Tekil Mesaj gösterimi
Alt 15. August 2009, 01:37 PM   #2
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

Şüphesiz ki muttakiler, cennetlerde ve pınarlardadır: “Selametle güven içinde oraya girin!”
Ve Biz onların [muttakilerin] göğüslerindeki kinleri çıkarıp attık. Onlar kardeşler hâlinde yüz yüze sedirlere otururlar.
Orada [cennette] kendilerine hiçbir yorgunluk dokunmaz. Onlar oradan çıkarılacak da değildirler. (Hıcr/45 48)
Onlar orada boş bir söz işitmezler. Ancak “Selâm” işitirler. Orada onlar için sabah akşam [her zaman] rızkları da vardır. (Meryem/62)
Orada kendisinde lağv [boş söz, saçmalama] ve günaha sokma olmayan bir kadehi kapışırlar. (Tur/23)
17 – Peki onlar [yeniden dirilmeye inanmayanlar], develere/ yağmur yüklü bulutlara bakmıyorlar mı; onlar, nasıl yaratılmış?
18 – Ve gökyüzüne (bakmıyorlar mı); o, nasıl yükseltilmiş?
19 – Ve dağlara (bakmıyorlar mı); onlar, nasıl dikilmiş?
20 – Ve yeryüzüne (bakmıyorlar mı); o nasıl yayılmış?
Bu ayet gurubunda Rabbimiz zihinleri afaktaki [dış dünyadaki, evrendeki] ayetlere yönelterek insanların bu ayetler hakkında gözlem yapmalarını istemektedir. Bunu soru yönelterek yapması, söz konusu ayetleri gördükleri halde gerçeği anlamayanları kınama anlamı taşımaktadır. Zira tefekküre dayanan bir gözlem sonunda Allah’a inanmamak ve O’nun yeryüzünü ve tüm evreni bir ecel ile yarattığını anlamamak mümkün değildir.
Dağlar, gökyüzü ve arza yönelik ayetler daha önce birçok kez detaylı olarak nakledilmişti. Burada özellikle dikkat çekilen nokta “İbil”in yaratılışı olgusudur.
17. ayette geçen “ إبلibil” sözcüğü, ilk Mushaflarda “ ا ب لebl” harfleriyle harekesiz olarak yazılıdır. Bu sözcüğü harekelerken [ses verirken] “ إبلibil” veya “ إبّل ibbil” olarak okumak mümkündür. Sözcük “ibil” şeklinde okunursa “deve”; “ibbil” şeklinde okunursa “yağmur yüklü bulut” anlamına gelmektedir. (Lisanü’l Arab, c. 1, s. 55, Tacü’l Arus; c. 14, s. 4, “ebl” mad.)
Derim ki: el-Asmaî Ebu Said Abdulmelik b. Kurayb'ın naklettiğine göre, Ebu Amr şöyle demiştir: "Artık onlar bakmazlar mı devenin nasıl ya­ratıldığına?" buyruğundaki “İbil” kelimesini şeddesiz olarak okuyanların bu okuyuşu ile maksat devedir. Çünkü deve dört ayaklılardandır. Yere çöker ve üzerine yük vurulur. Diğerleri ise dört ayaklı olmakla birlikte, yük on­lara ayakta oldukları halde vurulur.
Bu kelimeyi şeddeli olarak okuyanların okuyuşuna göre ise, bununla su ve yağmur taşıyan bulutlar kastedilmiş olur. (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)
Kelimenin kıraati genelde “ إبلibil [deve]” diye kabul görmüş olsa da, biz her iki okuyuşa göre de değerlendirme yapacağız:
İBİL [DEVE]
Vahyin ilk muhatapları olan Arapların dikkati yaşam alanlarındaki en önemli hayvan olan deveye çekilmiş, devenin yaratılış özellikleri üzerinde düşünerek Allah’ı tanımaları, takdir etmeleri sonucuna varmaları istenmiştir.
Gözlem yapıldığında, Allah’ın deveyi insana boyun eğdirdiği, küçük bir çocuğun bile deveyi yönlendirebildiği görülür.
Deve birçok hayvanın özelliğini topluca taşır. Rabbimiz, insanlarca yetiştirilen hayvanları çeşitli maksatlardan ötürü; kimini eti yenilsin, kimini sütü içilsin, kimini yolculukta binilsin, kimini de insanların eşyalarını taşısın diye yaratmıştır. Bu hayvanların içinde insanlara süs ve güzellik olsun diye yaratılanlar da vardır. Gerçek şu ki, sayılan bu özelliklerin hepsi de devede mevcuttur. Çünkü eti yenir, sütü içilir, yük taşıtılır, üzerine binilir, dersinden ve yününden istifade edilir. Bu özellikleriyle bölge insanının en gözde varlığıdır.
Ve onlar görmediler mi ki: Biz şüphesiz onlar için ellerimizin [kudretimizin] meydana getirdiklerinden birtakım hayvanlar yarattık da onlar, onlara sahip bulunuyorlar.
Ve onları, kendileri için zelil kıldık da. Bu yüzden binekleri onlardandır. Onlardan yiyip duruyorlar da.
Ve onlarda daha birçok menfaatler ve içecekler var. Hâlâ şükretmeyecekler mi? (Ya Sin/71, 73)
Hayvanları O yaratmıştır. Onlarda sizi ısıtacak şeyler ve birçok faydalar vardır. Siz onlardan bir kısmını da yersiniz.
Ve onlarda [hayvanlarda], akşam vakti getirdiğinizde ve sabahleyin saldığınızda sizin için bir güzellik vardır.
Ve onlar [hayvanlar], ancak canınızın bir parçası tükenerek ulaşabileceğiniz bir memlekete yüklerinizi taşırlar. Şüphesiz sizin Rabbiniz, kesinlikle çok şefkatlidir, çok merhametlidir.
Ve O [Allah], kendilerine binesiniz, hem de ziynet olsun diye atları, katırları ve eşekleri yarattı. Ve O, bilmediğiniz şeyleri yaratıyor. (Nahl/5- 8)
Devenin herkesçe bilinen başka özellikleri de vardır:
Her şeyden önce, vücudundaki her detay ayrı bir yaratılış mucizesidir. Çölün kavurucu sıcağında her türlü canlının en büyük ihtiyacı sudur. Çölde su bulmak ise son derece zordur. Ayrıca uçsuz bucaksız kum denizinin ortasında yiyecek bulmak da su temin etmekten daha kolay değildir. Bütün bu zorluklar, çölde yaşayabilecek bir hayvanın açlık ve susuzluğa çok dayanıklı olmasını gerektirmektedir.
Nitekim deve açlık ve susuzluğa son derece dayanıklı yaratılmıştır. Öyle ki, 50 derece sıcaklıkta tam 8 gün boyunca aç ve susuz yaşayabilir.
Günlerce susuz yaşayabilen deve, bir su kaynağı bulduğunda kendisine uzun süre yetecek miktarda su depo etme yeteneğiyle yaratılmıştır. 10 dakikada vücut ağırlıklarının üçte biri oranında su içebilirler. Bu miktar bazen tek seferde 130 litre suya ulaşabilmektedir.
Açlığa karşı devenin vücudunda özel bir besin deposu yaratılmıştır. Bu depo devenin sırtındaki hörgücüdür.
Hörgüç içinde 40 kiloya yakın yağ depolanır. Bu depo sayesinde deve günler boyunca hiç yemek yemeden yol alabilir.
Çölde bulunan yiyeceklerin çoğu kuru ve dikenlidir. Ne var ki, devenin sindirim sistemi bu zor şartlara da uygun olarak yaratılmıştır. Hayvanın dudakları ve dişleri sivri dikenleri bile rahatlıkla yemesini sağlayacak yapıdadır. Özel bir tasarıma sahip midesi ise çöldeki hemen her bitkiyi öğütebilecek kadar güçlüdür.
Çöller ansızın bastıran şiddetli rüzgârları ile ünlüdür. Bu rüzgârlar genellikle kum fırtınaları şeklinde eserler. Bu fırtınaların savurduğu keskin kum tanecikleri boğucu ve kör edicidir. Yüce Allah, bu güç şartları aşabilmesi için devenin vücudunda yine özel koruma sistemleri yaratmıştır.
Devenin göz kapakları şeffaftır. Bu kapaklar hayvanın gözlerini hem tozdan ve kum tanelerinden korur, hem de gözleri kapalıyken bile ışığı görebilmesini sağlar. Uzun ve sık kirpikleri ise gözüne toz girmesine izin vermeyecek şekilde yaratılmıştır.
Devenin burnunda da özel bir tasarım vardır. Kum fırtınası başladığı anda, burun delikleri özel kapakçıklarla kapanır.
Çölde yolculuk yapan bir araç için en büyük tehlikelerden biri kuma saplanmaktır. Ancak yüzlerce kilo yük taşımasına rağmen deve için böyle bir tehlike yoktur. Çünkü devenin ayakları da çöl için özel yaratılmıştır.
Hayvanın geniş ayak parmakları kuma gömülmesini engeller ve bir kar ayakkabısı gibi görev yapar.
Devenin uzun bacakları da gövdesini çöl zemininin yakıcı sıcağından uzak tutar.
Devenin vücudu sık ve sert tüylerle kaplıdır. Bu post, hayvanı hem güneşin yakıcı ışınlarından, hem de güneş battıktan sonra başlayan çöl soğuğundan korur.
Devenin vücudunun belirli bölgelerinde kalın ve koruyucu deri tabakaları vardır. Bu sert tabakalar, deve kızgın kuma oturduğu zaman kumla temas edecek bölgelere yerleştirilmiştir. Bu sayede hayvanın derisi sıcaktan kavrulmaz. Bu sert deri tabakaları zamanla oluşan birer nasır değildir. Deve bunlarla birlikte doğar. Bu özel tasarım, devenin yaratılışındaki mükemmelliği bir kez daha göstermektedir.
Devenin tüm bu özellikleri üzerinde dikkatle düşünülmelidir: Susuzluğa dayanmasını sağlayacak özel sistemleri, açlığa dayanmasını sağlayacak hörgücü, kuma gömülmesini engelleyen ayak yapısı, gözlerini kumdan koruyan şeffaf göz kapakları, kirpikleri, kum fırtınalarına karşı özel tasarıma sahip burnu, dikenleri ve çöl bitkilerini yiyebilmesini sağlayan ağız, diş ve dudak yapısı, her türlü yiyeceği sindirmesini sağlayan sindirim sistemi, kızgın kumdan derisini koruyan özel deri tabakaları, hem sıcaktan hem soğuktan korunmak için tasarlanmış özel kürkü tesadüf eseri olmayıp bu hayvanın akıllı bir tasarımla yaratıldığını gösterir. Böyle bir mucize yaratık da yalnızca Allah’ın eseri olabilir.
إبّلİBİL [YAĞMUR YÜKLÜ BULUT]
Sözcüğü bu anlamıyla ele aldığımızda Rabbimiz Arabistan ortamındaki suya hasret kimselerin dikkatlerini yağmur yüklü bulutlara çekmiş olmaktadır. Yağmur yüklü bulutların o kimselerin hayatındaki önemi ve bulutların çok uzak yerlerden oluşturulup onların üzerine getirilişi üzerinde düşünmeleri istenmiştir.
Bu anlam, ayetin mesajının Arabistan ortamından çıkarılıp tüm evrene şamil olması açısından tercihe şayandır. Zira suyun buharlaşması, buharın göğe yükselmesi, yoğunlaşması ve sonunda yere düşmesi şeklindeki olağanüstü dönüşümlü sürece çekilen dikkat, deveye çekilen dikkatten daha uygun düşmektedir. Bu anlam aynı zamanda pasajda dikkat çekilen “gökyüzü, dağlar ve yeryüzü” ile de daha uyumlu olmaktadır.
Gökyüzü, dağlar ve yeryüzünün gözlemlenmesi üzerine yüzlerce ayet mevcuttur. Bundan evvelki surelerde bunlardan birçoğu sunulmuştu.
21, 22 - Haydi öğüt ver/ hatırlat; şüphesiz sen sadece bir öğütçüsün/ hatırlatıcısın. Sen onların üzerinde bir zorba değilsin.
Bu ayetlerde Resulullah’a asli görevi olan öğütçülük hatırlatılmaktadır. Kimseyi zorla iman için zorlamaması emredilmektedir. Bunca makul delile rağmen hâlâ inanmamakta direnenler varsa, onları zorlayarak inandırmak elçinin görevi değildir. Elçinin görevi onlara doğru ve yanlış yolları göstermek ve yanlış yola gitmenin sonucu hakkında onları uyarmaktır.
Dinde zorlamanın olmayacağı, herkesin inanıp inanmamakta serbest olduğu birçok ayette açıkça belirtilmiştir:
Dinde zorlama yoktur; rüşd ğayden [iman küfürden, iyi kötüden, güzel çirkinden, doğruluk sapıklıktan] iyice ayrılmıştır. O halde kim tağutu tanımayıp Allah’a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. (Bakara/256)
Ve de ki: “O hak [gerçek], Rabbinizdendir. O nedenle dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” Şüphesiz Biz zalimler için duvarları, çepeçevre onları içine almış bir ateş hazırladık. Ve eğer yağmur yağsın isterseler, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su yağdırılır. O ne kötü bir içecektir! Dayanma/sığınma yeri olarak da ne kadar kötüdür! (Kehf/29)
De ki: “İşte, en kesin ve üstün delil, Allah’ındır. O nedenle eğer O [Allah] dileseydi, elbette hepinize kılavuz olurdu.” (En’am/149)
Biz onların söylediklerini daha iyi biliriz. Ve sen onların üzerinde zorlayıcı değilsin. O halde sen, benim tehdidimden korkan kimselere Kur’ân ile öğüt ver. (Kaf/45)
Oysa Rabbin dileseydi elbette yeryüzündekilerin hepsi topluca inanırdı. Artık, inananlar olmaları için, insanları sen mi zorlayacaksın? (Yunus/99)
O sizi yaratandır. Kiminiz kâfirdir, kiminiz mümin. Allah yaptıklarınızı görmektedir de. (Teğabün/2)
Bunlardan başka Zümer/7, 15, Fussılet/40, İnsan/2, 3, Hud/28, Nahl/9, Secde/13, Maide/48, Nahl/36, 93, Yunus/108, İsra/15, Şûra/20, 48, Hud/15, İsra/18, En`âm/35, Rad/31, Şuara/3, 4’e de bakılabilir.
23, 24 – Ancak/Gözünüzü açın, kim yüz çevirir ve küfrederse, Artık Allah, ona en büyük azap ile azap edecek.
25 – Şüphesiz onların dönüşleri yalnızca Biz’edir.
26 – Sonra, şüphesiz onların hesabı da yalnızca bizim üzerimizedir.
Surenin bu son ayetleri ise genel bir beyanname niteliğindedir. Herkese yöneliktir. Bunca ayeti görmezden gelerek küfredenler [gerçeği örtmeye çalışanlar] ahırette cehennem ile cezalandırılacaklardır. Ayette konu edilen “en büyük azap” cehennem azabıdır.
Ve fâsıklara [yoldan çıkanlara] gelince, onların varacağı yer, Ateş olacaktır. Her çıkmak istediklerinde oraya yeniden çevrilecekler ve onlara, “yalanlayıp durduğunuz Ateş’in azabını tadın” denilecektir. Hiç kuşkusuz, dönerler diye onlara büyük cezanın astından en yakın cezadan tattıracağız. (Secde/21)
Kâfirlere iki tip azap söz konusudur: Birincisi, “edna [bayağı] azap” diye nitelenen bu dünyadaki azaptır. Helak ediliş, sıkıntı, esaret, malın-mülkün, evladın zayii ve ölüm anındaki sıkıntılar bu nitelikteki azabın kapsamı içindedir.
Öyleyse onların malları ve evlatları seni imrendirmesin. Ancak Allah, bunlarla, onları basit yaşamda cezalandırmak, onlar kâfir iken benliklerini çıkarmak istiyor. (Tevbe/55)
Ve çevrenizdeki bedevilerden/ bilgiçlik taslayanlardan münafıklar var. Medine halkından da münafıklığa iyice alışmış olanlar var. Sen onları bilmezsin. Biz biliriz onları... İki kez azap edeceğiz onlara, sonra da çok büyük bir azaba itilecekler. (Tevbe/101)

Hayır… Hayır… Köprücük kemiklerine dayandığı zaman,
ve “Kim tedavi edicidir! [Çare bulan kimdir!]” denildiği (zaman),
ve o [can çekişen kişi] bunun o ayrılık anı olduğunu anladığı (zaman),
ve bacak bacağa dolaştığı (zaman),
işte o gün sevk [sürülüp götürülmek], sadece Rabbinedir. (Kıyamet/26- 30)
Azab-ı ekber [en büyük azap] ise ahıretteki cehennem azabıdır.
Ayetteki “ إلاّ من تولّىilla men tevella” ifadesi, bir tenbih edatı olarak, “ ألا من تولّى elâ men tevellâ” şeklinde de okunmuştur. (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an) Bu nedenle, verdiğimiz mealde her iki formun anlamını da göstermiş bulunuyoruz.
Allah doğrusunu en iyi bilendir.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla