Tekil Mesaj gösterimi
Alt 28. September 2008, 01:50 AM   #5
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

41 – Ve onları, ateşe çağıran imamlar [önderler] kıldık. Kıyamet günü onlar yardım görmeyecekler de. 42 – Ve bu dünyada arkalarına lânet taktık. Onlar, kıyamet gününde de kötülenmiş / uzaklaştırılmış kimselerdendirler.

Bu ayetlerde, kendilerine gelen onca mucizeye rağmen büyüklük taslayarak iman etmemiş, böylece hayatlarını zayi etmiş olanların dünya ve ahiretteki durumlarına değinilmektedir.
Rabbimiz, zulüm işleyen, hakikati inkâr eden, inkârda sonuna kadar direten ve hakka karşı batılı savunmak için her türlü vasıtayı kullanan bu kişileri “ateşe çağıran önderler” kıldığını bildirmektedir. Onlar bu durumlarıyla kendilerinden sonra gelecek kuşaklara da öncü ve örnek olacaklardır. İnsanlara yanlış yolları gösterip cehennemi kazanacak olan böyleleri, kendi suçları yetmezmiş gibi bir de arkalarına taktıkları, örnek oldukları kişilerin veballerini de taşıyacaklardır. Gerek ateşe çağıran bu önderler, gerekse onların takipçileri hep birlikte aynı felâkete doğru koşacaklardır:

O gün Biz bütün insanları önderleriyle çağıracağız. Ki o gün, kimin kitabı sağ eline verilirse, işte onlar kendi kitaplarını okuyacaklar ve onlar kandil fitili/ çekirdeğin iplikçiği kadar [en küçük] bir haksızlığa uğratılmayacaklar. (İsra/71)

Rabbimizin 42. ayetteki “Ve bu dünyada arkalarına lânet taktık” ifadesinden anlaşıldığına göre, arkadan gelen nesiller, kendilerini ateşe çağıran bu önderlere sürekli olarak lânet edeceklerdir. Buradan, Rabbimizin, elçilerine tâbi olan inanmış kullarının diliyle, insanları ateşe çağıran o tür önderlere lâneti [dışlanmışlığı] meşru kıldığı anlaşılmaktadır.

43 – Ve Ant olsun ki Biz, ilk nesilleri helâk ettikten sonra Musa’ya, öğüt alırlar diye, insanlar için apaçık deliller, kılavuz ve rahmet olarak Kitap`ı [Tevrat`ı] verdik.
44 - Ve Musa’ya o emri gerçekleştirdiğimiz sırada sen batı yönünde değildin. Şahitlerden [hazır bulunanlardan, görenlerden] de değildin.
45 - Ama Biz nice nesiller var ettik de, onların ömürleri uzadıkça uzadı. Sen onlara ayetlerimizi okur halde Medyen halkı arasında bulunanlardan da değildin; Fakat Biz elçi gönderenleriz.

Bu ayetlerde Rabbimiz, insanlara rahmeti gereği elçi, uyarıcı göndermenin gereklerini anlatmak suretiyle insanların nakledilen kıssaları öğrenmelerini ve peygamberlerin talimatından dönen önceki kuşakların helâk oluşlarından ibret almalarını istemektedir. Ayrıca bu kıssaların Allah tarafından vahyedilen ve elçisinin bilmediği, tanık olmadığı olaylar olduğunu vurgulamaktadır.
44. ayetteki “batı yönü” ifadesi ile Hicaz`ın batısına düşen Sina [Tur] Dağı kastedilmiştir. Çünkü Musa peygambere ilk vahiy bu dağda gelmiştir. Yine aynı ayette geçen “şahitler” de Musa peygamber ile birlikte olan ve ona verilecek ilkeleri takip edeceklerine dair sözleşmede bulunmak üzere davet edilen İsrailoğullarıdır.
45. ayetteki “Sen onlara ayetlerimizi okuyarak Medyen halkı arasında bulunanlardan da değildin” ifadesinin takdirini şu şekilde yapmak mümkündür: “Musa Medyen’e ulaşıp hayatının uzunca bir bölümünü orada geçirdiğinde ve sonra oradan Mısır’a gitmek üzere ayrıldığında sen yoktun. Ayetlerimizi Medyen sakinlerine okuyan da sen değildin. Sen Mekke halkına tebliğde bulunmaktasın. Sen, anlatılan bu binlerce sene evvel meydana gelmiş olayların görgü şahidi de değilsin. Bütün bu bilgi sana, kesinlikle başka bir yolla değil, tarafımızdan vahyedilerek verilmektedir.”
45. ayetteki “Fakat Biz (elçi) gönderenleriz” ifadesinin anlamı, “Peygamberlerimizin ilki sen değilsin; Nuh’u, Hud’u, Salih’i, İbrahim’i, Musa’yı ve Şuayb’i nasıl kendi halklarına gönderdiysek, seni de kendi halkına elçi olarak gönderdik” demektir.


46, 47 - Ve Biz, seslendiğimiz zaman, Tur’un [dağın] yanında da değildin. Bilakis senden önce kendilerine uyarıcı [peygamber] gelmeyen bir kavmi uyarman için ve kendi ellerinin yaptıklarından dolayı başlarına bir musibet geldiğinde hemen, “Rabbimiz! Ne olurdu bize bir peygamber gönderseydin de, ayetlerine uysak ve müminlerden olsak” diyemesinler, onlar öğüt alsınlar diye Rabbinden bir rahmet olarak… (orada geçenleri sana bildirdik, seni elçi olarak gönderdik).

Bu ayetlerde Rabbimiz, elçi göndermesindeki birbirine bağlı iki amacı açıklamaktadır. Bunlar, uyarmak ve mazerete fırsat vermemektir. Daha evvel birçok ayette bildirildiği gibi, Rabbimiz, elçi göndermediği, kitap indirmediği [yasa koymadığı] toplumları cezalandırmamış, cezayı hak etmiş olanlara da “Uyarılsaydık doğru yoklu bulabilirdik” bahanesini ileri sürmesinler diye elçi göndermiş, kitap indirmiştir.

Ve bu [Kur’an], “Kitap, sadece bizden önceki iki topluluğa [Yahudi ve Hıristiyanlara] indirildi; biz ise, onların okumasından habersizdik [o kitapları okuyamıyor ve dillerini anlayamıyorduk]” veya “Eğer bize kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk” demeyesiniz diye Bizim indirdiğimiz bereketli bir kitaptır. O nedenle, rahmet olunmanız için ona uyun ve takvalı davranın. İşte size de Rabbinizden açık delil, kılavuz ve rahmet gelmiştir. Öyleyse Allah’ın ayetlerini yalanlayıp, onlardan yüz çevirenden daha zalim kim olabilir? Ayetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmeleri sebebiyle azabın kötüsüyle cezalandıracağız. (En’âm/155-157)


Elçilerden sonra insanların Allah`a karşı bir delilleri olmasın diye müjdeciler ve uyarıcılar olarak elçiler gönderdik. Ve Allah Aziz’dir ve Hakiym’dir. (Nisa/165)

Ey kitap ehli! Peygamberlerin arasının kesildiği bir sırada; "Bize bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmedi" demeyiniz diye, size tebyin yapan [açıkça ortaya koyan] elçimiz geldi. İşte kesinlikle müjdeleyici ve uyarıcı size geldi. Allah, her şeye en çok gücü yetendir. (Maide/19)

Ve biz bir ülkeyi helâk etmek istediğimiz zaman, onun varlık ve güç sahibi önde gelenlerine emrederiz de onlar orada fasıklık ederler. Artık oranın üzerine Söz hak olur da Biz orayı kökünden darmadağın ederiz. (İsra/16)

Ve [inkâr edenler]; “Rabbinden bize bir ayet [mucize] getirse ya!” dediler. Onlara ilk sahifelerde olan apaçık deliller gelmedi mi? Ve eğer Biz, onları bundan önce bir azap ile helâk etseydik, muhakkak; “Ey Rabbimiz! Bize bir peygamber gönderseydin de, alçak ve rezil olmadan önce Senin ayetlerine uysaydık.” diyeceklerdi. (Ta Ha/133, 134)


ARAPLARA DAHA ÖNCE PEYGAMBER GELDİ Mİ?

Rabbimiz, 46. ayetteki“Bilakis senden önce kendilerine uyarıcı [peygamber] gelmeyen bir kavmi uyarman için …” ifadesiyle peygamberimizin kavmine daha önce uyarıcı göndermediğini beyan etmiş olmaktadır. Dolayısıyla, peygamberimizin uyarılmamış bir kavme mensup olan anasının, babasının, dedesinin ve daha önceki atalarının cezalandırılmaları söz konusu değildir.
Kur’an’da ibret alınması için anlatılan kıssalar çok eski zamanlarda geçtiği için peygamberimizin bu kıssalardaki olaylara tanık olması mümkün değildi. Rabbimizin bildirdiğine göre bu olayları başkalarından da dinlememişti. Zaten tebliğde bulunduğu halkın içinden biri olarak geçmiş hayatı hep göz önündeydi, hayatına ait bilinmeyen bir dönem söz konusu değildi. Peki, o hâlde peygamberimiz bunları nasıl biliyordu, nereden öğrenmişti? İşte, Kur’an’da anlatılan bütün bu kıssalar bir taraftan insanların kendilerine hisse çıkarmalarını sağlarken, diğer taraftan da peygamberimizin elçiliğinin en belirgin kanıtlarını teşkil etmekteydi; hâlâ da öyledir.

İşte bu, gaybın önemli haberlerinden sana vahyettiklerimizdir. Ve Meryem`e hangisi kefil olacağına kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin. Ve onlar tartışırlarken sen yanlarında değildin. (Âl-i Imran/44)

İşte bu, sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Yoksa onlar yapacaklarına karar verip mekir [kötü plân] yaparlarken sen onların yanında değildin.
Sen şiddetle arzulasan da, insanların çoğu iman ediciler değildir. (Yusuf/102, 103)

İşte bunlar [Nuh ile ilgili anlatılanlar], sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bunları sen ve kavmin bundan önce bilmiyordunuz. Şu hâlde sabret. Şüphesiz akıbet, takvalı davrananlarındır. (Hud/49)

48 – İşte onlara tarafımızdan o hakk gelince de, “Musa`ya verilen şeyler [mucizeler] gibi ona da verilmeli değil miydi?” dediler. Daha evvel Musa’ya verileni inkâr etmemişler miydi? “Birbirine sırt veren [destekleyen] iki sihir” dediler. Ve “Şüphesiz biz hepsini inkâr edeceğiz” dediler.
49 - De ki: “Eğer doğrular iseniz, hemen Allah katından bu ikisinden [bana ve Musa`ya inen kitaplardan] daha çok doğruya kılavuz olan bir kitap getirin de ben de ona uyayım!”
50 - Buna rağmen eğer sana cevap vermezlerse, bil ki onlar, yalnızca heveslerine uymaktadırlar. Allah’tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık / şaşkın [aşağı] kim olabilir? Kesinlikle Allah zalim kavme yol göstermez.

Peygamberimizle Mekkeli müşrikler arasında geçen konuşmaların nakledildiği bu ayetlerde; daha önce Musa peygambere verilenleri inkâr ettikleri hâlde ona verilen asa mucizesi, parlayan el mucizesi, taş levhalar üzerinde yazılı emirler mucizesi gibi fiziksel mucizelerin peygamberimize verilmemiş olmasını bahane olarak ileri sürdükleri görülmektedir. Müşriklerin bu itirazları Sebe’ suresinde de dile getirilmiştir:

İnkâr edenler ‘Biz kesin olarak, ne bu Kur`an`a inanırız, ne ondan önceki [indirile]ne.’ dediler. Sen o zulmedenleri, Rabbleri huzurunda tutuklanmış, sözü [suçlamaları] birbirlerine karşı evirip-çevirip birbirlerine atıp dururken bir görsen! Zaafa uğratılanlar [müstaz`aflar], büyüklük taslayanlara `Eğer sizler olmasaydınız, gerçekten bizler mümin [kimse]ler olurduk` diyecekler.” (Sebe’/31)

Müşriklerin bu bahanelerine karşı, Rabbimiz 49. ayette elçisine onların beklemediği tarzda bir emir vermiştir: “Eğer doğrular iseniz, hemen Allah katından bu ikisinden [bana ve Musa`ya inen kitaplardan] daha çok doğruya kılavuz olan bir kitap getirin de ben de ona uyayım!”
Rabbimiz, bu büyük mucizeyi görüp de inanmayanları ve hevasına uyarak inat edenleri akılsızlık ettikleri için kınamakta ve 50. ayetteki “Allah’tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık/ şaşkın [aşağı] kim olabilir?” ifadesiyle bu kimselerin gidişatlarının bozuk olduğunu bildirmektedir. Akıllı insanın inanış ve yaşayışının bilgiye dayalı olması gerektiğini gösteren bu ifade, aynı zamanda taklitçiliğin yanlışlığına dair delillerin de en büyüklerindendir.

De ki: “Allah’a, bize indirilene [Kur’an’a], İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına indirilene, Musa’ya, İsa’ya ve peygamberlere Rabblerinden verilenlere inandık. Onların arasında hiçbir fark gözetmeyiz, biz O’na teslim olmuşlarız.”
Kim İslâm’dan başka bir din ararsa ondan asla kabul edilmeyecek ve o ahirette de zarar edenlerden olacaktır.
İnandıktan, Peygamber’in hakk olduğuna şehadet ettikten ve kendilerine açık deliller geldikten sonra, inkâra sapan bir milleti Allah nasıl doğru yola eriştirir? Allah zalimler güruhunu doğru yola iletmez.
İşte onların cezaları, Allah’ın, meleklerin, insanların hepsinin lâneti onların üzerlerindedir. (Âl-i Imran/84-87)

51 – Ve ant olsun Biz, Söz’ü [vahyi, Kur’an’ı] öğüt alırlar diye birbiri ardınca uladık.
52 - Ondan [Sözden; vahiyden, Kur’an’dan] önce kendilerine kitap verdiğimiz kimseler; onlar, ona [Söz’e; vahye, Kur’an’a] da inanırlar.
53 – Ve onlara o [Söz; vahiy, Kur’an] okunduğu zaman onlar, “Biz ona [Söz’e] inandık. Şüphesiz o, Rabbimizden gelen gerçektir. Kesinlikle biz ondan önce teslim olanlardık [müslümanlardık]” dediler.

Bu ayet gurubunda Rabbimiz; insanları akıllarını başlarına almaya yönelten ayetlerini sürekli, ardı ardına indirdiğini vurgulamakta ve daha evvel indirilmiş kitaplara inanarak Allah’ı tanımış kişilerin bu ayetleri [Kur’an’ı] duyar duymaz sahiplendiklerini, hemen kabul edip inandıklarını, hatta böyle bir beklenti içinde bulunduklarını açıkça ifade ettiklerini bildirmektedir.
Bu ayetlerle Mekkelilerin utandırılması da amaçlanmış, sanki onlara “Siz kendi şehrinizden çıkarılıp gönderilmiş bir lütfu tepiyorsunuz. Oysa uzak beldelerden insanlar onu işittiklerinde kadrini bilmek ve kendisinden istifade etmek üzere buraya geliyorlar” denilmiştir.
Esbab-ı nüzul kayıtlarına göre bu ayetler tarihî bir olay üzerine inmiştir.
Şöyle ki:

Habeşistan hicretinden sonra Rasûl`un mesajı ve zuhuruyla ilgili haberler bu ülkeye de yayılınca 20 kişilik bir Hıristiyan heyeti işin aslını anlamak için Mekke`ye geldi ve Rasûlullah`la Mescid-i Haram`da karşılaştılar. Kureyş`den bir kalabalık da olup biteni izlemek üzere orada toplandılar. Heyet üyeleri Rasûlullah`a bir takım sorular sordu, Hz. Rasûl de cevapladı. Sonra onları İslâm`a davet etti ve önlerinde Kur`an`dan ayetler okudu. Kur`an`ı dinlerken gözyaşlarını tutamayan heyet üyeleri okunanın Allah Kelâmı olduğunu tasdik edip Rasûlullah`a iman ettiler. Toplantı sona erip de halk dağılınca Ebu Cehil ve avanesi Hıristiyan grubun yolunu keserek onları şiddetle payladı: "Şimdiye kadar buraya sizden daha şapşal bir topluluk gelmedi. Ey aptallar güruhu, siz buraya kavminiz tarafından bu adam hakkında bilgi toplamak için geldiniz. Fakat henüz onunla yeni karşılaşmışken, itikadınızdan vazgeçtiniz." Bu keremli topluluk şu cevabı verdi: "Selâm olsun size, sizinle tartışmak gibi bir niyetimiz yok. Siz kendi itikidınızdan mes`ulsunuz, biz kendi itikadımızdan. Şu var ki, bile bile kendimizi hayırdan mahrum etmeye de yanaşmayız. (İbn Hişam, c:2, s:32; el-Bidaye ve`n-Nihaye, c:3, s:82)
Mukatil ise bu ayetin kırk kişililik bir Hıristiyan grubu hakkında indiğini, bunlardan bir kısmının Cafer b. Ebi Talip ile birlikte Habeşistan’dan, sekiz tanesinin de Şam’dan gelmiş olduklarını ve bu sekiz kişinin isimlerinin Bahira, Ebrehe, Eşref, Bureyd, Temam, Eymen, İdris ve Nafi olduğunu bildirmiştir. (Mukatil; ilgili ayet hakkındaki açıklamasından)
53. ayetin sonunda Allah nezdindeki dinin sadece İslâm olduğuna işaret edilmiştir. Yaratılışın başından beri gönderilen her elçi hep bu hayat tarzını getirmiş, her elçi daima “Müslim” olmuş, takipçilerine de “Müslümanlar” denmiştir.

Şüphesiz Allah nezdinde din, İslâm’dır. … (Âl-i Imran/19)

Ve kim İslâm`dan başka bir din ararsa, o takdirde hiçbir zaman ondan kabul edilmeyecektir. Ve o [İslâmdan başka din arayan] ahirette zarar edenlerden olacaktır. (Âl-i Imran/85)

Bir de onlara Nuh`un önemli haberlerini oku: Hani o kavmine: “Ey kavmim, eğer benim aranızda duruşum / size karşı çıkışım ve Allah`ın ayetleriyle öğüt verişim size ağır geliyorsa, şunu bilin ki, ben yalnızca Allah`a tevekkül etmişimdir. Artık siz ve ortaklarınız her ne yapacaksanız toplanıp bütün gücünüzle karar veriniz. Sonra bu işiniz size dert olmasın. Sonra bana gerçekleştirin, bana mühlet de vermeyin. Sonra da eğer yüz çevirirseniz; zaten ben sizden bir ücret istemedim! Benim ücretim sadece Allah’ın üzerinedir. Ve ben Müslümanlardan olmakla emrolundum.” demişti. (Yunus/71, 72)

Rabbi ona, “İslâm ol!” dediği zaman o [İbrahim], “Ben âlemlerin Rabbi için İslâm oldum.” dedi.
Ve İbrahim, kendi oğullarına vasiyet etti: “Ey oğullarım! Şüphesiz ki, bu dini size Allah seçti. Onun için uzak durun, yalnızca Müslümanlar olarak can verin!” Yakub da [oğullarına vasiyet etti].
Yoksa siz Yakub’a ölüm hâli gelip çattığı zaman, oğullarına; “Benden sonra neye ibadet edeceksiniz?” dediği zaman, onların; “Biz, bir tek ilâh olarak senin ilâhına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak`ın ilâhına ibadet edeceğiz. Ve biz sadece O`na teslim olanlarız” dediklerine tanıklar mı idiniz. (Bakara/131-133)

İbrahim Yahudi ve Hıristiyan değildi. O Müslüman bir hanifti. O, müşriklerden de değildi. (Âl-i Imran/67)

Rabbimiz! Bizim ikimizi Senin için teslim olanlar kıl. Soyumuzdan da senin için teslim olan bir ümmet kıl [getir]. Ve bize kulluk yöntemlerini göster, tövbemizi de kabul et. Şüphesiz Sen tövbeleri çokça kabul edenin ve çok merhametli olanın ta kendisisin. (Bakara/128)

Fakat Biz orada Müslümanlardan bir evden başkasını bulmadık. (Zariat/36)

-“Rabbim! Sen bana mülk verdin ve bana ehadisin [olacakların/ sözlerin] tevilinden öğrettin. Gökleri ve yeri yoktan var eden! Sen benim velimsin sensin, benim canımı Müslüman olarak al ve beni dünya ve ahirette salihler arasına kat!”- (Yusuf/101)

Ve Musa: “Ey kavmim! Siz Allah`a iman ettinizse, sadece O’na teslim olan Müslümanlardan oldunuzsa, artık sadece O’na tevekkül edin” dedi. (Yunus/84)

Ve İsrailoğullarını denizden geçirdik. Ama Firavun ve askerleri azgınlık ve düşmanlıkla onları hemen takip etti. Nihayet boğulma ona yetişince, “Gerçekten, İsrailoğullarının inandığı Tanrı`dan başka tanrı olmadığına ben de inandım ben de teslim olanlardanım” dedi. —Şimdi mi? Hâlbuki daha önce isyan etmiştin ve de bozgunculardan olmuştun.- Artık Biz senden sonra geleceklere ibret olasın diye, bugün senin bedenini kurtaracağız. Ve şüphesiz insanlardan birçoğu kesinlikle Bizim ayetlerimizden gafildirler. (Yunus/90-92)

İçinde hidayet ve nur bulunan Tevrat`ı, Şüphesiz Biz indirdik. Teslim olmuş kişiler olan peygamberler onunla Yahudilere hükmederler, Rabbaniler [kendilerini Allah’a adamış kişiler] ve Ahbar [âlimler] da, Allah`ın kitabından kendilerinden korumaları istenilen ve kendilerinin de üzerine tanıklık ettikleri şeylerle hükmederler. İnsanlara saygı duyup ürpermeyin Bana saygı duyup ürperin. Benim ayetlerimi de az bir paraya satmayın. Ve kim Allah`ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir. (Maide/44)


Ona “köşke gir!” denildi. Sonra o, onu görünce derin bir su sandı ve eteğini çekti. O [Süleyman], “Bu billurdan yapılmış, şeffaf bir zemindir” dedi. O [Melike]: “Rabbim! Ben gerçekten kendime zulüm etmiştim. Süleyman ile beraber, âlemlerin Rabbi olan Allah`a teslim oldum” dedi. (Neml/44)

Ve hani havarilere: “Bana ve elçime inanın” diye vahyetmiştim de onlar, “İnandık ve bizim gerçekten teslim olduğumuza tanık ol” demişlerdi. (Maide/111)
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla