Tekil Mesaj gösterimi
Alt 27. September 2008, 10:20 PM   #1
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart Burûc sûresi’ne giriş

27 BÜRUC [YILDIZ KÜMELERİ] SURESİ

Bürûc sûresi.1.Bölüm 30 Mar 2017 tarihinde yayınlandı
1. Bürûc sûresi. 1. Bölüm.
2. Burç=Yıldız kümesi.
3. Üç tane referans.a)Sema,b)vaad edilen gün ve c)anık ve tanık olunan şeyler.
4. Kasemin cevabı üç hal içinde incelenmeli.
5. Cevap isim cümlesi olacak ise: (İnne ve Lâm) olması gerekli.
6. Cevap Fiil cümlesi olacak ise: Olumlu ise “Le-Kad veya Lâm”
7. Cevap Fiil cümlesi olacak ise: Olumsuz ise Fiilin başına “Mâ veya Lâ” gelir.
8. Kur’ân necmlerinin gerçeğini bilenlerin, Allah’a karşı haşyet duymaları gerekir iken insanlara saygı duymalarına dair örnek âyetler:Nisâ 75-77, Bakara 40, Ahzâb Tevbe Sâd 4-11
9. Atalar dininde ısrar.
10. Semâ: Bir şeyin üstü. (Matematik bilgisi olanlar.)Kur’ân bilgisi olanlar tanıktır.
11. Vaad edilen gün: a)Ölüm, b)Kıyamet. (Yunus 90-92,Sebe 29-30, Kaf 19-20, Zuhruf 83)
12. Evrenin kapalı veya açık olması durumuna göre ilmî açıklamalar.
13. Tanık ve tanık edilen şeyler. (Hac 45-46,Kaf 36-37, Âl-i İmrân 37)
14. Yeryüzündeki eski kalıntılar tanık olunan şeylerdendir. (En-Âm 6)
15. İntikam sahibi (Züntakam) olan Allah. (Öc değil) Yakalayıp, Adalet için cezalandıracaktır.


Bürûc Sûresi.2.Bölüm 6 Nis 2017 tarihinde yayınlandı
1. Bürûc sûresi. 2. Bölüm.
2. Rabbimizin nitelikleri.
3. Nuh Peygamber ile ilgili örnek: Hûd 100-102 (Rabbimizin yakalaması ile ilgili)
4. En büyük taht ne demek?
5. Murad etmek, Plânlamak demektir.
6. İrade (Ezelde). Meşîet (Oluş anında)
7. Muhît. (Kuşatan) İlgili âyetler: Fetih 21, İsrâ 60, Yunus 62 (Yakın zamanda ve zaamanı geldikçe cezalandırılacaklar)
8. Ashab-ı UhdûdAteş ashabı)
9. İsa döneminde Necran’da gerçekleşen olay. Mevdûdî nin araştırması.
10. İlk Müslümanların maruz kaldıkları eziyetler.(Yasîr ailesi, eşi Sümeyye)
11. Qutile: Lânet olsun. Allah lânet eder mi? (Geçmiş zaman) (Sonu hüsran oldu)
12. Fitne sözcüğü. İnanmayanlara fevbe fırsatı.
13. Büyük zafer. Mü’minler için. Büyük kurtuluşa herkes aday olsun.
14. Korunmuş levha.(Koruma altında) Abese 11-16 ile birlikte değerlendirilmeli.
15. Levha=Yonga.
16. Kur’ân nasıl korunacak?
17. Büruc Sûresinin güncel mesajı.



BÜRUC SURESİ’NE GİRİŞ

Büruc suresi Mekke’de 27. sırada inmiştir. Adını birinci ayetteki “ البروج el-büruc [yıldız kümeleri]” sözcüğünden alan sure, müminlerin en sıkıntılı döneminde, Mekkeli müşriklerin Müslümanlara dinlerinden dönmeleri için zulmettikleri, her türlü eziyeti yaptıkları, hatta onları şehit ettikleri bir dönemde inmiştir. Müminler için büyük bir destek ve teselli olan sure, müşriklere ileri derecede tehditler yöneltmektedir.



27 / BÜRUC [YILDIZ KÜMELERİ] SURESİ

Ayetlerin meali:


Rahman Rahîm Allah adına

1-3Kur’ân âyetlerini öğrenmiş iyi hesap bilenleri, ölüm anını, değişime, yıkıma uğratılan toplumların kalıntılarını ve bunları gözlemleyenleri kanıt gösteririm ki, 12Rabbinin kıskıvrak yakalaması gerçekten çok şiddetlidir.13Kesinlikle ilk yaratan, sonra öldürüp yeniden yaratan yalnızca O'dur. 14Ve O, çok bağışlayandır, çok sevendir,15en büyük tahtın sahibidir, ikramı çok olandır, 16dilediğini en ileri derecede yapandır.
17,18O orduların; Firavun ve Semûd'un haberi sana geldi mi? Elbetteki geldi!
4,5Uhdud'un/şiddetli tutuşturulmuş ateşin ashâbı öldürüldü: 6Hani onlar, onun üzerine oturmuşlar 7ve inananlara yaptıklarına tanık idiler. 8,9Mü’minleri cezalandırmalarının sebebi de, onların yalnız çok güçlü, övgüye lâyık, göklerin ve yerin hükümranlığı Kendisinin olan ve her şeye tanık olan Allah'a inanmalarından başka bir şey değildi.
10Şüphesiz ki inanan erkek ve kadınları ateşlerde işkence edip sonra da tevbe etmeyenler için cehennem azabı vardır, yangın azabı da onlar içindir. 11Kesinlikle inanan ve düzeltmeye yönelik işler yapanlar için altından ırmaklar akan cennetler vardır. İşte bu, büyük kurtuluştur.
19Fakat o kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimseler hâlâ bir yalanlama içindedirler. 20Oysa Allah onları arkalarından kuşatıcıdır. 21,22Aksine o, korunmuş levhada şerefli bir Kur’ân'dır.


Sureyle İlgili Özel Bir Açıklama

Ayetlerin tahliline başlamadan önce, çok önemli gördüğümüz bir tespiti açıklamak ve bu tespit konusundaki görüşlerimizi belirtmek ihtiyacını duymaktayız.
Herkesin bildiği ve kabul ettiği gibi, surenin ilk üç ayeti kasem/yemindir. Ancak bu üç ayetin neyin kasemi/kanıtı olduğu 12. ayete kadar anlaşılamamaktadır. Çünkü kaseme cevap olan cümle ancak 12. ayette karşımıza çıkmaktadır. Bu durum Arapça dilbilgisi kurallarına aykırı olduğu gibi, surenin doğru anlaşılmasını da zorlaştırmaktadır.
İlk üç ayetteki kasemin cevap cümlesinin surenin 12. ayeti olması gerektiği yönündeki görüşümüzü dayandırdığımız esas nokta Arapçadaki dilbilgisi kurallarıdır. Bu kurallar Kalem suresinin tahlilinde “Kasem Cümlesi” başlığı altında mevcuttur.
Surenin ilk üç ayetinde kasem edilen “burçlar sahibi sema, vaat edilmiş gün, tanık ve tanıklık edilen” olmak üzere üç şey, 12. ayette ileri sürülen “Allah’ın kıskıvrak yakalayacağı” şeklindeki ilahi tehdidin kanıtları durumundadır. Böylece Rabbimiz tarafından yapılan kasemler ile daha sonra yine O’nun tarafından haber verilen tehdit, iki öğesiyle tam bir kasem cümlesi oluşturmaktadır. Ne var ki, elimizdeki klâsik Mushaf’a baktığımızda, 1-3. ayetlerin oluşturduğu “kasem bölümü” ile 12. ayetten oluşan “cevap bölümü”nden ibaret olması gereken kasem cümlesinin içine 4-11. ayetlerin de girdiği görülmektedir. Bu, bir cümlenin içine o cümlenin kendi öğelerinden olmayan başka sözcüklerin de girmiş olması demektir. Bu aynı zamanda mesajın doğru anlaşılmasını zorlaştıran bir durumdur. Zira bir cümlenin içine başka bir cümleye ait herhangi bir sözcüğün, paragrafın veya pasajın girmesi hâlinde, her iki cümle de cümle olmaktan çıkar, anlaşılmaz söz yığını olur.
Ama görünen odur ki, sureler düzenlenirken ya da mushaf tertip edilirken bu kural sahabe tarafından maalesef dikkate alınmamıştır. Benzer örneklerini daha önce Fecr suresinde görmüştük ileride Kaf, Naziat ve Sad ve birçok surede de göreceğimiz bu uygulamanın Allah ve peygamberimiz tarafından yapılmış olması mümkün değildir, olsa olsa sahabe tarafından Mushaf’ın tertibi sırasında yapılan bir gaflet veya ihanet ile ilgilidir.
Büruc suresinin eldeki tertibi üzerinde çalışan ve yorum yapan eski tefsirciler, 4. ayeti kaseme cevap yapabilmek için olmadık yollara başvurmuşlardır. Kimileri takdir yaparak ayetin içine “لقدlekad” sözcüğünü eklemişler, kimileri de kasemin cevabını mahzuf [gizlenmiş] sayıp kaseme “mutlaka kıyamet kopacaktır” anlamında bir cevap takdir etmişlerdir. Günümüzde de buna benzer yaklaşımları benimseyen birçok meal ve tefsire rastlanmaktadır.
Oysa 12. ayet, teknik yapısını yukarıda belirttiğimiz kasem cümlesinin “kaseme cevap” bölümünü oluşturmaktadır ve bu nedenle de surede ilk üç ayetten oluşan “kasem bölümü”nden hemen sonra yer almalıdır. Gerek dilbilgisi kurallarına, gerekse suredeki söz akışına uygun olan bu durumun Arapçayı ve Kur’an ilimlerini bilenler tarafından reddedilmesi mümkün değildir.
Bize göre, kasem cümlesinin teknik özellikleri ve surenin bütünündeki söz akışı dikkate alınarak Büruc suresi yukarıdaki tertip üzerine okunup anlaşılmalıdır.


Ayetlerin Tahlili

1-3. Ayetler:


1-3Kur’ân âyetlerini öğrenmiş iyi hesap bilenleri, ölüm anını, değişime, yıkıma uğratılan toplumların kalıntılarını ve bunları gözlemleyenleri kanıt gösteririm ki,

Âyetteki sözcüklerin “hakikat” anlamlarına göre âyet grubunun anlamı, “Burçlar sahibi gökyüzüne, söz verilmiş o güne, şâhitlik edene ve şâhitlik edilene kasem olsun ki, Rabbinin kıskıvrak yakalaması gerçekten çok şiddetlidir” şeklindedir. Biz Meali, mecâzî anlama göre takdim ettik.


Kasem cümlesinin “kasem bölümü”nü oluşturan bu ayetlerdeki her sözcük, gerek hakikat gerekse mecaz anlamları itibariyle müteşabih olup birden fazla anlam ifade etmektedirler:

Sema

“السّماء Sema” sözcüğünden sadece dilimizdeki karşılığı olan “gökyüzü”nü anlarsak, sözcüğün kullanıldığı cümleleri anlamakta oldukça zorlanırız. Çünkü “sema” sözcüğünün ifade ettiği daha birçok anlam mevcuttur. Bu anlamlar şunlardır:
“Sema” sözcüğü, ‘yükseklik, yücelik’ anlamındaki ‘السّموّ es-sümüvv’ sözcüğünün türevlerindendir. Her yüksek ve yüce şeye ‘es-sema’ denilir. Gökyüzüne sema denilmesinin sebebi, yeryüzünden yukarıda olmasındandır. Her bir şeyin üstüne ve üstününe de sema denilir. Meselâ hesaba [matematiğe] da sema denilir. Çünkü matematik üstün bir ilimdir. Herhangi bir şeyin üst kısmına da sema denir. Ayakkabının üstü de, evin tavanı da birer semadır. Hatta bulutlara ve yağmura da sema denmiştir. ‘Es-sema’nın fiili olan ‘semâ’ fiili, ‘حسيب hasîp [ince hesap bilen, muhasebeci]’ ve ‘شريف şerif [onurlu, erdemli]’ kimselerin işleri için kullanılır. Bu demektir ki, iyi hesap [matematik] bilen kimseler de ‘sema’dır.”

Büruc

“البروج Büruc” sözcüğü, “البرج bürc” sözcüğünün çoğuludur. “Bürc” sözcüğü, “belirli bir şekil ve surete benzeyen sabit yıldız kümesi, tek hisarlı kale, kale duvarlarının üstüne yapılmış çıkıntı, yüksek köşk, konak ve Dünya’nın Güneş etrafındaki bir dönüşünün on iki bölümünden her birini temsil eden Koç, Kova, Akrep burçları gibi göksel duraklar” anlamında kullanılır.
“Bürc” sözcüğünün “yıldız kümesi” anlamına geldiğinden hareket edilerek “necm” sözcüğüne benzer bir şekilde “her bir defada inmiş Kur’an ayetleri” olarak da anlamlandırılabilir. Bu durumda “البروج büruc [burçlar]” sözcüğünü de mecazî olarak “Kur’an necmlerinden oluşmuş kümeler” ya da “Kur’an ayetlerinden oluşmuş öbekler” şeklinde anlamak mümkündür.
“Büruc” sözcüğünün karşılığı olarak “ayet öbekleri”; “sema” sözcüğünün karşılığı olarak da “iyi hesap [matematik] bilen kimseler” anlamı esas alındığında 1. ayet şu şekilde anlamlandırılabilir:

Kur’an ayetlerini öğrenmiş matematik bilginleri şahittir ki,

Bu şekildeki bir ifadelendirmeye göre; 1. ayette yapılan kasemle, iyi hesap bilen bilim adamlarının evrenin yapısını ve işleyişini tespit ederek evrenin sonunun [kıyametin] mutlaka gerçekleşeceğini bilimsel olarak ispat edecekleri ve bu bilgiyi de açıklayacakları kanıt gösterilmiş olmaktadır. Gerçekten de, 01. 08. 2002 tarihinde www.bilimveteknoloji.com adresinde yayınlanmış aşağıdaki bilgiler, ayetin yukarıdaki şekilde anlamlandırılmasını doğrular mahiyettedir:
“Devasa büyüklüğe ve akıl almaz karmaşıklığa sahip olan bu muhteşem evren her şey gibi bir gün son bulacaktır. Bu sonun nasıl olacağı sorusu, evrenin kapalı mı yoksa açık mı olduğu sorusunun cevabına bağlıdır. … Şu an teorik fizikçiler evrenin kapalı ya da açık oluşu ile ilgili kesin bir yargıya sahip değiller. Evren ister açık olsun ister kapalı, üzerindeki bu muhteşem denge eninde sonunda bozulacak ve madde bir şekilde yok olacaktır. Eğer evren kapalı ise, genişlemesi bir gün duracak ve Big Bang’in tersi bir şekilde, kütle çekiminin etkisi altında kalan evren zamanla küçülecek, ısınacak ve sonuçta sonsuz yoğunluk ve sıfır hacme ulaşarak yok olacaktır. Kesin bir bulgu olmamasına rağmen, bilim adamlarının çoğu evrenin sonunu bu şekilde tanımlamaktadır. Eğer evren açık ise üzerine çöküş gerçekleşmeyecek fakat geçen zamanla birlikte genişleyen evren soğuyacak ve üzerindeki maddeyi oluşturan tüm enerji harcanarak yok olacaktır. Bu ikinci yok oluş senaryosuna göre yıl sonra evrendeki tüm yıldızların yakıtı tükenecek ve bu enerji tükenişi ile soğuyan evren yaklaşık yıl sonra tamamı ile demire dönüşerek var olan tüm enerjisini tüketecek. Şimdilik evrenin sonu hakkında ancak bu iki olasılıktan birinin gerçekleşebileceği tahmin edilmektedir. …”

Vaat Edilen Gün

2. ayette geçen “vaat edilmiş gün” ifadesi, klâsik kaynaklarda ve onları izleyenlerin eserlerinde “ahiret günü” olarak değerlendirilmiştir. Biz bu değerlendirmenin yanlış olduğu kanısındayız. Çünkü ayette “vaat edilen gün”e yemin edilmiştir. Yemin etmenin bir bakıma kanıt göstermek olduğu daha önceki bölümlerde de ifade edilmişti. Bu durumda, kanıt gösterilen şeyin mutlaka elle tutulur, gözle görülür, muhatap tarafından algılanabilir somut bir şey olması gerekmektedir. Dolayısıyla somut olmayan, geleceğe ya da gaybe ait [soyut] bir şeyin kanıt gösterilmesi akla uygun değildir.
Bize göre “vaat edilmiş gün” ölüm günüdür, ölüm anıdır. Bu ölüm hem kişinin bireysel ölümünü hem de kıyametin birinci aşamasındaki toplu ölümü kapsar. Çünkü Kur’an vaat edilmiş günde herkesin mutlaka öldürüleceğini ve yine o gün herkesin mutlaka imana geleceğini bildirmektedir:

90-92Ve İsrâîloğulları'nı bol sudan/nehirden geçirdik. Ama Firavun ve askerleri azgınlık ve düşmanlıkla onları hemen izledi. Sonunda boğulma ona yetişince, “Gerçekten, İsrâîloğulları'nın inandığı Tanrı'dan başka tanrı olmadığına ben de inandım, ben de teslim olanlardanım” dedi. –Şimdi mi? Hâlbuki daha önce isyan etmiştin ve de bozgunculardan olmuştun. Artık Biz senden sonra geleceklere ibret olasın diye, bugün seni zırhınla birlikte kurtaracağız.– Ve şüphesiz insanlardan birçoğu kesinlikle Bizim âyetlerimize/ alâmetlerimize/ göstergelerimize karşı duyarsız/ilgisizdirler. (Yunus/ 90-92)


29Ve onlar, “Eğer siz doğrulardan iseniz bu vaat ettiğiniz ne zaman?” derler.
30De ki: “Size günün belirlenmiş bir zamanı vardır ki ondan ne bir saat geri kalabilirsiniz, ne de ileri geçebilirsiniz.”


9Tersine onlar, yetersiz bilgi içinde oynayıp duruyorlar.
10,11Şimdi sen, göğün, apaçık bir kıtlık getireceği günü gözetle. O kıtlık insanları sarıp sarmalar. Bu, elem verici bir azaptır.
12Rabbimiz! Bizden azabı kaldır. Şüphesiz biz artık kesinlikle inananlarız.
13,14Nerede onlarda öğüt almak? Hâlbuki kendilerine açıklayıcı bir elçi gelmişti. Sonra ondan yüz çevirdiler ve “Öğretilmiş bir deli/ gizli güçlerce desteklenen biri!” dediler.
15Şüphesiz Biz azabı birazcık kaldırırız, siz kesinlikle dönenlersiniz.
16En büyük bir yakalayışla yakalayacağımız gün, şüphesiz Biz, suçluyu yakalayıp ceza vererek adaleti sağlayanlarız. (Duhan/ 9-16)


19Ölümün sarhoşluğu gerçekten gerçek ile gelmiştir de: –“Ey insan! İşte bu, senin kaçıp durduğun şeydir.”–
20Ve Sûr da üflenmiştir. –“İşte bu, korkutulan gündür.”– 21Ve herkes, kendisiyle beraber bir sürücü ve bir şâhit bulunarak geldi. (Kaf/ 19- 21)


83Sen hemen bırak onları, kendilerine söz verilen günlerine kavuşuncaya kadar boşa uğraşsınlar ve oynayadursunlar. (Zühruf/ 83)


7-10İşte, göz şimşek gibi çaktığı, ay tutulduğu ve güneş ve ay bir araya getirildiği zaman, işte o gün insan, “Kaçış nereye/kaçacak yer neresi?” der.
11Kesinlikle onun düşündüğü gibi değil! Sığınak diye bir şey yoktur. 12O gün varıp durmak sadece Rabbinedir/ o gün varılıp durulacak yer, sadece Rabbinin huzurudur.
13O gün, o insan, önden yolladığı şeyler ve geriye bıraktığı şeyler ile haberdar edilir. (Kıyamet/ 10-13)


26-30Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! Köprücük kemiklerine dayandığı, “Çare bulan kimdir!” denildiği ve can çekişen kişi bunun o ayrılık anı olduğunu anladığı ve bacak bacağa dolaştığı zaman; işte o gün sürülüp götürülmek, sadece Rabbinedir. (Kıyamet/ 26-30)


Şahitlik Eden ve Şahitlik Edilen

Bu ayetle ilgili olarak bir hayli rivayet uydurulmuştur. Rivayet tefsircileri de bu temelsiz anlatılardan yola çıkarak cümlenin kasem cümlesi olduğunu hiç dikkate almadan, “şahitlik eden” ve “şahitlik edilen”in ne olduğu hakkında ulu orta beyanlarda bulunmuşlardır. Bu beyanlar alt alta yazıldığında, karşımıza aşağıdaki gibi bir liste çıkmaktadır:

Şahitlik eden : Şahitlik edilen :
Cuma günü, Arife günüdür.
Pazartesi günü, Cuma günüdür.
Hacer ül esved, Hacc yapanlardır.
Kurban bayramının 1. günü, Arife günüdür.
Tevriye günü, Arife günüdür.
Allah, Kıyamettir.
Peygamber, Ümmettir.
Peygamberler, Ümmetlerdir.
Peygamberler, Peygamberimizdir
Ümmet-i Muhammed, Diğer ümmetlerdir.
İsa peygamber, [belirtilmemiş]
İnsan, [belirtilmemiş]
İnsanın organları, [belirtilmemiş]
Hafaza melekleri, [belirtilmemiş]
Mallar, İnsanlardır.
Yaratıklar, İnsanlardır.

Oysa “şahitlik eden ve şahitlik edilen” cümlesi kesinlikle kasem [kanıt] olarak açıklanmalıdır. Yani ayetteki şahit ve şahidin tanık olduğu şeyler, Rabbimizin kıskıvrak yakalayışının kanıtı veya tanığı olmalıdır. Meselâ, Fil suresinde açıklandığı gibi, bu surenin muhatapları arasında Kâbe’yi yıkmak isteyen Fil Ashabının Rabbimiz tarafından nasıl kıskıvrak yakalandığının ve perişan edildiğinin canlı şahitlerinin bulunuyor olması, bu ayetteki tanıklığın bariz bir örneğini teşkil etmektedir.
Ayetteki “şahitlik eden” ve “şahitlik edilen”i bulma işi Müslümanların görevidir. Çünkü Rabbimiz birçok ayette yeryüzünde gezip dolaşmamızı ve eski medeniyetler hakkında bilgi edinmemizi emretmektedir. Rabbimiz tarafından böyle bir emrin verilmesi, inkârcıları nasıl kıskıvrak yakaladığının kanıtlarını bulmamıza ve bu yakalayıştaki çetinliğe tanık olarak aklımızı başımıza toplamamıza yöneliktir.
Rabbimizin geçmiş medeniyetleri araştırmamızı emreden birçok ayetinden bazıları şunlardır:

6Görmediler mi ki Biz, onlardan önce yeryüzünde size vermediğimiz bütün imkânları kendilerine verdiğimiz, gökyüzünü üzerlerine bereketlerle gönderip altlarında ırmaklar akıttığımız nice nesilleri değişime/yıkıma uğrattık. Biz onları, günahları sebebiyle değişime/yıkıma uğrattık ve onların sonrasından başka bir nesil oluşturduk. (En’âm/ 6)


45Sonra nice kentler de vardı ki şirk koşmak sûretiyle yanlış; kendi zararlarına iş yaparlarken Biz, onları değişime/ yıkıma uğrattık. Artık damları çökmüş, duvarları üzerine yıkılmıştır; nice terk edilmiş kuyularla bomboş kalmış yüksek saraylar!
46Peki onlar, yeryüzünde dolaşmadılar mı ki kendilerinin, akıl edecekleri kalpleri ve işitecekleri kulakları olsun. İşte, şüphe yok ki, gözler kör olmaz, fakat göğüslerin içindeki kalpler kör olur. (Hacc/ 45, 46)


9Onlar, yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin âkıbetlerinin nasıl olduğuna bakmadılar mı? Onlar, kendilerinden daha güçlü idiler; yeryüzünü kazıp altüst etmişler, onu bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi. Elçileri de onlara nice açık delilleri getirmişlerdi. O hâlde Allah onlara haksızlık edecek değildi, fakat onlar şirk koşarak kendilerine haksızlık etmekteydiler.
(Rum/ 9)

36Biz onlardan önce kendilerinden daha çetin güce sahip nice nesilleri değişime, yıkıma uğrattık. Öyle ki onlar beldeleri delik-deşik ediyorlardı. Hiç kaçıp kurtulacak yer var mı?
37Şüphesiz ki bunda aklı, anlayışı, vicdanı olan veya kendisi tanık olarak kulak veren kimse için elbette öğüt vardır. (Kaf/ 36, 37)


Ayrıca Âl-i Imran 137, En’âm 11, Yusuf 109, Neml 69, Ankebut 20, Rum 42, Fatır 44, Muhammed 10, Nahl 36, Zühruf 8, Mümin 21 ve 82. ayetlere de bakılabilir.
Bu ayetlerden anlaşılmaktadır ki, yeryüzü gezip dolaşılır ve bugüne kadar yapılmış arkeolojik çalışmalardan elde edilen veriler incelenirse, Rabbimizin inkârcıları kıskıvrak yakalayışına tanık ve kanıt olacak nice örenler/antik harabeler gözlenebilecektir. Eskiden yaşamış inkârcı toplumlara ait nice kalıntılar, bugün insanların dolaşıp incelemeleri ve ilahi yasanın nasıl işlediğini görmeleri için dünyanın her bir köşesinde meraklılarını beklemektedir.

4-9. ayetler:

4,5Uhdud'un/şiddetli tutuşturulmuş ateşin ashâbı öldürüldü: 6Hani onlar, onun üzerine oturmuşlar 7ve inananlara yaptıklarına tanık idiler. 8,9Mü’minleri cezalandırmalarının sebebi de, onların yalnız çok güçlü, övgüye lâyık, göklerin ve yerin hükümranlığı Kendisinin olan ve her şeye tanık olan Allah'a inanmalarından başka bir şey değildi.

Ashab-ı Uhdud

Kur’an’ın üslûbundan, Mekke halkının Firavun, Âd ve Semud’u bildikleri gibi, Uhdud halkından da haberdar oldukları anlaşılmaktadır. Ashab-ı Uhdud’un kimler olduğu, ne zaman ve nerede yaşadıkları hakkında çok değişik rivayetler vardır. Bu rivayetlerin her birinin de uzunca birer hikâyesi vardır. Hangisinin doğru olduğu belli olmamakla birlikte, bu rivayetlere göre olay Yemen, Necran, Irak, Şam, Habeş, Mecusî veya Yahudî krallarından biri tarafından meydana getirilmiştir. Zaten Kur’an da bu olayı yer, zaman ve faillerinin kim olduklarını belirtmeden zikretmektedir. Kur’an’ın anlatışına göre; Allah’a inanmayan kâfir bir beldenin hükümdarı, Allah’a inananları dinlerinden çevirmek ve tekrar eski sapık dine döndürmek için uzun ve derin hendekler, kanallar [uhdud] kazdırarak içine büyük ateşler yaktırmış ve Allah’a inanmakta ısrar edenleri bu ateşin içine atmıştır. Sadece Allah’a inandıkları için cezalandırılan insanların maruz kaldıkları bu vahşet ise Allah’a iman etmeyen zalimler tarafından seyredilmiştir.
Orta Çağ kaynaklarında Uhdud halkı ve yukarıdaki ayetlerde açıklanan olaylar ile ilgili çok değişik bilgiler yer almaktadır. Bu bilgiler arasında en çok itibar edilenler, Razi, İbn-i Kesir, İbn-i Cerir, İmam Ahmed, Müslim, Nesaî, Tirmizî, Abdürrezzak b. Ebi Şeybe, Taberanî, Abd b. Humeyd tarafından nakledilenlerdir. İlgilenenler için bu nakillerin özeti niteliğinde olan bazı pasajları Mevdudî’nin Tefhimu’l-Kur’an adlı eserinden aynen aktarıyoruz:
“1- Bir kral ve bir sihirbaz vardı. Sihirbaz çok yaşlandığı için bir gün krala ‘Bana bir genç verin de onu yetiştireyim’ diye arz eder. Bunun üzerine kral da bir genci görevlendirerek onu sihirbaza gönderdi. Ancak bu genç, sihirbazın yanına giderken yolu üzerindeki bir rahibe [galiba Hıristiyanlığa mensup birine] uğradı.
Böylece genç bu rahipten feyz alarak iman ehli oldu. Elinden körler ve cüzamlılar şifa bulmaya başladılar. Krala bu gencin dininden döndüğü haber verilince kral çok öfkelendi. Önce rahibi öldürdü, sonra da genci öldürmek istedi. Ancak gence hiçbir şey tesir etmiyordu. Sonunda genç delikanlı krala şöyle söyledi: “Şayet beni öldürmek istiyorsan, halkı topla ve bana ok atarken ‘Bu gencin Rabbinin ismiyle’ de. Ben ancak o zaman ölürüm.” Kral da böyle yaparak genci öldürdü. Halk tüm olanları gördükten sonra ‘Bu gencin Rabbine iman ettik’ dediler. Bunun üzerine kralın müşavirleri ‘Korktuğumuz başımıza geldi. Bu halk bizim dinimizi bırakarak o gencin dinini kabul etti’ dediler. Bu haber üzerine kral oldukça kızdı ve yolların kenarlarına hendekler kazdırarak içinde ateş yakmalarını emretti. O gencin Rabbine iman edenlerden dönmeyenleri ateşe attırıyordu. (İmam Ahmet, Müslim, Neseî, Tirmizi, İbn Cerir, Abdurrezzak b. Ebi Şeybe, Tabarânî, Abd b. Humeyd)
2- Hz. Ali’den [r.a] rivayet olunduğuna göre, İran Kisrâsı, birgün içkiden dolayı sarhoşken kendi kız kardeşi ile zina etmiş ve ikisi arasındaki ilişki devam etmişti. Bu haber halk arasında yayılınca, Kisrâ ‘Tanrı kız kardeşlerle evlenmeyi helal etti’ diye ilan etmiş, halk da buna karşı çıkınca azap etmeye, hatta onları ateş dolu hendeklere atarak öldürmeye başladı. Hz. Ali, Mecusilerde kız kardeşle evlenme adetinin o zamandan başladığını söyler. (İbn Cerir)
3- İbn Abbas da buna benzer bir olayı [galiba İsrâiliyata dayanarak] şöyle nakletmiştir: “Babilliler İsrailoğulları’nı Hz. Musa’nın dininden dönmeleri için zorladılar ve dinlerinden dönmeyenleri ateş dolu hendeklere attılar.” (İbn Cerir, Abd b. Humeyd)
4] Bu olaylar içinde en meşhuru Necran Hıristiyanlarının başına gelendir. Bunu İbn Hişam, Taberî, İbn Haldun ve Mu’cemu’l-Buldan’ın sahibi ile diğer Müslüman tarihçiler rivayet ederler. Olayın özeti şöyledir:
Himyer [Yemen] Kralı Tuban Esed Ebu Karib, bir defasında Medine’yi ziyaret etti. Orada Yahudilerle temas kurarak dinini değiştirdi ve Yahudi oldu. Daha sonra [Yahudilerin Medine’deki kollarından biri olan] Beni Kurayza’dan iki Yahûdi alim alarak Yemen’e getirdi. Böylece orada Yahudiliği yaymaya başladılar. Daha sonra tahta oğlu Zûnuvas geçti. Zûnuvas [Arabistan’ın güneyinde Hıristiyanların en kuvvetli merkezlerinden biri olan] Necrân’ı ortadan kaldırmak için hücum ederek oranın halkını Yahudi olmaları için zorlamaya başladı. [İbn Hişam bunların Hz. İsa’nın gerçek dini üzerinde bulunduklarını söyler] Zûnuvas Necran’ı ele geçirdikten sonra halkı Yahudiliğe davet edince, halk bu daveti reddetti.
O da bundan dolayı birçok kimseyi ateş dolu hendeklere atarak yaktı ve birçoğunu da katletti. Toplam 20.000 kişi öldürüldü. Necran ahalisinden bir şahıs, dost Zûsaliban’a gitmeyi başardı. Bir rivayete göre Rum Kayseri’ne gitti, bir başka rivayete göre ise Habeşistan Kral’ı Necaşi’ye giderek bu zulmü ona anlattı. Birinci rivayete göre Rum Kayseri Habeşistan kralına mektup yazdı. İkinci rivayete göre ise Necaşi Rum Kayseri’ne deniz kuvvetleri göndermesi için ricada bulundu. Sonunda Habeşistan, Uryat isimli bir komutanın emri altında 20.000 askeri Yemen’e gönderdi. Zûnuvas öldürülerek Yahudi hakimiyeti ortadan kaldırıldı ve Yemen Habeşistan sınırlarına dahil edildi.
İslâm tarihçileri bu olayı sadece tasdik etmekle kalmaz, ayrıca ayrıntılı bilgi de verirler. Yemen ilkin M. 340 Yılında Hıristiyanların eline geçti ve M. 378’e kadar buradaki hâkimiyetleri devam etti. O dönemde Hıristiyan misyonerler Yemen’e geldiler. Bu dönemde zahit, mücahit ve iman sahibi bir Hıristiyan seyyah olan Faymiyun Necran’a geldi ve halka putlara tapmaktan vazgeçmeleri için tebliğ etmeye başladı. Bu tebliğ sayesinde Necran halkı Hıristiyanlığı kabul etti. Necran’ı üç kişi idare ediyordu. Biri o kabilenin başkanlığını, dışişlerini ve askeri işlerini yürüten Seyyid, ikincisi içişlerini yürüten Akib, üçüncüsü dini işleri idare eden Papaz. Güney Arabistan’da Necran önemli bir stratejik konuma sahipti. Aynı zamanda ticaret ve sanayi merkeziydi. Sun’î ipek, deri ve silah sanatları revaçtaydı, ayrıca Yemen cübbesi de meşhurdu. Bundan da anlaşılıyor ki, Zûnuvas Necran’ı sadece dinî endişelerle değil, siyasi ve ekonomik nedenlerle işgal etmek için yola çıkmıştı. Necran’ın Seyyidi Harise hakkında bir Süryâni tarihçisi olan Haritas şöyle yazar: “Zûnuvas onu katletti ve iki kızını da öldürdükten sonra, kızlarının kanını içmesi için karısı Roma’yı zorladı. Sonra onu da katletti. Papaz Paul’un mezarını kazdırdı ve kemiklerini ateşe attırdı. Ateş dolu hendekler içinde kadınları, erkekleri, çocukları, papaz ve rahipleri yaktılar. 20.000 ile 40.000 arasında insan telef oldu.” Bu olay M. 523’ün Ekim ayında vukû buldu. Nihayet M. 525’de Habeşistan Yemen’e saldırarak Zûnuvas’ın Himyer saltanatına son verdi. Yemen’de bir bölge olan Hüsni Gurap’ta yapılan arkeolojik araştırmalar sırasında birtakım levhalar bulunmuş ve bunların üzerindeki yazılardan bu olayları aydınlatıcı bilgiler elde edilmiştir.
M. 6. Yüzyılda Hıristiyanların çeşitli kitaplarında Ashab-ı Uhdud hadisesi zikredilmiş ve bizzat görenler tarafından ayrıntılı bir biçimde nakledilmiştir. Şahitlerden bazıları anlatma yolunu seçerken bazıları da olayı bizzat yazmışlardır. Şu üç kitabın yazarı da o dönemde yaşamıştır.
Birincisi Prokopius, ikincisi Cosmos Indcopleustis [Habeş Necaşisi Elesboan’ın emriyle Batlamyus’un Yunanca kitabını tercüme etmekteydi. Habeşistan’ın sahil şehri Andolis’te oturuyordu], üçüncüsü de Johannes Mala’dır. Ondan sonra da bir çok tarihçi bu olayı nakletmiştir. Daha sonraları Johannes of Ephesus da [öl. 585] yazdığı Kanisa Tarihi’nde Necran Hıristiyanlarının ateşe atılmaları hadisesi hakkında, Papaz Simeon’un Dercila’nın başkanı Abbot von Gabula’ya yazdığı bir mektubu nakleder. Papaz Simeon, bu hadiseyi bizzat gören Yemenlilerden rivayet etmiştir. Bu mektup ayrıca M. 1881 ve M. 1890’da ‘Hristiyan Şahidlerinin Hayatı’ adlı bir kitapta yayınlanmıştır. Yakubî Patriarch Dionusisus ve Zacharia of Mitylene Süryani lisanında basılan kitaplardan nakletmişlerdir. Yakub Surucî de Necran Hıristiyanları hakkında bilgi vermiştir. Erreha [Edessa] Papazı Pulus, Necranlı Hıristiyanların katledilmeleri dolayısıyla bir mersiye yazmış ve bu mersiye günümüze kadar gelmiştir. Süryani lisanında yazılan kitabın İngilizce tercümesi “Book of the Himyarites” adlı eser de Müslüman tarihçilerin açıklamalarını onaylamaktadır. British Museum’da bu dönemle ilgili Habeşistan’dan gelen birtakım vesikalar bulunmaktadır ve bu vesikalar da hadiseyi doğrulamaktadırlar. Filbî de “Arabian Highland” adlı kendi seyahat kitabında Necranlıların Ashab-ı Uhdud olayının geçtiği yeri hâlâ bildiklerini yazmaktadır. Ummi Hark’ın yanında bir tepe üzerinde bazı resimler de bulunmaktadır. Ayrıca Necran’daki Kâbe’nin yeri de Necran halkı tarafından bilinmektedir. Habeşistan Hıristiyanları Necran’ı ele geçirdikten sonra buraya Kâbe şeklinde bir mabet inşa etmişler ve Mekke’deki Kâbe-i Muazzama yerine bunu dinî merkez kılmak istemişlerdir. Buranın papazları başlarına sarık sararlardı. Ayrıca bu mabedi “Harem” ilân etmişlerdi. Roma buraya malî yardımda bulunuyordu. Mabedin papazları Rasulullah [s.a.] ile münazara yapmak için Mekke’ye de gelmişlerdir.”

Konu dost1 tarafından (12. January 2014 Saat 04:23 PM ) değiştirilmiştir. Sebep: Düzeltmeler yapmak.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla