Konu: Ganimet
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 31. October 2011, 10:04 PM   #4
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

Enfal-Ganimet:4.

Hakdin normalin hukukunu düzenlerken, elbetteki kendi meşru kazanım yollarının dışında oluşmuş bir maddi değeri orta yerde bırakacak veya “onu yakıp yıkın” diyecek değildi. İşte bütçede bir fasıl oluşturularak ve nerelere harcanmasını düzenleyen ayeti göndermiştir. Çünkü cahiliyenin, aristokrasinin, feodalizmin, oligarşinin, liberalizmin adaletsiz hükümleri bu tür maddi varlıkların “kapanın elinde kalması” yasasını uygularlardı. Buna eski devirlerde haraçla geçinen ve bunun için boğazlaşan toplumlarda ''eşkıyalık'' denilirdi. Modern çağda ise müstevlilik ve emperyalizm denilmektedir. Allah bunun, savaşa ilişkin malların haram olduğunu, ancak zorunlu olarak böyle bir mal ortada duruyorsa beş alanda harcanmasının sadece o insanlara helal olabileceğini açıklamakla, hem eşkıyalık için savaşmayı(Emperyalizmi) yasaklamıştır, hem de meşru müdafaa ve mazlumların müdafaası için yapılacak zorunlu güç kullanmayla zulmü durdurma sonucunda ele geçen malları ne yapalım, bu bize helal midir? diye soracak doğru insanlara hakkı bildirmiştir. ''Bunları yakıp imha etmeyin, düşmana geri de vermeyin. Onları ancak içinizden şu kesimler için harcarsanız haram değildir'' hükmünü koymuştur. Böylece de cihadı istimrar edip cahiliye eşkıyalığına soyunan kişi, gurup ve milletlerin bu iştahını kesmek için konulan hayırlı bir hükümdür. Enfal–41. ayet. Aynı zamanda da bütçe kanunudur.

Öyle ise doğru yorum, “İnnallahü hamsehü” kavramına verilecek en doğru ve uygun mana şudur. Madem ki bu Allah hakkıdır, “Ganimetin tamamı beş hisse kabul edilerek haklı savaşa karar veren toplumundur”. Bu toplumun ''tuzu kuruları'' ve ihtiyaç içinde olmayanları bundan hariç tutulur. Çünkü maddi varlıkların belli sınıf ve kişiler arasında bir iyi şans aracı yapılmasını ''Haşır–7'' ayeti ile yasaklanmıştır. İster menkul ve ister taşınmaz mal olsun bu böyledir. Şu kadar ki, savaş levazımatını ariyet olarak vermiş olanlar varsa ve bunlar da savaşırken zayi olmuşsa elbetteki talep halinde öncelikle bunlar tazmin edilir. Feodalizmde bu tür levazımat toplanıyorsa da, medeni ve sosyal hukuk devletinde zaten silah ve sair levazımat kamunun öz malıdır. Ortada terk edilerek kalan ve ele geçirilen bu maddi değerler beş eşit parçaya bölünerek bütçeye alınır. Bundan şu sayılan kesimleri birer hisse hesabı ile taksim edilir;

1-Ganimetin tamamının 1/5 hissesi Allah Resulünün geçimliği ve Yönetici sıfatıyla onun tasarrufuna verilir. İyalinin geçimliği ve genel giderler için harcanır.

Bu böyledir. Aşağıdaki 4 gurup insana ezelden beri helal olan ve hatta yöneticinin bunlara tahsisi dini görevlerindendir. Bunu yapmasa din ve onun şeraitini ihlal etmiş olur. Bu İsrail oğullarında da böyle idi. Bundan sapıp muhariplerin buradan bir iğne bile alması “Gul” suçunu oluşturduğuna eski ahidin eldeki metni bile şahittir. Bu yasak, bu dört sınıfa sosyal statüsü uymayan, savaşan peygamberlere dahi helal değildi. Onun için Resulullah bir hadisinde “Ganimet bana helâl kılındı” diyerek istisnayı belirtmiştir. Bu açıklama boşuna değil, Enfal–41 ayet uygulamasında hata etmeyelim diye onun tefsiri içindir. Peygamberimiz çok ağır, çok kapsamlı bir vahiyi uygulamak ve doğru tebliğ etmek ve savunma savaşlarına girmesi gereken bir büyük peygamberdir. Bu mühim işleri arasında gidip, tarla çapalayarak geçimini temin edecek ve birde peygamberlik görevini eksiksiz yapacak değildi ya. Buna hiçbir insanın gücü yetmez…

Resulullah bunu bütün insanlara bildirirken, onların geçimlerini sağlayacak yeterli dirliği olanlara ''sakın ha…'' demiş olmaktadır. Savaşa katılan ve geçimliği yeterli olana da bu ihtarını yapmıştır. Savaşa katılıp da bedenen mağdur olan işinden olup gerideki ailesi aç açık kalanların durumunu da “Kurbiyet” kavramını açıklarken açacağız. Burada sadece aşağıdaki gerekli şeyi vurgulayacağız. Şöyle ki;

Resulullah’a ayetle tahsisli maddi değerler, onun lüks içinde veya bol dirlikli yaşaması için değildir. Onun hayatının zühd(mülkten uzaklık) içinde olduğu, bu hissesine düşenleri kendisinin ve i'yalinin doyasıya yemek yemeleri için dahi kullanmayıp, elden dağıtarak, yemeden yatıp uymak zorunda kaldıklarını anlatan aile efradı hadisleri vardır. Ama sonraki toplum liderleri böyle mi yaptılar? Emevi hanedanı mı, Abbasi hanedanı mı, Endülüs hanedanı mı, Selçuklu, Osmanlı hanedanı mı?, hangisi normal evde oturup, kendi geçimliğini halka dağıtarak aç yattılar? Yoksa atlarının dizginlerini gümüşle ve ev eşyalarını altınla mı donattılar. Ganimetlerlerle karılarına kâsırlar yaptıranlar mı ararsın?, karılarına ismine atfen sözde vakıflar kuranları mı ararsın?, ne arasan var batıl adına. Ama hak adına pek de göze çarpan eylem bulamazsın. Sanki o karıları, savaşta çarpışıp şehit olduktan sonra kocasının el emeğinden başka geçimlikleri olmayan ve ölümle perişan hale düşen şehit karılarıdır. Onlar sanki kolunu kaybedip, köyünde çalışamayacak duruma düşen ve ailesinin tek geçim umudu iken sakat kalıp bakıma muhtaç duruma düşen dul karısının acısı içindeydi… Suç onlardan çok âlimlerin değil mi? Bunun bir bütçe yasası olduğunu ve İslam öncesi “Şakibaşı” hissesiyle karıştırılmaması gerektiğini ortaya koyan binlerce ikaz eseri yazıldı da sultanlar (bu yazılanlara boş verdi de) mi şeraiti(Adalet ve rahmeti) çiğnediler?…

2- “ “ 1/5 Hissesi Kurba’ya. Yani ganimet getiren işle yakın ilişkisi bulunanların zayıflarınadır; savaş harekât alanı içinde kalıp tarlasını tırpanını bırakıp göç etmek zorunda kalan “savaş alanı'' içinde ve yakınında kalan sivillerindir. Çünkü ekip biçememiş, aç ve perişan olmuştur. Yoksa Emir’in yakınları, komutanın yakınları v.s ''tuzukuru taifesi'' değildir. Peygamberin bakmakla yükümlü olduğu ailesinin hepsinin hayata vedasıyla peygamber hissesi de hazineye kalır. Resulullah bunu aksini dileseydi miras bırakırdı. Sonraki neslinin helâl olan elinin emeğini yemesini diledi ki, böyle yaptı…
Şehit ve gazilerin diğer fakir ve mağdurlardan önceliği olması doğaldır. Çünkü galibiyeti sağlamak için canla başla çarpışmış, kolunu gözünü kaybederek malul hale düşerek iş göremez olmuştur. Onun bir talebi olmasa da, yönetici, aklın makullerine göre ona verilmesi gerekeni sıradakilerin en önüne alması gerekirdi ki, zaten ayet bu sırayı takip etmiştir. Kurbiyetin daha birçok anlamı vardır ama biz ayete uyan anlamını bir nebze açıklamakla yetiniyoruz. Yani İslam toplumunun verdiği haklı savaş kararına bizzat katılan erinden generaline kadar tüm personelin, savaşa para ve malzeme, binit yardımı yapanların hepsine eşit bir şekilde taksim edilir. Bunlar “ Kurba” kavramı ile belirtilmiştir. Kurbiyeti, yani alakası olanlara.

3- “ “ 1/5 hissesi Yetimlere. Gerek savaşan topumda yetim kavramına girenlere( dul kadınlar da dâhil olabilir) gerekse toplumdaki yetimlere eşit taksim edilir. Öncelik yine savaş şehitlerinin muhtaç durumdaki yetimlerine olması gerekir. Hem savaş ganimetlerinde ve hem de Enfal türü faaliyetlerin getirisinden yetimlerin infakı, eğitimi ve hayata tutunup kendi nafakasını kazanır hale getirilmesi için ne gibi masrafları olacaksa onların karşılanması. Yine örfe göre yetim hükmünde olan dul kalmış ve geçiminden aciz olan şehit dullarından başlanmak üzere ülkedeki bilumum dulların öncelikle infakının sağlanması çalışmaya müsaitseler geçimliğini karşılamaya elverişli iş sahibi yapılmasında kullanılmak üzere bütçe fasıllarına bu meblağdan konulur.

4- “ “ 1/5 hissesi Miskinlere. Elinden iş gelmeyen becerip kotaramayan kesimlere bilindiği gibi miskin denilir. Arsızlık ve yüzsüzlüğün geçerli olduğu toplumların İslam dışı olduğu gerçeği bilinir. İnsanların iş yapmakta diğerleri kadar becerikli olmayanlarının çalışamaz durumda olanları maaşa bağlanır ve buradan finanse edilir. Çalışabilecek durumda olanlara ise mutlaka kamu kadrolarında maişetini temin imkânı/olanağı verilir. Bu kurumlar yeterli değilse fey, Enfal ve ganimet gelirlerinden bu tür kamu kurumları kurularak iş sahibi yapılır. Yine fey niteliğindeki ganimetlerin taşınmaz anlamına geldiğini ''Haşr'' suresinden biliyoruz. Bunların mülkiyeti kimseye verilmez. Bunlar devlet eliyle işletilmesi zorunlu arazilerdir. Yine hasbelkader, dalalete sapılmış ve özelleştirmeci münafıklar duruma hâkim olarak hak şeraiti helak etmişlerse ve kollektif iş yapma ortadan kalkmış veya karma ekonomi uygulanmakta ise, fey olarak kamunun hüküm ve tasarrufuna geçmiş arazilerden çiftçiyi topraklandırma yasaları gereğince işleyebilecek vaziyette olan kesime geçimliğini sağlamaya yeterli ve elverişli miktarda arazi verilir. Bu araziler asla Padişah yandaşlarına, zafer kazanan komutanlar ve bir başkasına verilemez. Nüfus arttıkça ihtiyaç sahiplerine geçim yerleri dirlikler olarak verilir. Bunlar hak dinin ve hak şeraitin değişmez hükümleridir. Çünkü kitaplar adaleti ayağa dikmek ve ayakta tutmak için indirilmiştir(Hadid–25).(Asla şu unutulmamalıdır:Mülk Allah'ındır.)

5- “ “ 1/5 hissesi "İbn'u sebil" kavramına giren kesime verilir. Bu kesim "yol oğlu" kavramı kapsamına giren kesimdir. Bu yol fi Sebilullah olarak anlaşıldığında, kendisini ilmi araştırmalara verdiği için geçimliğini kazanmayı ihmâl edenler olarak anlaşılabilir. Genel anlamı ise o ülkenin vatandaşı olmayıp, geçici amaç ile orada bulunan, dolaşan kimseleri kapsamına alır. Hakdin toplumunda turizm diye bir olgu yoktur. Bundan para beklemek kerih bir şeydir. Bunu için iyi niyet ve tanışıp görüşmek için ülkede misafireten bulunan kimselerin infakları da bu tür arızi gelirlerle ve Enfal gelirleriyle karşılanır. Meselâ petrol gelirleriyle. Yine ziyaret haccı için Mekke’ye gelen hacılar da öncelikli yol oğullarıdır. Yani oranın tanrı misafirleridir. Bunların konaklamaları, yedirilip içirilmeleri, giydirilip kuşandırılmaları tedavilerinin ve eğitim giderleri v.s masraflar Enfal gelirleri ve mesela petrol gelirlerinden karşılanır. Dikkat ediniz, Mekke bu işe vakfedilmiş bir araziyken şeraiti dümdüz eden ve sahtesini pazarlayan Arabistan yönetimi, buranın kişiler tarafından özel amaçlara tahsisine izin vererek dinden ve hak şeraitten irtidat etmiştir. Hatta kral bile Kâbe’nin karşısına ve oranın kutsiyetine aykırı olarak kocaman bir özel saray dikmiştir…

Bunların tümü toplandığında 5/5 hisse tamamen kime tahsis edilecekse ayet bunlara tahsis etmiştir. İslam tarihi boyunca hiçbir zaman bu ayet böyle anlaşılmamıştır. Savaşa katılan feodal beyler v.s komutanlar arslan payını alarak her biri aristokratlaşmıştır. Bu eski putperestlerin uygulaması olup, Hak dinle alakası yoktur(Eşkıya başına ¼ hisse verip, artanı çapul yapan efrada tevzi etmek). Onun için ansiklopediden öğrendiğimize göre Aristokrasinin semirip boy göstermesi “Askeri kökenli” olmasının sebebi budur. Çünkü zaptedilen ülkelerde kocaman köyler, vilayetler veya eyaletler, başta başkumandan krallar olmak üzere ordu komutanları ve diğer komutanlara peşkeş çekilmiş ve aristokrasi askeri güçlerle takviye olarak, baş edilmez hale gelmiştir. Emevi tarihi bu açıdan içler acısı olaylarla doludur. Hatta kendi soylarından olan ve bu irtidada mani olmak isteyen merhum halife Ömer bin Abdülaziz’i adil olduğu için feodalist ve liberalist mülk şehvetlileri katletmişlerdir. Büyük Mücedid Ömer bin Abdülaziz, ordunun ve eşrafın bu eğilimine karşı çıktığı için öldürülmüştür. Oysa Hak dinin kutsal amacı, aristokrat üretmek değil, Ta’zir edilerek küçültülüp zayıflatılması yönündedir. Ne yazıktır ki, Allah’a iftira niteliğinde olan yorumlarla, Kuran sosyo ekonomi politiği(Hak ve olması gereken şeraiti) tersine çevrilerek sürdürülmüştür.

Yine yanlış yorum ve uygulamalardan birisi de ayette ayrı ayrı geçen Resul ''ve'' Yakın(Kurba) kavramının asında ''ve'' bağlacı yokmuş gibi “Peygamberin yakınlarına” diye anlam verilmesi ayrı bir hatadır. Bundan daha da vahimi, Resulullah’ın ve geçindirmekle yükümlü bulunduğu hanım ve eşlerinin ölümünden sonra da “Seyyid” (efendi) adı altında bir takım insanlara bu tür yardım ve yardımların devamı, Kur'an’ın ve Resulullah’ın irade ve uygulamalarına aykırıdır. Bu, Resulullah'ın akraba ve hısımları bahane edilerek, hazır beslek-avantacı takımı olan aristokratların kendilerine meşru sebep bulma gayretlerinden başka bir şey değildir. Eğer Resulullah akrabaları böyle hazır beslek-avantacı haline getirilirse, Aristokratlar için bir kapı açılmış demektir. Kaldı ki Resulullah miras dahi bırakmayarak, bunun tam aksine bir örnek oluşturmuştur. Elbette ki bunun sebeplerinden bir tanesi aristokratça hazır ve bol gelirle yaşama alışkanlığına önce kendi soyundan başlayarak son verme arzusu idi.
Dolayısı ile, Nefel veya nafile ile Ganimet kavramları arasında bir fark var mıdır? konusunda durum açıktır. Öyle ise nesihçilerin yalanına asla kanmamak gerekir. Yani Enfal–41 ayette de, Enfal–1'de de kolay ve kolaylaştırılmış kazançların tümünün Allah’a ait olduğu ilkesi geçerlidir. Elbette ki ikisi arasında çok fark vardır.

Benzer yönleri ikisinin de kolay kazanç olması ve ikisin de insan emek ve gayeti dışında, Allah yardımının devreye girmesi sonucunda doğmasıdır; yani meleki güçler, yani Doğaya Allah’ın koyduğu evrensel yasaların güç artırıcı ve kolaylaştırıcı yasaları. Müslüman’ın savaş galibiyeti Allah dilemesi iledir. Mesela Kuran yine kolay kazanç anlamına gelen “Fey” kavramını açıklarken, düşmanın kalbine korku salması ve diğer yardımları ile hiç at koşturup, kılıç sallamadan savaşın kazanılmasını, zahmetsiz sonuç almak diye tanımlar. Böylece kâfirin terk ederek arkada bıraktığı araziler ve tesisler doğrudan hazineye(Beytü’l Male) kalmıştır. Ganimet de öyledir. Zafer Allah yardımı iledir. Fey ayrıca dönen şeyler anlamı geldiği gibi gölgenin dönmesi ve uzaması anlamı ile de, emeğin kendi haddinden daha uzun iş meydana getirmesi anlamını içermektedir. Yani şeyin gölgesinin onun boyundan yüzlerce kat daha uzaması ile mukayese veya teşbih vardır kavramda. Ganimetle Nefel arasıdaki farka gelince; her iki kavramın savaş hukuku alanındaki hükmü açısından bu farklar vardır. Ganimet meşru ve toplumun genel iradesi ile alınan savaş kararı olup bir seferberlik ilanıdır. Nefel ise, barış kurulmuşken, sınırlarda yaşayan kabadayıların haraçla geçinme arzusunun ferdi ve fevri kararının sonucu elde ettiği haksız kazançtır. Enfal kavramının önce kavrama kök olabilecek iki kavramın( çünkü icmali'dir) tanımını yazdıktan sonra bu farkı ortaya koymamız daha uygundur. Onun için “Nefel” ve “Nefl” kavramlarının sözlük anlamlarını verip sonra farkı belirtelim. Mademki ganimette, önce savaşla iktisap edilen mala değindiğimiz için burada da öncelikle savaş hukukuna ilişkin anlamına değinelim. Öyle ise;

NEFEL: 1- Düşmandan alınan mal, ganimet. 2- Ûlül emirden müsaade almadan düşmana karşı çıkan az sayıda bir cemaat.

NEFL: Vacib olmayan ibadet. Fazladan ibadet.

Enfal bu ikinciyle değil, birinciyle alakalıdır. İbadeti(Namaz, oruç zikir anlamında) istediğin kadar yap, bunda bir vebal yoktur. Sen bıkmadıktan sonra Allah bıkmaz. Ama her iki kavramda müşterek bir anlam var ki “vacib olmadığı halde yapılması”. Namaz ve orucun vacip olandan yapılması sevap getirirken, maaşlı bir iş yapman ve kamuya çalışmak(Vacip olan budur) varken, ihtiyacın için değil, varsıl olmak için haddi aşan gelirlere talip olduğun zaman sevap olmaz, aksine sana bir sorumluluk doğar. Maişet miktarının üstü senin değildir. Çünkü vacib kavramını analize tabi tutmuştuk, onun etimolojik anlamı maaş karşılığı kamuya çalışmaktı. Enfal tipi faaliyete soyunan girişimci vacip olana razı olmayarak tuğyan etmiş ve şirketleşmiştir. Mademki teknolojiden v.s yararlanarak ganimet niteliğinde bol ve kolay yoldan çok kazanmaktadır, oturup seyirci kalacak değiliz ya; ihtiyaç fazlarına uygulanacak hüküm olan Bakara–219/2 hükmünü uygulayarak gereken budamayı yapacağız. Magnetik alanları sen yaratmadın ki, onun kolaylığının rantı senin olsun….. Bunun gibi çok örnekler verilebilir. Vincin kaldırmasında, palanganın kaldırmasında senin kaldırdığın, kola harcadığın canlı enerjinin ve gücün yüzlerce katı cisme etki ediyorsa, onu sen kaldırmıyorsun. Allah’ın keşfedilmek için milyarlarca asır önce yarattığını kullanarak, fazla yükü Meleki güçlere(Doğa yasalarına) kaldırtıyorsun. Hâlbuki bu işinle zahmetsiz kazanca konmanın yanında başkalarına zararın da oluyor. Çünkü buna sahip olma imkânı olmayanları bu tekniğinle aç bırakıyorsun da haberin bile olmuyor…

İşte, Ganimetin savaş hukuku ile alakası yönünden ele alındığında ( çünkü sosyo-ekonomi politik açısından, üretim ilişkileri açısından da anlamları vardır), ki aradaki farklar daha önce verilmişti, şimdi Enfal tipi iş tutmayı da hatırlatan bazı ilaveler yapalım. Hak dinde kural olan, iştirak halinde yönetsel kararlara varmaktır. Bu kararların emri bil maruf içermesi gerekmektedir. Yani Arifçe hükme varılmış, iyi ve ihsan olanı içermiş olmalı ve hikmet içeren nitelikte olması gerekir. Bu kararlar toplumun tümünün reyinden veya toplumun tümünün yönetim görevine getirdiği kimse veya heyetlerden sadır olması(çıkması) gerekir. Hatta iman konusunda tam bir kurucu iktidar sahibi olan hak resuller bile, iş alanında topluma danışıp görüş ve onaylarını almakla mükelleftir. Bu Kur'an emridir. Hele savaş gibi çok sayıda insanın öldürülmesi veya sakat kalması ile sonuçlanacak bir konuda enine boyuna müzakere edilip, hak olan sebepler varsa,toplumca karar verilmesi gerekir. Böyle bir karar ortada varsa, topyekûn seferber olunmuş, bütün kaynaklar savaşın başarısı için seferber edilmişse, bu durum Enfal suresi 41. ayette gösterilen hükümlere tabi durumdur. Niyette ganimet hiç yoktur. Allah zafer nasip etmiş ve arızi bir sonuç olarak düşmanın bırakıp kaçtığı şeyler savaş meydanında kalmıştır. Zafer kazanan İslam Toplumu'dur. Sonuçta el konulan savaş ağırlıkları da onların tümünündür. Ganimetin tümü doğrudan İslam Toplumu'nundur. Toplum adına buna mevcut yönetim el koyar. Çapul yapan olmuşsa, bunlar da arındırılıp üzerlerindekiler ortaya konulur. Şimdi burada biriken şeyler Ayet hükmüne göre hak sahibi olanlara verilmek üzere bütçe fasıllarına konulur. Bunun eski ahitte dahi böyle olduğunu o kitaptan öğrenmekteyiz.

Nasıl dağıtılacağını yukarıda anlattık. Nefel kavramı ile farkının bir yönünü daha ortaya koyduk. Birinci olarak, genel seferberlik kararı verilmesi gerekir. İkincisi zafer kazanılmış ve düşman savaş ağırlıklarını bırakıp ordu buna toplum adına el koymuş olmalıdır. Subaylar veya nefer buna el koyarsa bu çapuldur. Onlar etraftan ve ölen veya esir olana askerlerin üzerinden (Delik elbise ve yırtık ayakkabı gibi) alabilirler. Ama bunu emaneten almış olmaları ve ilk fırsatta Beyt el Male teslim etmeleri ve dağıtım sonucunu beklemeleri gerekir. Nefelden farkı, eşyaya el koyanın ''kamu'' olmasıdır. Onun nam ve hesabına el konulmuştur. Savaşı bir üretim olarak düşünürsek, kamuca bir üretim yapılmıştır denilebilir. Ama asla üretim değildir, misallendirmek içindir. Çünkü orduyu istihdam eden kamudur. Savaşa katılan erinden generaline kadar hepsi, bekleme halindedir. Ganimet onların zimmetinde değildir. Toplum veya toplumun yetki verdiği “Ulu-l Emr “ denilen makam bu dağıtımı yukarıda açıkladığımız gibi beş tür hak sahibine birer sehim olmak üzere verir.

Nefelde ise bu iki durumun bir bakıma zıttı geçerlidir. Şöyle ki;

Savaşa karar vermesi gereken organlar bir seferberlik kararı almamışlardır. Bir müfreze, bir alay veya tabur v.s kendi inisiyatifine göre karar vererek mevzi bir saldırı başlatmıştır. Çarpışma sonunda her nasıl olmuşsa maddi bazı şeylere el koymuş ve uhdesine almıştır. İşte savaş söz konusu ise ve kolay kazanç buradan elde edilmiş ise, Enfal-1. Ayette anlatılan şey bu son durumdur. Bu takım haktan tamamen mahrumdur. Ayet-41 de anlatılan şey ise, yakın tarihimizdeki Osmanlı sisteminde var olan sınır boylarında ki, “Uç Beyleri” veya akıncıların konumuna biraz uymaktadır. Bunların sebepsiz yere taciz saldırıları yapıp, ne bulurlarsa alıp getirmeleri haksız taarruz ve haksız iktisaptır. Bu yolla elde edilmiş bir şey varsa, iktisapları helal değildir. Ellerinden alınarak ya alınana iade edilir veya hazineye irat kaydedilir. Çünkü yapılan iş Çapul hükmündedir. Haksız ve sebepsiz iktisaptır. Nefel kavramının savaş hukukundaki hükmü budur. Ayrıca dini ve inancı ne olursa olsun sınır komşusunu devamlı taciz etmek de İslam’la bağdaşmayan şerli işlerdendir. Nefel kavramının savaş veya çapul hükmündeki kaba kuvvet ve saldırılırla arızi gelir elde etme dışında kalan, üretim ilişkileri ile olan anlamına bir yorum getirmiyoruz. Çünkü Enfal–41 ayetteki ganimeti tasfiye savaş ganimetine aittir ve Enfal suretiyle özel teşebbüs hareketinde Allah, bunun sonucu yaratılan değer senin değil, benim diyorsa bu kesin hükümdür. Eğer bu üretim tipine dini kayyimeyi terk eden yöneticiler ruhsat vermişse, ahiret sorumluluğu onlara aittir. Biz buna genel kuralı uygular, Bakara–219/2 ayeti uygulayarak iffet sınırına çekeriz. Kendisinin ve iyalinin geçimliği dışında ne kadar artan varsa onu vergi olarak alır sosyal adaleti yerine getiririz.

Toplum kendisine böyle bir görev vermemiş, Kamu faaliyetleri ile yapılması mümkün ve böyle bir şeye gerek de yokken, toplum iştirak halinde mülkiyet esaslarına göre işliyor, farz kavramının sosyo ekonomik manâsı olan Maişet karşılığı kamuya hizmet ediliyorsa da, birisi tutup özel girişimde bulunmuşsa işte ekonomik anlamda ki Nefl budur. Nafile ( Durumdan vazife çıkarmak boş bir işle iştigal emektedir). Böyle bir kazanç yolu, herkesin suyu aldığı yerden almayıp, herkesin razı olduğu hakka razı olmayıp, refah ve lüks içinde yaşamak amacı ile kendisine su alma yeri, yani “GEDİK” edinmiştir. Hak şeriat mademki suya giden yoldur; buna uymak farzdır. Allah ayetlerini inkar eden ve nimete nankörlük yapana izin vermek olmaz. Hatta bu politikaları uygulayan yönetimlere göz yummak da olmaz. Çünkü onlar “Allah ile aldatanlardır”

Kullandığı teknoloji bir tarafa, ayrıca Allah’ın kullarını işçi olarak çalıştırıp, kendisi çalışmayarak, sermaye, çiftlik geliri fabrika geliri ve buradaki doğa yasalarını (Sünnetullah) kendi çıkarına tahsis ederek verim artırmış ise, bu iktisap yolu, özel teşebbüse dayalı kişisel zenginleşmeye dinen kapalı yol olup, bu yolla elde ettiğinin tamamı Allah hakkıdır. Enfal kavramının Sosyo-ekonomik anlamı ve savaş ve zorla el koymanın dışında sınatla el koyma yolunu da Allah Enfal–1. ayetiyle kapatmıştır. Bu hükme de riayet edilmemiş, yakın tarihimizde birçok arpalıklar “Gedik” kavramı tanımı ile geçmektedir. (Fidye kavramını izah ederken bu ''gedik kavramına değineceğiz.G.Y.)

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (21. July 2014 Saat 06:31 PM ) değiştirilmiştir. Sebep: "
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 3 Kisi:
Bilgi (4. August 2012), dost1 (3. August 2012), hiiic (2. November 2011)