Tekil Mesaj gösterimi
Alt 16. January 2009, 08:39 PM   #6
Taner
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Jan 2009
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 234
Tesekkür: 60
55 Mesajina 155 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
Taner will become famous soon enoughTaner will become famous soon enough
Standart

SIRAT-I MÜSTAKİM

Kur’an ayetleri ışığında değerlendirildiğinde, bu tamlamanın “Allah’ın Yolu”, “Hakk Yol”, “Allah’ın Kitabı”, “İslâm Dini”, “İslâm Milleti” gibi anlamlara geldiği görülür (Âl-i Imran/51, En’am/126, 153, Hicr/41, Nahl/76, Meryem/36, Ya Sin/61, Zühruf/61, 64). Ancak en güzel anlam, Fatiha suresindeki anlamdır: “Üzerlerine gazap dökülmüşlerin ve şaşkınlığa saplanmışların yolunun dışındaki, kendilerine nimet verdiklerinin yolu olan dosdoğru giden yol.”
Dikkat edilirse, 112. ayette sadece “dosdoğru ol” denmemiş; “Emrolunduğun gibi, Allah’ın çizdiği sınırlarda, koyduğu ilkelerde dosdoğru ol!” denmiştir. Bunun sebebi, bize göre, insanın kendi kendine dosdoğru yolu tamı tamına bulmada yetersiz oluşudur.
113. ayette geçen “Ve zulüm yapan kimselere meyletmeyin, sonra size ateş dokunuverir” ifadesindeki zulmedenler, birinci plânda müşrikler, ikinci plânda ise kötü ahlâklı kişilerdir. Bu gibi kişilere meyledilmesinin meyledene de zarar vereceğini bildiren bu uyarı, aynı zamanda, bir başkasından etkilenerek onu taklit etmenin yanlış olacağı manasını da taşımaktadır. Nitekim Yüce Allah’ın bizleri sakındırmak istediği bu durum, insanlar arasındaki ilişkilerde o kadar çok doğrulanmış olmalıdır ki, “Üzüm üzüme baka baka kararır”, “Atı atın yanına bağlama ya huyundan ya suyundan kapar”, “Arkadaşını söyle, senin nasıl biri olduğunu söyleyeyim” gibi atasözleri ortaya çıkmıştır.
İnsanların birbirlerinden etkilenmeleri başka bir ayette daha konu edilmiştir:

Ve ayetlerimiz hakkında dalanları gördüğün zaman onlar, ondan başka söze dalıncaya kadar hemen onlardan yüz çevir. Ve eğer şeytan bunu sana terk ettirse de hatırladıktan sonra o zalimler topluluğu ile beraber oturma.
Takva sahibi olan kişilere de o zalimlerin hesabından bir şey yoktur. Fakat takva sahibi olmaları için bir hatırlatma! (En’âm/68, 69)

114 - Ve gündüzün iki tarafında ve gecenin yakın saatlerinde namaz kıl; çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, öğüt alanlara/ Allah’ı unutmayanlara bir öğüttür.

Surenin “sunuş” bölümünde de belirttiğimiz gibi, namazın vakitlendirildiği bu ayet Medine dönemine aittir. Bu ayete göre namaz, İsra suresinde de bildirilmiş olan vakitlerde, yani sabah, akşam ve yatsı olmak üzere üç vakitte ikame edilmelidir.
Namaz ve namaz vakitleri ile ilgili detaylı açıklamamız İsra/78’in tahlilinde yapıldığından, “Namaz Kaç Vakittir?” başlıklı yazımızın oradan okunmasını öneriyoruz. (Tebyînü’l-Kur’an; c: 4, s: 383-394)

115 - Ve sabret! Çünkü Şüphesiz Allah muhsinlerin [iyilik-güzellik üretenlerin] ecirlerini yitirmez.

114. ayetin Medenî olması sebebiyle bu ayetin 114. ayetin devamı olarak kabulü mümkün değildir. Dolayısıyla bu ayet ya peygamberimizin sıkıntılı bir döneminde inmiş başlı başına ayrı bir necmdir, ya da başka bir pasajın ayeti olup sahabe tarafından burada tertip edilmiştir.
Biz, müminlere umut ve destek veren, kendilerine verilen görevleri yerine getirirken karşılaşacakları sıkıntılara, acılara göğüs germelerini, var güçleriyle yılmadan görevlerini sürdürmelerini isteyen bu ayetin başlı başına bir necm olduğu kanaatindeyiz.
Hatırlanacak olursa, bu ayetin bir benzeri de Yunus suresinde geçmişti:

Ve sen, sana vahyolunan şeye uy! Ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret. Ve O [Allah], hüküm verenlerin en hayırlısıdır. (Yunus/109)

Ayette konu edilen “muhsinlik”, Rabbimizin razı olduğu ve sürekli övdüğü bir niteliktir. Birçok ayette muhsinlerin sürekli ödül alacakları bildirilmiştir:

Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar [daki hakların]dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever. (Âl-i İmran/134)

Artık demiş oldukları şeyler sebebiyle Allah onlara içlerinde sürekli kalmak üzere altlarından ırmaklar akan cennetler vermiştir. İşte bu, muhsinlerin [iyilik- güzellik üretenlerin] karşılığıdır. (Maide/85)

Ve düzeltildikten sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. O’na, ürpererek ve rahmetini umarak dua edin. Muhakkak ki Allah’ın rahmeti, muhsinlere [iyileştirenlere-güzelleştirenler] çok yakındır. (A`râf/56)

Onların etleri ve kanları kesinlikle Allah`a ulaşmayacaktır. Ancak O`na sizden takva ulaşır. Size kılavuzluk ettiği üzere Allah’ı büyükleyesiniz diye onları size boyun eğdirdi. Ve muhsinleri [iyilik-güzellik üretenleri] müjdele. (Hacc/37)

Ve Biz, Bizim yolumuzda gayret gösterenleri, elbette kendi yollarımıza kılavuzlayacağız. Ve şüphesiz Allah muhsinlerle [iyilik-güzellik üretenlerle] beraberdir. (Ankebut/69)

Onlar için Rabbleri nezdinde diledikleri şeyler vardır. İşte bu, muhsinlerin [iyilik-güzellik üretenlerin] karşılığıdır. (Zümer/34)

Eğer siz [Peygamber kadınları] Allah’ı, elçisini ve ahiret yurdunu istiyorsanız artık hiç şüphesiz Allah, sizden muhsinat [iyilik-güzellik üretenleriniz] için büyük bir ecir hazırlamıştır. (Ahzab/29)

116 – İşte sizden önceki devirlerden bakıyye sahipleri [akıllı insanlar, kitap ehli] yeryüzünde bozgunculuktan vazgeçirmeye çalışsalardı! Fakat onların içinden kurtardığımız pek az kimse bunu yaptı. O zulmeden kişiler ise şımartıldıkları refahın ardına düştüler ve suçlular oldular.
117 – Ve senin Rabbin, halkları ıslahatçı [düzeltici] iken, o memleketleri haksız yere/ zulüm sebebiyle helâk edecek değildir.

Helâktan kurtulmanın bir başka yolunun açıklandığı bu ayetlerde, kötü gidişat sergileyen toplumlarda ortaya çıkıp mücadele vermesi gerekirken, ev, dam, çoluk-çocuk, mal-mülk, makam-mevki düşünüp çıkar uğruna suskun kalan bilgi ve akıl sahibi nemelâzımcılar kınanmaktadır.
Demek oluyor ki, toplumların bozulma dönemlerinde, o toplumdaki bakıyye sahibi kişilerin, yani toplumun “bilge” nitelikli bireylerinin öne çıkıp toplumun düzeltilmesi yolunda çaba harcamaları, vurdumduymazlık yapmamaları gerekmektedir. Nitekim yukarıda nakledilen Lut kıssasında elçinin kendi toplumuna “İçinizde reşit, aklı başında biri yok mu?” demesi de bu bakış açısı ile söylenmiş bir sözdür.

Ve içinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir ümmet bulunsun. Ve işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. (Âl-i Imran/104)

Bu, bir kavim kendinde olanı değiştirinceye kadar Allah’ın ona nimet olarak bağışladığını değiştirici olmayışı nedeniyledir. Allah şüphesiz işitendir, bilendir. (Enfal/53)

Her kişi için, önünden ve arkasından Allah`ın emriyle onu gözetip-koruyan izleyiciler vardır. Gerçekte, bir halk, kendi özlerinde olanı değiştirmedikçe, Allah hiçbir şeyi değiştirmez. Ve Allah bir topluluğa kötülük istedi mi, artık onun geri çevrilmesi söz konusu değildir. Onlar için O’nun astlarından bir veliy [yardım eden, yol gösteren] de yoktur. (Ra’d/11)

Her kim salihi işlerse artık kendi için yapmış olur. Kim de bir kötülük yaparsa, artık kendi aleyhinedir. Ve senin Rabbin kullara çok zalim değildir. (Fussılet/46)

118, 119 - Eğer Rabbin dileseydi, insanları elbette tek bir ümmet [önderli topluluk] kılardı. Oysa Rabbinin rahmet ettiği kişiler hariç onlar anlaşmazlığı sürdürmektedirler. Onları işte bunun için yarattı. Ve Rabbinin “Ant olsun, cehennemi cinlerden ve insanlardan, onların tümünden dolduracağım” Söz’ü tamamlanmıştır.

Bu ayetlerde, bütün insanları “iman” veya “küfür” ümmeti şeklinde tek bir ümmet yapmaya kadir olduğunu haber veren Rabbimiz, böyle yapmadığını bildirerek insanlar için belirlediği “özgürlük” ilkesini açıklamaktadır. Allah’ın insanları özgür bıraktığı, bir başka ayette ise şöyle ifade edilmiştir:

Oysa Rabbin dileseydi elbette yeryüzündekilerin hepsi topluca inanırdı. Artık, inananlar olmaları için, insanları sen mi zorlayacaksın? (Yunus/99)

Allah’ın insanı kendilerine vahyedilenden başkasını yapamayan diğer canlılar gibi yaratmayıp özgür bırakması, farklı düşüncelerin, farklı görüşlerin ortaya çıkmasına sebep olmuş, bu da insanlar arasında ayrılıklar oluşturmuştur. Ancak bunun böyle olduğunu çok iyi bilen Yüce Allah, bu ayrılıkların ortadan kaldırılması ve rahmetinden herkesin istifade etmesi için insanlara vahiyler ve elçiler göndermiş, böylece tüm inananlara dosdoğru bir yolda birleşme imkânı sağlamıştır. Allah’ın gösterdiği bu dosdoğru yol, Kur’an’da “Sırat-ı Mustakim” olarak ifade edilmiştir. İnsanların bu dosdoğru yolda bulunmaları hâlinde aralarında en ufak bir ayrılık bile doğmamaktadır.

120 – Ve elçilerin haberlerinden kalbini yatıştıracak olanlardan hepsini sana kıssa olarak anlatıyoruz. Ve bunda sana bir hakikat, müminlere de bir öğüt ve hatırlatma gelmiştir.

Bu ayette Rabbimiz, kıssa nakletmekteki amacını açıklamakta ve kıssaların yararlarını bildirmektedir.
Ayetin ifadesinden anlaşıldığına göre, önceki elçilerin haberleri Kur’an’da sadece olayların gelişimini hikâye etmek için değil, içlerindeki ahlâkî gerçekleri sergilemek ve böylece inananların inançlarını pekiştirmek için yer almaktadır. Zaten kıssaların üslûbu da tarih bilgisi vermek amacıyla değil, öğüt vermek amacıyla anlatıldıklarını göstermektedir. Kur’an’daki kıssaların insanlara sağlayacağı yararlar kısaca şöyle özetlenebilir:
* Kur’ân`daki kıssalar, eskiden de peygamberlerin gelip geçtiği bilgisini vermek sûretiyle peygamberlerin türedi olmadığını gösterir.
* Kur’ân`daki kıssalar, gelmiş geçmiş bütün peygamberlerin görevlerinin “tebliğ etmek” ve “öğütte bulunmak”tan ibaret olduğunu öğretir.
* Kur’ân`daki kıssalar, Allah`ın elçilerine daima gönderildikleri toplumun ileri gelenleri [mele’] tarafından karşı çıkıldığı bilgisini verir.
* Kur’ân`daki kıssalar, Peygamberimizin tebliğine karşı çıkıp o`nu engellemek isteyenlere, bu tavırlarının bedelini nasıl ödeyecekleri konusunda geçmişten -bazılarını kendilerinin de bildikleri- örnekler vermek sûretiyle hatırlatma yapar, uyarıda bulunur.
* Kur’ân`daki kıssalar, Peygamberimizin ve yandaşlarının karşı karşıya bulundukları durumun daha önceki peygamberler ve toplumları arasında meydana gelenlere benzediğini, hatta büyük ölçüde aynı olduğunu bildirmek sûretiyle Peygamberimize ve yandaşlarına güven telkin eder; ayrıca Allah`ın elçilerinin daima galip geldiklerini bildirmek sûretiyle onlara azim kazandırır ve manevîyatlarını kuvvetlendirir.

121, 122 – Ve iman etmeyen o kişilere de ki: “Elinizden geleni geri koymayın! Şüphesiz biz yapıcılarız. Bekleyin! Şüphesiz biz bekleyenleriz.”

Ortaya konan onca açık kanıta rağmen hâlâ inkârda direnenler tehdit edilmekte, peygamberimize de açık destek verilmektedir. Burada kısa ve özlü bir şekilde verilen mesaj, aşağıdaki ayetlerde daha detaylı verilmiştir:

O [Şuayb]; “Ey kavmim! Benim gurubum [akrabalarım, taraftarlarım] size karşı Allah’tan daha mı güçlü/ değerli? Ve O’nu [Allah’ı] arkanıza atılmış bir şey edindiniz. Şüphesiz ki, Rabbim bütün yaptıklarınızı çepeçevre kuşatıcıdır. Ve ey kavmim! Var gücünüzle yapacağınız ne varsa yapın! Şüphesiz ben yapıcıyım. Perişan edecek azabın kime geleceğini ve yalancının kim olduğunu yakında bileceksiniz. Gözetleyiniz, Şüphesiz ben sizinle beraber gözetleyiciyim” dedi. (Hud/92, 93)

De ki: “Ey kavmim! Gücünüz yettiğince yapacağınızı yapın, Şüphesiz ben de yapıyorum. Yakında yurdun sonunun kim için olduğunu bileceksiniz. Şüphesiz zalimler kurtuluşa eremezler.” (En’am/135)

De ki: “Ey kavmim! Siz bulunduğunuz yer üzere çalışın. Şüphesiz ben de çalışıcıyım. Artık kendisini rezil edecek azabın kime geleceğini ve kalıcı bir azabın kimin üzerine yerleşeceğini yakında bileceksiniz.” (Zümer/39, 40)

123 - Ve göklerin ve yerin gaybı sadece Allah’a aittir. Ve tüm iş/oluş yalnızca O’na döndürülür. O hâlde O’na kulluk et, O’na tevekkül et. Ve Rabbin, sizin yapmakta olduklarınızdan gafil [habersiz, duyarsız] değildir.

Bu ayette, göklerde ve yerde bilinmeyen şeylerin hepsini Allah’ın bildiği, olup biten her şeyin O’na döndüğü bildirilerek insanlara O’na kul olmaktan başka çarelerinin olmadığı hatırlatılmaktadır.
Surenin bu son ayetinin mesajı kısaca şudur: “Aklınızı kullanırsanız Allah’a kul olmaktan başka çareniz yoktur.”
Allah doğrusunu en iyi bilendir


Kaynak
Hakkı Yılmaz - Meal Tebyin
Taner isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla