Konu: Ganimet
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 31. October 2011, 09:26 PM   #3
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

Enfal-Ganimet:3.

Bu saptamalardan sonra Enfal konusunun anlam ve uygulamasındaki sapmanın boyutlarını hatırlatalım. Hıristiyan dünyadaki Enfal olana şahısların el koymasına büyük yönelişi ve teknolojinin sanayi devrimi sonrası büyük atağı ile “Nefel” (toplum aleyhine, ferdiyetçi ve sınıfsal kazanım amaç ve dünyevi amaçlarla kolektivizmden veya karma ekonomiden sapmaları) ayrık kalmak şartı ile Müslüman toplumlarındaki sapmalara ve kavramın kısırlaştırılması olayına bir hatırlatma yapalım. Resulullah’ın Ahiret'e göçünü takip eden yarım asırdan sora, din ekonomi politiğinde bir geriye dönüş izlenmektedir. Bu dönüş eski putperest Arap kültürünün de gerisine düşmüştür. Fey ve ganimet sayılan kazanç türlerinin bir ekonomi politik kritiği yapılıp, yeni dine göre hayat algılaması yeniden değerlendirilmesi yerine; Ekonomi savaş üzerine oturtulmuş ve savaş ekonomisi ve ekonomik savaşlar çağına girilmiştir. Bu arada da dünyevi bir bakış açısı ise Enfal Suresi'ni nefsin hevasına göre manâlandırılıp, aristokratlaşmada devam edilip din istismar edilmiştir.

Enfal kavramı içlem ve kaplamı şu üç alanda kendisini ifade eder.
Birincisi her türlü kolay ve verim artırıcı kazanç yollarının getirisini Kuran'da sayılan beş gurup insana verilmek üzere kamuya iade etmek. İkincisi ise, Ehli Beyt yaşam biçimi de denilen Allah Beyt-ullahı ve Resul-Nebilerin yolu olan Beyt El Mal hesabına ve Allah için topluca iş yapmak kültürüne bağlı kalmak şartının istisnaları anlamına gelir.
Üçüncüsü ise fazladan iş yapmak, farz olanın dışına çıkmak anlamına gelmektedir.
Bu alan da kendi aralarında dallara ayrılır.

Bu farz dışı fazladan iş yapma anlamına biraz değinelim. İslam literatüründe Farz kavramı dar anlamda yorumlandığı ve sosyo ekonomik anlamı sözlüklere bağlı kalınmadan gözardı edildiği ve ıstılahı anlamı ile yetinilip tedebbür edilmeyerek basiret kapatıldığı için, bu konudaki açılım, rutin ve dini ritüellerin yerine getirilmesinde farz olup mecburen yapılması vacip olanların yerine getirilmesinden sonra, fazladan bu tür ihtiram türünden ibadet yapılması kasdedilmiş ve böyle anlaşılmıştır.
Mesela beş vakit ve toplam 19 rekât farz ve vazgeçilmez “seccade” üzerinde kapalı yer namazı( Dua) ibadetine fazladan ilave edilen namazlar ve ramazan orucu dışında ve onun üzerinde fazladan tutulan oruçlar bu nafile kavramıyla anlatılmıştır. Elbetteki buna kimsenin itirazı yoktur. Allah’a ihtiram ve dua, zikir ve şükür görevinin “İş yapıp bir sınaî faaliyet işleme” dışında kalan alanda yerine getirilmesi güzel ahlakın bir yansımasıdır. Ancak, nafilenin anlamının iş işleme alanına ilişkin konusunu göz ardı etmek ve sadece savaş ekonomisi alanında “Nefel” şeklindekinin kavramlaştırılıp onun da işleyişine ve yanlış yola sapmasına bir dur dememek de yine büyük eksikliktir.

Şöyle ki:
Öncelikle şunu belirtelim ki, Enfal 41. ayette Enfal yerine Ganimet kullanılması, bazı kolaycı ve kaçamak yol bulucuların dediği gibi Enfal 1. ayeti ne “Nesh” etmiştir, ne de kıymetten düşürmüştür. İkisi de kolay kazanç anlamına gelir. Ama Birinci ayet çok daha kapsamlı ve Allah’ın evreni sınat ile güzel bir şekilde yaratıp onların işleyiş “Kanunlarını” koyması ilahi ilmini de kapsayacak bir ifade ile yüklüdür.

Meselâ: Allah ve kanunlarına verdiği sıfatla Melaike veya melekeler faaliyetleri içerisinde, milyon yılların geçmesi, güneşin ve diğer gezegenlerin ve ardındaki Allah yasalarının faaliyeti ile meydana getirilmiş olan, dünyanın mevsimleri oluşturacak şekilde eksenin eğri yaratılması, madenlerin yer altında oluşturulması, kömürün, petrolün, doğal gazın, uranyumun v.s. oluşması Enfal kavramı içindedir. Yani hayatı kolaylaştıran allah yardımlarıdır. Ama insan bunun kanununu bilse de kendisi bunu oluşturmaktan acizdir. Ganimet ise insanın ulaşacağı ve suni olarak yapabileceği şeylerde ve sınırlı alanlardaki bereketlendirici(Arttırıcı) işlerde müdahil olması ile oluşan faydalı sonuçlarla ilgilidir ve kapsamı dardır. Meleki yasal yardımlar ise hep Allah ihsanlarıdır. İnsan Allah’a bir şey vermemişken, verecek konumda da bulunmazken, Allah’ın insana peşin vererek borçlandırdığı nimetlerdir. İşte Aristokrat bunun idrakinde değildir. Din de zaten, bu ihsanın karşılığını ihsanla ödemenin ismi, yolu ve yöntemidir.

Gerçekten de bazı Müslüman din yorumcuları Enfal 41. ayete biraz İslam öncesi kültürle bakarak, ekonomik amaçlı savaşları tahrik edici ve fırsatı ganimet bilici bir anlamaya yer verecek şekilde yorumlamışlardır. Hak dinde savaş sınırlı bir siyasi, sosyal faaliyettir. Öncelikle meşru müdafaa niteliğinde olmalıdır. Kuran’daki şartlar oluşmalıdır. Buna da emri bil maruf ve nehyi anil münkerin ilmini ve koşullarını bilen kamu veya onu temsilen hareket edenler topluca karar vermelidirler. Zaferle biten savaş sonrası, ülke işgali ve maddi servetleri talan yoktur. Savaşın ganimeti, savaş meydanında düşmanın terk ettiği, silah mühimmat, levazımat, araç gereç yiyecek, içecek ve giyecekle sınırlıdır. Bunun dışında bir gurubun kendi kafasından ve toplumun genelinin onayını almadan savaş çıkarması ve ganimet alması “Nefel” olarak değerlendirilmiştir. Bu değerlendirme elbette ki doğrudur. Kimse umumun ve maruf olan hükümler dâhilinde topluca seferberlik kararı verilmeden savaş için kalkışamaz ve ganimet diye bir takım malları alıp uhdesine geçiremez. Bunun adı ne gazadır, ne gazvedir, hele cihat hiç değildir. Tümünü kapsamasa da, sınır boylarında ki bir takım akıncıların hali böyledir. Bu tür girişimler Enfal kapsamı içindedir. Yasaktır. Bir kazanım elde edilmişse de, bunun dağılımı Enfal 41 de gösterildiği gibidir. Bu insanlar faydasız ve fuzuli “İşgüzarlık” yaptıkları için faaliyetleri “Nafiledir”. Enfal kavramının bu türlü manası da vardır.

Hak din sosyo ekonomi politiğinde kural, toplumun ihtiyaç duyduğu ve sipariş verdiği, gerçekten bir üretime, bir ithalata ihtiyaç duyduğunda, özel görevlendirme ile verilen şeylerin temini ile ilgilidir. Hak sistemde böyle bir talep yok iken, toplumun ihtiyaçlarının karşılanması Kolektif üretimle karışlanamıyorsa, bu durumda görevlendirilebilir ilkesi geçerlidir. Gerçek bu iken, Liberalist sistemde kâr maksadıyla iş yapmaya soyunma hak dince faaliyet sahibine helal edilmemiştir. Faaliyet sonunda ihtiyaç fazlası tamamen kamuya vergi olarak verilmiyorsa da haram yenilmektedir. Bu Gul’dür. Toplumun olması gerekeni, şahıslar mülklerinde tutmaktadırlar. Kitabın gösterdiği yerlere verilmek üzere ihtiyaç fazlası kamuca alınır. Bu faaliyette bulunanlar da, abesle iştigal etme anlamında nafile iş yapmışlardır. Tıpkı faaliyetleri, umumun buna ihtiyacı yokken, böyle bir topluca karar verip, kendisine müracaat edilmemişken özel girişimcinin Beyt el Mal dışında hareket etmesi, atak davranması gibi. Ama mademki böyle bir şey yapmıştır, oturup bunun getirisini yesin diyemeyiz. Çünkü o ona helal olmadığı gibi, birilerinin yoksul ve yoksun kalması pahasına iş yapmıştır. Ayrıca yetimin ve miskinin de onda hakkı vardır. İşte Enfal suresinin–1. ayeti burada devreye girer.

Biz Enfal gelirlerinin tahsisini bir tarafa bırakalım. Bir gelir niteliğinde olmayan, ancak başka bir amaca yönelik faaliyet yani düşmanın defedilmesinin sonucunda istem dışı olarak ortada kalan menkul değerlerin ortada bırakılmayıp sahiplenilmesi konusunu açalım. Savaş ganimeti beklenen bir gelir değil, tesadüfî ve istem dışı terk edilmiş mal hükmündedir. Bırakanın bırakmak, teslim alacak olanın bunu iktisap etmek diye bir başlangıç niyetleri yoktur. Savaş ganimeti Enfal’dan bu yönüyle ayrılır. Enfal bir üretim ve ticari ilişkiden beklenen kazancın kime ne kadarının aidiyeti meselesidir. Nefel’in savaşla ilişkisi ise ilkel toplumlarda haraçla geçinmek ve emperyalist amaçlı savaşlar, sanayileşmeden daha erken dönemde var olduğu için kavramlaşmadaki örneğinin buradan almasından ibarettir.

Yine beklenmedik bir vaziyette savaş hukuku nedeniyle galip tarafa terk edilip gidilen gayrimenkul (Taşınmaz mülk) Haşır suresinde fey olarak isimlendirildiği için bu tür kolayca elde edilmiş mülk’ün Beyt El Mal'e aidiyeti de açıklayacağımız Enfal-41 ayeti dışındadır. Bu ayet menkul şeylere ait tasfiye ayetidir. Fey hükmünde ve taşınmazların mülkiyeti tamamen toplumun genelini temsil eden ve İslami ismi Beyt’ül mal olan hazinenindir. Maalesef mülk devlet anlayışından kurtulamayan dünya milletleri monarşilerde bunu inkar etmişler ve milletin müştereken mülkiyetinde olması gerekeni büyük sultanın şahsi ve sülale malı olarak değerlendirmişlerdir. Mesela Osmanlı bu yanlışı Haşır–7 ayete rağmen yapmış ve devletin emlakine “memaliki Osmaniye” demiştir. Yani Osman oğullarının şahsi emlaki. Bunu ceddimizi eleştirmek için değil, İslam’a ve Kur'an'a aykırı bir tutum ve kurumlaşmayı uyguladıkları içindir. Hak uğruna atalarının işlerinin doğrusunun yanında yanlışını söylemek İslami ve insani, sessiz kalmak ve devamlı övgüler yağdırmak Mekke müşriklerinin cahiliye mizacındandır. Hamdolsun ki hakiki İslam’ın bir çok kurumunu ayağa diken ve hak manada adalet ve rahmete dayalı sosyo ekonomi politiği kaim kılarak dine en büyük şerri yönden hizmeti getiren cumhuriyet, bu günahtan da saltanatı kurtarmış ve maliye hazinesi fikir ve kurumunu tesis ederek Haşir suresinin fey'e dair ayetlerine yürürlük kazandırarak ve sünneti ihya ederek hakka döndürmüştür.

Ganimetin Allah ve Resulüne ait olmasının hükmü nedir. Allah ihtiyaçtan münezzehtir. Şöyle ki; Allah muhtaç değildir. Allah’a ait olan beş sehim şöyle pay edilir. Örneği bu kolay kazanç yine haklı bir savaşın harp ağırlıkları getirisi olsun. Kalkanlar, kılıçlar, giyecek ve yiyecek, içecekler. Bu menkul değerlerin ortada bırakılmayıp, bir biçimde sahiplenilmesi gerekmektedir. Bu bir tasfiye işlemidir. Buna kazanç kapısı olarak bakmak haramdır. Beşte birisi Resul sağ ise ona verilir. Resul bununla kendisinin, ailesinin itidal üzere geçimini sağlar, kendi çevresinde ve kamunun gözünden kaçmış fakirlere sadaka verir, artanı ile de kamu görevlerini yürütür. Resullün Ahirete intikali ile ise, geride kalan eş ve çocuklarına itidal seviyesine ulaştırarak iyileştirici takviye infaklar yapılır. Onların da Ahirete intikali ile kimseye bir şey ödenmez. Çünkü hak dinde elinin işini yemek vardır. Resulden sonraki bu beşte bir, Beyt el Male ve Beyt ehli olarak itidal üzere yaşamayı seçmiş olanların topluca ihtiyaçlarının karşılanmasına ayrılır. Denebilir ki, kamu hizmetleri bu kadar az bir şeyle yürütülür mü? Bu arızidir asıl vergi zekat adı verilen vergi türüdür. Yine Enfal faaliyeti olanlardan alınacak tam vergilerdir. Yine unutulmamalıdır ki, hak din devleti, ekonomiden elini çekmiş devlet değildir. Mülkte iştirak haline yardımlaşma sosyal siyaseti üzerine üretim ve dağıtım yapmaktadır. Bu yüzden peygamberin Ahirete göçünden itibaren beşte bir hisse, genel masraflar için hazine faslındaki yerini alır. Diğer beşte üç hisse olan yetim, miskin ve İbnu sebil hisse de mahsus fasıllarda yer alırlar. Sayılan nitelikteki insanların infakına harcanmak üzere bütçeye ve ayrı fasla konularak oralara harcanır.

Müslümanların tarihinde ayet, İslam öncesinin eğilimlerine göre ve Enfal 1. ayetle, 41. ayet birbiri ile çeliştirilerek yorumlanmış. Hatta iltibasa mahal vermeyecek açıklıkta olan 1. ayet Nesh saçmalığı ile yürürlükten kaldırılarak, iltibasa biraz daha müsait olan 41. ayet güya uygulanmıştır. Bu ayetin uygulanışı, hiç de Enfal suresinin 2,3, ve 4. ayetinde ki “Keremkârlıkla”, Birru takvayla, hele de ihsanla ilintili olarak uygulanmamıştır… Şöyle ki:

Enfal–41 ve Enfal–1 ayetteki Allah hissesi fey ve ganimet gibi kolay kazancın tamamıdır. Çünkü kas gücü ile değil, işi zahmetsiz ve az emekle yapmaya sebep olan, Allah’ın insana vermiş olduğu sınaî icatlar, harp taktik ve tekniğini kullanacak zekâ ve en önemlisi de başarıyı nasip ve takdir etmesi ve bunlarla verim artırıcı düzenekler bulma yolunda ki akıl ve zekâsıdır. Onun için bu farklı ve sadece sırtını kullanan emek gücüne karşı yetenekli ve el becerisi ve diğer kazanım vasıtalarını kullananların avantajının Allah vergisi olması nedeni iledir. Yine el becerisine fark atan teknoloji ve endüstriyel üretim de yine Allah’ın güzel yaratış yasasında var ettiği bilimin keşfedilmesi ile verimin artırılması nedeni iledir. “İnsana ancak elinin işi vardır” diyen Kuran ayeti(Necm–39) sarahati karşısında, işçi eli ile yaptırılan üretim, el becerisi, çiftlik ve akar gelirleri ile üretilen mesleki faaliyetlerin ve doğal enerji ve teknoloji biliminin yardımı ile yapılan üretim ise doğrudan Allah hanesine yazılan üretimdir. Bu demektir ki, Allah nereye derse oraya harcanır. Çünkü bu emeğin karşılığı olan kazanım değildir.

Bunu idrak edemeyen eski ümmetler ve bilhassa putperestler, tapınaklarına Allah hissesi saydıkları miktarı bırakırlardı. Oysa Allah muhtaç değildir ve beslenmesine gerek yoktur. O beslenilen değil, büyütüp, bakıp besleyendir. Hem de sayısız yaratıkları besleyendir. İşte bu yanlış uygulamaya son vermek için hak din, Allah hissesinin çeşitli iktisap yollarında ne olması gerektiğini, açıklamasıdır. İnsanın kendisi dahi Allah ile var olmasına rağmen, yine de Allah insana kolay kazanç yollarından hayatını kazanması halinde, bunun yüzde sekseninin kendi hesabına ayrılıp, yüzde yirmisinin Resulünün infakı ve tasarrufuna verilmesi emretmekle nasıl bir bütçe yapılması gerektiğini açıklamıştır. Bu ayet her şeyden önce bir bütçe kanunu olarak bakmak gerekir.

Bu, Allah yolunda kıtal eden olabileceği gibi, yukarıdaki şartlarda kendi sırtının(yükünün) ve canlı emeğinin dışında ve bunların fevkinde üretilen işlerden, yaratılan değerlerden payını açıklamıştır. İster haklı kıtal gibi arızi bir gelir türü olsun, isterse değer üretmek amacı ile üretim ve değişimden elde edilen kazanç olsun, bundaki hakkını belirlemiş ve bunun yüzde seksen olduğunu, biriktirilme yerinin Beyt-el Mal olduğunu ve beş kısma ayrılarak fasıl, fasıl biriktirilmesini emretmiştir.

Buna rağmen, bu ayet yorumlarla hedefinden çıkartılmıştır. Haklı, haksız her savaşa ve cihat çağrısına katılan insan, galip geldiğinde, bu hâsılatın yüzde seksenine el koyar kuralı çalıştırılmıştır. Yine Allah yardımı ile mağlup edilen düşmanın savaş meydanında terk ettiği ile yetinmeyip, ülkesi ve değerleri yağma edilmiştir. Gerçekten bu, çapul ve yağma hukukudur ki, Hak din şeriatı buna izin vermez. Kaldı ki, sözlük kavramlarından anladığımıza göre, İslam öncesi çapul hukukunda bile müktesip durumunda bulunan eşkıya başının hissesi dahi ¼ iken, yani yüzde yirmi beş iken, Kuran gibi evrensel adaletin hukukunu vaz'eden bir şeriat kitabında, bu konumda ki ganimeti getiren fiile iştirak eden ve savaşı Allah rızası için olan kimsenin hissesi nasıl olurda yüzde seksen, yani 4/5 olur. Bu nasıl yorum çıkarmaktır. Nasıl tefsirdir? Kaldı ki ganimetten harbedenin hisse almasının sevabından eksilme olacağını haber veren Resulullah ''cahiliye adedini ortadan kaldırın'' mesajını vermiştir. Açgözlülerin isyanına neden olmasın diye gayet usturuplu bir şekilde ifade edişi, arif olana bunun bir haraçla geçinme düzenleyen hüküm değil, bütçe kanunu olduğunu anlamasına yetmiyorsa, o da sonradan gelenlerin basiretsizliğinden değil midir? Öyle ise Enfal–41 ayetine bir bütçe kanunu olarak bakalım ve öylece açıklayalım.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (21. July 2014 Saat 05:01 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
Bilgi (5. August 2012), dost1 (3. August 2012)