Tekil Mesaj gösterimi
Alt 21. June 2012, 07:03 PM   #4
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart BAKARA-270 ve DEVAMI

BAKARA-270 VE SADAKA ZEKATTAN ÇOK MAKBÜL VE BÜYÜKTÜR.

Sadaka bedenen çalışarak hem kendisini, hem iyalini(bakmakla yükümlü olduğu aile afradını) ve hem de infak edilmesi gerekenlerin infak edilmesi havarilerin(zamanın kollektivistlerinin) uyguladığı infak yöntemidir. Öyle bir sosyal devlet ve topluculuk uygulamasıdır ki, buna gizli infak denilir. Herkes herkesi infakla yükümlüdür, ama karşılıklı verip alma yerine kamu nam ve hesabına maişet(ihtiyaca yeterli hak ediş) karşılığı çalışıldığı için maişetten artan artık değer aynı havuzda toplanarak her dara düşeni bu havuzdan geçimlik seviyesine ulaştırarak imdat olma özelliği taşır.

İnsanlar ferdiyetçi sisteme geçince bu hak dinin mükemmel kurumu ihmal edildi. Bu kez, mülkten alınan bir tür emlak(Taşınır taşınmaz servet) vergisi zekat adını alırken, servet, sermaye, rant, irat gelirleri olmayıp da yalnızca bedensel çalışmasıyla kazananların muhtaçlara yaptığı yardıma dar anlamda sadaka denildi. Halbuki havra kollektivizminde sadece emekle kazanmak ve üretim yerlerini ve üretim araçlarını müşterek kullanma esası geçerli olduğu ve kişilerin buradan maişetin üzerinde yarattığı değerler herkese imdat olarak kamuya bırakıldığı ve bu bırakılanın niteliği sadaka cinsinden olduğu için sonraki sapmada, emek dışı elde edilen gelirden verilen yardıma da sadaka dendi. Yani sadakanın geniş ve dar anlamda infak özelliği bundandır.

Sadakanın bedensel çalışmanın infak vergisi olduğunun en önemli kanıtı sahabelerin “biz bedenen çalışır sadaka verirdik” hadisidir. Farz olan budur. Ama madem ki miras diye bir kurum vardır, zekat tamamen dışlanamamıştır. Çünkü miras bir mükteseptir ve mutlaka vergilendirilmesi gerekir. Ama hak din varsa, değer kamu adına üretildiği için kamunun kendisine vergi(Zekat) vermesi akıl dışı olacağından, zekat özel emlaklerı özel servetlerin, özel iratların olduğu toplumlarda sadakanın yerini almıştır. Bu ise ideal değildir. Çünkü Saf-14 bize havarilerin sosyo ekonomi politiğini uygulayın demektedir. Ne demişti İsa havari olmak isteyen kişiye "neyin var, neyin yoksa ondan kurtul da gel". Yani ancak geçimini sağlarsın miras bırakamaz, miras edinemezsin.

Yine nema ve riba genel artmadır. Zekatın da kavramsal anlamı artmadır. İkisi arasındaki fark, nema ve riba gelir ve servette kabarma, zekat ise nema ve riba denilen genel artmadan kişinin ve iyalinin geçim masrafları çıktıktan sonra artandır. Yani anlaşılır bir şekilde ifade edersek, nema ve riba masraflar düşülmemiş artma, zekat ise geçim masrafları düştükten sonra geriye kalandır. Bunun-zekatın infak edilmesi hak dinin emridir. Zekat vermek, bu geri kalanı vermek(İnfak etmek)tir. Şu halde nema veya ribadan zekatın verilmemesi ''Kenz''i meydana getirtir, bu da haramı doğurur. İnsanlara gerçeği böyle ifade etseler, bunun kolay yolu olan sosyalizm ve kollektivizmden insanlar kaçma yerine kendileri koşacaklardır. Çünkü diyeceklerdir ki, mademki ne kadar çok gelir sağlarsam sağlayayım, bana benimle iyalimin infak ve ihtiyacı kadarı bırakılıp fazlası çekip alınacaktır. Ben enayi miyim ki, başkalarını bakmak için gecemi gündüzümü heba edip yorulayım riske gireyim diyecektir. Çünkü bunu angarya saymayacak çok az insan vardır. Onun için zamanın muttakileri, İbrahim Peygamberin Beytinden(Beyt-i Atiyk'ten) esinlenerek/aklederek havra,manastır kollektivizmi olan Beytü’l Atik’i meydana getirmişler kollektif çalışma sistemini kurmuşlardır. Onun için Yesir kavramı solda olmanın yanında kolaylık olarak kavramlaşmıştır; ki asıl Ashabü’l Yemin, muhsin oldukları için yeminlerine sadık olanlar bunlardır.

Bilindiği gibi infak muhtacın geçim masraflarının karşılanmasıdır. Barınma, giyinme, yeme içme, eğitim, kültür, sağlık v.s giderlerinin karşılanmasıdır. Kişinin hak dinde üç değişik zatı infak etmesi gerekir:
Birincisi kendisini infak edip başkalarına yük olmayacak.
İkincisi iyalini(geçimi üzerinde olan şahısları) infak edecek.
Üçüncüsü Hak dinin üzerine farz olarak yüklediği geçimliğini sağlayacak kadar kazançları olmayanları kendi geçimlik seviyesinde infak edecek, yani eşitlenecekler.
Dördüncüsü dinin zorunlu saydığı devletini kurup ilkellikten kurtulmasıyla ortaya çıkan kamu görevlerinin yapılması için gereken masrafları karşılayacak.

Eğer bedevilik, aşiretçilik gibi ilkel bir konumundan kurtulunamamışsa muhtaçlara elden geçim masraflarını verecektir. Hak din emri olan devleti kurmuşsa, tek bir vergiyle hem devletin masraflarını karşılayacak ve hem de özel fonda biriktirilip (Enfal-41) muhtaçları ÖNCE İŞ ve mümkün olmadığında aş sahibi yapacak şekilde ayrı fonda biriktirilmek üzere infak görevini yerine getirecektir.

Sosyal hukuk devleti Hak dinin olmazsa olmaz şartıdır. Sadakanın gizli verilmesi gerekir ve makbul olan da budur. Çalışan sadakasını devlete(havraya, manastıra...) bırakıp muhtaca da devlet(havra, manastır...) verdiğinden, veren kime verdiğini, alan da kimden aldiğini bilmediğinden bu yönden sadakada gizlilik sağlanmıştır. Bunu yapanlar sıdıklardır. Sosyal hukuk devletinin bu görevini inkar edenler münkir, onu kurmayan veya kurulmuşken yıkmaya çalışanlar, sosyal hukuk sistemi yerine kapitalizmi getirenler zalim ve fasıktırlar. Sadaka infak ve zekatı da içine alan farzlardandır. Kim ki, zekat farz, infak nafile derse, o Muhammed Peygamber ile gelen vahiyi inkar etmiştir. Allah onlarda bir hayır görmediği için onlara hikmetle hidayet etmemiştir.

İnfakın en eksiksizi havra-harem ortaklığında yerine getirildiği için buna sadakat mastarından olma sadaka denilmiştir. O zekattan daha büyük ve medeni toplumun idrak edeceği, bütün toplumun maişet karşılığı kamuya çalışması ve artık değerlerin özel şahıslar israf etsin diye değil, devlet çaresize çare olsun diye bırakılması sadaka cinsindendir. Böyle bir toplumda zaten zekat söz konusu değildir.

Zekat, muttakiler kollektivizmi dışında kalan toplumlarda Mu'minun:4-5. ayette infak olarak geçen hükümdür. Yani artık değerler kamuya bırakılmadığı için, kamunun veya fertlerin hakkı olan infak alacağının mülk veya kazanç sahibinden tahsilidir. Kamuya çalışmada fazlalık zaten kamuda meydana gelmiş, fert bundan maişetini almış ve bakiyesini kamuya bırakmışsa, elinde artan yoktur ki zekat verilsin. İşte gizli vermek de, infak etmek de, sadaka denilenin hem dar anlamı ve hem de geniş anlamı ile bunlardır. Vermede en ideal olan sadık dostlar örgütlenmesi olan havralar, manastırlar, mescidi'l haramlar, sosyal ve kollektivist devletler( Namazın dosdoğru kılındığı yerler) olduğu için sadaka kavramı hem genel hem de en ideal verme türüdür. Maldan değil, candan, emeğinden, hayatından, ömründen, göz nurundan vermedir. Çünkü üretmektedir. Farzın en makbul ödeme şekli olduğu gibi kirden arındıran ve hayırda yarıştıran ideal verme biçimidir. Onun için ayet, infakta ideal olanın nezrederek(Fi Sebilullah olarak)-kendisini havraya... vakfederek eksiksiz sadaka veren gerçek müslümanları da, zekatı kuşa çevirip, infakı farz olmaktan çıkartan ve bir öğün yemek vermeye yoran zalimleri de Allah'ın gördüğünü de bildiğini de söyler Bakara-270. ayet. Şöyle ki:

“Her ne nafaka verdiniz veya ne adak adadınızsa her halde Allah onu bilir fakat zalimlerin yardımcıları yoktur.(Bakara-270)

Kendisine hikmet verilenler zühde(kollektivizme) yöneldikleri için infakların karşılıklı olduğu mülkte iştirak ''karye''leri olan Mescid el haram, Havra, manastır Beyt’ül Atıyk hariminde(İştirak halinde mülkiyetinde) sadakalarını verirler. Allah’a da, Beriyye’ye(halka-insanlara) de sadakat ve vefalarını isbat ederler. İşte hikmet böylelerine, yani anti feodalist, antiliberalist, anti kapitalist olanlara verilir. Diğerleri zalim olduğu için onlardan esirgenir. Bunun için bu iki ayet peşipeşine verilmiştir ki, kim ki temizlenmenin yolunun sadaka statüsünde infak etmeyi ve edilmeyi istem yapmışsa, ona hikmetle hidayet edilmiştir. Kim ki, bunu kerih görür, o da zulme yönelmiş müsriflerdendir. Ayetlerin böyle sıralanmasının hikmeti budur. Bu ayeti iyice deşifre etmek için, nema, riba, infak, zekat ve sadaka tanımları ve mahiyetleri hakkında ön bilgi vermek gerekir. Bilhassa ayette geçen nezr bir malı adamak değil, kendisini Allah yoluna, halkın eşitliğine, refahına adamaktır. Bunlar mülkleşmedikleri için verdikleri vergi(Artık değerlerini kamuya bırakma ve içinden sadece maişetlerini geriye alma) şeklindeki uygulama infakta zekat türü değil, sadaka türüdür. Bilindiği gibi zekat serbest çalışanların (Bakara:219/2)''Mu'minun:4-5 ve Nahl-71''e göre artanı vermesidir.

Zaten bunların ibadeti ve verme türleri hem gizli ve hem de en makbul olduğu için havra kollektivistlerinin kendini sebilullaha adamaları(kurban kesmeleri-kendilerini nezretmeleri) en makbuldür. Bire yedi yüz sevap alacaklar da yalnız bunlardır. Çünkü üzerlerinde insan haklarının zerresi kalmadığı gibi allah emrini doğru anlayıp doğru uygulayan ve mülk şehvetine gerçekten direnerek fitneyi ortadan kaldırarak dini Allah’ın dini yapan yiğitler bunlardır. Hem de mülkperestlikten kurtulmakla putperestlikten kurtularak hanif ismini hak etmişlerdir.

MERHUM YAZIR BAKARA-270 AYET İÇİN NE DEMİŞTİR?

“270- Cenab-ı Allah'ın lütuf ve rahmeti işte böyle geniştir. Fakat Allah Teâlâ'nın bu irşadlarını ancak "ülü'l-elbâb" olan, yani ilmiyle âmil olan hikmet ehli ve derin düşünceliler anlar. Bunlardan başkası ilâhî telkinler ile şeytanî telkinlerin arasındaki farkı anlayıp ayırdedemezler. Allah'ın İNFAK emrindeki ve diğer emirlerindeki incelik ve hikmetleri, ilâhî ihsan ve ikramların genişliğini takdir edemezler. Onlar şeytanın vesvesesine aldanabilirler; çünkü kalbleri bozuktur, düşünceleri çürüktür, lübsüzdürler, yani işin özünü kavrayamazlar. Ayrıca Allah, "alîm" olduğu için, az veya çok, iyi veya kötü, gerek Allah yolunda, gerek şeytan yolunda her ne niyyetle, her ne türlü nafaka harcar veya infak ederseniz veya ister ibadet ve taat, ister masiyet ve günah uğruna ne adak adarsanız, nezir yaparsanız, onu da şüphesiz Allah bilir. Ona göre ne yapacağını da bilir; iyiye iyi, kötüye kötü ecir ve ceza verir. Bundan dolayı Allah'dan bir şey gizlenir sanıp da kötülüğü ibadet ve taat, ibadet ve taatı da masiyet yerine koymamalıdır.

Allah'ın hakkını, kulların hakkını hiçe sayarak ve çiğneyerek insan, ne başkalarına, ne de kendi kendine zulüm ve haksızlık etmemelidir. Çünkü genellikle zalimler çıkarına yardımcı cinsinden bir kişi, bir şefaatçi yoktur. Allah'ın azabı o zalimleri yakaladığı gün, hiçbir taraftan bir kimse çıkıp da onlara yardımcı olmaz ve olamaz. Zulüm herhangi bir şeyi, hakkı lâyıkı olan yerin dışına koymak demek olduğundan, iyilik tohumu ekmek için yapılması gereken infakları günah ve kötülük uğruna harcayarak şer tohumu ekmek veya ibadet ve taata harcanması lazım gelen adakları, masiyetlere harcamak, mal varlığını gizleyip borcu olan vergileri ve zekâtları vermemek veya adayıp da adağını yerine getirmemek veya kötü ve işe yaramaz şeyler infak etmek veya daha başka yollarla insanların haklarını yemek suretiyle zulmedenler en çok kendilerine yazık etmiş ve zulmetmiş olurlar. Allah'ın kurduğu hikmetli düzen, bir gün bunları elbette yakalar ve cezaya çarptırır.

İşte o gün onlara bir taraftan bir yardımcı çıkıp da el uzatmasına ihtimal bile yoktur. Allah'ı saymayan o zalimlerin, her şeye gücü yeten Allah Teâlâ'dan imdat beklemeye de hakları yoktur. Allah'ın herşeyi kuşatmış olan bilgisi, onların hiçbir niyetini, hiçbir hareketini kaçırmayacağından, hikmet gereği olarak lâyık oldukları cezalarını bulurlar. Burada, "Hikmetin başı Allah korkusudur." hadisinin anlamına işaret vardır. Zira Allah'dan korkmayanlar her zaman korkulacak akıbete uğrarlar. Hikmetin, iyiliği elde etmek mânâsı, Allah sevgisine bağlı olduğu gibi, ondan daha önce gelen kötülüğün önlenmesi mânâsı da Allah korkusuna bağlıdır. Saygısız bir ilişki; severken sevilmek arzusundan ve sevilmemek korkusundan etkilenmeyen, kaybolmasından korkulmayan ve endişe duyulmayan, laubali ve ciddiyetsiz bir ilişki; sevgi değil, bir eğlencedir. Sevdiğinin rızasını gözetmeyen ve onu her fenalığa razı olur sanarak, hiçbir hareketten nefret ve iğrenmesini hesaba katmayan ve bütün bu tarz düşüncelerinden dolayı, ona karşı hiçbir edepsizlikten korkup çekinmeyen bir kimsenin seviyorum iddiasında bulunması, bir oyun ve eğlenceden başka ne olur? En yüksek, en hassas sevgi, en küçük bir karşı gelmeye meydan vermemek için titreyen ve bu titreyişten en yüksek bir edep ve terbiye ilhamı alan kalbin sevgisidir.

Ayrıca izzetinefsi olmayan sevgilinin ne seveninde, ne de sevgisinde bir değer ve anlam yoktur. İzzet ve şerefin ilk hükmü ise heybet, vakar, saygı ve korku telkin etmesidir. Sevginin gereğini yerine getirmeye lâyık, muhabbeti küstahlığa çevirmeye engel olacak böyle bir ihtişam ve korkudan yoksun olan muhabbet iddiaları, yalandan ve tahakküm etme duygusundan başka bir şey değildir. Hiçbir sevgi tasavvur edilemez ki, onda en derin elemlerin ve lezzetlerin çatışmasından çıkan ateşli bir heyecan bulunmasın. Gerçek aşığın kalbi en büyük savaş meydanlarından daha fazla heyecanlı, en büyük zevk meclislerinden daha neşelidir. Hicran (ayrılık) ile visâl (kavuşma)ın çarpışmadığı hiçbir sevgi anı düşünülemez. Elektrikte müsbet (artı) ve menfi (eksi) iki zıt akım birleşmedikçe faydalı bir akım meydana gelmediği gibi, kalbde de elem ile haz, korku ile muhabbet kaynaşmadıkça sevgi akımı meydana gelmez. Göz yaşıyla temizlenmedikçe hikmet nuru hasıl olmaz. Bundan dolayı Allah sevgisi, hem bilgiyi, hem ameli güzel bir sonuca ulaştıran hikmetin bir kanadı olduğu gibi, Allah'ın terk etme korkusu da ilim ve ameli her türlü kötülükten ve bozukluktan koruyan hikmetin başıdır.

Ayrıca aşkta sevgi ve muhabbet yükseldikçe korku ve endişe de yükselir. Yükselmenin zevk ve heyecanı, düşmenin korkusuyla orantılıdır. Huzurun şartı, gıyabın şartından ayrı olduğu gibi, yakın olmanın şartları ile uzak olmanın şartları da başka başkadır. Bunun içindir ki Allah sevgisine mazhar olan ve yalnızca sevmiş değil, ayrıca sevilmiş olduklarını da bilen büyükler, "Onlar için hiçbir korku yoktur, mahzun da olmayacaklar." (Yunus, 10/62) müjdesini aldıkları halde, "İyiler için hasenat sayılan birtakım hâl ve hareketler vardır ki, bunların en yakınlardan sudur etmesi kabahat sayılır." endişesinden dolayı onlar, her an hasenatlarının kabahat sayılması tehlikesini bildiklerinden, söz konusu yakınlığın gereği olan en yüksek terkedilme korku derecesinde bulunurlar. Öyle işler vardır ki, küçüklerden sudur etmesi onlara derece kazandırırken, büyüklerden sudûr etmesi -Allah korusun- büyük bir cinayet sayılır. İşte Cenab-ı Allah hikmeti açıkladıktan sonra, bu korku mertebelerine işaret etmek üzere önce, "Bunu üstün akıllılardan başkası anlamaz." sonra, "Muhakkak ki, Allah onu bilir." daha sonra da "Zalimlere hiçbir yardımcı bulunmayacak." diye işaret ve delâletten sarahata doğru üç dereceli birer ihtar ve uyarıda bulunmuştur.”

Dikkat edilirse Bakara-269. ayet infakın önemini ve zekat gibi fazla maldan değil, sadaka gibi candan verenlerin mukayese edildiği Bakara-261-280 ayetleri arasında yer almaktadır. Ulul elbab olan hikmetle hidayet edilenler de mülkperestlikten alakasını kesmiş gerçek muhsinlerdir. Bunlar ister mecbur kaldıkları için yaşadıkları ferdiyetçi sistemde mizanda vezin gereği zorunlu ihtiyaç fazlasını vermek emrine direnerek az vermekte israr edenlerden olmayarak muhsin sıfatını kazansınlar. İsterse de tertemiz olmak ve Beriyye’ye en çok faydalı olmak için Fi sebilullah olarak canının insaniyet uğruna allah için allah yoluna nezreden kollektivist muttakiler sadık dostlar toplumunu kursunlar, bunlar sadaka veren sıdıklardır. Hayırda yarışanlar da bunlardır(Fatır-29 ve 32/son).

Fatır-29 ayetin devamı olan ve hak dinin en önemli kurumu olan infaka ilişkin ayetler arasında yer alan Hikmet, açıklandığına ve onların mülk tutkusunu kalplerinden ve mülkü mülkiyet ve zimmetlerinden çıkartanlar ve bunun için beytleri, havraları, manastırları kuran gani gönüllüler olduklarını idrak ettikten sonra, Kuran'da infakın yoğun ve kalabalık ayetlerle verildiği burası gibi bir alan yoktur.

“Mallarını Allah yolunda infak edenlerin meseli bir tâne meseli gibidir ki yedi başak bitirmiş her başakta yüz tâne, Allah dilediğine daha da katlar, Allah vası'dır alîmdir(Bakara-261)

Bu infak türü Havra havarilerinin-kollektivist yaşayanların nezretme türüdür. Bütün malları ve canlarıyla sebile katılmışlardır. Bundan bir derce daha az güzel olan ise, havra kollektivizmi dışında kalan komşuluk statünde bulunup, ihtiyaç fazlasını Bakara-219/2 ayetine uyarak tamamen verenlerdir.

Bunun dışında ister zekat ve isterse sadaka adı altında verilenden hayır yoktur. Onlar hem kendilerine dünyada verilen fırsatı heba ettikleri, hem ömürlerini boşa harcadıkları ve hem de yaptıkları şey başkaları için zulüm niteliğine büründüğü için çok yönlü müsrif olmuşlardır. Çünkü nemalandıklarının fazlasını hak sahiplerine aktarmadıkları için, o ana kadar hakkında haram-helal diye bir karar verilemeyecek “nema” ihtiyaç fazlasıyla birlikte elde tutulduğu için riba niteliği kazanmıştır. Aynı zamanda irtikap ve ihtilasa dönüşmüş, kısacası hırsızlık malına dönüşmüştür(Maide-38).

Bütün mallarıyla ve canlarıyla Allah yoluna girenlerin mülkte iştiraki seçenlerin hali bu bakımdan haklardan arınmakta en garantili temizlik açısından en temiz olan uygulama biçimidir. Hayrı sadaka cinsinden idman gibi çalışarak, artık değeri hem devletlerinin ve hem de çalışmaya güç yetiremeyen engellilerin harcamalarını karşılamak için kattığı değerden geçimliğini almak için sosyal hukuk devletini(Sosyalizm veya kollektivizm) sistemlerini sırf allah rızası ve insan sevgisi için kuranları bize iyice açıklamak için sonraki ayet “Fi-sebilullah” deyim ve terimini kullanır. Bu bir menfatin, hakkın ve canlı emeğin kamunun tümüne tahsis edilmesidir. Mekke karyesi(Beytü’l Atıyk), Havra veya manastır pozitif zühdü(Mülkte iştirak) seklinde yapılan nezretme biçimidir. Yalnız burada salt allah rızası olduğu, içine riya ve hile karışmadığı için bu veriş salt Allah rızası anlamını da taşır. Yani Fi-Sebilullah’a bu iki anlam da dahildir. Dikkat edilmesi gereken şey ise, bu iki özellikten birine anlam verip diğerini atlamamaktır. Veya sanki bunun bir tarik anlamında yol olduğu intibaını verecek şekle sokmamak gerekir.

“Fisebilillâh mallarını infak eden, sonra verdiklerinin arkasından başa kakmayi gönül incitmeyi reva görmeyen kimseler, rablerinden de onların ecirleri vardır, onlara bir korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır(Bakara-262)

Hiçbir havra ve manastır muttakisi bu kusurları işlemez. Çünkü verenle alan zaten karşı karşıya değildir. Vücuden sıhhatli ve çalışma gücü yerinde olan herkes maişet fazlasını devlete bıraktığı için hem veren ve devlete çalıştığı için hem de devletten maişet alandır. Özrü olanlar, çocuklar ve yaşlılar ise alan durumundadır. Sosyal devlet verenle alan arasındadır. Kimse bu yüzden kimseden almaz ve minnet altında değildir; toplumsal bir olgudur.

Şu kadar ki, bu toplumun insanları siyasi iktidarı kullananların istismarına yüz vermeyecek kemal sahipleridir. Aldığını iktidar vermemiştir. İktidarın elinde bir hurma çekirdeği bile olsa vermez, bana Allah emrini iyi anlayan ve tam dayanışmalı sosyal devleti kuranların Allah emrine uyarak ''kurdukları sistem bana bunu veriyor'' bilincinde olması gerekir. Yine eğer Allah bunu şeriat yapmasaydı kimse böyle bir devlet de kurmazdı; öyle ise bana bu hakkı Allah tanıdı ve veren de odur bilincine varmalıdır. O zaman ancak minnetten kurtulur. Bende yoksa olandan zorla da alırım” diyebilecek kadar İslam ekonomisini bilmelidir. Çünkü vermeyen Allah emrine isyan etmiş veren ise muhtaca allah hakkını vererek borçtan ve çok ağır vebalden kurtulmuştur.

Adeta alan kimse onu temizleyerek cehennemden kurtaran kurtarıcısıdır. Veya idrarı tutulup azaplar içinde yanan bir hastanın işemesine yardım eden bir imdat edicidir alan. Muhtaç bunu bilmeli ve kimden alırsa alsın minnet içinde olmamalı. Teşekkürü Allah’a yapmalı ki, adalet ve rahmeti şeriat yapmıştır.

Önce açıklamaya buradan başladık ki, manastır kollektivizmine en yakın sistem sosyalizmdir. Bunu kurmuş olsanız dahi, yönetime seçilen kadro da, sosyal yardımlardan yararlanan kadro da bunu Allah lutfu olan adil düzenin nimeti olarak görmezlerse, minnet altında koyarak vermek ve minnet altında kalarak almak devam eder. Oysa mümin aldığı şeyden sadece Allah’a minnet duymalıdır.

Bunu toplumuna aşılamayan ve aşılamakta da kendisi için yarar görmeyen yöneticiyi seçmeyen gerçek müminler bulunmalıdır. Kim ki seçim zamanı birşeyler vererek oy veya empati avcılığına çıkmışsa, müslüman ümmet odur ki, onu cezalandırmalı, onlara oy vermemelidir. Böyle bir özde dindar değil de, batıl bir dini İslam zannedenler varsa, sistem hami mahmi minnet düzeni de olsa, havra sebilullah’ı da olsa sonuç değişmez. Alan da veren de rüşvet almış ve rüşvet vermiştir ki, ikisi de cehennemdedir. Çünkü çoğunun geliri ya kat kat riba, ya rant geliri, ya icar, ya da işçi emeği artık değerlerine el konulmuş olan cinsindendir.

Hani bazen açlık sınırının altında çalışan işçilere ve masrafını kurtaramayan köylülere “nankörler” derler ya. Sanki adamların ellerindekini de alıp iflas ettirmemişler de bir nimet vermişler gibi azarlayanlar. Hani onların gözdesi “iş ve aş verenler” var ya, işte bunlarda kendilerini kayyum yerine koyarlar da, iş ve aş veriyoruz derler. Oysa işçiler-köylüler-üretenler olmasa bu servetleri yapamazlar. Onların artık değerlerine el koyarak alış-verişte kazanan onlar olduğu için çalışanlara minnet duymaları gerekirken, onları minnet altına koymaya çalışırlar. İşte bu saydıklarımız ve çokluklarından dolayı sayamadıklarımız sömürgen ve istismarcıların palavracılarıdır.

Demek ki, önce sosyal devleti çökerterek insanları kendine veya kendi hizbine muhtaç kılan her Şerrü’l Beriyye insandan çıkacak bu kesimden ancak tam teşekküllü devlet kurularak ve yönetici seçerken çok dikkatli olunarak kurtulunur. İşte hikmetle hidayet edilecek insan ne kadar çoksa o toplum nur yolundadır. Bu eksikse zulümat kapıda, lanetlenme cezası da hemen onun arkasındadır. Bunun için mülkten verilen ve ismi zekat olan fazla malın başkalarına infakından, mülkte iştirak içinde gizliden vermek ve mülkten, ranttan v.s den değil, candan, canlı emekten, bu emeğin artık değerinin ''işveren devlete'' bırakılarak maişet almak şeklindeki dini minhaç çok efdal ve amelleri riya ile ifsad etmeyen cinstendir. Hem de tam bir temizlenme ve kul haklarının ahiretteki çok ağır vebalinden beraat etme yoludur, sadaka vererek temizlenmek yöntem ve sistemi.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.
(Adalet ve rahmet sitesinden)

Konu galipyetkin tarafından (1. September 2017 Saat 03:10 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 3 Kisi:
Bilgi (12. August 2012), dost1 (24. June 2012), Miralay (22. June 2012)