Tekil Mesaj gösterimi
Alt 15. August 2009, 01:48 PM   #15
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

Bu naklettiğimiz anlatıların dışında, Ebu’l-Kelam Azad “Zülkarneyn” diye bir kitap yazmış, bu kitabında Zülkarneyn’in Pers kralı “Kurus” olduğunu iddia etmiştir. Buna da İsraili kaynakları delil göstermiştir.

Bunların dışında Zülkarneyn’in uzaylı olduğuna dair başka tezler de ileri sürülmüştür.
ZÜLKARNEYN GERÇEKTE KİMDİR?
Yaptığımız nakiller ve alıntıladığımız görüşler, Zülkarneyn’in gerçek kimliğinin spekülatif nakil ve yorumlar arasında iyice anlaşılamaz bir hale geldiğini göstermektedir. Halbuki ayetlerin metnine sadakat gösterilerek ve Kur’an’ın anlam koordinatlarından dışarı çıkılmayarak yapılacak bir tahlil neticesinde Zülkarneyn’in gerçek kimliğiyle alakalı isabetli bir açıklamaya ulaşılacağı kanaatindeyiz. Bu doğrultuda olmak üzere bizim bu konudaki tahlilimiz şöyledir:
Pasajın girişinde Rabbimiz “Ve sana Zülkarneyn'den soruyorlar. De ki: Size ondan, bir hatırlatma/ öğüt okuyacağım” demek suretiyle Zülkarneyn ile ilgili gerçekleri açıklayacağını ve elçisinin de insanlara Zülkaneyn’i buna göre anlatmasını istemektedir.
“Zülkarneyn” sözcüğü “ ذوzü” edatı ile “ قرنkarn” sözcüğünün tesniyesi “olan “ قرنينkarneyn” sözcüklerinden meydana gelme bir tamlamadır. Anlam olarak “iki karn sahibi” demektir.
“Karn” sözcüğü, “boynuz”, “büyük çadır”, “bir çağdaki insanların ömür süresi; çağ”, “aynı zaman diliminde bulunma açısından bir araya gelmiş toplum, nesil, kuşak” anlamlarındadır. (Lisanü’l Arab, c. 7, s.336- 340; el-Müfredat, “krn” mad.]
Bu açıklamaya göre “Zü’l-karneyn” tamlaması, “iki boynuz sahibi”, “iki büyük çadır sahibi”, “iki çağ sahibi”, “iki nesil sahibi” anlamlarına gelmektedir.
Pasajın tümü dikkate alındığında, “Zülkarneyn” tamlamasının anlamlarından “iki çağ sahibi” anlamının tercih edilmesi gerekmektedir.
84 – “Şüphesiz Biz onun [Zülkarneyn] için yeryüzünde iktidar sağladık ve ona her şeyden bir sebep verdik.
85 – Sonra o, bir sebebe tabi oldu.
Bu ayetlerde Zülkarneyn hakkında genel bilgi verilerek onun yeryüzünde iktidar sahibi olduğu, yani “yönetici, hükümdar” olduğu açıklanmıştır. Zülkarneyn, Allah’ın kendisine sağladığı iktidar döneminde çok maceralı bir hayat geçirmiş, bir sebebe bağlı olarak ilk macerasını da bu süreçte yaşamıştır.
Çalışmalarımız sonucunda ulaştığımız tevil, Zülkarneyn’in Son peygamber Muhammed Aleyhisselam olduğudur.
Şimdi Zülkarneyn’in [Resulullah’ın] bu ilk macerasını göreceğiz.
86 - Nihayet o, güneşin battığı yere vardığı zaman, onu [güneşi], kara bir balçıkta batıyor buldu. Bir de bunun yanında bir kavim buldu. Biz dedik ki: “Ey Zülkarneyn! Onları ya cezalandırırsın veya onların hakkında iyi, güzel davranırsın.”
87, 88 - O dedi ki: “Kim zalimlik ederse muhakkak ona azap edeceğiz; Sonra Rabbine geri döndürülecek, sonra O, da onu görülmemiş bir azapla azaplandırır. Amma her kim de iman eder ve salihi işlerse artık buna da en güzel karşılık vardır. Ve Biz onun için emrimizden kolay olanı söyleyeceğiz.”
Pasajın bu bölümünde açıklanan bilgileri sıraya koyalım:
* Zülkarneyn bulunduğu yerden güneşin battığı bir yere gitmiştir.
* O oraya vardığı zaman, güneş kara bir balçıkta batmaktadır.
* Orada bir toplum vardır.
* Allah, Zülkarneyn’e “Ey Zülkarneyn! Onları ya cezalandırırsın veya onların hakkında iyi, güzel davranırsın” demiştir. Yani ona böyle vahyetmiştir. Bu demektir ki, Zülkarneyn, bir hükümdar olmasının yanı sıra, aynı zamanda bir peygamberdir de...
* Zülkarneyn, Allah’tan gelen bu yetki ve öğreti ile yanlarına vardığı topluma “Kim zalimlik ederse muhakkak ona azap edeceğiz; Sonra Rabbine geri döndürülecek, sonra O da onu görülmemiş bir azapla azaplandırır. Amma her kim de iman eder ve salihi işlerse artık buna da en güzel karşılık vardır. Ve Biz onun için emrimizden kolay olanı söyleyeceğiz” demiştir.
Sıraladığımız bu beş maddedeki üzerinde durulması gereken noktalar şunlardır:
GÜNEŞ VE BU YERİN NERESİ OLDUĞU:
Yesrib [Medine], o dönemde toplumsal bir bataklık halindedir. Vahiyden eser kalmamak üzeredir.
Güneş: Kur’an’daki “Güneş” ifadelerinin mecaz olarak “Vahiy, Kur’an” anlamında olduğunu daha önce birçok kez beyan etmiştik. (Tebyinü’l Kur’an; c.1, s. 499)
Güneşin Battığı Yer: Güneşin batması, bu ayetlerde “Vahyin, daha evvel indirilmiş Kitap’ın [Suhuf-i İbrahim, Tevrat, Zebur, İncil] ortadan kaldırılmış olmasıdır.
Güneşin Kara Balçığa Batışı: Kara balçık, mecazî anlamıyla Yesrib halkının kokuşmuş düzenidir.
Zülkarneyn’e yapılan “Ey Zülkarneyn! Onları ya cezalandırırsın veya onların hakkında iyi, güzel davranırsın”şeklindeki vahyin ne olduğuna gelince; Kur’an’a baktığımız zaman Zülkarneyn’e yapılan vahyin ve Zülkarneyn’in gittiği yer halkıyla yaptığı anlaşmanın içeriğinin Şura suresinin 40- 43. ayetleri olduğunu görüyoruz:
Ve bir kötülüğün cezası, onun gibi bir kötülüktür. Ama kim affeder ve düzeltirse artık onun ücreti Allah’a aittir. Şüphesiz ki, O, zalimleri sevmez.
Kim de zulme uğradıktan sonra hakkını alırsa, işte onların aleyhine bir yol yoktur.
Yol ancak insanlara zulmeden ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık eden kimseler aleyhinedir. İşte onlar, kendileri için acı bir azap olanlardır.
Her kim de sabreder ve kusuru bağışlarsa, şüphesiz işte bu, kesinlikle işlerin azmindendir. (Şura/40-43)
Artık buradan anlıyoruz ki, bu hükümdar ve peygamber Muhammed (as)’dır. Gittiği yer, o günün Yesrib’i, yani bugün Medine olarak bildiğimiz kenttir. Anlatılan olay da peygamberimizin Medine’ye hicreti ve orada mülki idareyi eline alması ve onlarla bir belge [Medine Vesikası] imzalamasıdır. Medine Vesikası, Kehf/87, 88’de ifade edilen “Kim zalimlik ederse muhakkak ona azap edeceğiz; Sonra Rabbine geri döndürülecek, sonra O da onu görülmemiş bir azapla azaplandırır. Amma her kim de iman eder ve salihi işlerse artık buna da en güzel karşılık vardır. Ve Biz onun için emrimizden kolay olanı söyleyeceğiz” ilkeleri doğrultusunda yapılmış bir sözleşmedir.
Bu tarihi sözleşmenin maddeleri şunlardır:
MEDİNE VESİKASI
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla:
1. Bu yazı Peygamber Muhammed tarafından Kureyşli ve Medineli müminler, Müslümanlar, bunlara tabi olanlara sonradan iltihak edenler ve onlarla beraber cihat edenler içindir.
2. İşte bunlar, diğer insanlardan ayrı bir ümmet oluştururlar.
3. Kureyş’ten olan muhacirler, kendi aralarında adet olduğu üzere, kan diyetlerini ödemeye iştirak ederler. Onlar savaş esirlerinin kurtuluş fidyelerini müminler arasındaki iyi ve makul bilinen esaslara ve adalet ölçülerine göre ödemeye iştirak edeceklerdir.
4. Beni Avflar, kendi aralarında adet olduğu üzere, önceki şekiller altında kan diyetlerini ödemeye iştirak edeceklerdir. Müslümanların teşkil ettiği her zümre savaş esirlerinin kurtuluş fidyelerini müminler arasındaki iyi ve makul bilinen esaslara ve adalet ölçülerine göre ödemeye iştirak edeceklerdir.
(Aynı maddeler, Beni Haris, Beni Saide, Beni Cuşem, Beni Neccar, Beni Amr b.Avf ve Beni Evsler için tekrarlanmıştır. Bu nedenle aynı tekrarı yazmadık.)
5. Müminler, kendi aralarında ağır mali mesuliyetler altında bulunan hiç kimseyi bu durumda bırakmayacaklar. Kurtuluş fidyelerini veya kan diyeti gibi borçlarını iyi ve makul bilinen esaslara göre vereceklerdir.
6. Hiçbir mümin diğer müminin mevlası [kendi ile akdi kardeşlik ilişkisi kurulan kimse] ile onun aleyhine olacak bir anlaşma yapmayacaktır.
7. Takva sahibi müminler, kendi aralarında, mütecavize, haksız bir fiili tasarlayana, bir cürüme veya bir hakka tecavüze ya da müminler arasında bir karışıklık çıkarma kastını taşıyan kimseye karşı olacaklar ve bu kimse onlardan birinin evladı bile olsa, hepsinin elleri onun aleyhine kalkacaktır.
8. Hiçbir mümin, bir kâfir için, bir mümini öldüremez ve mümin aleyhine hiçbir kâfire yardım edemez.
9. Allah’ın zimmeti [himaye ve teminatı] tektir. Müminlerin en ehemmiyetsizlerinden birinin himayesi, onların hepsi için bağlayıcı bir hüküm ifade eder. Zira müminler, diğer insanlardan ayrı olarak birbirlerinin mevlası [dostu] durumundadır.
10. Yahudilerden bize tabi olanlar, zulme uğramaksızın ve onlara karşıt olanlarla yardımlaşmazlarsa, yardım ve desteğimize hak kazanacaklardır.
11. Sulh müminler arasında bir tektir. Hiçbir mümin Allah yolunda girişilen bir harpte, diğer müminleri hariç tutarak, bir barış anlaşması yapamaz. Bu sulh ancak müminler arasında genellik ve adalet esasları üzere yapılacaktır.
12. Bizimle beraber savaşa katılan bütün askeri birlikler, birbirleriyle nöbetleşeceklerdir.
13. Müminler birbirlerinin Allah yolunda akıtılan kanlarının intikamını alacaklardır.
14. Takva sahibi müminler en iyi ve en doğru yolda bulunurlar.
15. Hiçbir müşrik, bir Kureyşlinin mal ve canını himayesi altına alamaz, hiçbir mümine bu hususta engel olamaz.
16. Herhangi bir kimsenin bir müminin ölümüne sebep olduğu kati delillerle sabit olur da, maktulün velisi rıza göstermezse, kısas hükümlerine tabi olur. Bu halde, bütün müminler ona karşı olurlar. Ancak, bunlara sadece bu kuralın tatbiki için hareket etmek helal olur.
17. Bu yazının muhteviyatını kabul eden, Allah’a ve Ahiret Gününe inanan bir müminin bir katile yardım etmesi ve ona sığınak temin etmesi helal değildir. Ona yardım ve yataklık eden, kıyamet günü Allah’ın lanet ve gazabına uğrayacaktır. O zaman artık kendisinden ne bir para ve ne de bir taviz kabul edilecektir.
18. Üzerinde ihtilafa düştüğünüz herhangi bir şey, Allah’a ve Muhammed’e götürülecektir.
19. Yahudiler, müminler gibi savaş sürdüğü sürece harb masraflarını karşılamak mecburiyetindedirler.
20. Beni Avf Yahudileri müminlerle birlikte bir ümmet [toplum] teşkil ederler. Yahudilerin dinleri kendilerine, müminlerin dinleri kendilerinedir. Buna, Mevlaları da dâhildir.
21. Yalnız, kim haksız bir fiil irtikâp ederse veya bir cürüm işlerse, o sadece kendine ve aile efradına zarar vermiş olacaktır.
22. Beni Neccar Yahudileri de Beni Avf Yahudileri gibi aynı haklara sahiptirler.
(Beni Haris, Beni Saide, Beni Cuşem, Beni Evs ve Beni Salebe Yahudileri için 21 ve 22. maddelerdeki sözler aynen tekrarlandığı için bu kısımlar zikredilmemiştir.)
23. Cefne ailesi Salebe’nin bir koludur. Bu nedenle Salebeler gibi mütalaa edileceklerdir.
24. Beni Şuteybe de Beni Avf Yahudileri gibi aynı haklara sahip olacaklardır. Kurallara mutlaka riayet edilecek ve bunlara aykırı davranılmayacaktır.
25. Yahudilere sığınanlar bizzat onlar gibi mülahaza olunacaklardır.
26. Yahudilerden hiç kimse Muhammed’in izni olmadan, Müslümanlarla birlikte bir askeri sefere çıkamayacaktır.
27. Bir yaralamanın intikamını almak yasak edilmeyecektir. Biri bir adam öldürecek olursa neticede kendini ve aile efradını mesuliyet altına sokar. Aksi halde haksızlık olacaktır. Allah bu yazıya en iyi riayet edenlerle beraberdir.
28. Bir savaş vukuunda Yahudilerin masrafları kendi üzerine ve Müslümanların masrafları kendi üzerinedir. Bu sahifede gösterilen kimselere harp açanlara karşı, onlar birbirleriyle yardımlaşacaklardır. Onlar arasında iyi davranma olacaktır. Kaidelere mutlaka riayet edilecek, bunlara aykırı davranış olmayacaktır.
29. Hiç kimse müttefiklerine karşı bir cürüm işleyemez. Zulmedilene mutlaka yardım edilecektir.
30. Yahudiler Müslümanlarla birlikte, beraberce harp ettikleri sürece masrafta bulunacaklardır.
31. Bu sahifenin gösterdiği kimseler için Medine, vadisi dahil mukaddes bir yerdir.
32. Himaye altındaki kimse, bizzat himaye eden kimse gibidir. Ne zulmedilir ne de kendisi zulmedebilir.
33. Himaye verme hakkına sahip olanların dışında hiç kimse himaye veremez.
34. Bu sahifede yazılı kimseler arasında zuhurunda korkulan bütün öldürme ve münazaa vakalarının Allah’a ve Resulüne götürülmeleri gerekir. Allah sahifeye en iyi riayet edenlerle beraberdir.
35. Ne Kureyşliler ne de onlara yardım edecekler, himaye altına alınmayacaklardır.
36. Müslümanlar ve Yahudiler arasında Medine’ye saldıracaklara karşı yardımlaşma yapılacaktır.
37. Şayet; Yahudiler, Müslümanlar tarafından bir sulh yapmaya veya bir sulh akdine iştirake davet olunurlarsa, bunu doğrudan doğruya akdedecekler veya ona iştirak edeceklerdir. Şayet Yahudiler, Müslümanlara aynı şeyleri teklif edecek olurlarsa, müminlere karşı aynı haklara sahip olacaklardır. Din konusunda girişilen harp vakaları müstesnadır.
38. Her zümre, kendine ait mıntıkadan sorumludur.
39. Bu sahifede gösterilen kişiler için ortaya konan şartlar, aynı şekilde Evs Yahudilerine, yani onların Mevlalarına ve bizzat kendilerine, yine bu sahifede gösterilen kimseler tarafından sıkı ve tam bir şekilde tatbik olunur. Kurallara mutlaka riayet edilecek, bunlara aykırı hareket edilmeyecektir. Haksız yollarla kazanç temin edenler, sadece kendilerine zarar ermiş olurlar. Allah, bu sahifede gösterilen maddelere en doğru ve en mükemmel riayet edenlerle beraberdir.
40. Bu yazı, bir haksız fiil veya cürüm işleyenin ceza görmesine engel olamaz. Harbe çıkan da Medine’de kalan da emniyet içindedir. Haksız bir fiil işlemek müstesnadır. Allah ve Resulü Muhammed himayelerini, bu sahifeyi tam bir sadakat ve dikkat içinde muhafaza edenler üzerinde tutacaklardır. (Bkz: Niyazi Kahveci, İnsan Hakları ve İslam, Ankara: TDV Yayını, 1995, s: 45-49. Medine Sözleşmesi’nin bir başka Türkçe tercümesi için bkz: Ahmet Gürkan, İslam Kültürünün Garbı Medenileştirilmesi, Ankara:3, b. [Tarihsiz], s. 74-80)
89 - Sonra o [Zülkarneyn], bir sebebe uydu.
90- Nihayet, güneşin doğduğu yere vardı. Onu [güneşi] bir toplum üzerine doğuyor buldu. Öyle ki Biz onlar için, onun [güneşin] astından bir siper kılmıştık.
91 - İşte böyle! Ve Biz onun yanında olan şeyleri ilimce kuşatmıştık.
Bu ayetlerde ise Zülkarneyn’in [Resulullah’ın] bir başka sebep nedeniyle başka bir serüveni konu edilmektedir. Zülkarneyn bu kez güneşin doğduğu yere gitmektedir. Yukarıda “güneş” ile “vahy”in kastedildiğini söylemiştik. Buna göre, burada konu edilen olay, Zülkarneyn’in [Resulullah’ın] vahyin kendisine ilk indiği yere, yani Mekke’ye [Hudeybiye’ye] gidişidir.
90. ayetteki “Onu [güneşi] bir toplum üzerine doğuyor buldu” ifadesi, o günlerde Mekkelilerin Kur’an’ı yeni yeni idrak etme aşamasında olduğunu bildirmektedir.
Yine 90. ayetteki “Öyle ki Biz onlar için, onun [güneşin] astından bir siper kılmıştık”ifadesiyle,bu gidişin ilahî bir emirle olmayıp Resulullah’ın kendi içtihadına dayandığı; fakat sahip olduğu bilgiler sayesinde çok başarılı bir sözleşme yaptığı anlatılmaktadır. Ayetteki “güneş” sözcüğü “vahiy” olarak ele alınınca, vahyin astı da Resulullah’ın kendi içtihadı olmalıdır. Hudeybiye antlaşmasının başarılı bir sözleşme olduğu, Hayber’in fethinin Hudeybiye antlaşması sayesinde gerçekleşmiş olmasından anlaşılmaktadır.
Tarihi kayıtlara göre, Hicret’in 6. yılında [M. 628’de] Resulullah 1500 kadar Müslüman ile birlikte Kâbe’yi ziyaret etme niyetiyle Mekke yakınlarındaki Hudeybiye mevkiine gelmiş, Mekkelilerin buna müsaade etmeme yönündeki tavırları üzerine Müslümanlar ile Mekkeliler arasında diplomatik bir müzakere süreci yaşanmıştır. Yapılan müzakereler sonucunda iki taraf arasında bir sulh sözleşmesi akdedilmiştir. Hudeybiye’de yapılan bu tarihi sözleşmenin temel maddeleri şunlardır:
1- Müslümanlar, Kâbe’yi ziyaret etmeksizin derhal Medine’ye dönecekler, ancak onlara ertesi yıl Hac için üç günlük bir izin verilecektir.
2- Mekke’ye iltica eden hiç bir Medineli Müslüman iade edilmeyecek, fakat Muhammed, kendisine sığınan her Mekkeliyi, bu Mekkelinin velisinin [köleler için sahibi ya da aile reisi] isteği üzerine geri göndermek zorunda olacaktır.
3- Anlaşmaya katılan iki tarafın müttefiklerini de kapsayacak şekilde, iki topluluk arasında on yıllık bir barış anlaşması yürürlüğe konulacaktır. Bu barış anlaşmasıyla, taraflardan her birinin arazisi, karşı taraftan gelecek olan [kervan]ların barış amaçlı geçişlerine açılacaktır. Bu anlaşma ile taraflar, üçüncü bir tarafla savaş yapılması halinde tarafsız kalınacağını zımnen kabul ederler.
92 - Sonra o [Zülkarneyn], bir sebebe uydu.
93 - Nihayet iki sedd arasına ulaştığında iki kavmin astlarından, hemen hemen hiç söz anlamayan bir kavim buldu.
94 – Onlar [söz anlamaz kavim] dediler ki: "Ey Zülkarneyn! Şüphesiz Ye'cuc ve Me'cuc bu topraklarda bozgunculardır. Onun için, bizimle onlar arasında bir sedd kılman üzere [şartıyla] sana bir vergi versek olur mu?"
Bu ayetlerde ise Zülkarneyn’in [Resulullah’ın] bir başka serüveni yer almıştır. Bu serüvende Zülkarneyn iki sedden sonra bir başka yere gitmiş ve orada “laf anlamaz bir kavim” bulmuştur.
Bu laf anlamaz kavim, Zülkarneyn’e başvurup belirli bir vergi karşılığında ondan o topraklarda kargaşa çıkaran Ye’cüc ve Me’cüc ile kendi aralarında bir sedd yapmasını [vesika düzenlemesini] istemişlerdir.
Bu bölümü iyi anlayabilmek için bazı sözcükleri tahlil ediyoruz:
“ سدّSedd”: Bu sözcük, “aralığı kapatma, gediği kapatma, kargaşayı engelleme” demektir. Sözcüğün “sedde, yesüddü” şeklindeki fiilleri, “düzeltti, barışı sağladı, belgeledi, vesikaya, belgeye bağladı” anlamında çekilir. (Lisanü’l Arab, c.4 , s.530)
Biz “sedd” sözcüğünün bu anlamlarından “vesika [belge]” anlamını tercih ediyoruz.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla