, inanç ve davranışlarda kimin doğru ve haklı olduğu Allah tarafından açıklanacak ve herkes yaptığının karşılığını alacaktır.

Ve Yahudiler:, "Hıristiyanlar bir şey üzerinde değiller” dediler. Hıristiyanlar da “Yahudiler bir şey üzerinde değiller” dediler. Oysa onlar, Kitap’ı okuyorlar. Bilmeyen kimseler de onların sözü gibisini dediler. Artık içinde ihtilâf edip durdukları şeylerde, kıyamet günü aralarında Allah hüküm verecektir. (Bakara/113)

Ve sen sana vahyolunan şeye uy! Ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret. Ve O [Allah], hüküm verenlerin en hayırlısıdır. (Yunus/109)

Ancak Sebt, kendisinde ihtilaf eden kimseler üzerine kılındı. Ve şüphesiz senin Rabbin onların içinde ihtilaf edip durdukları şeyler hakkında kıyamet günü, aralarında kesinlikle hüküm verecektir. (Nahl/124)

O gün hükümranlık Allah’ındır. Aralarında O hüküm verir. Artık iman edip salihatı işleyenler nimet cennetlerindedirler. (Hacc/56)

İşte bu, şu sebeptendir: Siz, tek olarak Allah'a davet edildiğiniz zaman inkâr ettiniz. O'na ortak koşulunca da inandınız. Artık hüküm, o çok yüce ve çok büyük Allah'ındır. (Mü’min/12)

Ve hakkında ihtilâfa düştüğünüz herhangi bir şey; artık onun hükmü Allah'a aittir. İşte bu, benim Rabbim Allah’tır. Ben yalnız O'na tevekkül ettim ve ben yalnız O'na yöneliyorum. (Şûra/10)

Ve Biz, sana Kitap’ı [Kur'ân’ı] sırf hakkında ihtilâfa düştükleri şeyler onlar için açığa koyasın diye ve iman edecek bir topluma bir kılavuz, bir rahmet olarak indirdik. (Nahl/64)

Bu ayetlerden anlaşılıyor ki dinî konudaki ihtilâflarda Allah'ın kitabına giderek çözüm aranmalıdır.

47 – Ve eğer bütün yeryüzündekiler ve onunla birlikte bir o kadarı da o zulmeden kişilerin olsaydı, kıyamet günü azabın kötülüğünden kurtulmak için onu mutlaka kurtulmalık verirlerdi. Ve onların hiç hesaba katmadıkları şeyler, Allah tarafından onlar için meydana çıkar.
48 – Ve kazandıklarının kötülükleri onlar için meydana çıkmış ve kendisiyle alay edip durdukları şeyler, kendilerini çepeçevre sarmıştır.

Bu ayetlerde, ahirete inanmamış kişilerin ahiretteki konumları açıklanarak bu kişiler şimdiden uyarılmaktadır:

Şüphesiz ki şu inkâr etmiş ve inkârcı oldukları halde de ölenlerin hiç birinden, yeryüzü dolusu altın - onu fidye verseler bile - asla kabul edilmeyecektir. İşte onlar, dayanılmaz azap kendileri için olanlardır. Onlar için yardımcılardan da yoktur. (Al-i İmran/91)

Rablerine uyanlar için daha güzeli vardır. O'na uymayanlar ise, yeryüzünde bulunan ne varsa hepsi ve onunla birlikte bir misli daha kendilerinin olsa, onu kurtuluş fidyesi olarak verirlerdi. İşte onlar, hesabın kötüsü kendileri için olanlardır. Varacakları yer de cehennemdir. Orası da ne fena yataktır. (Rad/18)

Konumuz olan ayetler müşrik olarak ölmemenin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. İnsanın geçmişinde bilgisizlik veya ilgisizlik nedeniyle şirk ve inkâr dönemleri olabilir. Ancak bu durumdan vazgeçip de tevhide yönelen ve Müslüman olarak ölenler için herhangi bir sorun söz konusu değildir. Önemli olan müşrik olarak ölmemektir.

49 – İşte, insana bir sıkıntı dokunuverince Bize yalvarır, sonra kendisine tarafımızdan bir nimet bahşettiğimiz zaman da: “O, bana bir bilgi üzerine verildi” der. Aslında o [verilen nimetler], bir fitnedir. Velâkin onların çoğu bilmezler.
50 – Gerçekten onu [“o, bana bir bilgi üzerine verildi” sözünü], bunlardan önceki kimseler de söyledi de o kazandıkları şeyler kendilerine fayda vermedi.
51 - Sonunda kazandıkları şeylerin kötülükleri kendilerine isabet etti. Şunlardan o zulmetmiş olan kimseler; onların da kazandıkları şeylerin kötülükleri kendilerine isabet edecektir. Ve onlar aciz bırakanlar değildir.
52 – Hâlâ, şüphesiz Allah’ın, rızkı dilediğine yaydığını ve ölçülendirdiğini bilmediler mi? Şüphesiz bunda iman edecek bir kavim için kesinlikle nice ayetler vardır.

Bu ayet gurubu, insan psikolojisindeki bir zaafa atıf yaparak başlamaktadır. Daha önce de tahlil ettiğimiz gibi, insan bir nimete eriştiğinde memnun olmakta, sıkıntıyla karşılaştığında ise çabucak Rabbine küsmektedir. Oysa her iki durum da Allah’ın insanı sınaması olarak kabul edilmelidir. Pasajda, bu sınamanın sonucu olarak dünya ve ahirette insanın başına gelecek durumlar hatırlatılmakta ve insanlar uyarılmaktadır. Ayetlerde Karun’a ve Sebe halkına da gönderme yapılmıştır. Sebe halkı ve Karun gibi akılsızlar kendilerine verilen nimetleri Allah katında saygın kimseler olduklarının bir belirtisi olarak yorumlamakta, dolayısıyla da onları kendi bilgi ve becerileri ile elde ettiklerine inanmaktadırlar. Hâlbuki bütün bunlar Allah’ın fitnesinden, denemesinden, imtihan etmesinden başka bir şey değildir. Dünyada verilen nimetler ikram olsun diye değil, imtihan için verilmektedir. Az kazançlı olmak seviyesizlik, çok kazançlı olmak da seviyeli, makbul biri olmak değildir.

KARUN VE SEBE’ HALKI:

Zenginliğin sembolü olarak bilinen Karun adlı şahsiyet hakkında Kur’an’da şu bilgiler verilmektedir:



Şüphesiz Karun, Musa’nın kavminden idi de, onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, şüphesiz onun anahtarları güçlü kuvvetli bir topluluğa ağır gelirdi. Bir zaman kavmi ona demişti ki: “Şımarma! Şüphesiz ki Allah şımarıkları sevmez. Ve Allah’ın sana verdiğinde ahiret yurdunu iste. Dünyadan da nasibini unutma! Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun. Ve yeryüzünde bozgunculuğu isteme. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.”
O [Karun]; “O [servet], bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi.” dedi. Bilmez miydi ki Allah, kendinden önceki nesillerden, ondan daha güçlü, ondan daha çok topluluğu [taraftarı, birikimi] olan kimseleri kesinlikle helâk etmişti. Ve günahkârlar günahlarından sorulmaz [Allah onların hepsini bilir].
Derken o [Karun], ziynet [ihtişam] içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını isteyen kimseler; “Keşke Karun’a verilen gibi bizim de olsaydı! Şüphesiz ki o [Karun], çok büyük bir nasip sahibidir” dediler.
Ve kendilerine ilim verilmiş olan kimseler ise; “Yazıklar olsun size! İman eden ve salihi işleyen kimseler için Allah’ın mükâfatı daha hayırlıdır. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir” dediler.
Sonunda Biz onu ve evini yere geçirdik. Artık Allah’ın astlarından kendisine yardım edecek bir taraftar da olmadı ve o, kendini savunup kurtarabilecek kimselerden de değildi.
Ve daha dün onun yerinde olmayı isteyenler, “Demek ki Allah kullarından dilediğine rızkı genişletiyor ve daraltıyor. Şayet Allah bize lütufta bulunmuş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Ve demek ki inkârcılar felâh bulmuyorlar” diyerek sabahladılar. (Kasas/76-82)

Zengin ve müreffeh toplumlara örnek olarak gösterilen Sebe halkı hakkında ise Kur’an’da şu bilgiler verilmektedir:

Ant olsun ki Sebe' kavmi için iskan ettikleri yerde bir ayet vardı: Sağdan ve soldan iki bahçe! – “Rabbinizin rızkından yiyin ve O'nun için şükredin [karşılığını ödeyin]! Ne güzel bir belde ve çok bağışlayıcı bir Rab!”-
Fakat onlar yüz çevirdiler [karşılığını vermediler]. Biz de üzerlerine Arim [barajların] selini salıverdik ve o onlara iki bahçelerini buruk yemişli, ılgınlık ve içinde biraz da sidir ağacı bulunan iki bahçeye çevirdik.
Bu, onların küfretmeleri nedeniyle Bizim onları cezalandırmamızdır. Ve Biz sadece çok nankör olanları cezalandırırız.
Ve Biz onlarla o bereket verdiğimiz memleketler arasında, sırt sırta şehirler meydana getirmiştik. Ve onlara da muntazam gidiş geliş düzenledik: -Buralarda gecelerce ve gündüzlerce [sürekli] emniyet içinde gidin gelin!-
Sonra da onlar: “Rabbimiz! Seferlerimizin arasını uzaklaştır” dediler ve nefislerine zulmettiler. Şimdi de Biz onları ehadis [efsaneler] kıldık ve tamamen didik didik dağıttık. Şüphesiz ki bunda tüm çok şükreden sabırlı için elbette ayetler vardır.
Ve ant olsun ki, İblis onlar hakkındaki zannını tasdik etti de müminlerden ibaret bir kesimden başkası ona [iblise] uydular.
Hâlbuki onun [İblis] için onlar üzerinde hiçbir sultan [kudret] yoktu. Fakat Biz ahirete imanı olanı, ondan şek içinde bulunandan [yeterli bilgisi olmayandan] ayırt edecektik. Ve senin Rabbin her şeyi iyice koruyandır. (Sebe/15-21)

Ve Biz herhangi bir memlekete uyarıcı gönderdikse, mutlaka oranın varlık ve güç sahibi şımarık önde gelenleri: “Biz sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeyleri [mesajları] inkar edicileriz” dediler.
Ve yine dediler ki: “Biz malca ve evlatça daha çoğuz ve biz azaba uğrayacaklardan değiliz.”
De ki: “Şüphesiz benim Rabbim dilediği kimseye rızkını genişletir ve ölçülendirir. Fakat insanların çoğu bilmezler."
Ve sizi huzurumuza yaklaştıracak olan, mallarınız ve evlatlarınız değildir. Ancak kim iman eder ve salihatı işlerse, işte onlar; kendileri için yaptıklarına karşı kat kat karşılık olanlardır. Ve onlar yüksek köşklerinde güven içindedirler.
Ve şu, ayetlerimiz hakkında aciz bırakmak için yarışanlar; azap içinde hazır edilenlerdir.
De ki: “Şüphesiz benim Rabbim kullarından dilediği kimse için rızkını hem genişletir ve onun için ölçülendirir. Ve siz her ne şeyden infak ederseniz hemen O, arkasını getirir. Ve O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.”
Ve o gün O [Allah], onları hep birlikte toplayacak, sonra meleklere: “Şunlar mı size tapıyorlardı?” diyecektir.
Onlar: “Seni tenzih ederiz. Onlara karşı bizim velimiz Sensin. Bilakis onlar cinlere tapıyorlardı. Çoğu onlara inananlardı.” dediler.
Artık bu gün bazınız bazınıza yarar ve zarara malik olmaz. Ve Biz o zulmetmiş [şirke batmış] kişilere: “Tadın bakalım o kendisini yalanlayıp durduğunuz ateşin azabını!” deriz. (Sebe/34-42)

51. ayetteki “Sonunda kazandıkları şeylerin kötülükleri kendilerine isabet etti. Şunlardan o zulmetmiş olan kimseler; onların da kazandıkları şeylerin kendilerine isabet edecektir. Ve onlar aciz bırakanlar değildir” ifadesinden müşriklerin azaptan kurtulmalarının söz konusu olamayacağı anlaşılmaktadır.

Şüphesiz sizin vaad olunduğunuz şeyler kesinlikle gelecektir. Ve siz, aciz bırakanlar [bunu engelleyecek birileri] değilsiniz. (En’am/134)

Ve "O [azap] gerçek mi?" diye senden haber almak istiyorlar. De ki: “Evet. Rabbime ant olsun ki o, kesinlikle bir gerçektir. Ve siz aciz bırakanlar değilsiniz.” (Yunus/53)

53 - De ki: “Ey nefislerine karşı sınırı aşmış olan kölelerim/kullar! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Şüphesiz Allah, günahları tümden bağışlar. Şüphesiz O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
54 – Ve size azap gelmeden önce Rabbinize yönelin ve O’na teslim olun. Sonra yardım edilmezsiniz.
55- 58 – Ve ansızın azap gelmeden, kişinin, “Allah’ın yanında, yaptığım ölçüsüzlüklerden dolayı yazık bana! Doğrusu ben alay edenlerdendim” demesinden yahut “Allah bana doğru yolu gösterseydi, her halde ben muttakilerden olurdum” demesinden veya azabı gördüğü zaman, “Bana bir geri dönüş olsaydı da ben de o iyilik-güzellik üretenlerden olsaydım” demesinden önce Rabbinizden size indirilenin en güzelini izleyin.”

53. ayette, Resulullah’ın o günkü köleleri muhatap alınarak akıllı, inançlı olmalarına rağmen günah işlemiş kimselere hemen tövbe etmeleri çağrısı yapılmaktadır. Bu ayetin teknik yapısı ile ilgili kanaatlerimizi yine bu surenin 10. ayetinin tahlilinde detaylı olarak dile getirmiştik.
Bizim ölçü aldığımız Mushaf'ta 53. ve 54. ayetlerin Medeni olduğu zikredilmektedir. 53. ayetin nüzul sebebi ile ilgili olarak müfessirler şu rivayetleri zikretmektedirler:

Âlimler ayetin nüzul sebebi hususunda çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. "Bu, Mekkeliler hakkında nazil olmuştur. Çünkü onlar, "Muhammed, putlara tapanların ve adam öldürenlerin bağışlanmayacağını iddia ediyor. Biz ise putlara taptık ve adam öldürdük. Dolayısıyla daha nasıl müslüman olabiliriz?" demişlerdir [ayet bunun üzerine nazil olmuştur]. Böyle denildiği gibi, ayetin müslüman olmayı arzu edip de tövbesinin kabul olmayacağından korktuğu için Hz. Hamza (r.a)'nın katili Vahşî (r.a) hakkında nazil olduğu ve ayet nazil olunca müslüman olduğu da söylenmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s)'e, "Bu ayet ona mı mahsustur, yoksa bütün müslümanlar için genel midir?" diye sorulduğunda O, "Hayır, bütün müslümanlar için geneldir" buyurmuştur.
Yine bu ayetin, câhiliyye döneminde büyük günahlar işleyip İslâmiyet gelince Allah Teâlâ'nın tövbelerini kabul etmeyeceği korkusu ile tir tir titreyen bazı müslümanlar hakkında nazil olduğu da söylenmiştir. Yine bu ayetin, İyâş b. Ebî Rebî'a ile Velîd b. Velîd ve bir grup müslüman hakkında nazil olduğu da söylenmiştir: Bunlar müslüman oldular, sonra fitneye düştüler [irtidâd ettiler]. Müslümanlar onlar hakkında "Artık Allah onların tövbelerini kabul etmez" demeye başladılar. İşte, bunun üzerine bu ayetler nazil oldu. Hz. Ömer (r.a) bu ayetleri yazıp onlara gönderdi. Böylece onlar da müslüman olup hicret ettiler. (Razi; el Mefatihu’l Gayb)

Yine İbn Abbas ve Ata şöyle demiştir: Âyet-i kerime Hamza (r.a)'ın kati*li Vahşi hakkında inmiştir. Çünkü Allah'ın onun müslüman olmasını kabul et*meyeceğini zannetmişti. İbn Cüreyc'in Ata'dan, onun İbn Abbas'tan rivaye*tine göre ise İbn Abbas şöyle demiştir: Vahşi, Peygamber (sav)'a gelerek: Ey Muhammed, ben sana himaye isteyerek geldim. Allah'ın kelamını dinleyinceye kadar beni himayene al, dedi. Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu: "Ben se*ni himayesiz olarak görmek isterdim. Fakat madem benden himaye isteye*rek geldin, Allah'ın kelamını dinleyinceye kadar seni himayeme alıyorum" de*di. Vahşi dedi ki: Ben Allah'a ortak koştum, Allah'ın haram kıldığı canı öl*dürdüm, zina ettim. Allah benim tövbemi kabul eder mi? Rasûlullah (sav) "Onlar ki Allah ile birlikte başka bir ilâha ibadet etmezler. Hak ile olması dışında Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı nefsi de öldürmezler, zina da etmezler (Furkan/25/68)" ayet-i kerimesi sonuna kadar nazil oluncaya ka*dar sustu. Sonra bu ayeti Vahşi'ye okudu. Vahşi ben burada bir şart koşulduğunu görüyorum, belki ben salih bir amel işlemeyeceğim, Allah'ın kela*mını dinleyinceye kadar ben senin himayende kalmaya devam ediyorum. Bu*nun üzerine şu ayet-i kerime indi: "Doğrusu Allah kendisine şirk koşulma*sını mağfiret etmez. Ondan başkasını da dilediğine bağışlar (Nisa/48 ve 116)” ayetleri indi. Onu çağırttırdı ve ona bu ayeti okudu. Bu sefer şöy*le dedi: Belki ben mağfiret etmeyi dilemeyeceği kimselerdenim. Onun için Allah'ın kelamını dinleyinceye kadar senin himayende kalıyorum, dedi. Bu sefer: "Ey nefisleri aleyhine ileri giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin!" ayeti nazil oldu. Bunun üzerine: Evet şimdi oldu, ayrıca herhan*gi bir şart koşulduğunu görmüyorum, dedi, sonra da müslüman oldu. (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)

Bu açıklamaya göre pasajın Medenî olması gerekmektedir. Bize göre bu pasajın Mekkeliler hakkında indiği görüşü tercih edilmelidir.
Sebeb-i nüzulün özel oluşuna değil, ayetin anlamının genel oluşuna bakılmalıdır. Rabbimizin mağfiretinin genişliği herkese yöneliktir. Aklını başına alıp Allah’a yönelenlerin şirki de, küfrü de, fıskufücuru da bağışlanacaktır. O nedenle azap gelmeden önce “Allah’ın yanında, yaptığım ölçüsüzlüklerden dolayı yazık bana! Doğrusu ben alay edenlerdendim” demesinden yahut “Allah bana doğru yolu gösterseydi, her halde ben muttakilerden olurdum” demesinden veya azabı gördüğü zaman “Bana bir geri dönüş olsaydı da ben de o iyilik-güzellik üretenlerden olsaydım” demesinden önce herkes Allah’a yönelmelidir.
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla