8. August 2010, 11:25 PM | #1 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Jan 2009
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 234
Tesekkür: 60
55 Mesajina 155 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
Zilzal Suresi
93 (99). Zilzal Suresi
MEDENÎ, 8 ÂYET GİRİŞ Adını birinci âyetteki زلزال [zilzâl] sözcüğünden alan bu sûre, iniş sırasına göre 93. sûre olarak kabul edilir. İbn Mes‘ûd, Atâ ve Câbir'in görüşüne göre Mekke'de inmiştir.[1] Üslûp bakımından Mekke'de inen sûrelere çok benzemekle birlikte bizce Medîne'de inmiştir, fakat müstakil bir sûre olmayıp Nisâ/172'nin zaman zarfıdır. Sûrede, kıyâmet günü, kıyâmet gününün dehşeti ve kıyâmette gerçekleşecek olan hesaplaşma anının anlatımı ile muhataplar uyarılmakta, âhirete ve yaptıklarının karşılığını eksiksiz alacaklarına inanan mü’minler özendirilmektedir. RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA MEAL: 1-3. Yeryüzü, kendi sarsıntısıyla sarsıldığı, yeryüzü, ağırlıklarını çıkardığı ve insanın, “Buna [yeryüzüne] ne oluyor!” dediği zaman… 4-5. İşte o gün yerküre, şüphesiz Rabbinin kendisine vahyetmesi sebebiyle tüm haberlerini bir bir söyler. 6. O gün insanlar, amelleri gösterilsin/amellerini görsünler diye bölük bölük ortaya çıkacaklar. 7-8. Artık her kim zerre miktarı bir hayır işlerse onu görecek, her kim de zerre miktarı bir şerr işlerse onu görecektir. TAHLİL: 1-3. Yeryüzü, kendi sarsıntısıyla sarsıldığı, yeryüzü, ağırlıklarını çıkardığı ve o insanın, “Buna [yeryüzüne] ne oluyor!” dediği zaman… Görüldüğü gibi bu âyetler, tam bir cümle görünümünde olmayıp bir cümlenin hâl öğesidir [zaman zarfıdır]. Nitekim klâsik eserlerde de bu husus müşkil olarak görülmüş, çözümü için birtakım zorlama çareler üretilmiştir: Âlimler, bu sûrenin başı ile önceki sûrenin sonu arasındaki ilgi ve münasebet hususunda şu izahları yapmışlardır: 1) Allah Teâlâ, Onların Rabb'leri nezdindeki mükâfât... Adn cennetleridir (Beyine/8) buyurunca, insan sanki, “Bu ne zaman olacak yâ Rabbi?” demiş de, buna cevaben Cenâb-ı Hakk, Yer, kendisine ait şiddetli bir zelzele ile zelzeleye uğratıldığı zaman... buyurmuştur. Şu hâlde bütün âlem bir korku ve endişe içindeyken, sen mükâfâtını alacak ve, Onlar o gün o müthiş korkudan emindirler (Neml/89) âyetinde bildirildiği gibi, o günde güvenlik içinde olacaksın. 2) Allah Teâlâ önceki sûrede hem kâfirlerle ilgili tehditten hem de mü’minlerle ilgili mükâfâttan bahsedince, kâfirle ilgili tehdidi pekiştirerek, adeta o bahsi geçen kâfir, “Yeryüzüne de ne oluyor ki böylesine zelzeleye uğratılıyor” dediği zaman, cezasını bulacak” demek istemiştir. Bunun bir benzeri de, Hakk Teâlâ'nın meselâ önce, O gün birtakım yüzler ağarır; birtakım yüzler ise kararır buyurup, peşi sıra da, Yüzleri kararanlara gelince... Ama yüzleri ağaranlara gelince... (Âl-i İmrân/106-107) buyurmuş olmasıdır. Hakk Teâlâ, daha sonra Zilzâl sûresi'nin sonunda, her iki hususu birlikte getirerek, zerre kadar hayır ve zerre kadar şerrden bahsetmiştir. إذا[İZÂ] EDATI Âyetteki, إذا [izâ/... zaman] ifadesiyle ilgili iki bahis var: Birinci Bahis: Birisi şöyle diyebilir: إذا [izâ] edatı, zaman zarfı olarak kullanılır. Binâenaleyh bu sûreye bu edatla başlanılmış olması nasıl izah edilebilir? Buna birkaç açıdan cevap verebiliriz: Onlar, Cenâb-ı Hakk'a, “Kıyâmet ne zaman kopacak?” diye sormuşlar da, Cenâbı Hakk da, “Yer... zelzeleye uğratıldığı zaman...” cevabını vermiştir ki bu da, “onu vakti açısından sizin için tayin etmem mümkün değil. Fakat onu, alâmetleri açısından belirtiyorum” demektir. Şu anda cansız ve donuk olmasına rağmen yeryüzünün konuşacağı ve şehâdette bulunacağı insana haber verilince, sanki, “Bu ne zaman olacak?” denilmiş de, إذا زلزلت الارض زلزالها[izâ zülzilet…] cevabı verilmiştir.[2] BİZİM TAHLİLİMİZ Yukarıda, konumuz olan âyetlerin [Zilzâl/1-8 âyetlerinin], başlı başına bir cümle olmadığını, olamayacağını ifade edip bir cümlenin hâl öğesi [zaman zarfı] olduğunu belirtmiştik. Hangi cümlenin zaman zarfı olduğunu tesbit etmek için, Zilzâl sûresi'nden evvel inen Nisâ sûresi incelendiğinde, Nisâ/172'deki, فسيحشرهم [feseyahşuruhum/yakında onları toplar] ifadesinin, “yakında” zaman zarfının açılımı/bedeli olduğu anlaşılır. Bu durumda, Nisâ sûresi'nin son paragrafı ile Zilzâl sûresi'nin âyetleri [Zilzâl/1-8] şöyle bir pasaj oluşturur: Ey Ehl-i Kitap! Dininizde aşırılığa gitmeyin. Ve Allah hakkında gerçek dışı bir şey söylemeyin. Meryem oğlu Îsâ Mesih, sadece Allah'ın elçisi ve Meryem'e ilka ettiği/ulaştırdığı kelimesi ve Kendisinden bir rûhtur. Artık Allah'a ve elçilerine inanın. Ve “Üçtür” demeyin. Son verin, sizin için daha iyi olur. Allah, ancak bir tek ilâhtır. O, Kendisi için bir çocuk olmasından arınmıştır. Göklerde olan şeyler ve yeryüzünde olan şeyler yalnızca O'nundur. Vekîl olarak Allah yeter. Mesih ve yakınlaştırılmış melekler, Allah'ın bir kulu olmaktan asla çekinmezler. Ve kim O'na kulluk etmekten çekinir ve büyüklük taslarsa bilsin ki O, onların hepsini, yakında; yeryüzü, kendi sarsıntısıyla sarsıldığı, yeryüzü, ağırlıklarını çıkardığı ve o insanın, “Buna [yeryüzüne] ne oluyor!” dediği zaman Kendisine toplar. İşte o gün yerküre, şüphesiz Rabbinin kendisine vahyetmesi sebebiyle tüm haberlerini bir bir söyler. O gün insanlar, amelleri gösterilsin/görsünler diye bölük bölük ortaya çıkacaklar. Artık her kim zerre miktarı bir hayır işlerse onu görecek, her kim de zerre miktarı bir şerr işlerse onu görecektir. Artık inanan ve sâlihâtı işleyen kimseler; O [Allah], onların ödüllerini tam verecek ve lütfundan onlara fazlalıklar da bağışlayacaktır. Kulluktan çekinip büyüklük taslayan kimseler de; onlara çok acıklı bir azapla azap edecektir. Onlar, kendileri için Allah'ın astlarından bir velî ve bir iyi yardımcı bulamazlar.[BLOK, 12 pt.] Konumuz olan âyetlerde kıyâmet gününe ve kıyâmet gününün dehşet verici manzarasına değinilmektedir. Buna göre, kıyâmet günü yeryüzünün her noktası korkunç bir sarsıntı geçirir, parçalara ayrılır, içindeki her şeyi dışarı fırlatır. İnsanlar olup-biteni anlamak için birbirlerine sualler sorup dururlar. Âyetteki, Kendi sarsıntısıyla sarsıldığı zaman ifadesi, “yer kürenin tamamının kökünden hareket ettirildiği zaman” demektir. Burada konu edilen zelzele, bugünkü depremler gibi sınırlı olmayıp, yer kürenin tamamını kapsayacak, yeryüzünün her noktasında gerçekleşecektir. Âyetteki, Yeryüzü, ağırlıklarını çıkardığı zaman ifadesinde zikri geçen ağırlık, yer kürenin içindeki madenler ve mağmalar olabileceği gibi, toprak altındaki ölüler de olabilir, ki âyetin devamındaki ifadelerden bu anlaşılıyor. Nitekim insanlar için de اثقال [esqâl/ağırlıklar] ifadesi kullanılmıştır: Ey cinn ve ins toplulukları! Eğer göklerin ve yerin bucaklarından aşıp geçmeye güç yetirebilirseniz, hemen aşın; ancak sultan/üstün bir güç olmadan aşamazsınız. (Rahmân/33) Bu âyette cinn ve ins tamlamasıyla, bilinen bilinmeyen; o gün yaşamakta olan, geçmişte yaşamış bulunan ve gelecekte yaşayacak olan tüm insanlara, ايّها الُقلان [eyyühe's-seqalân] diye hitap edilmiştir. Âyetteki, Ve insan(lar)ın, “Buna [yeryüzüne] ne oluyor!” dediği zaman… ifadesinde yer alan insan sözcüğü, tekil olarak ve başında ال[el] lâm-ı tarif [belirteç lamı] ile gelmiştir. Bu nedenle birçok âlim; örneğin İbn Abbâs, burada tek bir insanın kastedildiğini ve onun da “el-Esved b. Abdu'l-Esed” olduğunu söylemiştir.[3] Hâlbuki bu şahıs ölmüş ve evrenin kıyâmetine, yani burada söz konusu edilen zelzeleye tanık olmayacaktır. Bu zelzeleye tanık olacak olanlar, o zelzele anında hayatta bulunan insanlardır. O nedenle, الإنسان[el-insân] sözcüğünün başındaki belirteç edatı, –aynı Asr sûresi'ndeki الإنسان[el-insân] ifadesinde olduğu gibi– “istiğrak” anlamına alınarak “insanlar” olarak anlaşılmalıdır. Evet, o anda, insanlar beklenmedik bir olayla karşılaşmış ve şaşkınlıklarını dile getirmektedir: Buna [yeryüzüne] ne oluyor! 4-5. İşte o gün yerküre, şüphesiz Rabbinin kendisine vahyetmesi sebebiyle tüm haberlerini; bir bir söyler. Bu âyette kıyâmetteki mahşere/toplanmaya dair bilgiler verilmektedir. O gün yerküre, Rabbinin kendisine vahyetmesi sebebiyle tüm haberlerini bir bir söyleyecektir. Kıyâmetin kopuşuna, ilk kalkış ve hesap verme gibi aşamalara ait şimdiye kadar yüzlerce âyet geçti. Burada ise, yeryüzünün başlangıçtan beri olup biten her şeyi kaydettiği ve o gün bunları ortaya dökeceği bildirilmektedir. O gün yeryüzüne yeni bir vahiy ve istidat verilmeyecek; zira mevcut kütlesinden molekülüne ve atomuna kadar yeryüzündeki her nesnenin kayıt özelliği vardır. Nitekim, suyun hafızası olduğu, çağımızda bilimsel olarak da tesbit edilmiş bulunmaktadır. Arza ait nesnelerin tanıklığı, her yapılanı bir bir söylediği şu âyetlerde de görülebilir: O gün dilleri, elleri ve ayakları, yapmış oldukları işlere kendi aleyhlerinde şâhitlik edecektir. (Nûr/24) Bugün Biz onların ağızlarının üzerine mühür vururuz; Bize elleri konuşur, ayakları da kazandıkları şeylere şâhitlik eder. (Yâ-Sîn/65) Ve her insanın kendi kuşunu ayrılmayacak şekilde boynuna doladık. Ve Biz kıyâmet günü açılmış bulacağı kitabı onun için çıkarırız. –“Oku kendi kitabını! Bugün nefsin [kendi zatın], kendine karşı hesap sorucu olarak sana o yeter!”– (İsrâ/13-14) Ve Allah'ın düşmanlarının bir araya getirilip toplandıkları gün artık onlar, ateşe dağıtılırlar. Sonunda oraya geldiklerinde, onların işitme, görme duyuları ve derileri yaptıkları şeyler ile ilgili kendi aleyhlerinde şâhitlik ederler. Ve onlar kendi derilerine, “Niye aleyhimize şâhitlik ettiniz?” dediler. Onlar dediler ki: “Her şeyi konuşturan Allah bizi konuşturdu ve sizi ilk defa O yarattı ve O'na döndürülmektesiniz. Siz, işitme, görme duyularınız ve derileriniz aleyhinize şâhitlik eder diye gizlenmiyordunuz. Velâkin yapmakta olduklarınızdan bir çoğunu Allah'ın bilmeyeceğine inandınız. İşte sizin bu inancınız; Rabbiniz hakkında beslediğiniz inancınız, sizi bir yıkıma uğrattı, böylelikle hüsrana uğrayanlardan oldunuz.” (Fussilet/19-23) 6. O gün insanlar, amelleri gösterilsin/amellerini görsünler diye bölük bölük ortaya çıkacaklar. Burada, ölüp gömülen insanların amellerini görmeleri için bölük bölük ortaya çıkacakları bildirilmektedir; ki bu husus daha evvel de dile getirilmişti: O hâlde onlardan geri dur [sırt çevir]. O günde Çağırıcı'nın, nüküre [bilinmedik, inkâr edilen, yadırganan bir şeye] çağırdığı o günde gözleri düşkün düşkün, o davetçiye hızlıca koşarak kabirlerinden çıkarlar, sanki onlar darmadağın çekirgeler gibidirler. O kâfirler, “Bu, zor bir gündür” derler. (Kamer/6-8) Âyetteki, bölük bölük ifadesi, şu âyetler ışığında değerlendirilebilir: Ve sûra üflenmiştir de Allah'ın dilediği hariç, göklerde kim var, yerde kim varsa çarpılıp yıkılıvermiştir. Sonra ona başka bir daha üflenmiştir de onlar kalkmışlar karşıda bakıp duruyorlar. Ve yeryüzü Rabbinin nûruyla aydınlanmış, kitap konulmuş, peygamberler ve tanıklar getirilmiş ve aralarında hakk ile karar verilmiştir. Ve onlar zulüm olunmazlar [onlara hakksızlık edilmez]. Ve ne amel yaptıysa herkese karşılığı tam olarak ödendi. Ve O [Allah], onların yaptıklarını en iyi şekilde bilendir. Ve inkâr etmiş olanlar bölük bölük cehenneme sevk olundu [olunacak]. Nihâyet oraya vardıklarında kapıları açıldı [açılacak]. Ve onun bekçileri onlara, “İçinizden size Rabbinizin âyetlerini okuyan, bu gününüzle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran elçiler gelmedi mi?” dediler [diyecekler]. Onlar, “Evet geldi” dediler [diyecekler]. –Velâkin kâfirler üzerine azap kelimesi hakk oldu.– “Sürekli olarak içinde kalmak üzere girin cehennemin kapılarından” denildi. –Büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür!– Rabb'lerine karşı takvâlı olanlar da cennete bölük bölük sevk edildi. Nihâyet oraya vardıkları, kapıları açıldığı ve bekçileri onlara, “Selâm sizlere, tertemiz geldiniz!” dediği zaman, “Ebedî olarak içinde kalmak üzere haydi girin oraya!” dediler [denilecek]. Onlar da, “Bize vaadini doğru çıkaran ve bizi bu arza vâris kılan ve cennette bizi istediğimiz yerde konup göçürten o Allah'a hamdolsun” dediler. –İşte, çalışanların ödülü ne güzeldir!– (Zümer/68-74) O gün Biz bütün insanları önderleriyle çağıracağız. Ki o gün, kimin kitabı sağ eline verilirse, işte onlar kendi kitaplarını okuyacaklar ve onlar kandil fitili/çekirdeğin iplikçiği kadar [en küçük] bir hakksızlığa uğratılmayacaklar. Her kim de burada [dünyada] kör ise işte o, âhirette de kördür. Ve yolca daha şaşkındır. (İsrâ/71-72) Ve Sâ‘at'in dikildiği günde de; işte o gün onlar, ayrılırlar. Şimdi iman etmiş ve sâlihâtı işlemiş kimselere gelince; artık onlar, bir bahçe içinde neşelendirilirler. Şu küfreden, âyetlerimizi ve âhiret buluşmasını yalanlayan kimselere de gelince; işte onlar azap içinde hazır bulundurulurlar. (Rûm/14-16) Öyleyse, Allah'tan, geri çevrilmesi olmayan bir gün gelmeden önce yüzünü dosdoğru/koruyan dine çevir. O gün onlar, O'nun [Allah'ın], iman eden ve sâlihâtı işleyen kimselere lütfundan karşılık vermesi için bölük bölük ayrılırlar. Şüphesiz O, kâfirleri sevmez. Kim inkâr ederse, artık inkârı kendi aleyhinedir. Kim de sâlihi işlerse, artık onlar da kendileri için döşek [rahat bir yer] hazırlamış olurlar. (Rûm/43-44) Göğün ve yeryüzünün Kendi emriyle durması yine O'nun âyetlerindendir. Sonra sizi yeryüzünden bir tek çağırışla çağırdığı zaman bir de bakarsınız ki siz çıkarılıyorsunuz. (Rûm/25) Evet insanlar, dünyada yaptıkları gösterilmek ve yaptıklarının karşılıkları verilmek için çıkarılacaklardır: İşte burada velâyet/vilâyet [egemenlik/yardımcılık, koruyuculuk, yol göstericilik] ancak hakk olan Allah'a aittir. O, ödüllendirme bakımından en iyi ve kovuşturma yönünden de en iyi olandır. (Kehf/44) Ve Biz onların [Bize kavuşmayı ummayanların] amelden her yaptıklarının önüne geçtik de onu saçılmış toz zerreleri hâline getiriverdik. Cennet ashâbı o gün kalacak yer açısından çok iyi, dinlenecek yer bakımından da daha güzeldir. Ve o gün gökyüzü bulutlar ile yarılır ve melekler ardı arkasına indirilir. İşte o gün gerçek hükümranlık, Rahmân'a özgüdür. Kâfirler için ise o, pek çetin bir gün olmuştur. Ve o gün, o zâlim kimse ellerini ısırarak; “Eyvah, keşke Elçi ile beraber bir yol tutsaydım! Eyvah, keşke falancayı izdaş edinmeseydim. Hiç şüphesiz bana geldikten sonra, beni Zikir'den o saptırdı. Ve şeytan insan için bir rezil edenmiş!” der. (Furkân/23-29) Ve onların işledikleri her şey, yazıtlardadır [kayıtlardadır, kitaplardadır]. Küçüğün, büyüğün, hepsi satır satır yazılmıştır. Hiç şüphesiz takvâ sahipleri cennetlerdedir, ırmaklardadır/aydınlıklardadır. Çok güçlü kralın yanındaki [huzurundaki] doğruluk oturma yerlerindedirler. (Kamer-52-55) 7-8. Artık her kim zerre miktarı bir hayır işlerse onu görecek, her kim de zerre miktarı bir şer işlerse onu görecektir. Herkesin, iyi kötü ne yaptıysa hepsiyle yüzleşeceği yüzlerce âyette bildirilmiştir: Şüphesiz Allah, zerre kadar zulmetmez. Ve eğer iyilik ise onu kat kat artırır. Ve Kendi katından büyük bir ecir verir. (Nisâ/40) O gün her nefis, hayırdan işlediği şeyleri, kötülükten işlediği şeyleri hazırlanmış bulur. Kendisi ile onun [yaptığı kötülükler] arasında şüphesiz çok uzak bir mesafe bulunmasını ister. Allah, sizi Kendisinden çekindiriyor. Şüphesiz Allah, kullarına çok şefkatlidir. (Âl-i İmrân/30) Ayrıca, Bakara/281; Âl-i İmrân/25, 195; Nisâ/40, 85, 123; En‘âm/160; A‘râf/9; Yûnus/27, 54; Nahl/97; İsrâ/71; Kehf/49; Meryem/60; Tâ-Hâ/112; Enbiyâ/47; Mü’minûn/62, 102-103; Neml/89; Kasas/84; Lokmân/16; Yâ-Sîn/54; Saffat/38-39; Mü’min/17, 40; Câsiye/22; Ahkâf/19; Kaf/28; Tûr/21 ve Kâria/6-9'a da bakılmalıdır. Konumuz olan âyetlerde kısaca zikredilen bilgiler, Hacc sûresi'nin girişinde detaylı bir şekilde verilmiştir: Ey insanlar! Rabbinizden sakının; şüphesiz o Sâ‘at'in sarsıntısı çok büyük bir şeydir. Onu göreceğiniz gün, her emzikli kadın emzirdiğinden vaz geçer. Ve her hamile kadın taşıdığını düşürür. Ve sen insanları sarhoş olmadıkları hâlde hep sarhoş görürsün. Ama Allah'ın azabı çok şiddetlidir. İnsanlardan bazıları da Allah hakkında bilgiden başka şeyle tartışır. Ve tüm azılı şeytanı izlerler. Onun aleyhinde, “Şüphesiz kim kendisini [şeytanı] velîleştirirse artık o, kesinlikle onu [şeytanı velîleştireni] saptırır ve onu saîr'in [cehennemin] azabına kılavuzlar” yazıldı. Ey insanlar! Eğer öldükten sonra dirilmekten kuşkuda iseniz, (bilin ki) ne olduğunuzu size açıklamak için şüphesiz biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra bir alekadan [embriyondan], sonra yapısı belli belirsiz bir et parçasından yaratmışızdır. Dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız. Sonra sizi bir çocuk olarak çıkartırız, sonra sizi, olgunluk çağına erişmeniz için bırakırız. Bununla beraber kiminiz öldürülür, kiminiz de önceki bilgisinden sonra, hiç bir şey bilmemek üzere, ömrünün en rezil zamanına ulaştırılır. Bir de yeryüzünü görürsün ki sönmüştür; fakat Biz onun üzerine su indirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır ve her güzel çiftten bitkiler bitirir. İşte bu (gösteriyor ki), şüphesiz ki Allah hakktır [gerçektir]. Şüphesiz ölüleri sadece O diriltir ve şüphesiz sadece O her şeye kadirdir. Kıyâmet ise şüphesiz gelicidir. Kesinlikle onda şüphe yoktur. Ve şüphesiz ki Allah bütün kabirlerde olan kimseleri tekrar diriltecektir. İnsanlardan bazıları da Allah hakkında bilgiden başka şeyle; kılavuz olmadan, aydınlatıcı bir kitap olmadan tartışırlar. Onun belini eğip bükmesi, Allah yolundan saptırmak içindir. Bu dünyada ona bir rüsvaylık vardır. Ve Biz Kıyâmet gününde ona Yakıcı'nın azabını tattıracağız. İşte bu, kendi iki elinin öne çıkardığı şeyler sebebiyledir. Şüphesiz Allah ise iyi kulluk edenlere zulmeden değildir. İnsanlardan kimi de Allah'a bir yar kenarı üzerinde ibâdet eder. O nedenle eğer kendisine bir iyilik gelirse onunla mutmain olur. Ve eğer kendisine bir fitne gelirse yüzü üstü dönüverir. O, dünyayı da âhireti de kaybetti. İşte bu, apaçık kaybın ta kendisidir. Allah'ın astlarından da kendine zarar ve menfaat veremeyecek şeylere yalvarır. İşte bu, çok uzak sapıklığın ta kendisidir. O, zararı faydasından daha yakın olana yalvarıyor. O [yalvardığı şey] ne kötü mevlâ [yardımcı, koruyucu] ve ne kötü yoldaştır. Şüphesiz Allah, iman eden ve sâlihâtı işleyenleri altından ırmaklar akan cennetlere girdirir. Şüphesiz Allah, dilediğini yapar. (Hacc/1-14) Allah doğrusunu en iyi bilendir. [1] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân. [2] Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb. [3] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân. |
Bookmarks |
Etiketler |
suresi, zilzal |
|
|