Tekil Mesaj gösterimi
Alt 15. August 2009, 02:33 PM   #13
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

92 – Şüphesiz bu, bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir. Ben de sizin Rabbinizim. O halde bana kulluk edin.
48-91. ayetlerde geçmişteki tüm peygamberlerin kendilerine gönderilen vahiy ekseninde hareket ettikleri mesajı verildikten sonra, bu ayette de inanan toplumların inanç ve dindeki birliğine dikkat çekilmiştir: “Şüphesiz bu, bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir. Ben de sizin Rabbinizim. O halde bana kulluk edin.
Daha evvel detaylı bir şekilde açıkladığımız (Tebyinü’l Kur’an; c.2, s. 577) gibi, “ümmet” sözcüğü, “kendi iradeleriyle veya bir zorunluluk neticesinde aynı zamanda aynı yerde bulunan; iyi ya da kötü aynı inanca sahip olan; aynı amacı gütme neticesinde bir arada yaşayan insan topluluğu” demektir.
Ayetteki “… sizin ümmetinizdir” ifadesinden anlaşıldığına göre, burada hitap peygamberlerle birlikte tüm müminleredir. Onlara vahye uymaktan ve sadece Allah’a kul olmaktan başka yol olmadığı, olmayacağı açıklanmıştır.
Aşağıdaki ayetlerden de anlaşılacağı üzere, burada konu edilen “ümmet”, tüm peygamberlerin öğrettiği “tevhid toplumu”dur; şirke, tefrikaya bulaştırılmamış “İslam dini”dir.
Burada şunu da belirtmek gerekir ki, burada konu edilen birlik, inanç birliğidir. Yoksa her peygambere aynı şeriat verilmiş değildir. İlk peygamberden son peygambere kadar hepsinin öğretisi inanç birliğine dayanmasına karşılık, yaşadıkları bölge ve çağa göre her peygamberin sosyal hayattaki uygulamalarında bazı farklılıklar söz konusudur.
Sana da kendisinden öncekilerini doğrulayan ve onları kollayıp koruyan olarak hakk ile Kitap’ı [Kur'ân’ı] indirdik. Öyleyse onların aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet. Sana gelen haktan saparak onların arzu ve heveslerine uyma. Ve Biz, sizden hepiniz için bir şeriat ve yol kıldık. Ve eğer Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı, fakat size verdiklerinde sizi belalandırmak [denemek] için [böyle yapmadı]. Öyleyse iyiliklere yarışın. Hepinizin dönüşü yalnızca Allah’adır. Sonra O, kendisi hakkında ihtilafa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir. (Mâide/48)
Bu vurguyu şu ayetlerde de görmekteyiz:
Ey elçiler! Tayyibattan [temiz, hoş, yararlı şeylerden] yiyin; ve salihi işleyin. Şüphesiz Ben sizin yaptıklarınızı çok iyi bilenim.
Ve işte bu, bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir. Ben de sizin Rabbinizim. O halde bana takvalı davranın. (Mü’minun/51, 52)
93 – Hâlbuki onlar [müşrikler], işlerini aralarında paramparça ettiler. Hepsi yalnızca Bize dönücülerdir.
94 – Öyleyse kim inanmış olarak salihatı işlerse onun emeği için nankörlük edilmeyecektir. Biz, hiç şüphesiz onu yazanlarız da.
Aslında herkesin vahyin birliği ekseninde şirk koşmadan tek bir ümmet olması gerekirken, inkârcıların vahye sırt dönerek, Allah’a dönecek olmalarına rağmen parça parça gruplara ayrılıp Allah’ın yolundan başka yollar tutmuşlardır. Rabbimiz onları bu tavırlarından dolayı kınarken, iman edenlerin ve salihatı işleyenlerin emeklerinin boşa gitmeyeceğini, hepsinin kaydedildiğini bildirerek onları doğru yola davet etmektedir.
İman eden ve salihat işleyenlerin amellerinin karşılıklarının zayi olmayacağı, ücretlerini fazlasıyla alacakları birçok kez bildirilmiştir:
Bunun üzerine Rableri onlara karşılık verdi: "Şüphesiz Ben, sizden erkek olsun, kadın olsun -Ki bazınız bazınızdandır [hepiniz aynısınızdır]- çalışanın amelini zayi etmem. Binaen aleyh göç edenler, yurtlarından çıkarılanlar, Benim yolumda eziyet edilenler, savaşanlar ve öldürülenler; elbette onlardan kötülüklerini örteceğim ve Allah katından bir sevap olarak, onları altından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Ve Allah, sevabın güzeli Kendi katında olandır. (Al-i Imran/195)
Gerçek şu ki, insan için çalışıp didindiğinden başka şey yoktur.
Ve onun çalışıp didinmesi yakında görülecektir.
Sonra karşılığı kendisine hiç eksiksiz verilecektir. (Necm/39-41)
Kim de ahireti isterse ve mümin olarak ona [ahirete] yaraşır bir çaba ile onun [ahiret] için çalışırsa, işte öylelerinin çalışmalarının karşılığı verilir. (İsra/19)
Hepinizin dönüşü sadece O'nadır. Allah bunu hakk olarak vaat etmiştir. Şüphesiz O, halkı ilk baştan yaratır, sonra iman eden ve salihatı işleyen kimseleri kıst [nasipleri, hakları olan payları] ile karşılık vermek için geri döndürür. Şu küfretmiş olan kimseler, küfretmeleri nedeniyle, kaynar sudan bir içki ve acıklı azap kendileri için olanlardır. (Yunus/4)
Hiç şüphesiz şu iman eden ve salihatı işleyenler; imanlarından dolayı Rabbleri kendilerini hidayete erdirir. Naim cennetlerinde onların altlarından ırmaklar akar durur. (Yunus/9)
Yine iman etmiş olan o kimse: “Ey kavmim! Bana uyun ki size reşadın [akıllı olmanın] yoluna kılavuzluk edeyim. Ey kavmim! Bu bayağı hayat ancak geçici bir kazanımdır. Ahiret ise kesinlikle durulacak yurdun ta kendisidir. Her kim bir kötülük yaparsa, ona ancak yaptığının bir misli ile ceza verilir. Ve erkek veya kadın, her kim mümin olarak salihi [düzeltmeye yönelik iş] işlerse, artık onlar, orada hesapsızca rızıklanmak üzere cennete girerler.” Yine: “Ey kavmim! Bana ne oluyor ki, siz beni ateşe davet ediyorken ben sizi kurtuluşa davet ediyorum! Siz beni Allah'ı inkâr etmeye ve benim için hiç bilgi olmayan şeyleri O'na ortak koşmaya davet ediyorsunuz. Ben ise sizi Aziz [o çok güçlü] ve Gaffar’a [çok bağışlayıcı olan Allah'a] davet ediyorum. Hiç inkâr edilemez ki, gerçekten sizin beni kendisine davet ettiğiniz şey dünya ve ahirette kendisine bir çağrı olmayan şeydir. Ve şüphesiz dönüşümüz Allah’adır. Ve şüphesiz haddi aşanlar, cehennem ashabının ta kendileridir. Artık siz benim sizin için söylediklerimi yakında anacaksınız. Ve ben işimi Allah'a havale ediyorum. Şüphesiz Allah, kullarını en iyi görendir” dedi. (Mü’min/38- 44)
Ve Allah, hidayete erenlere kılavuzu artırır. Ve kalıcı olan salihat, Rabbinin katında sevap bakımından daha hayırlıdır, sonuç bakımından da daha iyidir.” (Meryem/76)İşte iman etmiş olanlar ve salihatı işleyenler; mağfiret ve kerim rızık sadece onlar içindir. (Hacc/50)

Ancak sabreden ve salihatı işleyen kişiler müstesnadır [böyle değillerdir]. İşte bunlar, mağfiret ve büyük ödül kendileri için olanlardır. (Hud/11)
Her kim zerre miktarı bir hayır ilerse onu görecek, her kim zerre miktarı bir şer işlerse onu görecek. (Zilzal/7, 8)
95 – Ve helak ettiğimiz bir kent üzerine, “kendilerinin dönmemeleri” haramdır [dönmemeleri düşünülemez].
96 – Hatta Ye'cûc ve Me'cûc [akıncılar] açıldığı zaman, onlar, yüksek tepeden akın edip çıkarlar.
97 - Ve gerçek vaat yaklaştığı zaman o küfretmiş olan kişilerin gözleri dönüverir: “Eyvah bizlere! Kesinlikle biz bundan gaflet içindeydik. Aslında biz zalim kimseler idik."
Bu ayetlerde, küfretmiş kimselerin yaptıklarının yanlarına kâr kalmayacağı; mutlaka cezalandırılacakları; dünyada iken akıncılar tarafından tepelenecekleri; sonunda da Allah’a dönecekleri; “Eyvah bizlere! Kesinlikle biz bundan gaflet içindeydik. Aslında biz zalim kimseler idik” diyecekleri bildirilmektedir.
İlk ayetteki “helak ettiğimiz” ifadesi “yok ettiğimiz” anlamında alınmamalıdır. “ هلاكHelâk” sözcüğü “değişime, yıkıma uğramak, bozulmak, düşmek” demektir. (Lisanü’l-Arab, c.9, s. 118-121) Genel olarak zannedildiği gibi bu sözcük “yok olmak” anlamına gelmez. Bu sebeple bu ayette geçen “helâk” sözcüğü de “yok olmak” anlamında anlaşılmamalıdır.
“Ye’cüc ve Me’cüc” sözcükleri ile ilgili olarak Kehf suresinde (Tebyinü’l Kur’an; c.7, s. Mizanpajdan sonra sayfa numarası verilecek) ayrıntılı olarak tahlil etmiştik. Bu tahlilimizde “Ye’cüc ve Me’cüc”ün “akıncı komutan ve askerler” demek olduğunu belirtmiş, bu komutan ve askerlerin her dönemde olacağını ifade etmiştik. Aynı tahlilimizde Kehf suresindeki “Ye’cüc ve Me’cüc” ile kastedilenlerin ise “Resulullah ile birlikte Hayber’i fetheden askerler” olduğunu açıklamıştık. Bu ayet indiği dönemde henüz Hayber de fethedilmemişti.
Burada ise Rabbimizin helak edeceği toplumları askeri güçlerle cezalandıracağı, onları maddi ve manevi; ekonomik ve siyasi olarak yıkıma uğratacağı bildirilmektedir.
Nitekim Bedir’de, Hayber’de ve daha nice gazalarda Rabbimizin bu vaadi gerçekleşmiştir. Bu, Rabbimizin sünnetidir [Sünnetullah] ve her zaman yürürlüktedir.
Bu ayetler Uhud savaşının ilk aşamasına da işaret etmektedir. Uhud’da helake uğrayan Müslümanlardır. Orada Ye’cüc ve Me’cüc, Halid b. Velid ve onun süvarileridir. Halid’in kıyımından sonra da Müslümanlar “Eyvah bizlere!” diye pişmanlıklarını ifade etmişlerdir.
Ayetteki “helak ettiğimiz bir kent” ifadesinden, o kentin halkı anlaşılmalıdır. Burada “mahalliyet” mecazi-i mürseli söz konusudur. Bunun bir örneği daha evvel Yusuf/82’de “Hem içinde bulunduğumuz kente ve içlerinde geldiğimiz kervana sor!” şeklinde geçmiş idi. Her iki cümlede de bir kent [yer] ifade edilerek o yerde yaşayanlar kast edilmiştir.
98 – Kesinlikle siz ve Allah’ın astlarından taptıklarınız, cehennemin odunusunuz [yakıtısınız]; siz oraya gireceksiniz.
99, 100 - Eğer onlar [Allah’ın astlarından tapınılan şeyler] ilâh olsalardı, oraya girmezlerdi. Ve hepsi orada temelli kalacaktır. Orada onların bir inlemeleri vardır. Bunlar orada bir şey işitemezler de.
Bu ayetlerde müşriklere uyarı yapılmakta, akıllarını başlarına almaları istenmektedir. Ayrıca bu müşrikler “Eğer onlar [Allah’ın astlarından tapınılan şeyler] ilâh olsalardı, oraya girmezlerdi” denilerek akılsızlıklarından dolayı kınanmaktadırlar.
İlk ayetten açıkça anlaşıldığına göre, müşrikler ve on­ların tapındıkları putlar cehenneme odundurlar. Onlar hem yanacaklar, hem de başkalarını yakacaklardır.
Bu ayetin bir benzeri de şudur:
Sonra, eğer bunu yapmadıysanız ve asla yapamayacaksınız; öyleyse inkârcılar için hazırlanmış, yakıtı insanlar ve taşlar olan Ateş’ten korunun. (Bakara/24)
Ayrıca şu ayette de cehennemin yakıtının insanlar ve cisimler olacağı bildirilmiştir:
Ey inanmış olan kişiler! Kendinizi ve ehlinizi [yakınlarınızı], yakıtı insanlar ve taşlar olacak bir Ateş’ten koruyun.Onun üzerinde, Allah’a karşı gelmeyen, kendilerine emredilenleri yapan çetin ve kaba melekler vardır. (Tahrim/6)
Konumuz olan ayetlerde kâfirlere seslenilmektedir. Onlar ve taptıkları, inançsız kişiler ve nesneler, kesinlikle cehenneme girecekler, ateşin yakıt­ları olacaklar ve ateşle dağlanacaklardır; orada ebedi olarak da kalacaklardır. O zaman cehennem azabının şiddetinden bağıracaklar, inleyeceklerdir. Onlar kimseden yardım da alamayacaklardır. Peki, bu varlıklar gerçekten ilah olsalardı, oraya girerler miydi?
İşte şu bedbaht olanlar cehennem ateşi içindedirler. Onlara orada iç çekme ve hıçkırma vardır. Gökler ve yer durdukça onlar da o ateşte sürekli kalacaklardır. -Ancak Rabbinin dilediği müstesna.- Şüphesiz Rabbin dilediğini en üst seviyede yapandır. (Hûd/106, 107)
Âyetin Nüzul Sebebi:
Gerçekten siz de, Allah'tan başka taptıklarınız da...” buyruğu hakkın­da İbn Abbas dedi ki: Bir ayet var ki, insanlar onun hakkında bana soru sor­muyorlar. Onu bildiklerinden dolayı mı, yoksa bilmediklerinden dolayı mı ona dair soru sormuyorlar, bilmiyorum. Ona: “Bu hangisidir?” diye sorulunca, O: "Gerçekten siz de, Allah'tan başka taptıklarınız da cehennemin odu­nusunuz. Siz oraya gireceksiniz" ayeti nazil olunca, bu, Kureyş kâfirlerine ağır geldi ve: “Bu, bizim ilâhlarımıza sövdü” diyerek İbnu'z-Zibâri'ye gidip duru­mu haber verdiler. O da: “Ben orada olsaydım, ona cevap verirdim” dedi. “Ne diyecektin?” diye sordular: “Ona şöyle derdim: İşte Hıristiyanlar, Mesih'e ibadet ettiler; Yahudiler de Üzeyr'e ibadet etmektedirler. Acaba bunların ikisi de ce­hennemin odunu mudurlar?” Kureyşliler onun bu sözünü beğendi ve böyle­likle Muhammed (sav)’in buna bir cevap veremeyeceği kanaatine sahip ol­dular. Bunun üzerine Yüce Allah da şöyle buyurdu: "Şüphesiz kendileri için daha önceden tarafımızdan iyilik takdir edilmiş olanlar, işte onlar oradan uzaklaştırılmışlardır (Enbiyâ/101)” âyetini indirdi. Yine onun hakkın­da: "Meryem oğlu bir misal olarak verilince (Zuhruf/56)” -ki burada İbnu'z-Zibarî kastedilmektedir.- "Hemen senin kavmin bundan dolayı bağ­rışıp çağrışmaya koyuldu (Zuhruf/57)” buyruğu indi. (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)
101, 102- Şüphesiz tarafımızdan kendilerine “En güzel” hazırlanan kimseler; işte onlar, ondan [cehennemden] uzaklaştırılmışlardır. Onlar, onun [cehennemin] uğultusunu duymazlar. Onlar, nefislerinin istediği şeyler içinde sürekli kalıcıdırlar.
103 - O en büyük korku onları üzmez ve kendilerine melekler: “İşte bu, size söz verilmiş olan gününüzdür” diye ilka eder dururlar [akıllarına getirirler].
Bu ayetlerde; iman etmiş, salihatı işlemiş, vahye uymuş ve sonunda da Allah’tan kendilerine “en güzel” hazırlanan kimselerin karşılaşacakları nimetler açıklanmıştır. Bu mümin ve salih kimseler ateşten uzaklaştırılıp kurtulacak­lardır; cehennemin sesini bile duymayacaklardır. Hâlbuki müşrikler cehennemin uğultusuyla da cezalandırılacaklardır.
Aslında onlar Saat’i [kıyameti] yalanladılar. Biz ise Saat’i yalanlayanlara çılgın alevi [cehennemi] hazırladık.
O [çılgın alev] onları uzak bir yerden görünce, onun öfkelenmesini ve uğultusunu işittiler [işitecekler].
Ve elleri boyunlarına bağlanmış olarak ondan [cehennemden] dar bir yere atıldıkları zaman, oracıkta ölümü isterler.
-Bugün bir ölüm değil birçok ölüm isteyin!-
De ki: “Karşılık ve gidilecek bir yer olarak bu mu daha iyidir yoksa takva sahiplerine vaat edilen ebedîlik cenneti mi?”
Onlar için orada temelli olmak üzere diledikleri her şey vardır. -[Bu], Rabbinin yerine getirilmesini üstüne aldığı bir vaattir.- (Furkan/11- 16)
Oraya atıldıklarında, o kaynarken, onun korkunç sesini işitirler.
O, az daha öfkeden çatlayacak. Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa, onun bekçileri onlara sorar: “Size bir uyarıcı gelmedi mi?” (Mülk/7, 8)

Bu kimseler canlarının çektiği her nimete kavuşturulacaklar ve bu durum sürekli devam edip gidecektir. Kesinlikle kesintiye uğramayacaktır. Melekler de sürekli onları alkışlayacaklardır.
Rablerine karşı takvalı olanlar da cennete bölük bölük sevk edildi. Nihayet oraya vardıkları, kapıları açıldığı ve bekçileri onlara: "Selâm sizlere, tertemiz geldiniz!” dediği zaman; “Ebedî olarak içinde kalmak üzere haydi girin oraya!" dediler [denilecek].
Onlar da: "Bize vaadini doğru çıkaran ve bizi bu arza vâris kılan ve cennette bizi istediğimiz yerde konup göçürten o Allah’a hamdolsun” dediler. –İşte, çalışanların ödülü ne güzeldir!- (Zümer/73, 74)
Ve takvalı davranmış kimselere: "Rabbiniz ne indirdi?" denilince onlar: “Hayır” derler. Bu dünyada güzelleştirenlere-iyileştirenlere iyilik-gzellik vardır. Ahiret yurdu ise kesinlikle daha hayırlıdır. Ve takvalı davrananların yurdu; Adn cennetleri ne güzeldir! Onlar oraya girecekler. Onun altından ırmaklar akar. Orada onlar için diledikleri şeyler vardır. Allah, takva sahiplerini işte böyle karşılıklandırır. [Takva sahipleri] O kimselerdir ki, melekler, onları hoş ve rahat ettirerek vefat ettirirler. “Selam size, yapmış olduğunuz işlerin karşılığı olarak girin cennete!” derler. (Nahl/30- 32)
Şüphesiz, “Rabbimiz Allah’tır” deyip sonra dosdoğru olanlar; onların üzerine, melekler sürekli iner; “Korkmayın, üzülmeyin. Size vaat edilen cennetle sevinin. Biz, dünya hayatında ve ahirette sizin Yakınlarınızız. Cennette, Gafûr ve Rahîm Allah’tan bir ikram olarak sizin için nefislerinizin arzuladığı her şey var. Orada istediğiniz şeyler de sizin içindir. (Fussılet/30-32)
Rabbimiz iman etmiş ve salihatı işlemiş kimselere vereceği nimetleri ayette “en güzel” sözcükleriyle isimlendirmiştir. Bu, Rabbimizin vereceği nimetlerin hem kullarının yaptıkları işlerin normal karşılığından çok daha fazla, hem de onların beklediğinden çok daha güzel şeyler olacağını ifade etmektedir.
Göklerde ne var, yerde ne varsa Allah'ındır; yaptıklarıyla kötülük sergileyenleri cezalandırması, güzel davranıp güzel düşünenleri de güzellikle ödüllendirmesi için. (Necm/31)
Güzellik yapan kişiler için daha güzeli ve fazlası vardır. Yüzlerine kara bulaşmaz, zillet de. İşte bunlar cennet ashabıdırlar. Onlar orada ebedî kalıcıdırlar. (Yunus/26)
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla