26. December 2009, 08:02 PM | #1 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
Secde Suresi
SECDE SÛRESİ’NE GİRİŞ
GİRİŞ Secde suresi Mekke’de 75. sırada inmiş olup adını 15. ayetin “Allah’ın ayetlerine canı gönülden inanıp yere kapanmayı, büyüklük taslamamayı ve Allah’ı hamd ile tesbih etmeyi”öngörenmesajından almıştır. Klasik kaynaklarda 16-20. ayetlerin Medeni olduğuna dair nakiller de mevcuttur. (Mukatil, Süyuti; el-İtkan) Sure, Kur’an’a dikkat çekerek başlamaktadır. Üzerinde durulan ana tema, Mekke’de inen diğer sureler gibi, insanların tevhid, ahiret ve elçilik ile ilgili şüphelerini gidermek ve onları gerçeğe davet etmekle ilgilidir. Kâfirlerin ve müminlerin mukayese edildiği surede ayrıca Resulullah teselli edilmekte, ahiretten ibret verici bir sahne sergilenmektedir. Geçmişle ilgili hatırlatmalar bağlamında Musa [as] ve İsrailoğulları ilişkisine kısa bir gönderme yapılmakta, sabırları karşılığında nimetlere mazhar oldukları ifade edilerek bu durumdan ibret alınması istenmektedir. https://youtu.be/t0YkLlTWfV8 Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 401. Bölüm secde Suresi 1. Bölüm https://youtu.be/4KM4D5GtOXE Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 402. Bölüm Secde Suresi 2. Bölüm MEAL RAHMAN RAHÎM ALLAH ADINA 1 – Elif [1] , Lâm [30], Mim [40]. 2 - Kendisinde şüphe olmayan bu kitabın indirilişi, âlemlerin Rabbindendir. 3- Yoksa onlar, “Onu kendisi uydurdu” mu diyorlar? Bilakis o [Kur’an], doğruya ulaşırlar diye, senden evvel kendilerine bir uyarıcı gelmemiş olan toplumu uyarasın diye Rabbinden gelen gerçektir. 4- Allah, gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yaratan ve de Arş üzerine egemenlik kurandır. O’nun astlarından size bir Yakın ve bir şefâatçi yoktur. Hâlâ düşünüp ibret almayacak mısınız? 5 – O [Allah], gökten yere işleri düzenler, sonra da o [işler], ölçüsü sizin saydıklarınızdan bin yıl olan bir günde O'na [Allah’a] yükselir. 6 - İşte O [Allah], görüleni ve görülmeyeni bilendir, Azîz’dir, Rahîm’dir. 7- Ki O, yarattığı her şeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayandır. 8- Sonra onun soyunu bir özden [sülale'den], basbayağı bir sudan yapmıştır. 9- Sonra onu 'düzeltip bir biçime soktu' ve ona ruhundan üfledi. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti. Ne az şükrediyorsunuz? 10- Ve onlar: “Biz yeryüzünün içinde kaybolduğumuzda mı, gerçekten biz mi yeni bir yaratılışta olacağız?” dediler. Aslında onlar, Rablerine kavuşmayı [O’nun huzuruna varacaklarını] inkâr ediyorlar.” 11 - De ki: “Size görevlendirilmiş ölüm meleği sizi vefat ettirecek, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.” 12- Suçluları, Rablerinin huzurunda başları öne eğilmiş olarak: “Ey Rabbimiz! Gördük ve dinledik, şimdi bizi geri çevir de salih bir amel işleyelim, biz artık kesin bir şekilde inanıyoruz” derlerken bir görsen! 13- Ve eğer Biz dileseydik her nefse [kişiye] hidayetini verirdik. Velâkin Benden: “Bütün insanlar ve cinlerden [herkesten] cehennemi elbette tamamen dolduracağım” sözü hak olmuştur. 14 – Öyleyse bu gününüzle karşılaşmayı unuttuğunuzdan/terk ettiğinizden dolayı tadın azabı! Hiç şüphesiz ki Biz unuttuk/terkettik [cezalandırdık] sizi. Ve yapmış olduğunuza karşılık sonsuzluk azabını tadın!” 15 – Gerçekten Bizim ayetlerimize ancak, kendilerine öğüt verildiği zaman secde ederek yerlere kapanan ve Rablerine hamd ile tesbih eden ve büyüklük taslamayan kimseler inanırlar. 16 - Onların yanları yataklardan uzaklaşır, onlar korku ve ümid içinde Rablerine dua ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan bağışlarlar. 17- İşte, kişi, kendileri için, yaptıklarına karşılık gözler aydınlığı olacak şeylerden gizlenmiş olan şeyleri bilmiyor! 18- Peki, mümin olan kimse, fasık olan kimse gibi midir? Bunlar, aynı olmazlar. 19 - İman etmiş ve salihatı işlemiş kimselere gelince; artık yaptıklarına karşılık, bir ağırlanma olarak, me'vâ [barınak] cennetleri yalnızca onlar içindir. 20, 21- Ve fasıklara [yoldan çıkanlara] gelince, onların varacağı yer de Ateş’tir. Her çıkmak istediklerinde oraya yeniden çevrilecekler ve onlara “yalanlayıp durduğunuz Ateş’in azabını tadın!” denilecektir. Hiç kuşkusuz, dönerler diye, onlara, büyük cezanın astından en yakın cezadan da tattıracağız. 22 – Ve Rabbinin ayetleriyle kendisi öğütlendirilen, sonra onlardan yüz çeviren kimseden daha zalim kimdir? Şüphesiz Biz, günahkârlardan intikam alanlarız. 23 – Ve ant olsun ki, Biz, vaktiyle Musa'ya o kitabı verdik. -Şimdi sen ona kavuşmaktan kuşku içinde olma.- Ve Biz, onu İsrailoğulları için bir kılavuz kıldık. 24 – Ve onlardan, sabrettikleri zaman Bizim emrimizle kılavuzluk eden önderler kıldık. Ve onlar, Bizim ayetlerimize kesin bir şekilde inanıyorlardı. 25 – Şüphesiz senin Rabbin; O [Allah], onların ihtilafa düştükleri şeyler hakkında kıyamet günü aralarında hükmedecektir. 26 - Yurtlarında gezip dolaşmakta oldukları kendilerinden önceki nice kuşakları helâk etmiş olmamız da, onlara kılavuz olmadı mı? Şüphesiz bunda nice ayetler vardır. Hâlâ kulak vermeyecekler mi? 27 - Ya da, Bizim kır yere suyu salıverip de onunla hayvanların ve kendilerinin yediği bir ekin çıkarmamızı da mı görmediler? Hâlâ görmezler mi? 28 - Bir de onlar, “Ne zaman o fetih [yargı], eğer doğru kimseler iseniz?” diyorlar. 29 - De ki: “İnkâr eden kimselere, o fetih günü, iman etmeleri fayda vermez ve onlara mühlet verilmez.” 30 – Artık sen onlardan mesafelen ve gözetle! Şüphesiz onlar gözetleyenlerdir. TAHLİL 1 – اElif [1] , لLâm [30], مMim [40]. Birçok kez ifade ettiğimiz gibi, “ الحروف المقطعةHurûf-ı Mukattaa [Kesik Harfler]” diye adlandırılan bu harflerin neyi ifade ettiği henüz kesin olarak bilinmemektedir. Uyarı veya gelecek ayetlere dikkat çekme ünlemi olabilecekleri gibi, Kur’an’ın içyapısına ait önemli bir yapı taşı da olabilirler. Ayrıca Kur’an indiği dönemde henüz rakamların icat edilmemiş olduğu ve rakam yerine “ ا ب ج د [EBCD]” harflerinin kullanılmakta olduğu dikkate alındığında, bu harflerin belirli sayıları ifade ediyor olması da mümkündür. Böyle olduğu takdirde, söz konusu sayıların matematiksel olarak neyi ifade ettikleri de henüz bilinmemektedir. İleriki dönemlerde yapılacak çalışmalar sonucunda bu harflerin işaret ettiği anlamların doğru şekilde tevil edilebileceği kanaatindeyiz. Ebced hesabına göre surenin başındaki harflerin sayısal değerleri, 1. ayetin mealinde verilen rakamlardır. 2 - Kendisinde şüphe olmayan bu kitabın indirilişi, âlemlerin Rabbindendir. 3- Yoksa onlar, “Onu kendisi uydurdu” mu diyorlar? Bilakis o [Kur’an], doğruya ulaşırlar diye, senden evvel kendilerine bir uyarıcı gelmemiş olan toplumu uyarasın diye Rabbinden gelen gerçektir. Uyarı edatlarıyla dikkat çekildikten sonra surenin bu ilk iki ayetinde Kur’an’a bir kez daha vurgu yapılarak içinde şüphe, çelişki ve tutarsızlık bulunmayan bu kitabın âlemlerin Rabbi Allah’ın indirmesi olduğu bildirilmektedir. Resulullah’tan evvel kendilerine bir uyarıcı gelmemiş olan ve “Onu kendisi uydurdu” diyen müşriklere ise Kur’an’ın doğruya ulaşırlar diye insanları uyarması için Resulullah’a Yüce Rabb’den gelen gerçekolduğu açıklanmaktadır. Böylece Kur’an’a “büyüdür”, “şiirdir”, “kâhin sözüdür”, “öncekilerin efsaneleridir” diyenlerin iddiaları reddedilmektedir. Ayetteki “senden evvel kendilerine bir uyarıcı gelmemiş olan toplumu uyarasın” ifadesiyle o dönemdeki Kureyşliler kastedilmektedir. Kureyşliler ümmi bir toplum idiler. Peygamberimiz uyarıcı elçi olarak gelmezden evvel kendilerini Allah'ın azabı ile uyaran hiçbir kimse gel*memişti. Ancak bununla kastedilen Mekkeli Araplara hiç uyarıcı elçinin gelmediği değil, Resulullah’tan önceki dönemde bir uyarıcının gelmediğidir. Çok uzun zaman önce onlara da peygamber geldiği halde, zamanla o uyarıcının getirdiği mesajın etkisi azalmış, yok olmuştu. Bu ayette verilen bilginin bir benzerini Ya Sin suresinde görmüştük: Babaları uyarılmamış bu yüzden de kendileri gafil [duyarsız] bir kavmi kendisiyle uyarasın diye Aziz [çok güçlü], Rahîm’in [çok merhametlinin] indirdiği çok hikmetli Kur’an’a ant olsun ki sen, o gönderilenlerdensin [elçilerdensin], hiç şüphesiz sen dosdoğru bir yol üzerinesin. (Ya Sin/2- 6) Ya Sin suresindeki bu ayet de Mekke ve civarındaki Arap toplumunun, ataları [yakın zamanda] uyarılmadığı için iyice gaflete dalmış; dini, imanı, Allah’ı, ahireti umursamaz hale gelmiş bir toplum olduğunu göstermektedir. Bu noktada akla “Allah’ın elçisi Muhammed (as) sadece Arap toplumunu uyarmakla mı görevlendirildi?” sorusunun gelmesi mümkündür. Ancak orijinal metinde böyle bir kısıtlama getiren ifade bulunmamaktadır. Bilindiği gibi Rabbimizin bu konudaki buyrukları şöyledir: Ve en yakın aşiretini [oymağını] uyar. (Şuara/214) Ve Biz onlara açıkça ortaya koysun diye her peygamberi yalnız kendi kavminin / halkının diliyle gönderdik. Artık Allah dilediğini / dileyeni saptırır, dilediğini / dileyeni de doğru yola iletir. Çünkü O, çok güçlüdür, hikmet sahibidir. (İbrahim/4) Doğal olarak, bir uyarıcı [elçi], kendisine tevdi edilen göreve önce kendi ailesinden, yakınlarından, halkından başlamak durumundadır. Yani, uyarı halkası uyarıcının kendi bölgesinden başlar, daha sonra genişler. Nitekim peygamberimize uyarıya kendi oymağından başlamasını bildiren Rabbimiz, bununla beraber onun tüm insanlığa gönderildiğine dair de birçok ayet göndermiştir: Ey Kitap Ehli! Kesinlikle Kitap’tan gizlemiş olduğunuz şeylerin çoğunu açığa koyan, çoğundan da vazgeçen Bizim elçimiz size geldi. Kesinlikle size Allah’tan bir ışık ve apaçık bir kitap geldi. (Maide/15) Ve Biz seni ancak bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; velâkin insanların çoğu bilmiyorlar. (Sebe/28) De ki: “Ey insanlar! Şüphesiz ben, göklerin ve yerin mülkü kendisinin olan, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan, hem dirilten hem öldüren Allah’ın size, hepinize gönderdiği elçiyim. O hâlde Allah’a ve O’nun sözlerine iman eden, ümmî peygamber olan elçisine iman edin ve ona uyun ki, doğru yolu bulmuş olasınız.” (A’râf/158) |
26. December 2009, 08:04 PM | #2 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
De ki: “Tanıklık bakımından hangi şey daha büyüktür?” De ki: “Benimle sizin aranızda Allah tanıktır. Ve sizi ve ulaşan herkesi uyarayım diye bana bu Kur'an vahyolundu.Allah’la beraber gerçekten başka ilâhlar olduğuna siz gerçekten tanıklık eder misiniz?” De ki: “Ben etmem.” De ki: “O, ancak ve ancak bir tek ilâhtır ve gerçekten ben, sizin ortak tuttuğunuz şeylerden uzağım.” (En’âm/19)
Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik. (Enbiya/107) Surenin 2. ayetindeki “Kendisinde şüphe olmayan bu kitabın indirilişi, âlemlerin Rabbindendir” ifadesi, Âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş olması nedeniyle Kur’an’dahiçbir şüphe, çelişki ve tutarsızlık olmadığı mesajını içermektedir. Kur’an’da hiçbir çelişki ve tutarsızlığın olmadığı Rabbimiz tarafından birçok kez vurgulanmıştır: Elif [1], Lâm [30], Mîm [40]. İşte bu kitap; kendisinde kuşku yoktur. (Bakara/1-2) Hamd [tüm övgüler], katından şiddetli azaba karşı uyarmak, salihatı işleyen müminlere, şüphesiz kendileri için, içinde sürekli kalıcılar olarak güzel bir mükâfat bulunduğunu müjdelemek ve “Allah çocuk edindi” diyenleri uyarmak için, kuluna, gözetici olarak, kendisi için hiçbir pürüz kılmadığı Kitap’ı indiren Allah içindir. (Kehf/1) Ve ant olsun ki Biz, düşünüp öğüt alsınlar diye pürüzsüz Arapça bir Kur'ân [okuma] olarak; takvalı davransınlar diye bu Kur'ân'da insanlar için her türlüsünden örnek verdik. (Zümer/27, 28) Hala Kur’an’ı gereği gibi düşünmezler mi? Eğerki o, Allah’tan başkası tarafından olsaydı, kesinlikle onun içinde birçok karışıklıklar bulurlardı. (Nisa/82) Bilindiği üzere, Mekkeli inkârcılar o “Kitap”ı Muhammed'in (as) kendisinin uydurduğunu ileri sürüyorlardı. Bu iddiaları birçok ayette nakledilmiş idi: De ki: “Ortaklarınızdan doğru yolu gösterecek olan kimdir?” De ki: "Allah, hakk olan doğru yola hidayet eder. O hâlde kim doğru yola kılavuz olur? O hâlde doğru yola kılavuz olan mı kendisine uyulmaya daha lâyıktır, yoksa kendisine yol gösterilmeyince onu bulamayan mı? O hâlde size ne oluyor? Nasıl hükmediyorsunuz?" Ve onların çoğu, ancak bir zanna uyarlar. Şüphesiz ki zann, “Hakk”tan hiçbir şey kazandırmaz. Şüphesiz Allah onların yaptıklarını çok iyi bilir. Ve bu Kur'an, Allah'ın astları tarafından uydurulan değildir. Lâkin kendinden önceki kitapları tasdik eder ve o kitabı ayrıntılı olarak açıklar. Onda şüphe edilecek hiçbir şey yoktur. Âlemlerin Rabbindendir. Yahut “Onu kendisi uydurdu” diyorlar. De ki: “Öyleyse siz benzeri, bir sure meydana getirin, Allah’ın astlarından çağırabileceklerinizi de çağırın. Eğer doğru kimseler iseniz.” (Yunus/35- 38) Aksine onlar: “Bunlar karmakarışık düşlerdir; yok yok, onu kendisi uydurdu; yok yok o bir şairdir. Hadi öyleyse öncekilerin gönderildiği gibi bize bir ayet [mucize] getirsin” dediler. (Enbiya/5) Ve inkâr etmiş olanlar, “Bu [Kur’an], onun [Muhammed’in] uydurduğu yalandan başka bir şey değildir. Ona başka bir topluluk da bunun için yardım etmiştir” dediler. Böylece onlar kesinlikle haksızlık ettiler ve asılsız bir iddia getirdiler. (Furkan/4) Ya da onlar, “Onu [Kur’an’ı], o [Muhammed] uydurdu” diyorlar. De ki: “Eğer onu ben uydurmuşsam bana Allah’tan olacak şeye güç yetiremezsiniz [beni Allah gibi cezalandıramazsınız]. O, sizin neyin içine atıldığınızı daha iyi bilir. Sizinle benim aramda tanık olarak O yeter. Ve O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.” (Ahkaf/8) Burada akla şöyle bir soru gelebilir: Resulullah'tan önce uzunca bir süre Arap toplumuna herhangi bir uyarıcı gelmediğine göre, o süre içinde yaşamış kişilerin akıbetleri nasıl olacaktır? Bu süre içinde yaşamış olan kimseler nelerden sorumludurlar? Arapların Cahiliye döneminde veya herhangi bir dönemde yaşayıp da kendilerine vahiy/ilahi mesaj ulaştırılmamış kimseler, Allah’ın varlığını ve birliğini tanımaktan sorumlu olacaklardır. Zira Allah’ın varlığını ve birliğini algılamak için uyarıcıya, herhangi bir öğretmene ihtiyaç yoktur. Aklın varlığı bu sorumluluk için yeterlidir. Kur’an’da Allah’ın varlığını ve birliğini tanımaya yönelik ayetlerin hepsi de aklı kullanmayı emretmektedir. Kısacası; aklını kullanan herkes Allah’ı ve O’nun birliğini tanır. Nitekim Resulullah’ın elçi gönderildiği dönemde Mekke’de kendilerine “hanif” denilen Kuss b. Saidetü’l-İyadî, Ümeyye b. Ebi es-Salt, Suveyd b. Amr el-Mustalikî, Vaki’ b. Selame b. Züheyr el-İyadî, Amr b. Cündüb el-Cühenî, Ebu Kays Serme b. Ebi Enes, Zeyd b. Amr b. Nüfeyl, Varak b. Nevfel, Osman b. el-Huvaris, Ubeyde b. Cahş, Amir b. ez-Zerb el-Advanî, Allâf b. Şehab et-Temimî, El-Mütelemmis b. Ümeyye el-Kinanî, Züheyr b. Ebu Selmâ, Halid b. Sinan b. Gays el-Absî, Abdullah b. Kudâî gibi Allah’ı tanıyan, birliğine inanan kimseler bulunmaktaydı. 4- Allah, gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yaratan ve de arş üzerine egemenlik kurandır. O’nun astlarından size bir Yakın ve bir şefâatçi yoktur. Hala düşünüp ibret almayacak mısınız? 5 – O [Allah], gökten yere işleri düzenler, sonra da o [işler], ölçüsü sizin saydıklarınızdan bin yıl olan bir günde O'na [Allah’a] yükselir. 6 - İşte O [Allah], görüleni ve görülmeyeni bilendir, Azîz’dir, Rahîm’dir. Bu ayetlerde Rabbimiz Kendi niteliklerinden bir kısmını daha tanıtarak birçok hakikate ışık tutmaktadır:
Daha evvel A’raf suresinde “yaratma”nın ve “idare etme”nin [evrenin işleyiş planlarının ve yasalarının] Allah’a ait olduğunu görmüştük: Şüphesiz ki sizin Rabbiniz, gökleri ve yeryüzünü altı günde yaratan, sonra Arş üzerine istiva eden, gündüzü, durmadan kovalayan gece ile bürüyen ve güneş, ay ve yıldızları emrine boyun eğmiş olarak yaratan Allah'tır. İyi biliniz ki, yaratma ve emir sadece O'na özgüdür. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne cömerttir! (A’raf/54) GÖKLERİN ve YERYÜZÜNÜN YARATILMASI:Âyette geçen الخلق [halk] sözcüğü, “yoktan var etme” anlamında olmayıp “takdir etmek, şekil vermek, düzene sokmak” anlamındadır. Dolayısıyla, Rabbimizin gökleri ve yeryüzünü yaratmasından onlara şekil verdiği, onları düzene soktuğu anlaşılmalıdır. Elbette ki her şeyi yoktan var eden de Yüce Allah'tır. Ancak Rabbimizin bu ifadede “halk [yaratma]” sözcüğünü kullanması, bize göre, göklerin ve yeryüzünün araştırılarak incelenmesini, elde edilecek bulgulardan yola çıkılarak “eserden müessire ulaşma” yöntemiyle, evrene düzen veren programlayıcının da Kendisi olduğunun bilinmesini istemesinden dolayıdır. Bizim, Kur’ân çalışmalarımızda gökler ve yeryüzüyle ilgili tespit edilebilmiş mucizelere yer verip bu bilgileri aktarma çabamız da kullara yüklenen bu görevin bir gereğidir. Rabbimiz birçok âyette insanların yeminle dikkatlerini çekerek Kendisine delâlet edecek kanıtları sadece göklerde ve yeryüzünde değil, enfüste [kendi içyapımızda] de aramamızı istemiştir. Kur’ân'da Rabbimizi tanımamıza vesile olacak deliller arasından özellikle “gökler” üzerinde fazlaca durulmuş ve göklerin halk edilişinin [düzene sokuluşunun] insanın halk edilişine göre daha büyük bir iş olduğu bildirilmiştir: Ki O, yedi göğü, birbiri üzerine yarattı. Rahmân'ın yaratmasında bir çatlaklık, uygunsuzluk görmezsin. Gözünü döndür [de bak], bir bozukluk görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha döndür [bak]. Gözün, [aradığı bozukluğu bulmaktan] âciz bir hâlde sana dönecektir. Ve o çok bitkindir. (Mülk/3-4) O [aklını kullanan] kişilerdir ki, ayakta, otururken, yan yatarken Allah'ı anarlar vegöklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler: “Ey Rabbimiz! Sen bunu boşu boşuna yaratmadın! Senin şanın yücedir. Bizi ateşin azabından koruyuver!” (Âl-i İmrân/191) Elbette ki göklerin ve yeryüzünün yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyüktür. Velâkin insanların çoğu bilmiyorlar. (Mümin/57) İŞLER ALLAH’A YÜKSELİR: 5. ayette geçen “İşlerin Allah’a yükselmesi”, Allah’ın yeryüzünde cari kıldığı kuralların, nizam ve intizamın ortadan kalkması demektir. Burada konu edilen “bin sene” de bu kalkış zamanının çok zaman sonra olacağından kinayedir. Melekler ve Ruh, miktarı ellibin yıl olan bir gün içinde O’na yükselir (yeryüzünden çekilir). O halde sen, güzel bir sabır ile sabret. Şüphesiz Biz onu (olacak azabı) çok yakın görürken onlar, onu çok uzak görüyorlar. (Mearic/4-7) Ve senden azabı çabuklaştırmanı istiyorlar. Hâlbuki Allah sözünden asla caymayacaktır. Bununla beraber Rabbinin katında bir gün, sizin sayacaklarınızdan bin sene gibidir. (Hacc/47) İşlerin tedbiri ve Allah’a urûcu konu edilen ayetlerden anlaşıldığına göre, Rabbimiz evrenin düzenini makrodan mikroya doğru kurmuştur; evrenin kıyametini de mikrodan makroya doğru oluşturacaktır. ALLAH, GÖKLERİ VE YERİ ALTI GÜNDE YARATMIŞTIR: "اليوم Yevm" sözcüğü Türkçeye "gün" olarak çevrilebildiği gibi "devir" olarak da çevrilebilir. Çünkü Arapçada "yevm" sözcüğü hem gündüz ve geceden oluşan 24 saatlik bir "devir [gün]" anlamına, hem de genel olarak "devir" anlamına gelir. “Yevm" sözcüğünün buradaki anlamının "devir" olarak kabulü, bizlere Kur`an`ın bir mucizesini daha görme imkânı vermektedir. Bilindiği gibi günümüz itibariyle elde edilmiş kozmolojik bulgular, evrenin [dolayısıyla Dünya’nın da] bir takım evrelerden geçerek bugünkü durumuna geldiğini göstermektedir. Kur`an, evrenin ve dünyanın 6 "yevm"de [devirde] yaratıldığını bildirerek, bugünkü bilimsel bulgularla varılan sonucu, yani oluşumun evreler, devirler hâlinde gerçekleştiğini 14 asır önceden ilân etmiş ve bir mucizesini daha gözler önüne sermiştir. Kaf/38'in tahlilinde ayrıntılı olarak açıkladığımız gibi, “altı gün”, “altı evre” ifadesi ile evrenin ve ona bağlı olarak dünyanın oluşması ve mevcut düzene girmesindeki evreler kastedilmiştir. Kur’ân'da birçok yerde geçen “altı gün” ifadesi, bize göre Kur’ân'ın mucizelerindendir ve bilim hâlen bu evreleri araştırmakla meşguldür. “Allah, gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yaratan ve de arş üzerine egemenlik kurandır” ifadesinde yer alan “ ثمّsümme [sonra]” edatı zamanda tertibi/sıralamayı değil, kelamda tertibi/sıralamayı ifade etmektedir. Bu edattan dolayı, ifadenin ikinci bölümü “ve de arş üzerine egemenlik kurandır” diye çevrilmiştir. Şüphesiz sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arş üzerine istiva eden, işi yönetip duran Allah’tır. Şefaatçi ancak O’nun izninden sonradır. İşte Bu, Rabbiniz Allah’tır. O hâlde O'na kulluk ediniz! Hâlâ düşünüp ibret almaz mısınız? (Yunus/3) Bu konu daha evvel Kaf suresinde detaylı olarak açıklandığı için bu kadarla yetiniyor, daha fazla bilgi edinmek isteyenlerin ilgili bölümü yeniden okumalarını öneriyoruz. (Tebyînü’l-Kur’an; c:2, s:122-125) ALLAH, ARŞ ÜZERİNDE İSTİVA EDEN’DİR: “العرش Arş” sözcüğü, iktidar alameti olan “kral koltuğu, taht” demektir. “Arşın sahibi” ifadesi ise yeryüzünün, gökyüzünün, içindeki varlıklarıyla tüm evrenin tek sahibi, tek yöneticisi, tek hükümranı anlamına gelir. Her şeyin ve herkesin sahibi olan bu yüce varlık, kimsenin ve hiçbir şeyin kendisinden kaçamayacağı Allah’tır. Müteşabih bir kavram olan “استوى istiva” sözcüğü ise ayette mecaz olarak kullanılmıştır. Bu sözcük lâfzen “arşın üstüne kurulmak”, mecâzen de “en büyük makama sahip olmak, en büyük gücü elinde bulundurmak” anlamına gelir. Allah'ın mekândan münezzeh olduğu birçok âyetle bildirildiğine ve aklen de böyle olduğu sabit olduğuna göre, bu ifadede sözcüklerin “hakikat” manalarının murat edilmiş olması mümkün değildir. Dolayısıyla “Allah'ın arşa istiva etmesi”, Allah'ın en büyük makama sahip olduğunu ve en büyük gücü elinde bulundurduğunu ifade etmektedir. Rahman, Arş üzerine istiva etmiştir [egemenlik kurmuştur]. [Ta Ha/5] Şüphesiz ki sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratıp sonra da Arş üzerine istiva eden [egemenlik kuran], gündüzü durmadan kovalayan gece ile bürüyen, Güneş, Ay, yıldızları emrine boyun eğdirmiş olarak var eden Allah'tır. Gözünüzü açın; yaratış da O’nundur, buyruk da. -Âlemlerin Rabbi olan Allah çok yücedir.- [A'râf/54] O, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yaratan, sonra semaya istiva edip [egemenlik kurup] onları yedi gök olarak düzenleyendir. O, her şeyi hakkıyla bilicidir. [Bakara/29] |
ÖmerFurkan Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler: | hiiic (15. July 2010) |
26. December 2009, 08:04 PM | #3 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
“İstiva” sözcüğü, yukarıdaki ayetlerden başka, Yunus/3, Ra'd/2, Furkan/59 ve Secde/4’te de bu şekilde geçmektedir.
Görüldüğü gibi, ayetlerdeki “استوى istiva” sözcüğü, müteşabih bir anlatımla Allah'ın gücünü ve kuvvetini ifade etmektedir. Bundan başka, “Gökte olan”, “Tahtta oturan”, “Tahtını sekiz meleğin çektiği kral” gibi Kur’an ifadeleri de müteşabih olup Allah'ın gücünü ve kuvvetini anlatmak için kullanılmıştır. Bu müteşabih ifadelerin çoğu, o günkü Araplar arasında dolanımda olan ifade kalıplarıdır. Bu nedenle Yüce Allah da kendi muradını Arapların o günkü konuşma ve anlamalarına uygun olan bu deyim ve kalıplarla ifade etmiştir. Kur'an'da müteşabih ayetlerin varlığını bildiren Âl-i Imran/7 ve Zümer/23 ayetlerinin göz ardı edilip müteşabih ayetlerdeki her ifade zahirî, lâfzî ve hakikat anlamlarıyla dikkate alınırsa, bu, Kur'an'ın ruhuna aykırı bir davranış olur. Meselâ Allah'ın gelmesi, inmesi, yaklaşması, Arş üzerine istiva etmesi, gökte olması, eli olması, yüksek-açık ufukta olması, Âdem ve İblis ile bire bir diyalog kurması, görmesi, işitmesi müteşabih ifadeler olup bunlar ehil kişilerce tevil edilirler. Müteşabih ifadelerin anlaşılmasını zamana ve ehline bırakmak daha doğru bir davranıştır. Zaman içinde mutlaka her ilimde rasih olanlar çıkar ve bu donanımlı uzmanlar o ayetleri gereği gibi tevil ederler. “İŞİ YÖNETİP DURAN” ALLAH’TIR: Ayette geçen “ تدبيرtedbir” sözcüğü, “bir işin iyi bir sonuca ulaşması için ardını ve akıbetini, önünü ve sonunu, bilerek, hesap ederek gözetmek, takdir ve idare etmek” demektir. Bu ifade kullanılmak suretiyle Allah’ın yarattıktan sonra evrenle ilişkisini kesmediği, aksine evrenin yönetimini sürekli kontrolü altında bulundurduğu vurgulanmaktadır. Hepinizin dönüşü sadece O'nadır. Allah bunu hakk olarak vaat etmiştir. Şüphesiz O, halkı ilk baştan yaratır, sonra iman eden ve salihatı işleyen kimseleri kıst [nasipleri, hakları olan payları] ile karşılık vermek için geri döndürür. Şu küfretmiş olan kimseler, küfretmeleri nedeniyle, kaynar sudan bir içki ve acıklı azap kendileri için olanlardır.(Yunus/4) ALLAH’IN ASTLARINDAN İNSANLAR İÇİN BİR YAKIN VE BİR ŞEFAATÇİ YOKTUR: Bu ifade, şefaatin Allah’ın iznine bağlı olduğu anlamına gelmektedir. Ancak bu, Allah’ın bu konuda herhangi bir kişiye veya zümreye şefaat etme izni verdiği veya vereceği şeklinde yorumlanamaz. Çünkü Rabbimizin bu meyanda bir bildirimi yoktur. Şefaat konusu ile ilgili daha fazla detay Necm, Meryem ve Ta Ha surelerinde sunulmuştur. (Tebyinü’l-Kur’an c:1, s:421-424) Ayetteki “ شفيعşefi’” sözcüğünü “çift, ikincil, yani ikinci olan, yaratılan, yaratıklar” anlamında alarak “Şefaatçi ancak Allah’ın izninden sonradır” ifadesinin “her var olanın, her meydana gelenin ancak Allah’ın izni ile var olup meydana geleceği” anlamına geldiğini söylemek de mümkündür. Çünkü Fecr suresinde belirttiğimiz gibi, “çift sayı” kavramı, aynı türden birden fazla unsurun varlığına işaret eder; başka bir ifadeyle, karşıtı veya karşıtları olan ve bu sebeple başka şeylerle ilişki içinde bulunan her şeyi kapsar. Ayetin son bölümünde yer alan “İşte Bu, Rabbiniz Allah’tır. O hâlde O'na kulluk ediniz! Hâlâ düşünüp ibret almaz mısınız?” ifadesiyle müşriklere şöyle denilmektedir: “İbadeti tek ve ortağı olmayan Allah’a tahsis ediniz, ey müşrikler! Durumunuz hakkında öğüt dinlemez misiniz ki, Allah ile beraber O’nun yegâne yaratıcı olduğunu bildiğiniz hâlde bir başkasına da ibadet ediyorsunuz?” Konumuz olan ayet, Zühruf ve Müminun surelerinde detaylandırılmıştır: Göklerin ve yerin Rabbi, arşın Rabbi onların niteledikleri şeylerden münezzehtir, yücedir. Sen hemen bırak onları, kendilerine söz verilen günlerine kavuşuncaya kadar dalsınlar ve oynayadursunlar. Ve O, gökteki ilâh ve yerdeki ilâhtır. Ve O, Hakîm’dir, Alîm’dir. Ve göklerin, yerin ve her ikisi arasındakilerin mülkü sadece kendisine ait olan o kimse [Allah] ne cömerttir. Saat’in bilgisi de yalnızca O’nun yanındadır. Ve siz sadece O’na döndürüleceksiniz. Onların, O’nun astlarından yalvarıp durdukları kimseler şefaate malik olamazlar. Ancak hakka şahit olan kişi müstesna… Onlar da biliyorlar. (Zühruf/82-89) De ki: “Eğer biliyorsanız, bu yeryüzü ve onun içindeki kimseler kime aittir?” Onlar; “Allah'a aittir” diyecekler. “Öyle ise siz düşünüp taşınmaz mısınız?” de. Peki, “Yedi göklerin Rabbi ve azametli Arş’ın Rabbi kimdir?” [Onlar] “Allah’ındır” diyecekler. “Öyleyse takvalı davranmayacak mısınız” de. “Peki eğer biliyorsanız, her şeyin melekûtu [mülkiyeti ve yönetimi] kendisinin elinde olan ve kendisi her şeyi koruyup kollayan; fakat kendisi korunmayan kimdir?” Onlar “Allah'ındır” diyecekler. “Öyle ise nasıl büyülenirsiniz?” de. (Müminun/84-89) 7- Ki O, yarattığı her şeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayandır. 8- Sonra onun soyunu bir özden [sülale'den], basbayağı bir sudan yapmıştır. 9- Sonra onu düzeltip bir biçime soktu ve ona ruhundan üfledi. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti. Ne az şükrediyorsunuz? Bu ayet grubunda Rabbimiz kendisini ve yarattıklarındaki tecellisini anlatarak insanlığı düşünmeye ve sahip oldukları nimetlerin bedellerini ödemeye davet etmektedir. 7. ayetteki “O, yarattığı her şeyi en güzel yapandır” ifadesi, Allah’ın her şeyi hem yapısal olarak en güzel bir şekilde yarattığını, hem de yarattığı her şeye kodladığı yaratılma amacının güzelliğini ifade etmektedir. En küçüğünden [mikro] en büyüğüne [makro] kadar, canlı-cansız her varlık kendi varlığı çerçevesinde en güzel bir biçimdedir. Hiç biri çirkin ve bozuk yapılı değildir. Ne insan hayvanat gibidir, ne de hayvanlar insan gibidir. Hiçbir varlık bir diğeri gibi değildir. Bu durum Rabbimiz tarafından birçok ayette açıkça ifade edilmiştir: Allah, sizin için yeryüzünü bir karargâh, göğü de bir bina yapan, size şekil veren -ki şekillerinizi ne de güzel kılmıştır!- ve sizi temiz şeylerden rızıklandırandır. İşte O, Rabbiniz Allah'tır. -İşte, alemlerin Rabbi olan Allah ne cömerttir!- (Mümin/64) O [Allah] gökleri ve yeri hak ile yarattı ve sizi biçimlendirdi. -Biçimlerinizi de ne güzel yaptı!- Ve dönüş yalnızca O’nadır. (Teğabün/3) Gerçekten Biz insanı en güzel biçimde yarattık, sonra iman edenler ve salihatı işleyenler hariç -çünkü onlar için kesintisiz bir ödül var- onu alçakların en alçağına döndürdük. (Tin/4- 6) Hani Rabbin bir zaman meleklere, “Şüphesiz Ben çamurdan bir beşer yaratıcıyım. Onu tesviye edip, rûhumdan kendisine üflediğim zaman derhal ona secdeye kapanın” demişti.(Sad/71-72) Konumuz olan pasajda insanın yaratılmasına çamurdan başlandığı belirtilerek yaratılışın diğer aşamalarına da kısaca işaret edilmektedir. Bu yaratılış aşamaları, insanın sorumlu bir varlık olarak yeryüzünde halife kılınması sürecine işaret etmektedir. Bu konu Sad suresinin tahlilinde (Tebyinü’l-Kur’an; c:2, s:431,432) ayrıntılı olarak ele alındığından, konuyla ilgili kısa bir özetle yetiniyor ve detayın oradan okunmasını öneriyoruz. Hemen belirtmek gerekir ki, insanoğlunun yeryüzündeki sorumluluk sınavının nasıl başladığı ile ilgili hakikatler, konunun yer aldığı sûrelerde temsilî olarak anlatılmıştır. Olayın bir tiyatro sahnesi gibi canlandırılarak anlatılması, evrenin, dünyanın ve canlıların varoluş aşamaları hakkında bilgi sahibi olmayanların konuyu iyi anlamalarını sağlamaya yöneliktir. “Çamurdan yaratılış”, “tesviye”, “rûhun üfürülmesi” ve “meleklerin secdesi”, bir anda olup bitmiş olaylar değildir. Kur’ân'da verilen ayrıntılara göre, bu olaylar milyarlarca yıllık bir süreçte gerçekleşmiştir. Bizim bu konuyla ilgili olarak Kur’ân'dan yaptığımız tespitler şunlardır: İNSAN TOPRAKTAN-SUDAN [MADDEDEN] YARATILMIŞTIR: And olsun, insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık. Ve cann'ı da daha önce nüfuz eden kavurucu ateşten yaratmıştık. Hani Rabbin meleklere, “Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan bir beşer yaratıcıyım” demişti. “Ona bir biçim verdiğimde ve rûhumdan üfürdüğümde hemen ona secde ederek yere kapanın.” (Hicr/26-29) Bu konu için ayrıca Sâd/71, Sâffat/11, Müminûn/12-14, Enbiyâ/30, Furkân/54, Mürselât/20, Nûr/45, Hacc/5, Mümin/67, Kehf/37, Kıyâmet/36-38'e de bakılabilir. İNSANIN YARATILIŞINA TOPRAK [MADDE] İLE BAŞLANMIŞTIR: Ki O, yarattığı her şeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayandır.Sonra onun soyunu bir özden [sülâle'den], basbayağı bir sudan yapmıştır. (Secde/7) İNSAN BİR ANDA BUGÜNKÜ YAPISI İLE YARATILMAMIŞ, AŞAMA AŞAMA YARATILMIŞTIR: Oysa O, sizi gerçekten tavır tavır/aşama aşama yaratmıştır. (Nûh/14) İnsanın yaratılış aşamalarından birisi de bitkilik evresidir: Ve Allah sizi yeryüzünde bitki olarak bitirdi. (Nûh/17) Söz konusu aşamalar, Müminûn/12-14, Mümin/67, Hacc/5, Kehf/37 ve Kıyâmet/36-38'de belirtildiği gibi, toprakla başlayıp bugünkü hâlimize gelinceye kadarki aşamalardır. Bu sistem bugün için de aynıdır. Önce toprak, su, yenilip içilenler, teneffüs edilen hava gibi cansız maddeler canlıya dönüşerek dişide yumurta, erkekte sperm hücresi hâline gelmekte, sonra da alaka, mudğa, kemik ve et oluşumları bir şekillenme ile sürüp gitmektedir. Âyetlerden anlaşıldığına göre, ilk hayat da aynı sistemle, doğada önce basit bir canlıdan başlamış ve sonra alaka, mudğa gelişimine benzer bir seyirle bugünkü hâline gelmiştir. Bu gelişimler arasındaki zaman aralıkları ise belki milyonlarca yıl sürmüştür. |
26. December 2009, 08:06 PM | #4 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
İNSAN ÖNCE YARATILMIŞ, SONRA DÜZENLENMİŞTİR:Yani, insanın düzenlenmesi, ilk yaratılıştan sonra olmuştur:
Ki O,yarattı, bir düzen içinde biçim verdi. (A‘lâ/2) Ey insan! Üstün kerem sahibi olan Rabbine karşı seni aldatıp yanıltan nedir? Ki O, seni yarattı, sana bir düzen içinde biçim verdi ve seni bir itidal üzere kıldı. Dilediği bir sûrette seni tertip etti. (İnfitar/6-8) Bir damla sudan yarattı da onubir ölçüyle biçime soktu.(Abese/19) İLK YARATILIŞTAN SONRAKİ YARATILIŞ [EŞİN YARATILMASI], EŞEYSİZ ÜREMEDİR: İlk yaratılış bir nefisten gerçekleşmiş, bu nefsin eşi, nefsin kendisinden [eşeysiz olarak] yaratılmıştır. Eşeyli üremeler, bu ilk yaratılış ve eşeysiz olan ilk üremeden sonra başlamıştır: Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten yaratan, ondan eşini yaratan ve her ikisinden birçok erkek ve kadın türetip-yayan Rabbinizden korkup sakının. Ve [yine] kendisiyle birbirinizle dilekleştiğiniz Allah'tan ve akrabalık [bağlarını koparmak]tan sakının. Şüphesiz Allah, sizin üzerinizde gözeticidir. (Nisâ/1) Ayrıca A‘râf/189 ve Zümer/6'ya da bakılabilir. DUYMA, GÖRME VE DUYGU [ZİHİNSEL FONKSİYONLAR] İNSANA SONRADAN KAZANDIRILMIŞTIR: Sonra onu düzeltip bir biçime soktu ve ona rûhundan üfledi. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti. Ne az şükrediyorsunuz? (Secde/9) Allah, sizi annelerinizin karnından hiçbir şey bilmezken çıkardı ve umulur ki şükredersiniz diye işitme, görme [duyularını] ve gönüller verdi. (Nahl/78) De ki:“Sizi inşa eden [yaratan], size kulak, gözler ve gönüller verenO'dur. Ne az şükrediyorsunuz?” (Mülk/2-3) Ve hiç kuşkusuz Biz, sizi yarattık, sonra sizi biçimlendirdik, sonra da meleklere, “Âdem'e secde edin” dedik; İblis hariç onlar hemen secde ettiler; o secde edenlerden olmadı. (A‘râf/11)] Ve sizin için duymayı, gözleri ve kalpleri yaratan O'dur. Pek az şükrediyorsunuz. (Müminûn/78) ERKEKLİK ve DİŞİLİK MENİ İLE BELİRLENİR: Doğrusu, çiftleri; erkek ve dişiyi, yaratan O'dur. Bir damla sudan [döl yatağına] meni döküldüğü zaman.(Necm/45-46) İNSANIN YAPISI BAKIMINDAN DEĞERSİZ OLDUĞU DÖNEM MİLYONLARCA YIL [DEHR] DEVAM ETMİŞTİR: İnsan üzerine, henüz kendisi anılabilecek bir şey değilken, dehrden bir süre geldi mi? Doğrusu Biz insanı karışık bir nutfeden yarattık. Onu imtihan edeceğiz bu nedenle onu işitici, görücü yaptık. (İnsan/1-2) Biz, onları Biz yarattık. Bedenlerini Biz sağlam yaptık. Dilediğimizde de benzerleriyle öyle bir değiştiririz ki! (İnsan/28) ALLAH İNSANI BİLGİLENDİRMİŞ; ONA RÛHUNDAN ÜFÜRMÜŞ; VAHİY GÖNDERMİŞ; BİRAZ BİLGİ KOKLATMIŞTIR: Âyette geçen “rûhun üfürülmesi/üflenmesi” ifadesi, “Allah'ın insanı bilgilendirmesi, ona vahiy göndermesi, az bir bilgi vermesi [bilgi koklatması]” anlamına gelmektedir. Konunun önemine binâen, ruh üfürülmesi/üflenmesi ile ilgili olarak Kadr sûresi'nde yapmış olduğumuz tahlili burada da aynen aktarıyoruz: Onu amaçlanan düzgünlüğe ulaştırıp rûhumdan içine üflediğim zaman, hemen ona secdeye kapanın. (Sâd/72) Onu amaçlanan düzgünlüğe ulaştırıp rûhumdan içine üflediğim zaman, hemen ona secdeye kapanın. (Hicr/29) Sonra da ona bir biçim verdi ve ona rûhundan üfledi. Sizin için işitme gücü, gözler ve gönüller [bilgiye ulaşma yolları] var etti. Ne kadar az şükrediyorsunuz! (Secde/9) Allah'ın gerçek anlamda üfürmeyeceği bilindiğine göre, “üfürmek” ifadesinin mecâz olduğu hemen anlaşılmaktadır. Üfürmek, mecâzen bir başkasına verilen şeyin en az miktarını ifade eder. Türkçede bu eylem “koklatmak” olarak yer almıştır. Bu durumda rûhun üfürülmesi, “çok az miktarda bilgi verilmesi, bilginin koklatılması” anlamına gelmektedir. Nitekim İsrâ/85'de de, “De ki: ‘Ruh Rabbimin işindendir. Ve size bilgiden ancak çok az verilmiştir” denilerek bu husus açıkça belirtilmiştir. Ruhun Âdem'e üfürülmesinden ne kastedildiği de yine Kur’ân'da açıklanmıştır: Ve bir zamanlar Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halîfe kılacağım” demişti de onlar, “Orada bozgunculuk yapan ve kan döken birini mi kılacaksın? Oysaki bizler, Seni hamd ile tesbîh ediyoruz, Seni kutsayıp yüceltiyoruz” demişlerdi. O, “Şu bir gerçek ki Ben sizin bilmediklerinizi bilmekteyim” dedi. Ve Âdem'e isimlerin tümünü öğretti. Sonra onları meleklere sundu ve, “Hadi, haber verin bana şunların isimlerini, eğer doğru sözlüler iseniz” dedi. Dediler ki: “Yücedir şanın Senin. Bize öğretmiş olduğunun dışında bilgimiz yok bizim. Sen, yalnız Sen alîmsin, her şeyi en iyi şekilde bilirsin; hakîmsin, her şeyin bütün hikmetlerine sahipsin.” Dedi: “Ey Âdem! Haber ver onlara onların adlarını.” O onlara onların adlarını haber verince, “Dememiş miydim Ben size! Ki Ben, göklerin ve yerin gaybını en iyi bilenim. Ve Ben, sizin açığa vurduklarınızı da sakladıklarınızı da en iyi biçimde bilmekteyim” dedi. Ve o vakit Biz meleklere, “Âdem'e secde edin” demiştik de İblis dışındaki melekler hemen secde etmişti. İblis yan çizmiş, kibre sapmış ve nankörlerden olmuştu. (Bakara/30-34) Dikkat edilecek olursa, Sâd/72 ve Hicr/29'a göre, “meleklerin secde etmesi”, Âdem'in belirli aşamalardan geçirilerek [amaçlanan düzgünlüğe ulaştırılarak] nihaî şekle getirilip kendisine ruh üfürülmesinden sonradır. Bakara/30-34'de ise meleklerin secde etmesinden önce Âdem'in geçirdiği değişim ya da aşama, “Âdem'in bilgilendirilmesi ve bilgisinin meleklerin bilgisi ile karşılaştırılması” olarak açıklanmıştır. Yani, Sâd ve Hicr sûrelerinde kullanılan “ruh üfürme” tabiri, Bakara sûresi'nde yerini bilgi ile bilgilendirme'ye bırakmış, böylece “ruh üfürme” tabirinin, “bilgi ile bilgilendirmek” anlamına geldiği açıklanmıştır. Ruh üfürülmesi tabirinin, Âdem'e verilen bilginin “koklatma” anlamına geldiğinin kanıtı ise, İsrâ/85 âyetidir. Burada hemen belirtmek gerekir ki, Âdem'e verilen bilginin azlığı, sadece Rabbimizin sonsuz bilgisine nispetledir. Şöyle ki: De ki: “Rabbimin sözleri için deniz mürekkep olsa Rabbimin sözleri bitmeden önce deniz tükenirdi, hatta bir o kadarını daha getirsek bile.” (Kehf/109) Şâyet yeryüzünde ağaçtan ne varsa kalem olsa, deniz de arkasından yedi deniz katılarak [mürekkep olsa] yine Allah'ın sözleri tükenmezdi. Şüphe yok ki Allah azîzdir, hakîmdir. (Lokmân/27) Durum böyle olunca, Rabbimizin ilk peygamberden en sonuncusuna kadar tüm peygamberlerine gönderdiği vahiyler [kitaplar ile bildirdiklerinin toplamı], koklatmadan [üfürmeden] başka bir şey değildir. 10- Ve onlar: “Biz yeryüzünün içinde kaybolduğumuzda mı, gerçekten biz mi yeni bir yaratılışta olacağız?” dediler. Aslında onlar, Rablerine kavuşmayı [O’nun huzuruna varacaklarını] inkâr ediyorlar.” 11 - De ki: “Size görevlendirilmiş ölüm meleği sizi vefat ettirecek, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.” Bu ayetlerde, “Biz yeryüzünün içinde kaybolduğumuzda mı, gerçekten biz mi yeni bir yaratılışta olacağız?” diyen ahiret inkârcılarına ders verilmektedir. Bu konu Kur’an’da birçok kez yer almıştır. İnsanın ölümü onun yok olması değil, Allah’a döndürülmesidir. Yani insanın ahiret yurduna adım atması, orada toplanması, sorgulanması, bunun sonucunda da iman ve amellerinin karşılığını almasıdır. Demek oluyor ki, beden parçalanıp toprağa karışsa da yine varlığını sürdürmekte, bir araya getirilmeyi beklemektedir. “Ölüm” Kur’an’da “Allah’a dönüş, Allah’a kavuşma” olarak nitelenmiştir. Bu ifadeler bir çeşit “hasretten, gurbetten kurtulup sılaya kavuşma”yı çağrıştırmaktadır. Bu ifadeyle insanın sevdiklerine saygın olarak kavuşması gerektiği ima edilmektedir. 11. ayetteki “Size görevlendirilmiş ölüm meleği sizi vefat ettirecek, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz” ifadelerinden, önce vefatın olacağı, sonra da Allah’a dönüşün gerçekleşeceği anlaşılmaktadır. VEFAT “ وفاةVefat” sözcüğünün kökü “ وفىvfy [vefa]” sözcüğüdür. “Vfy” sözcüğü; “ غدر ğadr” sözcüğünün zıddı olup “tastamam verme, eksiltmeden yerine getirme” demektir. Bu sözcükten türemiş olan “vefat” sözcüğü ise “ölüm” demektir. Ölüme “vefat” denmesi, Allah’ın kişiye verdiği ömrü senesi, ayı, günü, saati, dakikası ve saniyesiyle eksiksiz yaşatmasındandır. (Lisanü’l-Arab; c: 9, s: 362-364) Bu bilgiler doğrultusunda Kur’an’a bakıldığında, “vfy” sözcüğünün gerek sülasi [üçlü] gerekse mezidatı [eklentili kalıpları] dâhil, Kur’an’da toplam 66 kez yer aldığı görülmektedir. Ancak sözcük Kur’an’ın her yerinde aynı anlamda kullanılmamıştır. Sırf “vefat” sözcüğünün geçtiği ayetlere bakıldığında, sözcüğün “ölüm” anlamına gelmediği, “ölüm” ile “vefat”ın birbirinden farklı iki ayrı şey olduğu görülmektedir: Ve O, sizi geceleyin vefat ettiren, gündüzün elde ettiğiniz şeyleri bilen, sonra adı konmuş ecelin [vadenin] gerçekleşmesi için sizi kaldırandır. Sonra dönüşünüz yalnızca O’nadır. Sonra O, yaptıklarınızı size haber verecektir. Ve O [Allah], kulları üzerinde Kahir’dir [hükümranlığı sürdürür] ve O, sizin üzerinize koruyucular gönderir. Sonra da sizden birinize ölüm geldiği vakit elçilerimiz, hiç eksik-fazla yapmadan, onu vefat ettirirler. (En’am;/60, 61) Allah, o nefisleri ölmeleri sırasında vefat ettirir. Ölmeyenleri de uyuduklarında; artık haklarında ölüm gerçekleştirdiklerini alıkoyar, diğerlerini de adı konmuş bir süreye kadar salıverir. Şüphesiz bunda düşünen bir kavim için nice ayetler vardır. (Zümer/42) Dikkat edilirse, ayetlerdeki “ölüm geldiği vakit elçilerimiz … vefat ettirirler” ve “ölmeleri sırasında vefat ettirir” ifadelerinde “vefat” sözcüğünün “Allah’ın kişiye verdiği ömrü senesiyle, ayıyla, günüyle, saatiyle, dakikasıyla ve saniyesiyle eksiksiz yaşatması” anlamına karşılık olmadığı; “vefat”ın ölüm anından hemen önce yaşanan bir süreç olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Rabbimiz “vefat”ın ölümden başka bir süreç olduğunu ve değişik şekillerde tezahür ettiğini şu ayetlerde beyan etmiştir: De ki: “Size görevlendirilmiş ölüm meleği sizi vefat ettirecek, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.” (Secde/11) Şu, kesinlikle meleklerin, kendilerine zulmederlerken vefat ettirdikleri kimseler; Onlar [melekler]: "Ne işte idiniz?" derler. Onlar: "Biz yeryüzünde güçsüzleştirilmiş kimselerdik" derler. Onlar [Melekler]: "Allah'ın yeryüzü geniş değil miydi, siz orada hicret etseydiniz ya?" derler. Artık, işte bunların varacakları yer cehennemdir. Ve o ne kötü gidiş yeridir. (Nisa/97) [O kâfirler] Kendilerine zulmetmiş kimseler olarak, meleklerin, vefat ettirdikleri kimselerdir. Artık teslimiyeti bırakırlar: "Biz, hiç bir kötülükten yapmıyorduk." Bilakis, Şüphesiz Allah sizin yapmakta olduklarınızı çok iyi bilendir. (Nahl/28) Melekler, o kâfirlerin yüzlerine ve sırtlarına vurarak “Tadın bakalım kızgın ateşin azabını- diye onları vefat ettirirken bir görseydin.” İşte bu, sizin kendi ellerinizle meydana getirdiğiniz şeyler sebebiyledir. Ve şüphesiz Allah, kullara hiçbir şekilde zulmeden biri değildir. (Enfal/50, 51) Artık melekler onların yüzlerine ve arkalarına vurarak onları vefat ettirirken nasıl olacak! (Muhammed/27) (Takva sahipleri) o kimselerdir ki, melekler, onları hoş ve rahat ettirerek vefat ettirirler. “Selam size, yapmış olduğunuz işlerin karşılığı olarak girin cennete...” derler. (Nahl/32) Yüzler var ki o gün apaydınlıktır. Rabblerine nazar edicidirler. Ve yüzler de var ki o gün asıktırlar. Zannederler ki kendilerine belkıran yapılır. Hayır… Hayır… Köprücük kemiklerine dayandığı zaman, ve “Kim tedavi edicidir! [Çare bulan kimdir!]” denildiği [zaman], ve o [can çekişen kişi] bunun o ayrılık anı olduğunu anladığı [zaman], ve bacak bacağa dolaştığı [zaman], işte o gün sevk [sürülüp götürülmek], sadece Rabbinedir. (Kıyamet/ 22-30) |
26. December 2009, 08:06 PM | #5 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi, “vefat” iki şekilde gerçekleşmekte, bu süreci takva sahipleri mutluluk ve rahatlık içinde geçirirken, suçlular ise mutsuz ve işkence içinde geçirmektedirler.
Demek oluyor ki, “vefat”, Allah’ın insanlara ölecekleri andan hemen önce yaşatacağı, herkese yaptıklarının ve yapması gerekirken ötelediklerinin hepsini eksiksiz fazlasız göstereceği, haber vereceği bir süreçtir. Başka bir ifade ile “vefat”, Rabbimizin, insanın hayatındaki tüm kayıtları en ince ayrıntısı ile tıpkı bir yazarkasanın “Z raporu” gibi, ölüm anından kısa bir süre önce hiç eksiksiz fazlasız ortaya koyuvermesidir. Bu “ortaya koyuş”, insana yaratılışta yerleştirilmiş olan “koruyucular, bellekler, elçiler [hafıza hücreleri]” ile sağlanmaktadır. Özetlemek gerekirse; “vefat” ölüm değil, “ölüm anında hayat boyu yaşananların Allah tarafından hatıra getirilmesi” demektir. Bu konu En’am suresinin sonunda “Vefat” başlığı altında (Tebyinü’l Kur’an; c: 5, s: 476-479) ayrıca tahlil edilmiş olduğundan, detayın oradan okunmasını öneriyoruz. İNKÂRCILARIN MAZERETLERİ İnkârcıların ahireti inkâr edebilmek için ileri sürdükleri mazeretler Kur’an’da birçok kez nakledilmiştir: Ve inkâr eden kimseler şöyle dediler: “Siz çürüyüp, didik didik parçalandığınız vakit, kesinlikle yeni bir yaratılış içinde bulunacaksınız diye, size haber veren bir kişiyi size gösterelim mi? O, bir yalanı Allah'a uydurdu mu, yoksa kendisinde bir delilik mi var?” dediler. Bilakis, âhirete inanmayan kimseler, azap ve uzak bir sapıklık içindedirler. (Sebe/7) Sonra da onlar: “Rabbimiz! Seferlerimizin arasını uzaklaştır!” dediler ve nefislerine zulmettiler. Şimdi de Biz onları ehadis [efsaneler] kıldık ve tamamen didik didik dağıttık. Şüphesiz ki bunda tüm çok şükreden sabırlı için elbette ayetler vardır. (Sebe/19) Şüphesiz onlar [solun ashabı] bundan önce mütref [varlık içinde sefahate dalanlar] idiler. Ve büyük günah [şirk] üzerine ısrar ediyorlardı. Ve “Biz ölüp, toprak ve kemik yığını olduktan sonra mı, biz gerçekten kaldırılacağız? Önceki atalarımız da mı?” diyorlardı. (Vakıa/47) Onlar: “Biz, ölüp de bir toprak ve kemikler olunca mı, mutlaka diriltileceğiz? Ant olsun ki, gerek biz ve atalarımız bundan önce bununla vaat olunmuştuk [korkutulmuştuk]. Bu, evvelkilerin masallarından başka bir şey değildir!” dediler. (Müminun/82) Ve onlar: “Bu apaçık büyüden başka bir şey değildir. Öldüğümüz ve toprak, kemik olduğumuz zaman mı, gerçekten mi biz tekrar dirilecekmişiz? Önceki atalarımız da mı?” diyorlar. (Saffat/16) Bu konu İsra suresinde açıklanırken açıklama yapılan pasajı burada da naklediyoruz: Ve onlar dediler ki: “Biz, bir kemik yığını olduğumuz ve ufalanıp toz olduğumuz vakit mi, gerçekten biz, yeni bir yaratılışla diriltilecek miyiz?” De ki: “İster taş olun, ister demir. Veyahut gönlünüzde büyüyen başka bir yaratık olun.” Sonra onlar; “Bizi kim geri döndürecek?” diyecekler. De ki: “Sizi ilk defa yaratmış olan.” Bunun üzerine sana başlarını sallayacaklar ve “Ne zamandır bu?” diyecekler. De ki: “Çok yakın olması umulur! Sizi çağıracağı [diriltileceğiniz] gün, O’nu överek çağrıya uyacaksınız ve sadece pek az kaldığınızı zannedeceksiniz.” (İsra/49-52) Ve o insan [o kişi], kendisini bir nutfeden [bir damla sudan] yarattığımızı görmedi mi de şimdi o, apaçık bir hasımdır [düşmandır]. Ve kendi yaratılışını dikkate almayarak Bize bir örnekleme yaptı. Dedi ki: “Kim diriltecekmiş o kemikleri? Onlar çürümüş iken!” De ki: “Onları ilk defa yaratan, onları diriltecektir. Ve O, her yaratmayı çok iyi bilendir. O, size o yemyeşil ağaçtan bir ateş yapandır. Şimdi de siz ondan yakıp duruyorsunuz. Gökleri ve yeri yaratan, onlar gibilerini de yaratmaya kadir değil midir? Evet [elbette kadirdir]! Ve O, çok mükemmel yaratandır, çok iyi bilendir. Şüphesiz ki O bir şeyi dilediğinde, O’nun buyruğu / işi o şeye “Ol!” demektir; o da hemen oluverir. (Ya Sin/77–82) Öldüğümüz ve toprak, kemik olduğumuz zaman mı, gerçekten mi biz tekrar dirilecekmişiz? (Saffat/16) Öldüğümüz ve toprak, kemik olduğumuz zaman mı, gerçekten mi biz karşılık göreceğiz? (Saffat/53) Ama kendilerine içlerinden uyarıcı geldiğine şaşırdılar da kâfirler; “Bu şaşılacak bir şeydir! Öldüğümüz ve bir toprak olduğumuz vakit mi? Bu uzak bir dönüştür” dediler. (Kaf/2, 3) Ve onlar; “Biz yeryüzünde kaybolduğumuzda mı, gerçekten biz mi yeni bir yaratılışta olacağız?” dediler. Aksine onlar, Rabblerine kavuşmayı [O’nun huzuruna varacaklarını] inkâr ediyorlar. (Secde/10) Size, gerçekten siz öldüğünüz, toprak ve kemik olduğunuzda, mutlak surette sizin çıkarılacağınızı mı vaat ediyor? (Müminun/35) Ayrıca Müminun/82, Vakıa/47, Naziat/11. ayetlere de bakılabilir. İnançsızların -yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi- inatla direnmeleri karşısında, Rabbimiz de yaratmadaki ve öldürmedeki gücünün önüne geçilmez olduğunu açıklamaya hep devam etmiştir: Elbette göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyüktür. Ama insanların çoğu bilmiyorlar. (Mümin/57) Yaratılışça siz mi daha çetinsiniz yoksa gök mü? Onu [göğü] O [Allah] yaptı: Boyunu yükseltti ve onu düzene koydu, gecesini kararttı ve kuşluğunu [ışığın parlaklığını] çıkarttı. Ve ondan sonra yeryüzünü döşedi; yeryüzünden suyunu ve otlağını çıkardı, dağları da sabitledi [demirledi; sağlam bir şekilde yerleştirdi], sizin ve hayvanlarınız için bir faydalanma olmak [yararlanmak] üzere. (Naziat/27–33) Ölümü aranızda Biz takdir ettik Biz. Biz önüne geçilebilenler değiliz. Böylece sizin yerinize benzerlerinizi getiririz ve sizi bilmediğiniz bir şeyde inşa ederiz. (Vakıa/60, 61) Ve O, başlatan, sonra onu çevirip yeniden yapandır. Ve bu O'na çok kolaydır. Ve göklerde ve yerde en yüce örnek O'nundur. O çok güçlüdür, hikmet sahibidir. (Rum/27) Göğün ve yeryüzünün kendi emriyle durması da O’nun ayetlerindendir. Sonra sizi yeryüzünden bir tek çağırışla çağırdığı zaman bir de bakarsınız ki siz çıkarılıyorsunuz. (Rum/25) Ve buyruğumuz, ancak, göz kırpması gibi bir tekdir. (Kamer/50) Biz bir şeyi dilediğimiz zaman, ona sözümüz, ona sadece “ol” dememizdir. O da hemen oluverir. (Nahl/40) İşte o, bir tek haykırıştır. Bir de bakmışsın onlar meydandadır. (Naziat/13-14) Bu konu hakkındaki ayrıntılı açıklamamız İsra suresinin tahlilindedir. (Tebyinü’l-Kur’an; c:4, s:352-356) Yeniden diriltilme konusunda da daha evvel Yunus suresinde şu açıklamalarımız olmuştu: Yunus;4: Hepinizin dönüşü sadece O'nadır. Allah bunu hakk olarak vaat etmiştir. Şüphesiz O, halkı ilk baştan yaratır, sonra iman eden ve salihatı işleyen kimseleri kıst [nasipleri, hakları olan payları] ile karşılık vermek için geri döndürür. Şu küfretmiş olan kimseler, küfretmeleri nedeniyle, kaynar sudan bir içki ve acıklı azap kendileri için olanlardır. |
26. December 2009, 08:07 PM | #6 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
Yeniden diriltilmenin mümkün olduğu Kur’an’da günlük hayattan birçok aklî örnekler gösterilerek açıklanmış, her şeyi ilk defa yaratan ve bu yaratmayı sürekli devam ettiren Allah’ın, istediği her şeyi kıyametin ardından istediği biçimde yeniden yaratabileceği, bunun O’na çok kolay olduğu, mukayeseler yapılarak defalarca tekrarlanmıştır:
Ve Allah rüzgârları gönderendir. Sonra onlar da bir bulutu harekete geçirip yukarılara kaldırır. Derken Biz onu ölmüş bir beldeye sevk etmişizdir. Böylece yeryüzüne ölümünden sonra onunla hayat veririz. İşte böyledir ölmüş çürümüş insanlara hayat vermek. (Fatır/9) Ve şüphesiz senin yeryüzünü boynu bükük görüp de Bizim onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman onun titreşmesi ve kabarması O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz ki ona hayat veren kesinlikle ölüleri de diriltir. Şüphesiz O, her şeye gücü yetendir. (Fussilet/39) Allah'ın gökten bir su indirip de onu bir yoluyla yeryüzündeki pınarlara koyduğunu, sonra onunla renkleri değişik bir ekin çıkardığını, sonra onun olgunlaşıp da senin onu sararmış gördüğünü, sonra da onu bir çöpe çevirdiğini görmedin mi? Şüphesiz bunda kavrama yeteneği olanlar için bir öğüt/ hatırlatma vardır. (Zümer/21) Sonra öldürdü onu, kabre koydurdu. Sonra dilediği zaman diriltip ortaya çıkardı onu. Hayır… Hayır… O, O`nun kendisine emrettiğini şimdiye kadar hiç yerine getirmedi. Hadi, bakıversin insan kendi yiyeceğine! (Abese/21-24): De ki: “Onları ilk defa yaratan, onları diriltecektir. Ve O her yaratmayı çok iyi bilendir. O, size o yemyeşil ağaçtan bir ateş yapandır. Şimdi de siz ondan yakıp duruyorsunuz. Gökleri ve yeri yaratan, onlar gibilerini de yaratmaya kadir değil midir? Evet [elbette kadirdir]! Ve O çok mükemmel yaratandır, çok iyi bilendir. (Ya Sin/79-81) Peki Biz ilk yaratmada âcizlik mi gösterdik? Hayır ama, onlar yeni bir yaratılıştan kuşku içindedirler. (Kaf/15) Yoksa o insan başıboş bırakılacağını mı sanır? O, ayarlanmış meniden bir nutfe değil miydi? Sonra bir alak [embriyon] idi de sonra onu yaratmış sonra da düzene koymuştur; ki ondan da iki eşi; erkek ve dişiyi var etmiştir. Peki, bu [bütün bunları yapan] ölüleri diriltmeye kadir [güç yetiren] değil midir? (Kıyamet/36-40) Ey insanlar! Eğer öldükten sonra dirilmekten şüphede iseniz, -[bilin ki] ne olduğunuzu size açıklamak için- şüphesiz Biz sizi topraktan, sonra nutfeden sonra bir alakdan sonra yapısı belli belirsiz bir et parçasından yaratmışızdır. Dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız. Sonra sizi bir çocuk olarak çıkartırız, sonra sizi, olgunluk çağına erişmeniz için bırakırız. Bununla beraber kiminiz öldürülür, kiminiz de önceki bilgisinden sonra, hiçbir şey bilmemek üzere, ömrünün en fena zamanına ulaştırılır. Bir de yeryüzünü görürsün ki kupkurudur; fakat biz onun üzerine su indirdiğimiz zaman, harekete geçer, kabarır ve her güzel çiftten bitkiler bitirir. İşte bu [gösteriyor ki], şüphesiz ki Allah hakktır [gerçektir]. Şüphesiz ölüleri sadece O diriltir ve şüphesiz sadece O her şeye kadirdir. Kıyamet ise şüphesiz gelicidir. Kesinlikle onda şüphe yoktur. Ve şüphesiz ki Allah bütün kabirlerde olan kimseleri tekrar diriltecektir. (Hacc/5-7) De ki: “İster taş olun, ister demir. Veyahut gönlünüzde büyüyen başka bir yaratık olun. Sonra onlar; “Bizi kim geri döndürecek?” diyecekler. De ki: “Sizi ilk defa yaratmış olan.” Bunun üzerine sana başlarını sallayacaklar ve “Ne zamandır bu?” diyecekler. De ki: “Çok yakın olması umulur! Sizi çağıracağı [diriltileceğiniz] gün, O’nu överek onun çağrısına uyacaksınız ve zannedeceksiniz ki, pek az kaldınız.” (İsra/50-52) Onlar, gökleri ve yeri yaratan ve onları yaratmakla yorulmamış olan Allah’ın ölüleri diriltmeye de kadir olduğunu görmediler mi? Evet şüphesiz ki, O her şeye gücü yetendir. (Ahkaf/33) Yaratılışça siz mi daha çetinsiniz yoksa gök mü? Onu [göğü] O [Allah] yaptı. (Naziat/27) Ve O, sizi geceleyin vefat ettiren, gündüzün elde ettiğiniz şeyleri bilen, sonra adı konmuş ecelin [vadenin] gerçekleşmesi için sizi kaldırandır. Sonra dönüşünüz yalnızca O’nadır. Sonra O, yaptıklarınızı size haber verecektir. (En’am/60) Sonra kendi gerçek Mevlâları Allah’a döndürülürler. Dikkatli olun, hüküm ancak O'nundur ve O, hesap görenlerin en süratlisidir. (En’am/62) Allah, o canları öldükleri zaman, ölmeyenleri de uyuduklarında alır. Sonra haklarında ölüm hükmü verdiklerini alıkoyar, diğerlerini de adı konmuş bir süreye kadar salıverir. Şüphesiz ki bunda düşünecek bir kavim için nice ibretler vardır. (Zümer/42) Ölümü aranızda Biz takdir ettik Biz. Ve Biz, sizi benzerlerinize değiştirmemiz ve sizi bilmediğiniz bir şeyde inşa etmemiz üzerine önüne geçilenler değiliz. Ve ant olsun, ilk yaratılışı bildiniz. Peki, düşünüp öğüt almanız gerekmez mi? (Vakıa/60-62) Konumuz olan 4. ayetteki “sonra iman eden ve salihatı işleyen kimseleri kıst [nasipleri, hakları olan payları] ile karşılık vermek için geri döndürür” ifadesiyle ahiretin neden gerekli olduğu açıklanmaktadır. Ahiretin gerekliliği, bu ayetin ışığı altında şu şekillerde ortaya konabilir: * Ahiret korkusu, rahatını sevecek ve dünya nimetlerini arzu edecek bir yapıda yaratılmış olan insanı bu uğurda işleyeceği suçlar konusunda caydırıcı bir unsurdur. Çünkü menfaati için her türlü sorumsuz davranışta bulunabilecek yapıdaki insan ancak bir “mükâfat ve ceza yurdu”nun varlığı sayesinde kendisini denetleyebilmekte, böylece dünya yaşamındaki kötülüklerin artış hızı bir parça da olsa frenlenmektedir. Ahiret korkusunun hiç olmadığı bir dünyadaki fesadın, kargaşanın, düzensizliğin hayali bile korkunçtur. * Kendisine doğru yol gösterilmesine karşılık, insan, bu dünyada tam olarak özgür bırakılmıştır. Dolayısıyla insanlardan bazısı imanı, bazısı küfrü, bazısı da şükrü veya nankörlüğü tercih etmektedir. Mantıkî olarak düşünüldüğünde, tam bir serbesti içinde yapılan bu tercihlerin mutlaka mükâfat ya da ceza şeklinde karşılık bulması gerekmektedir. Bu karşılıkların verileceği yer ahirettir. * İnsanın yaptıklarının tam karşılığını bu dünyada aldığını söylemek mümkün değildir. Zira birçok iyi davranış görülmediği veya görmezden gelindiği için karşılıksız kalır, birçok iyi kimse de hiç suçu yokken zulme uğrar, suiistimale maruz kalır. Oysa adalet, karşılıkların tam olarak alınmasını gerektirir. O hâlde, yapılan zerre kadar bir hayır ve şerrin bile ihmal edilmediği, kesin adaletin sağlandığı bir başka dünya daha olmalıdır. İşte, bu dünya ahiret yurdudur ve orada bütün ameller, “Hâkimler Hâkimi”, “Adiller Adili” Allah tarafından karşılıklandırılacak, böylece hakk yerini bulmuş olacaktır. 12- Suçluları, Rablerinin huzurunda başları öne eğilmiş olarak: “Ey Rabbimiz! Gördük ve dinledik, şimdi bizi geri çevir de salih bir amel işleyelim, biz artık kesin bir şekilde inanıyoruz” derlerken bir görsen! 11. ayette insanların mutlaka Allah’a döndürülecekleri vurgulanmıştı. Bu ayette ise suçluların o günkü trajik durumları tasvir edilmektedir: Rablerinin huzurunda başları öne eğilmiş olarak “Ey Rabbimiz! Gördük ve dinledik, şimdi bizi geri çevir de salih bir amel işleyelim, biz artık kesin bir şekilde inanıyoruz” diye yakaracaklardır. İnkârcıların şaşılacak ölçüdeki perişan hallerine dikkat çekilen bu uhrevî sahne, tüm insanlığa bir uyarı tablosu olsun diye nakledilmiştir. Ne var ki, böylesine trajik bir duruma düşen inkarcılar, zillet içinde yalvarıp yakarmalarına rağmen bu yakarışlarında samimi değildirler. Bu durum daha evvel En’am suresinde açıklanmıştı: Ve onların, ateşin üzerinde durduruldukları zaman, “Ah, ne olurdu dünyaya döndürülseydik, Rabbimizin ayetlerini yalanlamasaydık ve müminlerden olsaydık!” deyiverdiklerini bir görsen! Aksine, işin aslı daha önce gizleyip durdukları açığa çıktı. Geri çevrilselerdi yine men edildikleri şeye mutlaka dönmüşlerdi. Evet onlar gerçekten yalancıdırlar. (En’am/27, 28) Ayetteki “ المجرمونmücrimler [suçlular]” ifadesi ile inkârcılar kastedilmektedir. “Mücrimler [suçlular]” sözcüğü Kur’an’da birçok ayette yer almıştır. Bu ayetlerin hepsinde de mücrimler “şükür etmeyenler, iman edenlere gülenler, Kur’an’dan şüphe edenler, Firavun’a yardımcı olanlar, hakkı işlemeyenler, Allah’a karşı yalan uyduranlar, Allah’ın ayetlerini yalanlayanlar, insanları yoldan çıkaranlar, Allah’ın ayetlerine karşı büyüklük taslayanlar, imandan sonra küfre dönenler, elçi uyarmasına rağmen cinsel sapıklıktan vazgeçmeyenler, toplumda bozgunculuk yapanlar” olarak nitelenmişlerdir. Bu niteliklerinden, mücrimlerin daima inkârcı, yalanlayıcı bir kitle olduğu; bu suçları inançsızlıkları yüzünden işledikleri anlaşılmaktadır. 13- Ve eğer Biz dileseydik her nefse [kişiye] hidayetini verirdik. Velâkin Benden: “Bütün insanlar ve cinlerden [herkesten] cehennemi elbette tamamen dolduracağım.” sözü hak olmuştur. 14 – Öyleyse bu gününüzle karşılaşmayı unuttuğunuzdan/terk ettiğinizden dolayı tadın azabı! Hiç şüphesiz ki Biz unuttuk/terk ettik [cezalandırdık] sizi. Ve yapmış olduğunuza karşılık sonsuzluk azabını tadın!” Bu ayetlerde, suçluların mahşerdeki rüsvalıklarının sebebinin bizzat kendileri olduğu, Allah’ın zorlamasıyla o hale gelmedikleri, bu nedenle de yaptıklarının karşılığını çekecekleri açıklanmaktadır. Kur’an’ın bütünsel mesajı göz önüne alındığında, Allah’ın kimseyi doğru yola zorlamadığı; insana hem iyiyi, doğruyu, güzel olanı seçecek bir “akıl” verip hem de iyiyi, doğruyu ve güzel olanı açıklayan bir “kitap” gönderip gerisini insanların kendisine bıraktığı anlaşılmaktadır. -Ki O, ona fücurunu ve takvasını ilham etti.- (Şems/8) |
26. December 2009, 08:08 PM | #7 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
Ve de ki: “O hak [gerçek], Rabbinizdendir. O nedenle dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” Şüphesiz Biz zalimler için duvarları, çepeçevre onları içine almış bir ateş hazırladık. Ve eğer yağmur yağsın isterseler, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su yağdırılır. O ne kötü bir içecektir! Dayanma/sığınma yeri olarak da ne kadar kötüdür! (Kehf/29)
Doğrusu Biz, insanı karışık bir nutfeden yarattık. Onu imtihan edeceğiz bu nedenle onu işitici, görücü yaptık. Kuşkusuz biz ona yolu gösterdik; ister şükredici olsun, ister nankör. (İnsan/3) Şüphesiz bu, bir öğüttür. Artık dileyen kişi Rabbine doğru yol tutar. (İnsan/29) Hâl böyleyken siz nereye gidiyorsunuz? Bu, âlemler için öğütten başka bir şey değildir, içinizden doğru gitmek isteyenler için… (Tekvîr/26- 28) Oysa Rabbin dileseydi elbette yeryüzündekilerin hepsi topluca inanırdı. Artık, inananlar olmaları için, insanları sen mi zorlayacaksın? Allah'ın izni olmaksızın, hiç kimse için iman etme yoktur. Ve O [Allah], kirliliği/ azabı aklını kullanmayanların üzerine kılar [bırakır]. (Yunus/99- 100) Bürüyüp örttüğü zaman geceye, parıldadığı zaman gündüze ve erkeği, dişiyi yaratan şeye ant olsun ki, sizin emek ve gayretiniz kesinlikle dağınık ve parça parçadır. Bu nedenle kim malını/kazancını verir, takvalı davranır ve en güzeli doğrularsa, Biz ona, o en kolay olan için kolaylık sağlayacağız. Kim de cimrilik ederse ve kendisini tüm ihtiyaçların üstünde görürse ve en güzeli yalanlarsa, Biz ona en zor olan için kolaylık vereceğiz. Aşağı yuvarlanıp helâk olduğunda malı onu kurtaramayacaktır. (Leyl/1-11) Ğaşiye suresinde de Resulullah’ın görevinin sadece öğüt verip hatırlatmak olduğu açıklanmıştı: Haydi öğüt ver/ hatırlat; şüphesiz sen sadece bir öğütçüsün/ hatırlatıcısın. Sen onların üzerinde bir zorba değilsin. (Ğaşiye/21, 22) Ayrıca dinde zorlamanın olmayacağı, herkesin inanıp inanmamakta serbest olduğu birçok ayette açıkça belirtilmiştir: Dinde zorlama yoktur; rüşd ğayden [iman küfürden, iyi kötüden, güzel çirkinden, doğruluk sapıklıktan] iyice ayrılmıştır. O halde kim tağutu tanımayıp Allah’a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. (Bakara/256) Ve de ki: “O hak [gerçek], Rabbinizdendir. O nedenle dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” Şüphesiz Biz zalimler için duvarları, çepeçevre onları içine almış bir ateş hazırladık. Ve eğer yağmur yağsın isterseler, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su yağdırılır. O ne kötü bir içecektir! Dayanma/sığınma yeri olarak da ne kadar kötüdür! (Kehf/29) Biz onların söylediklerini daha iyi biliriz. Ve sen onların üzerinde zorlayıcı değilsin. O halde sen, benim tehdidimden korkan kimselere Kur’ân ile öğüt ver. (Kaf/45) Oysa Rabbin dileseydi elbette yeryüzündekilerin hepsi topluca inanırdı. Artık, inananlar olmaları için, insanları sen mi zorlayacaksın? (Yunus/99) Bunlardan başka Zümer/7, 15, Fussılet/40, İnsan/2, 3, Hud/28, Nahl/9, Secde/13, Maide/48, Nahl/36, 93, Yunus/108, İsra/15, Şûra/20, 48, Hud/15, İsra/18, En`âm/35, Rad/31, Şuara/3, 4’e de bakılabilir. 13. ayetteki “Velâkin Benden ‘Bütün insanlar ve cinlerden [herkesten] cehennemi elbette tamamen dolduracağım’ sözü hak olmuştur” ifadesinde geçen “söz”, daha evvel Sad suresinde nakledilen (Tebyinü’l Kur’an; c.2, s.448, 449) temsili sahnedeki “ilahi karar”dır: Hani Rabbin bir zaman meleklere, “Şüphesiz Ben çamurdan bir beşer yaratıcıyım. Onu tesviye edip, rûhumdan kendisine üflediğim zaman derhal ona secdeye kapanın” demişti. Bunun üzerine meleklerin tümü hep birlikte secde ettiler, İblis etmedi. O büyüklük tasladı ve kâfirlerden [görmezden gelenlerden] oldu. (Allah,) “Ey İblis! O benim iki elimle/kudretimle yarattığıma secde etmene ne engel oldu? Büyüklendin mi? Yoksa yüksek derecelerde bulunanlardan mı oldun?” buyurdu. (İblis) dedi ki: “Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.” (Allah,) “Hemen çık oradan, artık sen kesinlikle racîmsin” dedi. “Ve elbette lânetim (hayırdan uzak tutmam), karşılık gününe kadar senin üzerindedir.” (İblis,) “Rabbim! O hâlde tekrar diriltilecekleri güne kadar beni bakıt (beni karşında tut, mühlet ver)” dedi. (Allah,) “Haydi sen belirli bir vakte kadar bakıtılanlardansın (karşıda duranlardansın/mühlet verilenlerdensin)” buyurdu. (İblis,) “Öyle ise izzet ve şerefine yemin ederim ki, ben onların hepsini mutlaka azdıracağım; ancak içlerinden arıtılmış kulların müstesna…” dedi. (Allah) buyurdu ki: “Hakk budur. Ben de şu hakkı söylüyorum: And olsun ki, cehennemi mutlaka senden ve onların sana uyanlarından; hepinizden dolduracağım.” (Sâd/71 -88) 14. ayetteki “Öyleyse bu gününüzle karşılaşmayı unuttuğunuzdan / terk ettiğinizden dolayı tadın azabı! Hiç şüphesiz ki Biz unuttuk/terkettik [cezalandırdık] sizi. Ve yapmış olduğunuza karşılık sonsuzluk azabını tadın!” ifadelerinden anlaşıldığına göre, inkârcılar için tüm ümit kapıları kapatılmaktadır. Allah’ı umursamamanın cezası Kur’an’da değişik yerlerde gündeme getirilerek gerekli uyarılar yapılmıştır: Kim Benim zikrimden [Benim anılmamdan / Benim öğüdümden] yüz çevirirse, hiç şüphesiz onun için zor, sıkıcı bir geçim/yaşam vardır. Kıyamet günü de onu kör olarak haşrederiz. O der ki: “Rabbim ben gören biri olduğum hâlde beni neden kör olarak haşrettin?” [Allah] Der ki: “Bu böyledir, ayetlerimiz sana geldi de sen onları terk etmiştin; bu gün de aynı şekilde sen terk ediliyorsun [cezalandırılıyorsun].” (Ta Ha/126) Ve her kim Rahman’ın zikrinden körleşirse Biz ona bir şeytan musallat ederiz de artık o, onun için karindir [yaştaştır, yandaştır]; ve şüphesiz ki onlar [karinler], onları [körleşenleri] Yol’dan çıkarırlar. Onlar da kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar. Nihayet Bize gelince: “Keşke seninle benim aramda iki doğu [doğu ile batı] arasındaki kadar bir uzaklık olsaydı.” der. -Öyleyse bu ne kötü bir karindir [yaştaştır, yandaştır]! - Ve bugün o [pişmanlık duymanız] size hiçbir fayda sağlamayacak. Siz zulmettiğiniz zaman kesinlikle azapta ortaklarsınız. (Zuhruf/36- 39) Ve ateşin ashabı, cennetin ashabına, “Biraz su veya Allah'ın sizi rızıklandırdığı şeylerden bize aktarın” diye seslendiler. Onlar da, “Allah, dinlerini alaya ve eğlenceye alan, basit, iğreti hayata aldanan inkârcılara ikisini de gerçekten yasaklamıştır!” dediler. -Bu günle karşılaşacaklarını umursamadıkları, ayetlerimizi bile bile inkâr ettikleri gibi, Biz de bu gün onları umursamayacağız [cezalandıracağız].- (Araf/51) Ve denilmiştir ki: “Bugün Biz sizi, sizin bu gününüze kavuşmayı unuttuğunuz gibi unuturuz/ terk ederiz [cezalandırırız]. Yeriniz de ateştir. Sizin için yardımcılardan herhangi biri de yoktur. İşte bunlar, sizin Allah’ın âyetlerini alaya almanız ve basit yaşamın sizi aldatması sebebiyledir.” Artık bugün onlar, ondan [ateşten] çıkarılmaz ve özür dilemeleri de kabul edilmez/ Allah’ı memnun etmeleri de istenmez. (Casiye/34) 15 – Gerçekten Bizim ayetlerimize ancak kendilerine öğüt verildiği zaman secde ederek yerlere kapanan ve Rablerine hamd ile tesbih eden ve büyüklük taslamayan kimseler inanırlar. 16 - Onların yanları yataklardan uzaklaşır, onlar korku ve ümit içinde Rablerine dua ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan bağışlarlar. Yaptıklarının karşılığını mutlaka tadacak olan inkârcılara karşılık, bu ayetlerde de Allah’ın ayetlerine inananların nitelikleri sayılmaktadır. Onlar:
O sabredenleri, o doğru olanları, o kunut yapanları [sürekli saygıda duranları], o infakta bulunanları ve seherlerde istiğfar edip yalvaranları (görür). (Al-i Imran/17) Ya da o, gece saatlerinde kalkan, secde ederek, kıyam durarak, daima saygıda duran ve Rabbinin rahmetini uman kimse ... (öyle yapmayan gibi midir?) De ki: “Hiç bilen kimseler ve bilmeyen kimseler eşit olur mu?” Kesinlikle sadece temiz akıl sahibi olanlar öğüt alırlar/ gereği gibi düşünürler.(Zümer/9) Müminler, sıkıntı karşısında Allah’a yönelen, nimete erişince de şımarıp azan istikrarsız tipler değil, bu psikolojik zaafını bilen, bildiği için de o tuzağa düşmekten kaçınan, sıkıntılı zamanlarda olduğu gibi iyi günlerde de Rabbine bağlı kalmayı başaran, imanlı, sorumlu, mutmain olmuş kimselerdir. Bunlar evren kitabını iyi okuyup anlamışlardır. İnkârcılar ise temel hakikat olan “varlığın Allah ile olan bağı”nı kavrayamamış, cahil kimselerdir. Müminler gece vakti yataklarından kalkar, istiğfar ederler. Yorgun olsalar bile gecelerini zevk ve sefa ile değil, Rabblerine ibadet ile geçirmeye çalışırlar: Şüphesiz takva sahipleri Rablerinin kendilerine verdiği şeyleri almış olarak cennetlerde [bahçelerde] ve pınarlardadırlar. Şüphesiz onlar, bundan önce Muhsinler [iyilik güzellik üretenler] idiler. Onlar geceleyin pek az uyurlardı. Onlar, seherlerde bağışlanma dilerlerdi ve onların mallarında isteyen ve mahrum [isteyemeyen] için bir hak vardı. (Zariyat/17, 18) |
26. December 2009, 08:09 PM | #8 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
Hiç kuşkun olmasın, Rabbin senin gecenin üçte ikisinden daha azını, yarısını, üçte birini ayakta geçirmekte olduğunu biliyor. Seninle beraber olanlardan bir grup da öyle… Allah, geceyi de gündüzü de ölçüye bağlar. Sizin onu kuşatamayacağınızı bildi de size tövbe nasip etti. O hâlde Kur'an'dan kolay geleni okuyun! Sizden hastalar olacağını bildi. Bir kısmının yeryüzünde dolaşıp Allah'ın fazlından bir şeyler isteyeceklerini, diğer bir kısmının da Allah yolunda çarpışacaklarını bildi. O hâlde ondan kolay geleni okuyun! Namazı kılın! Zekâtı verin! Güzel bir ödünçle Allah'a ödünç verin! Öz benlikleriniz için önden gönderdiğiniz iyiliğin, Allah katında hayrını daha çok, ödülünü daha büyük olarak bulacaksınız. Allah'tan af dileyin! Hiç kuşkusuz Allah çok affedici, çok esirgeyicidir. (Müzzemmil/20)
17- İşte, kişi, kendileri için, yaptıklarına karşılık gözler aydınlığı olacak şeylerden gizlenmiş olan şeyleri bilmiyor! Mümin ve mücrim kimselerin durumları sergilendikten sonra, bu ayette de kişinin basit hayata kapılıp iyi hesap yapmadığına dikkat çekilmektedir. Öyle ki, iyi hesap yapmadığı için gözleri aydınlatacak, başka şeyleri unutturacak, kalpleri huzura erdirecek en önemli kazancı, “ebedi hayat”ı feda etmektedir. Bu, kınanacak bir davranıştır. Ayetteki “yaptıklarına karşılık gözler aydınlığı olacak şeylerden gizlenmiş olan şeyleri bilmiyor” ifadesiyle kastedilen nimetler, kimsenin düşünemediği, düşünemeyeceği ölçüde değerli nimetlerdir. Bu, büyük bir müjdedir. Müminler bu müjde ile Allah’ın rızasını kazanmak için maddi ve manevi olarak daha çok çaba sarf etmeye özendirilmektedir. 18- Peki, mümin olan kimse “fasık” olan kimse gibi midir? Bunlar, aynı olmazlar. 19 - İman etmiş ve salihatı işlemiş kimselere gelince; artık yaptıklarına karşılık, bir ağırlanma olarak, Me'vâ [Barınak] Cennetleri yalnızca onlar içindir. 20, 21- Ve fasıklara [yoldan çıkanlara] gelince, onların varacağı yer de, Ateş’tir. Her çıkmak istediklerinde oraya yeniden çevrilecekler ve onlara “yalanlayıp durduğunuz Ateş’in azabını tadın” denilecektir. Hiç kuşkusuz, dönerler diye onlara büyük cezanın astından en yakın cezadan da tattıracağız. Suçlular ve inançlılar ile ilgili açıklamalarından sonra Rabbimiz bu pasajın ilk ayetinde her iki grubu simgeleyen insan tiplerinin birbirine denk olmadığını vurgulayacak şekilde “Peki, mümin olan kimse ‘fasık’ olan kimse gibi midir?” diye sormakta, sonra da bu soruya kendisi cevap vermektedir: “Bunlar, aynı olmazlar.” Bu “istifham-ı inkari” ve ona verdiği cevaptan sonra Rabbimiz bu iki insan tipi arasındaki farkı belirten açıklamalar yapmaktadır: “İman etmiş ve salihatı işlemiş olanlar, yaptıklarına karşılık, bir ağırlanma olarak yalnızca kendilerinin olan Me'vâ [barınak] cennetleri içindedirler.” Yoldan çıkmış olanlar da Ateş’tedirler. Her çıkmak istediklerinde oraya yeniden çevrileceklerdir. Onlara “yalanlayıp durduğunuz Ateş’in azabını tadın” denilecektir. Ahiretteki halleri böyle olacağı gibi, akıllarını başlarına alıp dönerler diye dünyada da açlık, kıtlık, hastalık, esaret gibi bir takım cezalar ile cezalandırılacaklardır. Evet, şüphesiz zalimlik eden kimselere, bundan aşağı bir azap var; ama onların çoğu bilmiyor. (Tur/47) İnsanlar dönerler diye; kendilerinin elleriyle kazandıkları şeyler yüzünden, yaptıklarının bir kısmını onlara tattırmak için karada ve denizde fesat/kargaşa ortaya çıktı. (Rum/41) Şu ikisi, Rableri hakkında tartışmaya girmiş iki hasımdır. Artık küfretmiş kimseler; kendileri için ateşten elbiseler biçilmiştir. Başlarının üstünden kaynar su dökülür. Bununla karınlarındaki şeyler ve derileri eritilir. Ve onlar için demirden topuzlar vardır. Gamdan dolayı, oradan ne zaman çıkmak isteseler, oraya geri çevrilirler. Ve “Yakıcı azabı tadın!” Şüphesiz Allah iman eden ve salihatı işleyenleri, altından ırmaklar akan cennetlere girdirecek. Onlar orada altından bilezikler ve inciler ile süslenirler. Oradaki elbiseleri de ipektir. Onlar, sözden, güzel-hoş olana kılavuzlanmışlardır da. Hem de Hamîd’in [övülmeye layık olan Allah'ın] yoluna kılavuzlanmışlardır. (Hacc/19- 24) 22 – Ve Rabbinin ayetleriyle kendisi öğütlendirilen, sonra onlardan yüz çeviren kimseden daha zalim kimdir? Şüphesiz Biz, günahkârlardan intikam alanlarız. Allah’ın ayetlerine karşı duyarsız kalan, yeterli bilgi ve belge ile öğütlendirilmesine rağmen onlara yüz çeviren bu tür kimseler, Rabbimizin “zalim” nitelemesine de müstahak olmaktadırlar. Ayette sorulan “onlardan [Rabbinin ayetlerinden] yüz çeviren kimseden daha zalim kimdir?” şeklindeki cevabı belli olan soru ile hem böyle kimselerin nankörlük konusundaki derecelerinin en üst düzeyde olduğuna işaret edilmekte, hem de böyle bir kişiye bizzat kendisinin verdiği zulümden daha fazla hiç kimsenin zulüm yapamayacağı mesajı verilmektedir. Burada konu edilen “ayetler” ile Rabbimizin tüm ayetleri kastedilmektedir. Bunlar: Yer ve göklerdeki [evrenin işleyiş düzenindeki] ayetler; insanın biyolojik ve fizyolojik sistemlerine yerleştirilen ayetler; insanın zihinsel fonksiyonlarındaki ayetler; Rabbimizin kendi elçilerine vahiy olarak indirdiği ayetlerdir. Çağımızdaki bilimsel gelişmeler itibariyle, Kur’an’da ortaya konan enfüsi ve âfâki mucizelerden bir kısmı şunlardır: ENFÜSİ MUCİZELER: Her insanda koruyucu hücrelerin varlığı, eşler halinde yaratılma, meninin bir karışım olduğu, cinsiyetin belirlenmesi, rahim duvarında asılı olma, bir çiğnemlik et parçası olma, kemiklerin oluşumu ve etle kaplanması, üç karanlıkta yaratılma... AFAKÎ MUCİZELER: Evrenin sürekli genişlemesi, yokluktan yaratılma, evrenin gaz aşaması, evrendeki mükemmel yörüngeler, Güneş’in akıp gitmesi, Güneş ve Ay’ın farkı, ayın yörüngesi, gökyüzünün tabakaları, yeryüzünün tabakaları, gökyüzünün korunmuşluğu, göğün geri çevirdikleri, gökyüzünün direksiz yükselişi, dünyanın geoit [Devekuşu yumurtasına benzeyen, tam küre olmayan, kutuplardan basık, küremsi] şekli, dünyanın ve uzayın çapları, döndükçe kutupların basıklaşması, dünyanın dönüşü, aşılayıcı rüzgârlar, yağmurdaki ölçü, suyun çevrimi, kazık şeklindeki dağlar, petrolün oluşumu, solunum ve fotosentez, gökyüzüne yükselmenin zorluğu, bitkilerdeki erkeklik ve dişilik... Dipnot: (Daha geniş açıklama için bkz: Tebyinü’l-Kur’an; c: 5, s: 314, 315) Rabbimiz konumuz olan 22. ayetin sonunda “Şüphesiz Biz, günahkârlardan intikam alanlarız” buyurmuştur. Ancak daha evvel de ifade ettiğimiz gibi, intikam Türkçede kullanıldığı anlamıyla “öç almak” değil, “suçluyu yakalayıp cezalandırmak suretiyle adaleti sağlamak” demektir. Ayette verilen mesaj, Rabbimizin inkârcıları yakalayıp kesinlikle cezalandıracağı ve böylece adaleti tam olarak sağlayacağıdır. 23 – Ve ant olsun ki Biz, vaktiyle Musa'ya o kitabı verdik. -Şimdi sen ona kavuşmaktan kuşku içinde olma.- Ve Biz, onu İsrailoğulları için bir kılavuz kıldık. 24 – Ve onlardan, sabrettikleri zaman Bizim emrimizle kılavuzluk eden önderler kıldık. Ve onlar, Bizim ayetlerimize kesin bir şekilde inanıyorlardı. Bu ayetlerde, Kur’an’ın mesajlarına direnen müşriklerin hali nedeniyle peygamberimiz teselli edilip görevini sabır ve sebatla sürdürmesi istenmektedir. Bu teselli, aydınlatıcı, doğru yolu gösterici bir kitabın daha evvel Musa’ya (as) da verildiği hatırlatılarak yapılmaktadır. İsrailoğulları Musa’ya (as) uyarak, sabrederek, Allah’ın ayetlerine kesin inanarak birçok nimetlere mazhar olmuş, çevrelerine kılavuzluk eden önderler haline getirilmişlerdir. Dolayısıyla aynı süreci izledikleri takdirde Resulullah’a uyanların da övgüye layık kişiler olacakları mesajı verilmektedir. Kur’an’dan öğrendiğimize göre, peygamberlere verilen vahiyler, o toplumlar için doğru yolu gösteren birer rehber işlevi görmüştür. Bu nedenle “rehberlik” tüm ilahi kitapların ortak özelliğidir. 25 – Şüphesiz senin Rabbin; O [Allah], onların ihtilafa düştükleri şeyler hakkında kıyamet günü aralarında hükmedecektir. Bu ayette, Allah’ın inkarcıların ihtilafa düştükleri şeyler hakkında, yani müminler ile kâfirler arasında hüküm vereceği ve herkesin hak ettiği karşılığı alacağı açıklanmaktadır. Ayetteki “onların ihtilafa düştükleri şeyler” ifadesi ile kastedilen dindeki tefrikalardır. Tarihe ve günümüze bakıldığında Yahudilerin, Hıristiyanların ve Müslümanların birçok gruba ayrılmış oldukları; her grubun diğerini küfürle, isyanla itham edip kendi grubu ile övündüğü görülmektedir. Hâlbuki ilahi mesajlar ihtilafı ve tefrikayı değil, birliği ve beraberliği emretmektedir. Şüphesiz şu, dinlerini parça parça edip grup grup olanlar; sen hiçbir şeyce onlardan değilsin. Şüphesiz onların işi Allah’adır. Sonra O [Allah], onlara yapmakta oldukları şeyleri haber verecektir. (En’am/159) Hâlbuki onlar [müşrikler], işlerini aralarında paramparça ettiler. Hepsi yalnızca Bize dönücülerdir. (Enbiya/93) Sonra insanlar kendi aralarındaki işlerini parça parça böldüler. Her grup, kendinde bulunan ile sevinip böbürlenmektedir. (Mü’minun/53) Günümüzde Yahudilerin, Hıristiyanların ve Müslümanların kendi içlerinde çeşitli mezheplere ayrılmaları; bu mezheplerin birbirlerine çok yanlış yerde olduklarını söyleyip birbirlerini dinden çıkmakla itham etmeleri vahyin temel amacını yaralamaktadır. Gerek Yahudiliğin ve Hıristiyanlığın aslı, gerekse İslam dini, “tevhîd inancı”nı yerleştirmek ve onun eğitimini vermek için gelmiştir. Vahyin izleyicilerince ortaya konan ayrılıkçı ve ayrıştırıcı tavırlar âhirete intikal edecek ve Yüce Allah tarafından sorgulanacaktır. Allah’ın emri daima birlik ve beraberlikten yanadır. Ve hep birlikte Allah'ın ipine sıkıca sarılın, ayrılmayın ve Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşmanlar idiniz de, O [Allah], kalpleriniz arasında ülfet oluşturdu. Sonra da siz O'nun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de oradan sizi O kurtarmıştı. İşte Allah doğru yolu bulasınız diye ayetlerini sizin için böyle ortaya koyar. (Al-i Imran/103) De ki: “Ey kitap ehli! Sizinle bizim aramızda ortak olan bir söze geliniz. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ın astlarından bazımız bazımızı rabler edinmeyelim.” Buna rağmen eğer onlar, yüz çevirirlerse, artık “Şüphesiz bizim Müslümanlar olduğumuza şahit olun” deyin. (Al-i Imran/64) 26 - Yurtlarında gezip dolaşmakta oldukları kendilerinden önceki nice kuşakları helâk etmiş olmamız da, onlara kılavuz olmadı mı? Şüphesiz bunda nice ayetler vardır. Hâlâ kulak vermeyecekler mi? 27 - Ya da, Bizim kır yere suyu salıverip de onunla hayvanların ve kendilerinin yediği bir ekin çıkarmamızı da mı görmediler? Hâlâ görmezler mi? Bu ayetlerde Rabbimiz, müşrikleri geçmişten ibret almaya ve çevrelerindeki ayetleri incelemeye davet etmektedir. 27. ayette yeniden canlanmaya somut bir örnek verilmektedir. Kıraç, bitkisiz bir alana gökten su indirilerek [yağmur yağdırılarak] bitkiler nasıl canlandırılıyorsa, Yüce Allah ölüleri de böyle canlandıracaktır. İnsanlar gözlerinin önünde sürekli cereyan eden bu olaydan ders almalıdır. Bu örnek Kur’an’da birçok kez tekrarlanmıştır: Ve Biz gökten bereketli bir su indirdik. Onunla bahçeler ve biçilecek taneler bitirdik. Tomurcukları birbiri üzerine dizilmiş büyük ve yüksek hurma ağaçları da; kullara rızık olmak üzere… Ve Biz onunla ölü bir beldeyi canlandırdık. İşte çıkış [diriliş] böyledir. (Kaf/11) Ve O, hatırlarsınız/öğütlenirsiniz diye, rahmetinin önünde rüzgârları müjdeciler/dağıtıcılar [yayıcılar] olmak üzere gönderir. O rüzgârlar, yağmur yüklü bulutları yüklenince, onu kurak bir beldeye gönderir, sonra onunla suyu indiririz. Böylece onunla ürünün hepsinden çıkartırız. İşte Biz, ölüleri de böyle çıkaracağız. (A’raf/57) Ve Allah rüzgârları gönderendir. Sonra onlar da bir bulutu harekete geçirip yukarılara kaldırır. Derken Biz onu ölmüş bir beldeye sevk etmişizdir. Böylece yeryüzüne ölümünden sonra onunla hayat veririz. İşte böyledir ölmüş çürümüş insanlara hayat vermek. (Fatır/9) Sen, şüphesiz Allah'ın gökten bir su indirip de onu bir yoluyla yeryüzündeki pınarlara koyduğunu, sonra onunla renkleri değişik bir ekin çıkardığını, sonra onun olgunlaşıp da senin onu sararmış gördüğünü, sonra da onu bir çöpe çevirdiğini görmedin mi? Şüphesiz, bunda kavrama yeteneği olanlar [temiz akıl sahipleri] için kesinlikle bir öğüt/hatırlatma vardır. (Zümer/21) |
26. December 2009, 08:10 PM | #9 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
Şüphesiz senin yeryüzünü boynu bükük görüp de Bizim onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman onun titreşmesi ve kabarması da O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz ki ona hayat veren kesinlikle ölüleri de diriltir. Şüphesiz O, her şeye gücü yetendir. (Fussılet/39)
28 - Bir de onlar, “Ne zaman o fetih [yargı], eğer doğru kimseler iseniz?” diyorlar. 29 - De ki: “İnkâr eden kimselere, o fetih günü, iman etmeleri fayda vermez ve onlara mühlet verilmez.” Müşrikler “Ne zaman o fetih [yargı], eğer doğru kimseler iseniz?” diyerek zımnen ahireti inkâr ettiklerini ortaya koymaktadırlar. Rabbimiz ise inkârcıların asıl niyetlerine bakarak onlara “İnkâr eden kimselere, o fetih günü, iman etmeleri fayda vermez ve onlara mühlet verilmez” diye karşılık vermektedir. Bu cevaptan alınması gereken mesaj şudur: Bu soruyu soran inkârcılara lazım olan esas bilgi yargı gününün vakti değil, o günün iman etmek için çok geç olacağı ve iman etmeyenlere tekrar mühlet verilmeyeceğidir. Şayet akıllı kimseler iseler, o gün gelmezden evvel gerçeği görüp iman etmelidirler. Ayette konu edilen “fetih günü” ile Mekke'nin fethi gününün kastedildiğini ileri sürenler olmuşsa da bu doğru değildir. Zira gerek fetih gününde ve gerekse daha sonraki günlerde inanan ve bu inancı kendisine fayda vermiş birçok kimse vardır. Pasajdan da anlaşıldığına göre, sözü edilen fetih günü “yargı günü”dür. Hesap gününde iman etmek ise daha evvel birçok kez bildirildiği gibi yararsız bir inanmadır. Bu konu daha önce “İman-ı Ye’s ve İman-ı Be’s [Zoraki İman] adıyla birkaç kez ele alındığından, detayın oradan okunmasını öneriyoruz. (Tebyinü’l Kur’an; c:1, s. 614; c: 4, s: 577 ve c: 5, s: 466) الفتحFETH “ الفتحFeth” sözcüğü kapalı olan şeyi açmak demektir. Yemenlilerin dilinde ise “yargı” demek olup hâkime “fettah [yargıç] derler. “Fettah”, Allah’ın isimlerinden biridir. Bununla Allah’ın kullarına rahmet ve rızık kapılarını açtığı kastedildiği gibi, kulları arasında hüküm vermesi de kastedilir. (Lisanü’l-Arab; c: 7, s: 10-12. fth mad.) Sözcük, “kapalı olanı açmak” anlamı eksen alınarak su, sulama amacıyla toprağa su vermek, nehir, savaş ülkesini açmak; fethetmek, zafer kazanmak, zapt etmek, yardım etmek gibi anlamlarda kullanılmaktadır. Konumuz olan 27 ve 28. ayetlerdeki ifadeler dikkate alındığında ise sözcüğün Arapçanın Yemen bölgesindeki “hüküm ve “hüküm günü” anlamı ön plana çıkmaktadır. Nitekim daha evvel A’raf ve Sebe’ surelerinde de bu anlamı ile geçmişti: Kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler dediler ki: “Ey Şu‘ayb! Ya seni ve seninle beraber inananları kentimizden muhakkak çıkarırız, ya da bizim milletimize dönersiniz!” [Şu‘ayb da] dedi ki: “İstemesek de mi! Allah bizi ondan kurtardıktan sonra tekrar sizin milletinize dönersek, kesinlikle Allah'a karşı yalan uydurmuş oluruz. Rabbimiz Allah'ın dilemesi hariç ona geri dönmemiz bizim için olacak şey değildir. Rabbimiz ilmi ile her şeyi kuşatmıştır. Biz sadece Allah'a güvenip dayandık.” –Ey Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında hakk ile hükmet. Çünkü Sen hükmedenlerin en hayırlısısın!– (A’raf/88, 89) De ki: “Rabbimiz aramızı bir araya getirecek, sonra da hak hükmü ile aramızı ayıracaktır. Ve O, Fettah’tır, Alîm’dir. (Sebe’/26) 30 – Artık sen onlardan mesâfelen ve gözetle. Şüphesiz onlar gözetleyenlerdir. Surenin bu son ayetinde peygamberimize muhataplarına karşı takınacağı tavır bildirilmektedir. Buna göre, Resulullah inkârcı karşıtlarının üzerine gitmemeli, bu arada olacak gelişmeleri beklemelidir. Bu mesaj daha evvel Zümer suresinde şöyle iletilmişti: Ve sen gerçekten onlara: “O gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sormuş olsan kesinlikle “Allah!” diyeceklerdir. De ki: “Öyleyse gördünüz mü Allah’ın astlarından çağırdıklarınızı! Eğer Allah bana bir zarar vermek istediyse, onlar O’nun zararını giderebilenler midirler? Yahut bana bir rahmet dilediyse, onlar O’nun rahmetini tutanlar mıdırlar? De ki: “Allah, bana yeter. Tevekkül edenler, yalnızca O’na tevekkül ederler.” De ki: “Ey kavmim! Siz bulunduğunuz yer üzere çalışın. Şüphesiz ben de çalışıcıyım. Artık kendisini rüsva edecek azabın kime geleceğini ve kalıcı bir azabın kimin üzerine yerleşeceğini yakında bileceksiniz.” (Zümer/38- 40) Allah, doğrusunu en iyi bilendir. |
Bookmarks |
Etiketler |
secde, suresi |
|
|