26. December 2009, 09:02 PM | #1 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
85.Ankebut Suresi
ANKEBUT SURESİ'NE GİRİŞ
GİRİŞ: Ankebut suresi Mekke’de 85. sırada inmiş olup adını 41. ayette geçen “ العنكبوت Ankebut” sözcüğünden almıştır. 1-11. ayetler ile 60. ayetin Medeni olduğuna dair nakiller mevcuttur. (Süyuti; el-İtkan) Surede genel olarak tevhid, elçilik, öldükten sonra dirilme ve hesap gibi dinin temel inanç konularından bahsedilmektedir. Ayrıca iman-amel ilişkisi, dünya hayatındaki sıkıntılar ve bunların amacı, Allah'ın mesajlarını tebliğ hususun¬da peygamberlerin karşılaştıkları şiddet ve zorluklar üzerinde durulmaktadır. Resulullah’ın Mekke müşrikleri ile mücadelesine çok benzemeleri nedeniyle çok kısa ve öz olarak Nuh, İbrahim, Lût ve Şuayb peygamberlerin tevhid mücadelelerinden örnekler verilmektedir. Âd ve Semûd gibi zorba ve azgın milletler¬in; Karun, Firavun ve Hâmân gibi azgın kişiliklerin helakleri hatırlatılarak inkârcılar uyarılmaktadır. https://youtu.be/myRu1SgvSj0 Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 412. Bölüm Ankebut Suresi 1. Bölüm https://youtu.be/mcbPLLv9rtM HakkıYılmaz Kuran ve İslam 413. Bölüm. Ankebut Suresi 2. Bölüm. https://youtu.be/m4Plwioh5Tw Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 414. Bölüm Ankebut Suresi 3 Bölüm. MEAL: RAHMAN RAHÎM ALLAH ADINA 1- اElif [1], لLâm [30], مMim [40]. 2- 3- İnsanlar, fitnelendirilmeden, “İman ettik” demeleriyle, bırakılıvereceklerini mi sandılar? Ve ant olsun ki Biz, onlardan öncekileri de fitnelendirmiştik. Artık elbette Allah, doğru kimseleri bildirecektir ve elbette yalancıları da mutlaka bildirecektir. 4- 6- Yoksa kötülük yapanlar, Bizi öne geçebileceklerini [Bizden kaçabileceklerini] mi sanıyorlar? İlke olarak benimsedikleri şey, ne kötüdür! Kim Allah’a kavuşmayı umuyorsa, hiç şüphesiz ki, Allah’ın belirlediği zaman kesinlikle gelicidir. Ve O, en iyi duyandır, en iyi bilendir. Ve kim gayret gösterirse, ancak kendisi için gayret gösterir. Şüphesiz Allah, kesinlikle âlemlerden zengindir. 7- Ve inanan ve salihatı işleyen kimseler, onların kötülüklerini elbette örteceğiz ve kesinlikle onlara yaptıklarının daha güzeli ile karşılık vereceğiz. 8 – Ve Biz, insana, ana -babasına iyi davranmasını tavsiye ettik. Eğer o ikisi, seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi Bana ortak koşman için gayret ederlerse, artık o ikisine itaat etme. Dönüşünüz ancak Banadır. O zaman, size yapmış olduklarınızı haber vereceğim. 9- İman eden ve salihatı işleyen kimseleri de; kesinlikle onları salih kişiler içine katacağız. 10 - İnsanlardan kimi de vardır ki, ‘Allah'a inandık’ der; sonra da Allah uğrunda eziyet olunduğu zaman, insanların fitnesini Allah'ın azabı gibi tutar. Ve eğer Rabbinden bir yardım gelecek olsa, kesinlikle, ‘Şüphesiz biz sizinle beraber idik’ diyeceklerdir. Hâlbuki Allah, onların göğüslerindekileri en iyi bilen değil midir? 11 – Ve Allah, elbette iman etmiş kişileri bilir/ bildirir, elbette münafıkları [ikiyüzlüleri] de bilir/bildirir. 12- Ve kâfirler müminlere: “Bizim yolumuza uyun, kesinlikle sizin hatalarınızı/günahlarınızı biz yüklenelim” dediler. Oysa onların hatalarından, ne olursa olsun hiçbir şeyi onlar taşıyıcı değillerdir. Onlar, kesinlikle, yalancıdırlar. 13 – Onlar, elbette kendi yüklerini ve kendi yükleriyle birlikte nice yükleri de taşıyacaklar. Ve uydurup durdukları şeylerden kıyamet günü mutlaka sorgulanacaklardır. 18- Ve eğer siz yalanlarsanız bilin ki, sizden önceki birtakım ümmetler de yalanlamıştı. Elçiye düşen de apaçık tebliğden başka bir şey değildir. 19 – Onlar, Allah'ın yaratmayı nasıl başlattığını, sonra da bunu tekrarladığını da mı görmediler? Şüphesiz bu, Allah'a göre çok kolaydır. 20 – 22- De ki: “Yeryüzünde gezip dolaşın da, O’nun yaratmaya nasıl başladığına bir bakın. Sonra Allah, son yapıyı inşa edecektir. Şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir. O, dilediği kimseye azap eder, dilediği kimseye de rahmet eder. Ve siz yalnızca O'na döndürüleceksiniz. Ve siz yeryüzünde ve gökte aciz bırakanlar değilsiniz. Ve sizin için Allah’ın astlarından bir veli ve yardımcı yoktur.” 23 – Ve Allah'ın ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkâr eden kimseler; işte onlar Benim rahmetimden ümitlerini kesmişlerdir ve onlar, kendileri için acıklı bir azap olanlardır. 14 – Ve ant olsun ki Biz, Nuh’u kendi kavmine elçi gönderdik de, içlerinde elli yıl hariç bin sene kaldı. Sonunda, onlar zalimler iken tufan kendilerini yakalayıverdi. 15 – Böylece Biz, onu ve gemi halkını kurtardık ve onu [gemiyi/ cezayı/ kurtuluşu] âlemlere bir ayet kıldık. 16, 17- İbrahim’i de [elçi gönderdik/kurtardık]. Hani o, kavmine: “Allah’a ibadet edin ve O’na takvalı davranın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır Şüphesiz siz Allah’ın astlarından bir takım taştan, ağaçtan putlara tapıyorsunuz ve yalan uyduruyorsunuz. Haberiniz olsun ki o, sizin Allah’ın astlarından mabut diye taptıklarınız, sizin için bir rızık vermeye güç yetiremezler. Onun için rızkı Allah yanında arayın ve O’na kulluk edin ve O’na şükredin. Yalnızca O’na döndürüleceksiniz.” demişti. 24 – Sonra onun [İbrahim’in] toplumunun cevabı, yalnızca: “Onu öldürün veya tahrik edin [yandırın]” demeleri oldu. Sonra da Allah onu ateşten kurtardı. Şüphesiz bunda, iman edecek bir toplum için ibretler vardır. 25 – Ve O [İbrahim], dedi ki: “Siz, sırf aranızdaki dünya hayatında sevgi için Allah’ın astlarından birtakım putlar edindiniz. Sonra kıyamet günü, kiminiz kiminizi tanımayacak, kiminiz kiminizi lanetleyecektir. Varacağınız yer de cehennemdir. Ve sizin için yardımcılardan da yoktur.” 26 - Bunun üzerine ona Lut inandı. Ve o [İbrahim] dedi ki: “Ben Rabbime hicret ediciyim. Şüphesiz O, Azîz ve Hakîm’in ta kendisidir. 27 – Ve Biz ona İshak’ı ve Yakub'u bağışladık. Ve soyu içinde Peygamberlik ve Kitap kıldık. Ve Biz ona dünyada ücretini verdik. Şüphesiz o, ahirette de salihlerdendir. 28, 29 - Lut'u da [gönderdik]. Hani o kavmine: “Şüphesiz siz, kesinlikle âlemlerden sizden önce geçmiş olanların yapmadığı bir hayâsızlığı yapıyorsunuz! Siz, şüphesiz, mutlaka erkeklere gidecek, yol kesecek ve toplantılarınızda edepsizlik yapacak mısınız?” demişti. Bunun üzerine kavminin cevabı, sadece, “Doğru söyleyenlerden isen Allah'ın azabını bize getir!” demeleri oldu. 30- O [Lut]: “Rabbim! Şu bozguncular toplumuna karşı bana yardım et!” dedi. 31 – Ve elçilerimiz İbrahim'e müjdeyi getirdiklerinde: “Biz bu kentin halkını helak edeceğiz” dediler. -Şüphesiz oranın halkı zalimler idiler.- 32 – O [İbrahim]: “Şüphesiz orada Lut var!” dedi. Onlar: “Biz orada kimlerin bulunduğunu çok iyi biliyoruz. Onu ve o geride kalanlardan biri olan karısı dışındaki ailesini elbette kurtaracağız” dediler. 33, 34 - Elçilerimiz Lut'a geldiklerinde de o, onlar hakkında tasalandı. Ve onlar sebebiyle kolu darardı. Ve onlar [elçiler]: “Korkma, tasalanma! Şüphesiz biz, seni ve geride kalanlardan olan karın hariç yakınlarını kurtaracağız. Şüphesiz biz, bu kent halkının üzerine, fasıklık yapıp durmaları nedeniyle semadan bir azap indireceğiz” dediler. 35 – Ve ant olsun ki Biz, aklını kullanacak bir kavim için oradan apaçık bir ayet bıraktık. 36 - Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı [gönderdik]. Sonra o [Şuayb], “Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, ahiret gününü ümit edin, yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın!” dedi. 37 – Bunun üzerine onu yalanladılar, sonra da kendilerini bir sarsıntı yakalayıverdi ve yurtlarında diz üstü çökekaldılar. 38- Ad ve Semûd’u da [kavimlerini de helak ettik]. Bu [Onların helaki], onların meskenlerinden [yurtlarından] size kesinlikle besbelli olmuştur. Ve şeytan onlara kendi işlerini süsledi de onları yoldan alıkoydu. Hâlbuki onlar görüp anlayan kimselerdi. 39 – Karun’u, Firavun’u ve Hâmân’ı da (helak ettik). Ant olsun ki, Musa onlara apaçık deliller ile gelmişti de onlar yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Hâlbuki onlar, geçiciler değillerdi. 40 – İşte hepsini günahları sebebiyle yakaladık: onlardan kiminin üzerine taşlar savuran rüzgârlar gönderdik, onlardan kimini korkunç bir ses yakaladı, onlardan kimini yerin dibine geçirdik, onlardan kimini de suda boğduk. Ve Allah onlara zulmetmiyordu velâkin onlar kendilerine zulmediyorlardı. 41 – Allah’ın astlarından Veli [koruyucu, yol gösterici] edinenlerin durumu, ev edinen dişi örümceğin durumu gibidir. Şüphesiz evlerin en çürüğü de kesinlikle dişi örümcek evidir. Keşke onlar, bilselerdi. 42 – Şüphesiz Allah, onların, Kendisinin astlarından hangi şeye yalvardıklarını bilir. Ve O, Azîz’dir, Hakîm’dir. 43- Ve Biz, bu örnekleri insanlara veriyoruz. Onlara da bilginlerden başkası akıl erdiremez. 44 – Allah, gökleri ve yeri hak ile yarattı. Şüphesiz bunda, iman edenler için kesinlikle bir ayet vardır. 45 – Sen, sana kitaptan vahyedileni oku/izle ve Salâtı [eğitimi, öğretimi, sosyal destek kurumlarını] ikame et [oluştur, ayakta tut]. Muhakkak ki salât [eğitim, öğretim, sosyal destek kurumları], fahşadan ve kötülükten alıkoyar. Ve Allah’ın anılması, elbette daha büyüktür. Ve Allah, yapıp ürettiğiniz şeyleri bilir. 46- Kendilerinden, zulmedenler hariç, Kitap ehli ile ancak en güzel bir yolla mücadele edin ve: “Biz, bize indirilene ve size indirilene inandık. Bizim ilahımız ve sizin ilahınız birdir. Biz sadece ona teslim olmuş kimseleriz” deyiniz. 47- Ve işte böylece Biz, sana Kitab’ı indirdik de kendilerine Kitap verdiklerimiz ona inanıyorlar. Ve bunlardan [Ehlikitap’ın dışındakilerden; Araplardan] da ona inananlar vardır. Ve Bizim ayetlerimizi, ancak, inkârcılar bile bile reddeder. 48- Ve sen bundan evvel herhangi bir kitaptan okumuyordun; sen onu [Kur’an’ı] sağ elinle de [kendinden; bilginle, birikiminle] yazmıyorsun. Eğer böyle olsaydı batılcılar [batıla inananlar] mutlaka kuşku duyacaklardı. 49- Bilakis o [Kur’an], kendilerine ilim verilenlerin sinelerinde apaçık ayetlerdir. Bizim ayetlerimizi de ancak zalimler bile bile reddederler. 50- Ve onlar, “Ona Rabbinden ayetler [mucizeler] indirilmeli değil miydi?” dediler. De ki: “Ayetler [Mucizeler] ancak Allah’ın katındadır. Ben ise ancak apaçık bir uyarıcıyım.” 51- Kendilerine okunan Kitap’ı şüphesiz Bizim sana indirmiş olmamız onlara yetmedi mi? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır.’ 52 - De ki: “Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. O, göklerde ve yerde olan şeyleri bilir. Batıla inanan ve Allah’ı inkâr eden kimseler; işte onlar, hüsrana uğrayanların ta kendileridir. 53- Ve senden azabı çarçabuk istiyorlar. Eğer belirlenmiş/adı konmuş bir ecel [vade] olmasaydı, azap onlara elbette gelmişti. Ve o, hiç farkında olmadıkları bir sırada kendilerine ansızın elbette gelecektir. 54, 55 - Senden azabı çarçabuk istiyorlar. Şüphesiz cehennem de kesinlikle, kendilerini üstlerinden ve ayaklarının altından bürüdüğü günde kâfirleri kuşatıcıdır. Ve ‘ o yapmış olduklarınızı tadın!” der. 56 - Ey iman etmiş kullarım! Şüphesiz Benim yeryüzüm geniştir. O halde yalnız bana kulluk edin. 57 - Her nefis [kimliği olan varlık] ölümü tadıcıdır. Sonra da yalnızca Bize döndürüleceksiniz. 58, 59- Ve iman etmiş, salihatı işlemiş kimseler; elbette Biz, onları, içinde sürekli kalacakları cennette, altlarından ırmaklar akan köşklere yerleştireceğiz. Çalışanların; sabretmiş olan ve sadece Rablerine tevekkül etmiş olan kişilerin ödülü ne güzeldir! 60- Kendi rızkını taşıyamayan nice dâbbeh [canlı] da vardır ki onları da, sizi de Allah rızıklandırır. Ve O, en iyi işitendir, en iyi bilendir. 61 – Yine ant olsun ki onlara sorsan: “Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı kim kontrol altına aldı?” Kesinlikle, “Allah” diyeceklerdir. O halde nasıl çevriliyorlar? 62 - Allah, kullarından dilediğine rızkı genişletir ve onun için ayarlar. Şüphesiz Allah, her şeyi en iyi bilendir. 63- Ve Ant olsun, eğer onlara sorsan: “Kim gökten suyu indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltti?” Kesinlikle, “Allah” diyeceklerdir. De ki: “Hamd Allah’a özgüdür”. Bilakis onların çoğu akıllarını kullanmazlar. 64 – Ve bu iğreti yaşam, sadece bir eğlence ve oyundur. Şüphesiz son yurt ise kesinlikle hayatın ta kendisidir. Keşke onlar, bilmiş olsalardı. 65, 66- İşte onlar, gemiye bindiklerinde, dini yalnız Allah’a özgü kılarak O’na yalvarırlar. Sonra ne zaman ki onları karaya çıkarıp kurtardı, bir de bakarsın ki onlar, kendilerine verdiklerimize nankörlük etmek ve kazançlı çıkmak için şirk koşuyorlar. Artık onlar, yakında bilecekler. 67- Yoksa kıyılarında, insanların zorla kapılıp götürülmesine rağmen, orayı [Mekke’yi], güvenli, harem [dokunulmaz] yaptığımızı da görmediler mi? Hâlâ batıla mı inanıyorlar ve Allah’ın nimetine nankörlük mü ediyorlar? 68- Ve Allah’a karşı yalan uyduran yahut kendisine geldiğinde, hakkı yalanlayandan daha zalim kim olabilir? Kâfirler için cehennemde bir yer mi yok! 69 – Ve Biz, Bizim yolumuzda gayret gösterenleri, elbette Kendi yollarımıza kılavuzlayacağız. Ve şüphesiz Allah muhsinlerle [iyilik-güzellik üretenlerle] beraberdir. |
ÖmerFurkan Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler: | hiiic (9. June 2010) |
26. December 2009, 09:03 PM | #2 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
TAHLİL:
1- Elif [1], Lâm [30], Mim [40]. Sure “ اelif, لlam م mim” kesik harfleri ile başlamıştır. Kesik [Mukatta’] harfler ile ilgili daha evvelki surelerin tahlilinde açıklama yapıldığından, detayın oralardan okunmasını öneriyoruz. 2- 3- İnsanlar, fitnelendirilmeden, “İman ettik” demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar? Ve ant olsun ki Biz, onlardan öncekileri de fitnelendirmiştik. Artık elbette Allah, doğru kimseleri bildirecektir ve elbette yalancıları da mutlaka bildirecektir. Bu ayetlerde, insanların sadece “iman ettik” demelerinin yetmediği; gerçekten imanlı iseler imanlarını dışa vurmaları ve bu uğurda bir takım sıkıntılara göğüs germeleri gerektiği vurgulandıktan sonra geçmişte yaşamış kişilerin de fitnelendirildiği, bir takım görevlerle görevlendirildikleri, işlerine gelmese de bu görevler nedeniyle sınandıkları, bu sınamanın inananlar ile yalancıların ortaya konulup herkesçe bilinmesini sağlamaya yönelik olduğu mesajı verilmektedir. Yoksa siz, kendinizden önce gelip geçenlerin hali size gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara yoksulluklar, sıkıntılar dokundu ve sarsıldılar; hatta Peygamber ve beraberinde iman edenler: “Allah’ın yardımı ne zaman?” derlerdi. - Dikkat edin! Gerçekten Allah’ın yardımı pek yakındır. – (Bakara/214) Allah, içinizden çaba harcayanları, Allah’tan, O’nun elçisinden ve inananlardan başka dost/ yardımcı edinmeyenleri bilmeden [ortaya çıkarmadan] bırakılacağınızı mı sandınız? Ve Allah, yaptıklarınızdan çok iyi haberi olandır. (Tevbe/16) Yoksa Allah, içinizden çaba harcayanları bildirmeden ve sabredenleri de bildirmeden Cennet’e gireceğinizi mi sandınız.” (Al-i İmran/142) Allah, murdar olanı, temiz olandan ayırt edinceye kadar müminleri, sizin kendisi üzerinde bulunduğunuz şey üzerinde bırakacak değildir. Allah sizleri gayb üzerine muttali kılacak da değildir. Velâkin Allah, elçilerinden dilediğini seçer. Öyleyse Allah’a ve elçisine iman edin. Ve eğer iman eder ve takvalı davranırsanız, işte o zaman sizin için büyük bir karşılık vardır. (Al-i İmran/179) Esbab-ı nüzul kayıtlarında bu ayetlerin inişi ile ilgili şunlar nakledilmiştir: Mukatil dedi ki: Bu âyet-i kerime Ömer b, el-Hattab'ın azatlısı Mihca' hak¬kında nazil olmuştur. O, Bedir günü müslümanlar arasından öldürülen ilk ki¬şidir. Âmir b. el-Hadramî'nin ona attığı bir okla şehit olmuştur. Peygamber (sav) de o gün şöyle buyurmuştur: "Şehitlerin efendisi Mihca'dır. O, cenne¬tin kapısına bu ümmet arasından çağırılacak ilk kişidir.” Annesi, babası ve hanımı onun acısına dayanamadılar. Bunun üzerine: "Elif. Lâm. Mim. İnsanlar yalnızca iman ettik demeleri ile bırakılıverileceklerini mi sandılar?" ayeti nazil oldu. Onlara “hakkınızda bir âyet-i ke¬rime indi” diye yazdılar. Bu sefer şu kararı verdiler: Biz [Mekke'den] çıkıp gi¬deceğiz, arkamızdan gelen olursa da onunla çarpışırız. Müşrikler arkaların¬dan geldiler, onlarla çarpıştılar. Kimileri öldürüldü, kimileri de kurtuldu. Bunların hakkında da Yüce Allah'ın: "Ayrıca Rabbin işkencelere uğratıldıktan son¬ra hicret edenlere... Ğafûr'dur, Rahîm'dir. (Nahl/110)” buyruğu na¬zil oldu. "Ve imtihan, edilmeyeceklerini …" yani, “şu müşriklerin eziyetlerinden do¬layı çokça sızlanan kimseler, "biz iman ettik" diyerek imanları dolayısıyla can¬larında, mallarında, imanlarının hakikatlerini açıkça ortaya koyacak şekilde sınanmadan sadece "biz mü'miniz" demekle bırakılıverileceklerini ve bu ka¬darıyla yetinileceğini mi zannettiler?” (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an) Bu nakillere itibar edildiği takdirde, “Gİriş” bölümünde de değindiğimiz gibi, bu ayetlerin Medeni olduğu kabul edilmiş olur. Ayetteki “fitnelendirilmeden …” ifadesi, “bedenî ve malî bir takım mükellefiyetlere tabi tutulmadan, bolluk veya sıkıntı gibi durumlarla sınanmadan …” demektir. “Fitne” ifadesi ile ilgili Sad suresinin sonunda ayrıntılı açıklama yapılmıştı. (Tebyinü’l Kur’an; c. 2, s.452- 456) Eldeki mushafta, ayette “ وليعلَمنّve leya’lemenne [elbette bilir, bilecek]” şeklinde okunan kelime, geçmişte "Allah elbette gösterecektir", "Allah ortaya çıkaracaktır" ve “Allah, bunları birbirinden iyice ayırıp, seçecektir” anlamlarına taşınmıştır. Bize göre ise mushaftaki bu kelimeyi “ وليُعْلِمَنّve leyu’limenne [elbette bildirir, bildirecek]” formunda okumak en isabetli olanıdır. Bu paragraf, kuru kuru “Ben inandım” demenin yetersizliğini, imanın mutlak surette amel olarak yansıması gerektiğini göstermektedir. Nitekim Kur’an’da imansız amelin işe yaramayacağına dair onlarca ayet vardır. Amelsiz bir imanın yetersizliği bu ayette de böyle ifade edilmiştir. Anlaşılması gereken şudur ki, iman mutlaka dışa yansımalı, salihatı işleme ve takva olarak kendini kişinin hal ve hareketlerinde açıkça göstermelidir. Bu ayetlerde ayrıca ödüllendirmenin ve cezalandırmanın sadece Allah’ın bilgisine göre yapılmayıp herkesin bilgisi dâhilinde yapılacağı açıklanmaktadır. Yani kimin nasıl bir insan olduğu; kişilerin iman ve amel durumları hem kendilerince hem de çevrelerindeki insanlarca da bilinecektir. Kısacası herkes birbirinin nasıl birisi olduğunu bilecektir. Rabbimiz, şaşmaz adaletini ve lütfunu bu şartlar altında tecelli ettirecektir. Konumuz olan Ankebut/3’te verilen bu mesajlar Muhammed suresinde de verilmiştir. Kesinlikle Biz, içinizden cihad edenleri ve sabredenleri bilinceye kadar sizi belalandıracağız. Haberlerinizi de belalandıracağız. (Muhammed/31) İMAN AMEL İLİŞKİSİ Konumuz olan ayetlerden anlaşıldığına göre, insanlar kesinlikle “inandık” demekle kurtulamayacaklardır. Çünkü iman aynı zamanda inandığını yaşamaktır da... Yaşanmayan kuru bir imanın ne anlamı ne de önemi vardır. İslâm’dan başka din arayan kimselerden bu dinlerin kabul edilmeyeceğini hatırlatan Rabbimiz, “Biz iman ettik” diyen bedevîlerin Dipnot: (Hucurat/14) imanlarını bile onların yüzlerine çarpmakta ve “Hayır, siz henüz iman etmediniz, iman henüz kalplerinize yerleşmedi” buyurmaktadır. Zira eğer gerçekten iman etmiş olsalardı, Allah yolunda canlarıyla, mallarıyla mücadele ederlerdi. Rabbimiz o bedevilere “eslemna [teslim olduk, Müslüman olduk]” demeleri gerektiğini öğütlemektedir. Bu öğüt zımnen şu anlama gelmektedir: “Kimlik belgenize Müslüman yazdırmanızda bir sakınca yoktur. Kimliğinizi belirtmek bakımından Mecusî, Hıristiyan, Yahudi, Zerdüşt veya benzer bir dinden olmayıp Medine’deki Müslüman toplumdan olduğunuzu söylüyorsunuz ki, bu doğrudur. Ama size gerçek anlamda mümin denemez.” Gerçek müminlerden olmanın yolu, dinin gerekli gördüğü eylem ve davranışları da yerine getirmekten geçmektedir. Bu çok önemli konuyu daha evvel Fatır suresinin tahlilinde “İman-Amel İlişkisi” başlığı altında (Tebyinü’l-Kur’an; c: 3, s: 426-431) genişçe ele almış ve açıklamıştık. Bu açıklamanın bir kez daha okunmasının son derece yararlı olacağına inanıyor, bunu önemle öneriyoruz. 4- 6- Yoksa kötülük yapanlar, Bizi öne geçebileceklerini [Bizden kaçabileceklerini] mi sanıyorlar? İlke olarak benimsedikleri şey, ne kötüdür! Kim Allah’a kavuşmayı umuyorsa, hiç şüphesiz ki Allah’ın belirlediği zaman kesinlikle gelicidir. Ve O, en iyi duyandır, en iyi bilendir. Ve kim gayret gösterirse, ancak kendisi için gayret gösterir. Şüphesiz Allah, kesinlikle âlemlerden zengindir. 7- Ve inanan ve salihatı işleyen kimseler, onların kötülüklerini, elbette örteceğiz ve kesinlikle onlara yaptıklarının daha güzeli ile karşılık vereceğiz. Dünyada herkesin bir takım yükümlülüklerinin bulunduğu ve bu yükümlülüklerin yerine getirilip getirilmediğinin herkesçe bilinmesi gerektiği açıklandıktan sonra bu ayetlerde de bu yükümlülüklerin sonuçlarına dair bilgiler verilmektedir: Kimse Allah’ı öne geçemez [Allah’tan kaçamaz]. Kurtulabileceklerini sananlar yanlış yapıyorlar, kötüyü tercih ediyorlar. Allah’ın belirlediği ecel [kıyamet], kesinlikle gelecektir. Allah her şeyi en iyi şekilde görmüş ve duymuştur; bilmektedir. Herkesi yaptığı işin cinsine göre karşılıklandıracaktır. Kimse Allah’a bir şey yapmış olmaz; herkes yaptığını kendisi için yapar. İnanan ve salihatı işleyenler, yaptıklarının karşılığını değil, yaptıklarının kat kat üstünde ve daha güzel bir karşılık alacaklardır. Ayetteki “kim Allah’a kavuşmayı umuyorsa” ifadesi, “Ölümden korkan” veya “Allah'ın mükâfatını umuyorsa” anla¬mındadır. İman etmiş kişilere söyle: “O’nun [Allah’ın] her kavmi kazandıklarıyla cezalandırması için, Allah'ın günlerini ummayanları bağışlasınlar. Her kim salihi işlerse işte kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa işte kendi aleyhinedir. Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.” (Casiye/14, 15) -Eğer iyilik ettiyseniz, kendinize iyilik etmişsinizdir ve eğer kötülük ettiyseniz o da onun [kendisi] içindir.- Artık diğer fesadınızın zamanı gelince de yüzlerinizi kötülemeleri [size kötülük yapmaları], ilk kez girdikleri gibi yine mescide [Beytü’l-Makdis’e] girmeleri, ele geçirdikleri yerleri harap etmeleri için [üzerinize güçlü kullarımızı tekrar göndereceğiz]. (İsra/7) 6. ayetin sonundaki “Şüphesiz Allah, kesinlikle âlemlerden zengindir” cümlesi, Allah’ın insanlara yüklediği yükümlülüklerin yarar bakımından Kendisiyle herhangi bir ilgisinin olmadığını, aksine hepsinin insanların yararına olan görevler olduğunu ifade etmektedir. Sizin yanınızdaki tükenir, Allah’ın katındaki ise kalıcıdır. Ve Biz kesinlikle sabredenlere ecirlerini, yaptıklarının daha güzeli olarak karşılık vereceğiz. Erkekten ve dişiden, mümin olarak kim iyi amel işlerse muhakkak onu güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve kesinlikle onların ücretlerini, yapmış oldukları amellerin daha güzeliyle karşılıklandıracağız [ödüllendireceğiz]. Öyleyse Kur’an okuduğun zaman Racim Şeytan’dan [İblis’ten] Allah’a sığın. (Nahl/96- 98) Şüphesiz ki Allah, zerre kadar zulüm etmez. Ve eğer iyilik ise onu kat kat artırır. Ve kendi katından büyük bir ecir verir. (Nisa/40) Kim iyilik getirirse, artık ona onun [getirdiğinin] on misli vardır. Kim de kötülük getirirse, artık o, sadece onun misliyle cezalandırılır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar. (Enam/160) Mallarını Allah yolunda harcayan kimselerin örneği, yedi başak bitiren ve her başağında yüz adet tane bulunan tane örneği gibidir. Allah dilediğine katlar. Ve Allah Vasi’’dir, Alîm’dir. Şu, Allah yolunda mallarını bağışlayan, sonra verdiklerinin arkasından başa kakmayan ve incitmeyen kimselerin mükâfatları Rablerinin yanındadır. Onlar üzerine hiçbir korku yoktur ve onlar, üzülmeyeceklerdir. (Bakara/261, 262) Konumuz olan paragraf ile ilgili olarak Merhum İzzet Derveze şu açıklamalarda bulunmaktadır: Tefsircilcr, bu ayetlerin iniş sebepleriyle ilgili olarak çok sayıda hadis rivayet etmiş¬lerdir. Bunlardan birine göre, söz konusu ayetler, bazı mü'minlerin Bedir savaşında şehid düşmeleri ve ailelerinin bundan son derece etkilenmiş olmaları üzerine inmiştir. Bir diğerine göre, ayetlerin iniş sebebi, Ammar b. Yasir'in efendisi tarafından işkenceye uğratılmasıdır. Bir diğer rivayet, bu ayetlerin Kureyş kabilesine mensup bir grup mü'min hakkında indiğini ifade etmektedir. Bu rivayete göre, söz konusu grubun Rasulullah (s) ve mü'minlerin hicret ettikleri Medine'ye hicret etmeleri aileleri tarafından engellen¬mişti. Daha sonra Rasulullah'ın ashabı bunlara “hicret etmedikleri sürece, Müslümanlık iddialarının geçersiz olacağı” şeklinde mesajlar gönderiyorlardı. Hicret etmeleri engelle¬nen bu grubun içinde Seleme b. Hişam,. Ayaş b. Ebu Rebia ve Velid b. Velid gibiler is¬men zikredilir. Tefsirimize esas aldığımız "Mushaf'ta bu ayetlerin ve bunları izleyen dört ayetin Medine'de indiği rivayet edilir. Bu görüşü Beğavi ve başkaları Şa'bi kana¬lıyla Tabiin âlimlerinden rivayet etmişlerdir. İlk iki rivayetle üçüncü rivayet, sûrenin Medine inişli olduğuna ilişkin görüşü des¬tekler nitelikte olmakla beraber, biz sûrenin tümüyle Mekke inişli olduğuna ilişkin görü¬şü tercih ediyoruz. Sûrenin inişine neden olan ortam ise ikinci rivayette işaret edilen tür¬dendir. Ayrıca bu sûre Kur'an'ın Mekke'de inen kısmında yer alan sûrelerin sonuncularındandır. Sûre, kâfirler tarafından müslümanlara yöneltilen şiddet ve baskının iyice his¬sedildiği bir atmosferde inmiştir. Bu nedenle ikinci rivayet üzerinde durulmaya değer¬dir. Bununla beraber, sûrenin indiği atmosferin, Ammar'a yönelik işkence olayından çok daha genel kapsamlı olduğunu düşünüyoruz. Çünkü bu işkence olayı, ilgili rivayet¬lerden ve Buruc sûresinde yer alan konuya ilişkin ayetlerden algıladığımız kadarıyla, İslam çağrısının erken dönemlerinde gerçekleşmiştir. Bu bağlamda elimize ulaşan ve Ammar'ın anne ve babası ile birlikte işkenceye uğratıldığını, bu işkence seanslarında anne ve babasının şehid olduğunu, Ebubekir (r)'in Ammar’ı satın alarak özgürlüğüne ka¬vuşturduğunu anlatan rivayeti sûrenin akışı içinde değerlendirdik. Ayetlerin ifade tarzı ve içerdikleri tablolar, Kur'an'ın Mekke dönemi ifade tarzını ve Mekke döneminde inen ayetlerin içerdiği tabloları andırmaktadır. Arada ifade tarzıyla ya da içerikle ilgili bir bağlantı söz konusu olmaksızın Mekke döneminde inmiş bulunan bir sûrenin başına, Me¬dine döneminde inmiş birkaç ayeti koymanın belirgin bir hikmeti olmasa gerektir. Bu ayetler grubunu izleyen ayetlerin, bunlara atfedilmiş olup da kâfirlere yönelik hitaplar içeren diğer ayetlerin Mekke inişli olduklarında kuşku yoktur. Kaldı ki, ayetlerin Medi¬ne inişli olduğunu ifade eden rivayetlerin isnad zincirleri de sahih değildir. Ayetlerin konjonktürel özellikler taşımalarına karşın bir müslüman, bunlarda za¬manla sınırlandırılmayan evrensel nitelikli güçlü direktifler de algılayabilir. Çünkü in¬sanların işleri, her zaman arzuladıkları biçimde gelişmezler. Zorluklarla, meşakkatlerle ve eziyetlerle her zaman burun burunadırlar. Bu süreçlerde ruhlar adeta bir potada eriti¬lerek güçlüsü zayıfından, sağlamı çürüğünden ve doğrusu yalanından ayırt edilir. İnsan¬lar ve değerleri hakkında bir yargıya varma, ancak onların zorluk, meşakkat ve eziyet¬lerle sınanmaları sonrasında bir anlam ifade edebilir. Sınavda sarsılmayan, eziyetler karşısında sabreden kimse güçlüdür, doğru sözlüdür. Sınama amaçlı meşakkatlere katla¬namayan, baskılar karşısında sarsılan ve paniğe kapılan kimse de zayıf karakterlidir, ya¬lancıdır. Dinden döndürme amaçlı baskılara direnç gösteren, karşı koyan, meşakkatlere rağmen doğruyu ve gerçeği ifade etmekten çekinmeyen, sabırla ve metanetle öz nefislerinin tutkularına savaş açan kimseler öncelikle kendilerine yarar sağlamış olurlar. Kötü¬lük işleyen asla kurtulamaz, bundan yakasını sıyıramaz. İnanıp salih ameller işleyenlerin ise hiç bir amelleri zayi olmaz. (Derveze; et Tefsirü’l Hadis) 8 – Ve Biz, insana, ana -babasına iyi davranmasını tavsiye ettik. Eğer o ikisi, seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi Bana ortak koşman için gayret ederlerse, artık o ikisine itaat etme. Dönüşünüz ancak Banadır. O zaman, size yapmış olduklarınızı haber vereceğim. 9- İman eden ve salihatı işleyen kimseleri de; kesinlikle onları Salih kişiler içine katacağız. Bu ayetlerde Rabbimiz, evlatlar ile ebeveynleri arasındaki ilişkiyi gündeme getirmiş ve ana-babalara iyi davranılması gerektiğini tavsiye ettiğini bildirmiştir. Bu ahlakî yükümlülük daha evvel de bildirilmekle beraber bu ayette konuyla ilgili farklı bir hususa daha değinilmiştir: “Eğer o ikisi, seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi Bana ortak koşman için gayret ederlerse, artık o ikisine itaat etme!” Allah insana anne-babasına iyi davranmasını emretmekle beraber, şirke zorladıkları takdirde evlatların onlara itaat etmemelerini de şart koşmaktadır. Ancak anne-baba Allah’a savaş açmadıkça evlatları tarafından düşman muamelesi de görmemelidir: Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara hakkaniyetle davranmaktan men etmez. Şüphesiz ki Allah adalet yapanları sever. (Mümtehıne/8) Ey iman etmiş kimseler! Eğer babalarınız ve kardeşleriniz imana karşılık küfürü seviyorlarsa, onları veliler edinmeyiniz. Sizden her kim de onları velileştirirse artık işte onlar, zalimlerin ta kendileridir. (Tevbe/23) Anne-baba hakkında insana bu emir verildikten sonra, Rabbimiz “Dönüşünüz ancak Banadır. O zaman, size yapmış olduklarınızı haber vereceğim. İman eden ve salihatı işleyen kimseleri de; kesinlikle onları Salih kişiler içine katacağız” buyurarak öldükten sonra herkesin Kendisine hesap vereceğini ve iman edenleri Salih kişiler arasına katarak ödüllendirileceğini bildirmiştir. Kim de Allah'a ve Elçi’ye itaat ederse artık onlar, Allah'ın, peygamberlerden, sıdıklardan şehitlerden ve salihlerden kendilerine nimet verdiği kişilerle beraberdir. Ve bunlar arkadaş olarak ne güzeldir! Bu lütuf, Allah'tandır. Bilen olarak Allah yeter. (Nisa/69, 70) Ey iman etmiş kimseler! Allah'a takvalı davranın ve doğru kimselerle birlikte olun. (Tevbe/119) “Esbab-ı Nüzul” kayıtlarında bu ayet grubu ile ilgili şu nakillere rastlanmaktadır: |
ÖmerFurkan Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler: | hiiic (9. June 2010) |
26. December 2009, 09:04 PM | #3 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
“Biz insana ana-babasına iyi davranmasını tavsiye ettik (Ankebut/8)." Tirmizî'nin ri¬vayetine göre bu âyet-i kerime Sa'd b. Ebi Vakkas hakkında nâzil olmuştur. Sa'd b. Ebi Vakkas: “Hakkımda dört âyet-i kerime nazil olmuştur” deyip bir olay anlattı. Sa'd'ın anası dedi ki: Allah (anne babaya) iyi davranmayı emretme¬di mi? Allah'a yemin ederim, ben ölünceye yahut sen kâfir oluncaya (Muhammed'i inkâr edinceye) kadar bir şey yemeyecek, bir şey içmeyeceğim. (Sa'd) dedi ki: Ona bir şeyler yedirmek istedikleri vakit ağzını açmak için bir tah¬ta parçası sokarlardı. Bunun üzerine "Biz insana ana-babasına iyi davranmasını tavsiye ettik" âyeti nazil oldu.
Yine Sa'd'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir. Ben anneme karşı çok iyi davranırdım, Müslüman oldum, bu sefer o; Ya dinini terk edersin yahut ben de ölünceye kadar bir şey yemeyecek ve içmeyeceğim. Böylece bana bu yap¬tıkların dolayısıyla sen de ayıplanacaksın; ‘ey anasının katili!’ denilecek. Bir kaç gün bu şekilde kaldı, sonunda ona: Anacağım, dedim. Senin yüz tane ca¬nın olsa ve bunların biri diğerinin arkasına çıksa yine de ben bu dinimi terk edecek değilim. İstersen ye, istemiyorsan yeme. Benim halimi görünce ye¬mek yedi ve: "Eğer onlar, hakkında bilgin olmayan bir şeyi sana ortak koş¬man için seni zorlarlarsa..." âyeti nazil oldu. (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an, İbni Kesir) Kur’an’da ana-baba ile evlat ilişkisi hakkında birçok direktif yer almıştır: Ve senin Rabbin kesin olarak şunları gerçekleştirdi [karar altına aldı]: Kendisinden başkasına kul olmayın, anne ve babaya iyi davranın. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlığa ererse, sakın onlara “öf” deme, onları azarlama. Ve ikisine de kerim [onurlu, tatlı ve güzel] söz söyle. Ve merhametinden dolayı onlar için alçak gönüllülük kanatlarını indir. Ve de ki: “Rabbim! Onların beni küçükten terbiye ettikleri gibi, onlara rahmet et.” (İsrâ/23, 24) Ve Biz insana, anası ve babasını tavsiye ettik: - Anası onu zayıflık üstüne zayıflıkla taşıdı. Onun sütten ayrılması da iki yıl içindedir. – “Bana, anana ve babana şükret [karşılık öde]!” Dönüş, ancak Banadır. Ve eğer ki o ikisi [ana-baba] bilmediğin bir şeyi bana ortak koşman üzerinde seni zorlarlarsa, onlara itaat etme. Ve dünyada onlarla iyi geçin ve bana yönelen kimselerin yolunu tut. Sonra dönüşünüz ancak banadır. Sonra da Ben size yapmakta olduğunuz şeyleri haber vereceğim. (Lokman/14) Ve Biz insana, ana ve babasına ihsanı [iyilik yapmayı/ güzel davranmayı] tavsiye ettik. Anası onu zahmetle taşıdı ve zahmetle bıraktı [doğurdu]. Ve onun taşınması ve ayrılması otuz aydır. Nihayet insan, olgunluk çağına ulaştığı ve kırk seneye geldiğinde: “Rabbim! Bana ve anama-babama ihsan ettiğin nimetlerine şükretmemi ve senin hoşnut olacağın salihi işlememi sağla. Benim için soyumun içinde düzeltmeler yap [salih kimseler ver]. Şüphesiz ben Sana yöneldim. Ve ben şüphesiz teslim olanlardanım” dedi. (Ahkâf/15) 10 - İnsanlardan kimi de vardır ki, ‘Allah'a inandık’ der; sonra da Allah uğrunda eziyet olunduğu zaman, insanların fitnesini Allah'ın azabı gibi tutar. Ve eğer Rabbinden bir yardım gelecek olsa, kesinlikle, ‘Şüphesiz biz sizinle beraber idik’ diyeceklerdir. Hâlbuki Allah, onların göğüslerindekileri en iyi bilen değil midir? 11 – Ve Allah, elbette iman etmiş kişileri bilir/ bildirir, elbette münafıkları [ikiyüzlüleri] de bilir/bildirir. Bu ayetlerde, 2 ve 3. ayetlerdeki “İnsanların fitnelendirilmeden ‘İman ettik’ demeleriyle bırakılıvermeyecekleri; çeşitli şekillerde imtihan edilerek kimin ne mal olduğunun herkese bildirileceği” ilkesi detaylandırılmaktadır. Benzer bir açıklama Hacc suresinde de görülmektedir: İnsanlardan kimi de Allah'a bir yar kenarı üzerinde ibadet eder. O nedenle eğer kendisine bir iyilik gelirse onunla mutmain olur. Ve eğer kendisine bir fitne gelirse yüzü üstü dönüverir. O, dünyayı da ahireti de kaybetti. İşte bu, apaçık kayıbın ta kendisidir. (Hacc/11) Bu ayet grubu ile ilgili olarak “Esbab-ı Nüzul” kayıtlarında şu nakiller mevcuttur: Mücahid dedi ki: Bu âyet-i kerime dilleriyle iman eden bir takım kimse¬ler hakkında inmiştir. Bunlara Allah'tan bir belâ ya da nefislerinde bir mu¬sibet gelip çatınca fitneye düştüler. Dahhak da şöyle demiştir: Âyet-i ke¬rime Mekke'de iken iman eden münafık bir takım kimseler hakkında inmiş-tir. Bunlara eziyet ve işkence yapılınca tekrar şirke geri döndüler. İkrime de şöyle demiştir: Bunlar İslam'a girmiş bir topluluk idi. Müşrik¬ler onları kendileri ile birlikte Bedir'e çıkmaya zorladılar. Bazıları Bedir'de öldürüldü. Bunun üzerine Yüce Allah: "Nefislerine zulmedenler olarak can¬larını alacağı kimselere melekler ... (Nisa/97)” buyruğunu indirdi. Me¬dine'deki müslümanlar bu âyeti yazıp Mekke'deki müslümanlara gönderdi. Onlar da Mekke'den çıktılar, müşrikler arkalarından yetiştiler. Bazıları fitne¬ye düştüler. İşte bu âyet-i kerime onların hakkında nazil oldu. Âyet-i kerimenin Ayyaş b. Ebi Rebia hakkında indiği de söylenmiştir. O, müslüman olduktan sonra hicret etmişti, sonra da eziyete uğratıldı, dövüldü ve irtidat etti. Ebu Cehil ile el-Haris onu işkencelere maruz bıraktılar ki, an¬ne bir kardeşleri idiler. (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an) 11. ayette bazı insanların “münafık” olarak nitelendiği görülmektedir. Nüzul sırasına göre “nifak” ve “münafık” kavramı ilk kez geçtiğinden bu sözcüklerin ayrıntılı olarak tahlil edilmesini gerekli görüyoruz. “NİFAK” VE “MÜNAFIK” “ منافقMünafık” sözcüğü, “yer altındaki ev, barınak, in” anlamına gelen “ نفق nefeka” sözcüğünden gelir. Kertenkele ve yaban faresinin yer altındaki yuvalarına “ نفقة nüfeka” ve “ نافقةnâfika” denir. Yaban faresinin yer altında birden çok yuvası olur. Başını birinden çıkarır, kaçtığı zaman yer altındaki yuvalardan hangisine gittiği bilinmez. O nedenle de yakalanmaz. Münafığa bu ismin verilmesinin sebebi, birden çok inancının olmasıdır. O, bir bakarsın İslam dinine girmiş, bir bakarsın ondan çıkmış bir başka inanca girmiştir. (Lisanü’l Arab, c. 8, s. 656, 657 nfk” mad.) Dini bir terim olarak “Nifak”, inanmadığı halde çeşitli sebeplerden dolayı ve menfaati icabı kendini müslüman göstermek; Allah'a, Resulüne ve müminlere düşmanlığını gizlemek” demektir. Bunu yapan kişiye de “münafık” denir. Ayetten anlaşıldığına göre, münafığın burada ön plana çıkan özelliği, yükümlülüklerden kolayca sıyrılıp çıkmaya teşebbüs etmesidir. Toplum içinde fesatçı olmaları, akılları sıra Allah’a oyun etmeye kalkmaları, gösterişçi olmaları, salât görevine gönülsüz, üşene üşene katılmaları, bu önemli görevden kaçmaları, döneklikleri, maddî kazanç sağlamak için ahlâk dışı davranışlara başvurmaları, kötü sözlerin müslümanlar arasında yayılmasını istemeleri, kötülük yapınca sevinmeleri, övünmekten hoşlanmaları gibi başka özellikleri de vardır. Bu özelliklerinden inşallah Bakara, Al-i Imran, Nisa ve Maide surelerinin tahlillerinde bahsedilecektir. Bu özellikleri nedeniyle münafık tipler tüm toplumların her zaman en büyük problemi, belaları olmuştur. 11. ayetin bir diğer işlevi de hicret hazırlığında olan Resulullah’ı Medine’de karşılaşacağı yeni ortama hazırlamaktır. 2 ve 3. ayetlerdeki ifadeler, burada “Ve Allah, elbette iman etmiş kişileri bilir/ bildirir, elbette münafıkları [ikiyüzlüleri] de bilir/bildirir” şeklinde yer almaktadır. Yani, "Allah müminlerin imanının ve münafıkların nifakının ortaya çıkması ve kalplerde gizli olanların açığa çıkması için defalarca imtihan fırsatları öne sürer." Aynı noktaya Al-i İmran Suresi 179. ayette de değinilmiştir. Allah, murdar olanı, temiz olandan ayırt edinceye kadar müminleri, sizin kendisi üzerinde bulunduğunuz şey üzerinde bırakacak değildir. Allah sizleri gayb üzerine muttali kılacak da değildir. Velâkin Allah, elçilerinden dilediğini seçer. Öyleyse Allah’a ve elçisine iman edin. Ve eğer iman eder ve takvalı davranırsanız, işte o zaman sizin için büyük bir karşılık vardır. (Ali Imran/179) Münafıkların karakterleri Kur’an’da birçok kez ortaya konmuştur. Bunun birkaç örneği şu ayetlerdir: Ve onlar; “Biz seninle beraber hidayete uyarsak, yurdumuzdan atılırız” dediler. Biz onları, kendi katımızdan bir rızık olarak, her şeyin semerelerinin toplanıp kendisine getirildiği, güvenli, haram [dokunulmaz] bir yere [Mekke’ye] yerleştirmedik mi? Fakat onların çoğu bilmezler. (Kasas/57l) Bunun üzerine Rableri onlara karşılık verdi: "Şüphesiz Ben, sizden erkek olsun, kadın olsun -Ki bazınız bazınızdandır [hepiniz aynısınızdır]- çalışanın amelini zayi etmem. Binaen aleyh göç edenler, yurtlarından çıkarılanlar, Benim yolumda eziyet edilenler, savaşanlar ve öldürülenler; elbette onlardan kötülüklerini örteceğim ve Allah katından bir sevap olarak, onları altından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Ve Allah, sevabın güzeli Kendi katında olandır. (Al-i Imran/195) İnsanlardan bir kısmı da; inanan kişiler olmamalarına rağmen, “Allah’a ve ahiret gününe inandık” derler. Allah’ı ve inanmış kimseleri aldatmaya çalışırlar. Hâlbuki onlar, sadece kendilerini aldatırlar da bilincine ermezler. Onların kalplerinde hastalık vardır da Allah, onlara hastalığı artırdı. Yalan söylemekte olduklarından dolayı da onlar için acı bir azap vardır. Onlara, “Yeryüzünde fesat çıkarmayın” denildiğinde de, “Biz ancak ıslah edicileriz” derler. Dikkatli olun! Şüphesiz onlar, fesatçıların ta kendileridir, fakat bilincine ermiyorlar. Ve onlara, “İnsanların inandığı gibi inanın” denilince, “Biz, o aklı ermezlerin inandığı gibi mi inanacağız!” derler. Dikkatli olun! Şüphesiz onlar, aklı ermezlerin ta kendileridir. Velâkin bilmiyorlar. Onlar, inanmış kimselere rastladıkları zaman da, “inandık” dediler. Şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında ise, “Şüphesiz biz sizinle beraberiz, biz sadece alay edenleriz” dediler. Allah, onlarla alay eder ve tuğyanları içinde serserice dolaşmalarına mühlet verir. İşte onlar, hidayet karşılığında sapıklığı satın alan kimselerdir de onların ticaretleri kâr etmedi ve onlar doğru yolu bulamadılar. Onların durumu, bir ateş yakmak isteyen kimsenin durumu gibidir. O [ateş], onun [ateş yakan kimsenin] kenarını aydınlatınca, Allah, onların nurlarını giderdi ve onları karanlıklar içinde görmez olarak bıraktı. Sağırdırlar! Dilsizdirler! Kördürler! Artık onlar dönmezler. Yahut [onların durumu]; içinde karanlıklar, gök gürültüsü ve şimşek olan, gökten boşanan, bir yağmura tutulmuş gibidir. Ölüm korkusuyla yıldırımlardan parmaklarını kulaklarına tıkarlar. —Oysa Allah, inkârcıları çepeçevre kuşatandır. – O şimşek nerdeyse gözlerini kapıverecek. O [şimşek] önlerini aydınlattı mı onun [aydınlığın] içinde yürürler, karanlık üzerlerine çöktü mü de dikilip kalırlar. Allah dilemiş olsaydı işitmelerini, görmelerini de giderirdi. Şüphesiz Allah, her şeye en çok güç yetirendir. (Bakara/8-20) Sizi gözetleyip duran kimseler [münafıklar ve kâfirler]… Artık Allah tarafından size bir zafer olursa onlar: “Biz sizinle beraber değil miydik?" derler. Kâfirler için bir pay olunca da: "Size üstünlük sağlamadık mı, sizi müminlerden korumadık mı?" derler. Artık Allah, kıyamet gününde aranızda hükmünü verecektir. Allah, müminlerin aleyhine kâfirlere asla bir yol kılmayacaktır. (Nisa/141) 12- Ve kâfirler müminlere: “Bizim yolumuza uyun, kesinlikle sizin hatalarınızı/günahlarınızı biz yüklenelim” dediler. Oysa onların hatalarından, ne olursa olsun hiçbir şeyi onlar taşıyıcı değillerdir. Onlar, kesinlikle, yalancıdırlar. 13 – Onlar, elbette kendi yüklerini ve kendi yükleriyle birlikte nice yükleri de taşıyacaklar. Ve uydurup durdukları şeylerden kıyamet günü mutlaka sorgulanacaklardır. Bu ayetlerde, ikiyüzlü davranan ve gerçek iman etmiş kimseleri yollarından döndürmeye çalışan inkârcılar tehdit edilmektedir. Ayetlerden anlaşıldığına göre, birileri çıkmış ve inanmış kimselere “Bizim yolumuza uyun, kesinlikle sizin hatalarınızı/günahlarınızı biz yüklenelim” deyip onları kandırmaya çalışmaktadırlar. Aslında onlar, öldükten sonra dirilme, ahiret ve hesap günü gibi şeylere inanmadıklarını; bunların olmadığını söylemek istiyorlardı. Ama yine de gariban kesime “İnsanların yaptıklarından hesap verecekleri bir din günü olduğunu kabul etsek bile, biz sizin cezanızı yükleneceğimize dair size söz veriyoruz. Bu nedenle bizi dinlemeli, elçi olduğunu ileri süren o kişinin dediklerine inanmamalısınız; inananlarınız bundan vazgeçmeli ve atalarımızın dinine geri dönmelisiniz” diyorlardı. Kimsenin başka bir kimsenin günahını çekmeyeceği birçok ayette yer almıştır: Gerçek şu ki, hiçbir günahkâr bir başka günahkârın günahını çekmez. (Necm/38) De ki: Allah her şeyin Rabbi iken, ben O’ndan başka Rabb mi arayayım? Herkesin kazandığı yalnız kendisine aittir. Kendi yükünü taşıyan hiç kimse, bir başkasının yükünü taşımaz. Sonra sadece Rabbinizedir dönüşünüz. Böylece O, ayrılığa düştüğünüz şeyi size haber verecektir. (En’âm/164) Sonra, şiddetle çarpanın çıkardığı korkunç ses geldiği zaman; bir gün ki o, kişi kaçar kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden, oğullarından. O gün onlardan her kişi için kendisini boş bırakmayacak bir uğraş vardır. (Abese/33–37) Ve öyle bir günden sakının ki, o gün hiç kimse, hiç kimsenin yerine bir şey ödemez, kimseden fidye kabul edilmez. Ve ona şefaat de fayda vermez, onlar yardım da olunmazlar. (Bakara/123) İman eden kullarıma söyle: “Salâtı ikame etsinler, alış-veriş ve dostluğun olmadığı bir günün gelmesinden önce, kendilerini rızklandırdığımız şeylerden açık ve gizli olarak infakta bulunsunlar.” (İbrahim/31) Ey insanlar! Rabbinize takvalı davranın. Ve babanın çocuğuna hiçbir fayda vermediği, çocuğun da babasına hiçbir şeyle fayda sağlamadığı günden ürperin. Şüphesiz Allah’ın vaadi gerçektir. O hâlde basit yaşam sizi aldatmasın. Ve sakın o çok aldatıcı şeytan sizi Allah ile aldatmasın. (Lokman/33) Kim doğru yola gelirse sırf kendi iyiliği için gelir. Kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapar. Hiçbir günahkâr başkasının günah yükünü çekmez. Ve Biz bir Peygamber göndermedikçe, azap ediciler olmadık. (İsra/15) Eğer inkâr edecek olursanız, artık şüphesiz Allah size hiç bir ihtiyacı olmayandır ve O, kulları için küfre rıza göstermez. Ve eğer şükrederseniz, sizin [yararınız] için ondan razı olur. Hiçbir günahkâr [suçlu], bir başkasının günah yükünü yüklenmez. Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz, böylece yaptıklarınızı size haber verecektir. Şüphesiz O, sinelerin özünde saklı olanı bilendir. (Zümer/7) Bu sahtekârların iddiaları reddedilerek tehdit edilmektedirler. Onlar kendi suçlarının cezasını çekecekleri gibi, ayarttıkları kişilerin de cezalarını çekeceklerdir. İnsanların helakine vesile olanlar, hem kendi suçlarının gü¬nahını yüklenir, hem de ayarttığı kimselerin günahını… Bununla birlikte hiç¬birisinin günahından da bir şey eksiltilmiş olmaz. Ve onlara: “Rabbiniz ne indirdi?” denildiği zaman, onlar, kıyamet günü, kendi günahlarını tam olarak yüklenmek ve bilgisizlikleri yüzünden saptırmakta oldukları kimselerin günahlarından bir kısmını da yüklenmeleri için, “Öncekilerin efsaneleri…” dediler. Dikkat edin, yüklendikleri şey ne kötüdür! (Nahl/24, 25) Kim güzel bir işte aracılık ederse, onun için bundan [aracılıktan] bir pay vardır. Kim de kötü bir şeyde aracılık yaparsa, onun için de bundan bir pay vardır. Ve Allah her şeyin karşılığını verendir. (Nisa/85) Ve yük çeken bir kimse, başkasının yükünü yüklenmez. Eğer ağır yüklü bir kimse, onun yüklenilmesine çağırsa da ondan hiç bir şey yüklenilmeyecek. -Bir akrabası olsa bile- Şüphesiz sen ancak Rabblerine karşı gaybde haşyet duyan ve salatı ikame edenleri uyarırsın. Her kim arınırsa ancak kendisi için arınır. Dönüş de yalnızca Allah’adır. (Fatır/18) 18- Ve eğer siz yalanlarsanız bilin ki, sizden önceki birtakım ümmetler de yalanlamıştı. Elçiye düşen de apaçık tebliğden başka bir şey değildir. 19 – Onlar, Allah'ın yaratmayı nasıl başlattığını, sonra da bunu tekrarladığını da mı görmediler? Şüphesiz bu, Allah'a göre çok kolaydır. 20 – 22- De ki: “Yeryüzünde gezip dolaşın da, O’nun yaratmaya nasıl başladığına bir bakın. Sonra Allah, son yapıyı inşa edecektir. Şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir. O, dilediği kimseye azap eder, dilediği kimseye de rahmet eder. Ve siz yalnızca O'na döndürüleceksiniz. Ve siz yeryüzünde ve gökte aciz bırakanlar değilsiniz. Ve sizin için Allah’ın astlarından bir veli ve yardımcı yoktur.” 23 – Ve Allah'ın ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkâr eden kimseler; işte onlar Benim rahmetimden ümitlerini kesmişlerdir ve onlar, kendileri için acıklı bir azap olanlardır. Bu pasaj, 13. ayetin devamı olup bir uyarı beyannamesidir. Müşriklerin 12. ayette konu edilmiş olan “Bizim yolumuza uyun, kesinlikle sizin hatalarınızı/günahlarınızı biz yüklenelim” şeklindeki boş sözlerine Rabbimiz “Ve eğer siz yalanlarsanız bilin ki, sizden önceki birtakım ümmetler de yalanlamıştı. Elçiye düşen de apaçık tebliğden başka bir şey değildir. Onlar, Allah'ın yaratmayı nasıl başlattığını, sonra da bunu tekrarladığını da mı görmediler? Şüphesiz bu, Allah'a göre çok kolaydır” diyerek cevap vermiş ve duyarsızlıklarını, çevrelerindeki ayetlerden ibret almayışlarını kınamıştır. Bu kınama hem tehdit hem uyarı içermektedir. Rabbimiz, elçisine söylemesini emrettiği şu sözlerle mesajlarına devam ederek “De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da, O’nun yaratmaya nasıl başladığına bir bakın. Sonra Allah, son yapıyı inşa edecektir. Şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir. O, dilediği kimseye azap eder, dilediği kimseye de rahmet eder. Ve siz yalnızca O'na döndürüleceksiniz. Ve siz yeryüzünde ve gökte aciz bırakanlar değilsiniz. Ve sizin için Allah’ın astlarından bir veli ve yardımcı yoktur. Ve Allah'ın ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkâr eden kimseler; işte onlar Benim rahmetimden ümitlerini kesmişlerdir ve onlar, kendileri için acıklı bir azap olanlardır” şeklindeki beyanıyla inkârcıların kesin akıbetini haber vermiştir. 18. ayette konu edilen “sizden önceki bir takım ümmetler” ifadesiyle Nuh kavminden bu yana gelip geçmiş tüm toplumlar, medeniyetler kastedilmiştir. |
26. December 2009, 09:04 PM | #4 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
Önceki peygamberlerin de aynı muamele ile karşılaşmış olmaları olgusu Kur’an’da birçok kez konu edilmiştir:
Ve elbette ki senden önce de elçiler yalanlanmıştı da kendilerine yardımımız gelinceye kadar yalanlanmaya ve eziyet olunmaya sabretmişlerdi. Ve Allah’ın sözlerini değiştirecek hiçbir kimse yoktur. Hiç şüphesiz ki, sana, gönderilmişlerin [elçilerin] haberlerinden bir kısmı gelmiştir de. (En’am/34) “Yeryüzünde gezip dolaşın da, O’nun yaratmaya nasıl başladığına bir bakın. Sonra Allah, son yapıyı inşa edecektir. Şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir” ifadesiyle insanlık ilk yaratılışı incelemeye davet edilmiş, ilk yaratılışı anlayabilenlerin ikinci yaratılışı da rahatlıkla kabullenecekleri bildirilmiştir. Ve O, yaratmayı başlatan, sonra onu çevirip yeniden yapandır. Ve bu O'na çok kolaydır. Ve göklerde ve yerde en yüce örnek O'nundur. Ve O, Azîz’dir, Hakîm’dir. (Rum/27) 14 – Ve ant olsun ki Biz, Nuh’u kendi kavmine elçi gönderdik de, içlerinde elli yıl hariç bin sene kaldı. Sonunda, onlar zalimler iken tufan kendilerini yakalayıverdi. 15 – Böylece Biz, onu ve gemi halkını kurtardık ve onu [gemiyi/cezayı/kurtuluşu] âlemlere bir ayet kıldık. Surenin bundan sonraki bölümünde fitnelendirmeye örnek olmak üzere kısaca geçmiş elçilerin kıssalarına değinilmiştir. İlk değinilen kıssa Nuh (as) ve kavmi ile ilgilidir. Bu kısa değini ile Resulullah’a ve inananlara moral verilmiş, inkârcılar tehdit edilmiştir. Nuh’un (as) konu edildiği bu bölüm ile ilgili olarak klasik kaynaklarda şu nakiller görülmektedir: Katade'nin Enes'ten rivayetine göre, Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "İlk resul peygamber Nûh'tur." Katade dedi ki: Nûh (a.s) el-Cezire'de peygamber olarak gönderilmiştir. Kaç yıl ömür sürdüğü hususunda farklı görüşler vardır. Yaşının, şanı yüce Al¬lah'ın Kitab’ında zikrettiği kadar olduğu söylenmiştir. Katade dedi ki: O kendilerini davete başlamadan önce aralarında üç yüz yıl kaldı. Onları üç yüz yıl davet etti, Tufan'dan sonra da üç yüz elli yıl yaşadı. İbn Abbas dedi ki: Nûh (a.s) kırk yaşında peygamber oldu. Kavmi arasın¬da ise elli yıl eksiği ile bin yıl süreyle kaldı. Tufan'dan sonra ise insanlar ço¬ğalıp etrafa yayılıncaya kadar altmış yıl yaşadı. Yine İbn Abbas'tan şöyle de¬diği rivayet edilmiştir: İki yüz elli yaşında iken peygamber oldu, aralarında el¬li yıl eksiği ile bin yıl kaldı. Tufan'dan sonra da iki yüz yıl yaşadı. Vehb de¬di ki: Nûh (a.s) iki bin dört yüz yıl yaşadı. Ka'b el-Ahbar dedi ki: Nûh kavmi arasında elli yıl eksiği ile bin yıl kaldı. Tufan'dan sonra ise yetmiş yıl yaşa¬dı. Böylelikle onun toplam yaşı bin yirmi yıldır. Avn b. Ebi Şeddad dedi ki: Nûh (a.s) üç yüz elli yaşında iken peygamber oldu. Kavmi arasında ise elli yıl eksiği ile bin yıl kaldı. Tufan'dan sonra ise üç yüz elli yıl yaşadı. Böylelikle toplam yaşı bin altı yüz elli yıl etmektedir. Bu¬na yakın bir rivayet de el-Hasen'den gelmiştir. el-Hasen dedi ki: Ölüm me¬leği Nûh (a.s)'ın ruhunu kabzetmek üzere geldiğinde “Ey Nûh!” dedi. “Dünya¬da kaç yıl yaşadın?” O: “Peygamberlikten önce üç yüz yıl, kavmim arasında el¬li eksiği ile bin yıl, Tufan'dan sonra da üç yüz elli yıl…” dedi. Ölüm meleği de¬di ki: “Dünyayı nasıl buldun?” Nûh dedi ki: “İki kapısı olan bir ev gibi. Bura¬dan girdim, öbüründen çıktım.” Enes'in de şöyle dediği rivayet edilmektedir: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "Yüce Allah, Nûh (a.s)'ı kavmine peygamber olarak göndereceğinde o iki ¬yüz elli yaşında idi. Kavmi arasında elli yıl eksiği ile bin yıl kaldı. Tufan'dan sonra da iki yüz elli yıl kaldı. Ona ölüm meleği gelince: “Ey Nûh!” dedi, “Ey pey¬gamberlerin en büyüğü ve ey ömrü pek uzun, duası makbul olan kişi! Dün¬yayı nasıl buldun?” diye sordu. O şu cevabı verdi: Kendisine iki kapılı bir ev ya¬pılmış bir adamın, bir kapıdan girip diğerinden çıkması gibi" dedi. (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an) Nûh (a.s)'ın geriye doğru soyu şöyledir: Nûh b. Lâmek b. Müteveşlih b. İdris -ki o Ahnûh'dur- b. Yered b. Mehlayil b. Kaynân b. Enuş b. Şit b. Âdem. Nuh'un ismi "es-Seken" idi. Ona es-Seken denilmesinin sebebi insanların Âdem’den sonra ona ulaşmaları, sakin olmalarıdır. O da onların babalarıdır. Onun Sam, Ham ve Yafes diye üç oğlu oldu. Sam'dan Araplar, Farslar ve Rum¬lar dünyaya geldi. Bunların hepsinde de hayır vardır. Ham'ın soyundan Kıptiler, Sudanlılar ve Berberiler dünyaya geldi. Yafes'in soyundan ise Türkler, İskitler, Ye'cuc ile Me'cuc dünyaya geldi. Bunlarda hayır yoktur. İbn Abbas dedi ki: Sam'ın soyundan gelenler arasında beyaz tenlilikle, buğ¬day tenlilik vardır. Ham'ın soyundan gelenler ise siyahtırlar, beyaz tenliler azdır. Yafes'in çocukları -ki bunlar Türklerle, İskitlerdir- bunlarda sarı ve kırmızı ten¬lilik vardır. Onun dördüncü bir oğlu daha vardı ki, bu da suda boğulan Ken'an idi. Araplar da onu Yâm diye adlandırırlar. Nûh’a bu ismin veriliş sebebi, onun elli yıl eksiği ile bin yıl süreyle kavmini Allah'a davet ederek nevhetmesi [feryad etmesi]'dir. Onların kâfir olmaları üzerine ağladı ve onlar için feryad etti. el-Kuşeyrî Ebu'l-Kasım Abdu'l-Kerim "et-Tahbîr" adlı eserinde şöyle demektedir: Rivayet olunduğuna göre Nûh (a.s)'ın adı Yeşkur idi. Fakat güna¬hı için çokça ağladığından ötürü Yüce Allah ona: Ey Nûh, daha ne kadar ağ¬layacaksın, diye vahyetti. Bundan dolayı da ona Nûh denildi. Bunun üzeri¬ne: Ey Allah'ın Rasûlü, onun günahı neydi? diye soruldu. O da şöyle dedi: Yol¬da geçerken bir köpek gördü, kendi içinden ne kadar da çirkindir, diye ge¬çirdi. Yüce Allah ona: Haydi sen ondan daha güzelini yarat! diye vahyetti. Yezid er-Rukaşî dedi ki: Ona Nûh adının veriliş sebebi, kendisi hakkın¬da çokça nevh [âhufîgân] etmesidir. Burada niçin "Elli yıl eksik olmak üzere bin yıl" diye buyrularak, dokuz yüz elli yıl denilmedi?” diye sorulacak olursa, buna iki türlü cevap verilir: 1- Bundan maksat sayının çoğaltılmasıdır. Burada "bin" denilmesi hem la¬fız itibariyle hem de sayı itibariyle daha çok söylemeyi gerektirmektedir, 2- Rivayet olunduğuna göre, ona bin yıllık ömür verilmişti. O ömründen elli yılı çocuklarından birisine bağışlamıştı. Ölüm vakti gelince, bu sefer bi¬ni tamamlamaya döndü. Şanı yüce Allah bu eksiltmenin onun tarafından ol¬duğuna dikkat çekmek üzere bunu böylece zikretti. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an) Nuh peygamber ve kavmi ile olan mücadelesi daha evvel birçok surede detaylı olarak yer almıştı. Tavırları bakımından Nuh’un kavmi Mekke müşriklerine, Nuh’un (as) mücadelesi de Resulullah’ın mücadelesine benzemekte idi. Nuh ile ilgili Al-i Imran/33-34, Nisa/163, En'am/84, A'raf/59-64, Yunus/71-73, Hud/25-48, Enbiya/76-77, Müminun/23-30, Furkan/37, Şuara/105-123, Saffat/75-82, Kamer/9-15, Hakka/11-12 ve Nuh suresinin tamamına bakılabilir. Özellikle üzerinde duracağımız nokta, ayetteki “içlerinde elli yıl hariç bin sene kaldı” ifadesidir. Bu ifade, Kitabı Mukaddes'in Tekvin IX, 28, 29'daki “Nuh tufandan sonra üç yüz elli yıl daha yaşadı. Toplam dokuz yüz elli yıl yaşadıktan sonra öldü” ifadesinin de desteğiyle Nuh’un 950 sene ömür sürdüğü veya daha fazla sürüp de 950 sene peygamberlik yaptığı şeklinde anlaşılagelmiştir. Ayette “yıl” sözcüğü, “ عامam” ve “ سنةsene” diye iki ayrı kelime ile yer almıştır. Biz her ikisini de her ne kadar “yıl” diye çevirsek de bunların aslında anlamları ayrıdır. السنةSENE Bu sözcük aslında “şiddet, kıtlık, zorlu, iyiliğin azlığı” demektir. Ki, zorlu, meşakkatli geçen yıllara denir. (Lisanü’l-Arab; 4/720, “sene” mad.) Kur’an’a baktığımızda da A’raf/130, Yusuf/42, 47, Ta Ha/40’ta da “sene” sözcüğünün “zorlu, sıkıntılı, kıtlıklı yıllar” anlamında kullanıldığını görmekteyiz. العامÂM Bu sözcük, “yaz ve kışı kapsayan dönem” olarak tarif edilir. (Lisanü’l-Arab; 6/530, “avm” mad.) Yani bizim bildiğimiz gerçek “sene” [on iki ay/365 gün], “âm” sözcüğüyle ifade edilir. Burada üzerinde durulması gereken bir diğer nokta da “bin sene” ifadesidir. Bu ifade Kur’an’da birkaç kez yer almıştır. Ve sen kesinlikle onları insanların yaşamaya en hırslısı; şirk koşmuş olan kimselerden de daha hırslı bulacaksın. Onların her biri bin sene ömürlendirilmeyi arzular, oysa ömürlenmek kendisini azaptan uzaklaştırıcı değildir. Allah, onların yapmakta oldukları şeyleri çok iyi görücüdür. (Bakara/96) Ve senden azabı çabuklaştırmanı istiyorlar. Hâlbuki Allah sözünden asla caymayacaktır. Bununla beraber Rabbinin katında bir gün, sizin sayacaklarınızdan bin sene gibidir. (Hacc/47) O [Allah], gökten yere işleri düzenler, sonra da o [işler], ölçüsü sizin saydıklarınızdan bin yıl olan bir günde O'na [Allah’a] yükselir. (Secde/5) Melekler ve Ruh, miktarı elli bin yıl olan bir gün içinde O’na yükselir [yeryüzünden çekilir]. (Meariç/4) Bu ayetlerde de görüldüğü üzere, “bin sene” ifadesi, sayısal değer itibariyle değil, “çok uzun süre” anlamında kullanılmıştır. Bu açıklamalardan sonra diyebiliriz ki, ayet, Nuh’un 950 sene yaşadığını veya peygamberlik ettiğini değil, çok uzun süre sıkıntılı yaşadığını, ömrünün elli senesinin de normal koşullarda geçtiğini ifade etmektedir. Kanaatimize göre, normal koşullarda geçen bu elli sene de onun peygamber olmazdan evvelki sivil hayatıdır. Bir de ayette “ve onu âlemlere bir ayet kıldık” ifadesi yer almıştır. Kur’an’daki işaretlerden hareketle, bu cümledeki “onu” zamiri ile gösterilenin “gemi”, “ceza”, “kurtuluş” gibi seçeneklerden her üçünü de kapsadığı kanaatine sahip olabiliriz. Onu [Nûh'u] da, nankörlük edilen kişiye bir mükâfat olmak üzere, korumamız/gözetimimiz altında akıp giden levhaları [tahtaları] ve çivileri/urganları olan [sal] üzerinde taşıdık. Ve and olsun Biz, bunu bir ayet olarak bıraktık. O hâlde var mı ibret alıp düşünen? (Kamer/13-15) Bizim, şüphesiz onların zürriyetini [soyunu] dopdolu bir gemide taşımamız ve şüphesiz kendileri için onun gibi binecekleri şeyleri yaratmamız da onlar [duyarsız kavim] için bir delildir. Ve eğer Bizden bir rahmet ve bir zamana kadar yararlanma yoksa, Biz dilersek onları suda boğarız da o zaman onların feryadına hiç yetişen olmaz. Onlar kurtarılamazlar da. (Ya Sin/41-44) Şüphesiz Biz; onu size bir ibret yapalım ve belleyici kulaklar bellesin diye sular kabarınca sizi akanda [gemide] Biz taşıdık. (Hakka/11,12) 16, 17- İbrahim’i de [elçi gönderdik/kurtardık]. Hani o, kavmine: “Allah’a ibadet edin ve O’na takvalı davranın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır Şüphesiz siz Allah’ın astlarından bir takım taştan, ağaçtan putlara tapıyorsunuz ve yalan uyduruyorsunuz. Haberiniz olsun ki o, sizin Allah’ın astlarından mabut diye taptıklarınız, sizin için bir rızık vermeye güç yetiremezler. Onun için rızkı Allah yanında arayın ve O’na kulluk edin ve O’na şükredin. Yalnızca O’na döndürüleceksiniz.” demişti. 24 – Sonra onun [İbrahim’in] toplumunun cevabı, yalnızca: “Onu öldürün veya tahrik edin [yandırın]” demeleri oldu. Sonra da Allah onu ateşten kurtardı. Şüphesiz bunda, iman edecek bir toplum için ibretler vardır. 25 – Ve O [İbrahim], dedi ki: “Siz, sırf aranızdaki dünya hayatında sevgi için Allah’ın astlarından birtakım putlar edindiniz. Sonra kıyamet günü, kiminiz kiminizi tanımayacak, kiminiz kiminizi lanetleyecektir. Varacağınız yer de cehennemdir. Ve sizin için yardımcılardan da yoktur.” 26 - Bunun üzerine ona Lut inandı. Ve o [İbrahim] dedi ki: “Ben Rabbime hicret ediciyim. Şüphesiz O, Azîz ve Hakîm’in ta kendisidir. 27 – Ve Biz ona İshak’ı ve Yakub'u bağışladık. Ve soyu içinde Peygamberlik ve Kitap kıldık. Ve Biz ona dünyada ücretini verdik. Şüphesiz o, ahirette de salihlerdendir. İkinci olarak surenin bu ayetlerinde İbrahim peygambere değinilmiştir. Bu değinide, İbrahim’in (as) kavmine yaptığı uyarılar ve bu uyarılara karşı kavminden gördüğü tepki nakledilmiştir. İbrahim peygamber kavmine akıllarını harekete geçirici sözler söyleyerek onları hakikate çağırdığı halde, onlar katı bir tutum takınarak İbrahim peygamber için ne kadar kötü planlar kurduklarını dile getirmişlerdir. Ancak kavmi hangi planları kurmuş olurlarsa olsun, Rabbimiz kendisi için hicret eden İbrahim’i korumuş ve ona birçok lütuflarda bulunmuştur: Sonra o [İbrahim], onlardan [kavminden] ve onların Allah’ın astlarından ibadet ettikleri şeylerden uzaklaşınca, Biz ona İshak’ı ve Yakub’u ihsan ettik. Hepsini de peygamber kıldık [yaptık]. (Meryem/49) Ve Biz ona İshak’ı, ilave olarak da Yakub’u bağışladık. Ve hepsini iyi kimseler yaptık. (Enbiya/72) Ve onun [İbrahim'in] karısı ayaklanmıştı, gülüverdi. Sonra ona İshak'ı, İshak'ın arkasından da Yakub'u müjdeledik. (Hûd/71) Yoksa siz Yakub’a ölüm hali gelip çattığı zaman, oğullarına: “Benden sonra neye ibadet edeceksiniz?” dediği zaman, onları; “Biz, bir tek ilah olarak senin ilahına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilahına ibadet edeceğiz. Ve biz sadece O'na teslim olanlarız” dediklerine tanıklar mı idiniz. (Bakara/133) Şüphesiz İbrahim içtenlikle Allah’a boyun eğen, hanif [dönmüş], O’nun [Allah'ın] nimetlerine şükreden başlı başına bir ümmet idi. Ve o, müşriklerden olmadı. Ve O [Allah], onu seçti ve dosdoğru yola kılavuzladı. Ve Biz ona [İbrahim'e] dünyada iyilik-güzellik verdik. Ve şüphesiz o, ahirette de kesinlikle salihlerdendir. (Nahl/120-122) İbrahim’in kavmine yaptığı uyarılar birçok ayette yer almıştır: Bakara/122-141, 258-260, Al-i İmran/64-71, En'am/71-82, Hûd/69-83, İbrahim/35-41, Hicr/45-60, Meryem/41-50, Enbiya/51-75, Şuara/69-104, Saffat/75-113, Zuhruf/26-35, Zariyat/24-46. Burada İbrahim peygamber ile ilgili sadece birkaç ayeti hatırlatmakla yetiniyoruz: Ve Biz ona [İbrahim'e] dünyada iyilik-güzellik verdik. Ve şüphesiz o, ahirette de kesinlikle salihlerdendir. (Nahl/122) Ve İbrahim’in milletinden, kendini bilmezden başka kim yüz çevirir? Ve Biz onu dünyada seçkin birisi yaptık. Hiç şüphesiz o, ahirette de iyilerden biridir. (Bakara/130) Biz: “Ey ateş! İbrahim'e karşı soğuk ve güvenli ol” dedik. (Enbiya/69) Onlar: “Şunun için bir duvar yapın da bunu Cahim’in [çılgınca yanan ateşin] içine atın!” dediler. Onlar, ona [İbrahim’e] tuzak kurmak istediler de Biz onları aşağılıklar kılıverdik. (Saffat/97-98) 26. ayette Lût’un (as) İbrâhîm'e (as) iman etmiş olduğundan bahsedilmektedir. Bu konu ile ilgili klasik kaynaklarda şu nakiller yer almaktadır: Hz. Lût'un Hz. İbrahim'in kardeşinin oğlu olduğu söylenir. Söylendiğine göre onun nesebi şöyledir: Lût b. Hârân b. Âzer. Yani Hz. İbrâhîm'e kavminden onun ve Hz. İbrahim'in eşi Sâre'nin dışında kimse iman etmemişti. Sahih bir hadîste şöyle anlatılıyor: Hz. İbrahim, o zorba [kral]ın bulunduğu yere uğradığı zaman Hz. İbrahim'e Sâre'nin kim olduğunu sormuştu. Hz. İbrâhîm bu soruya: Kız kardeşimdir, diye cevap vermişti. Sonra Hz. İbrâhîm Sâre'ye gelip: Şüphesiz ben ona, o benim kız kardeşimdir, dedim. Beni yalancı çıkarma. Şüphe yok ki, yeryüzünde benim ile senin dışında inanan yok. Sen benim dinde kız kardeşimsin, demişti. İşte bu hadîs-i şerif ile bu âyetin arası nasıl bulunacak diye bir soru sorulacak olursa şöyle denebilir: En doğrusunu Allah bilir ama Hz. İbrahim'in hadîste Sâre'ye hitaben söylediği sözden maksadı şu olmalıdır. Yeryüzünde benimle senin dışında İslâm üzere olan bir çift daha yoktur. Hz. Lût (a.s), kavmi içinden Hz. İbrâhîm'e îmân etmiş ve onunla birlikte Şam ülkesine hicret etmişti. Sonra Hz. İbrâhîm Halil hayatta iken, Hz. Lût Sodom ve havalisi halkına peygamber olarak gönderilmiştir. Kavmi ile aralarında geçenler daha önce geçtiği gibi ilerde gelecektir. [İbni Kesir] Katade der ki: İkisi birden [Hz. İbrâhîm ve Lût] Kûfe topraklarındaki Kûsâ'dan Şam'a hicret ettiler. Bize anlatıldığına göre, Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuş; Şüphesiz hicretten sonra hicret olacaktır. Yeryüzü halkı Hz. İbrahim'in hicret ettiği yere yönelecek ve yeryüzünde yeryüzü halkının sadece kötüleri kalacaktır. Nihayet yerleri onları atacak, Rûhullah onlardan hoşlanmayıp uzak duracak ve ateş onları maymunlar ve domuzlarla beraber toplayıp sürecektir. Ateş, onlar nerede gecelerse; onlarla beraber geceleyecek, onlar öğle istirahatine çekildikleri zaman onlarla beraber duracak, onlardan (arkada kalıp) düşenleri yiyecektir. İmâm Ahmed bu hadîsi müsned olarak daha uzunca ve Abdullah b. Amr b. Âs'dan rivayetle zikredip der ki: Bize Abdürrezzâk'ın... Şehr b. Havşeb'den rivayetinde o, şöyle anlatıyor: Yezîd b. Muâviye'nin bîatı [ona biat etmemiz emri] bize geldiğinde Şam'a geldim. Nef el-Bekâlî'nin durduğu yeri öğrendim ve oraya gittim. Bir adam geldi ve insanlardan ayrı bir yere oturdu. Üzerinde dört köşe siyah bir aba vardı. Bir de baktık ki, Abdullah b. Amr b. Âs göründü. Nef onu görünce, sözünü kesti. Abdullah dedi ki: Allah Rasûlünü (s.a) şöyle buyururken işittim: Muhakkak ki hicretten sonra hicret olacaktır. İnsanlar Hz. İbrahim'in hicret yerine yönelecekler (ve orada toplanacaklar), yeryüzünde sadece yeryüzü halkının en kötüleri kalacak. Yerleri onları atacak, Rahmân'ın nefesi onlardan hoşlanmayıp uzak duracak; ateş maymunlar ve domuzlarla beraber onları toplayıp sürecek, onlar geceledikleri zaman bu ateş onlarla beraber geceleyecek, onlar öğle istirâhatine çekildiği zaman onlarla beraber dinlenecek, onlardan geride kalanları yiyecek. Allah Rasûlünü (s.a) bir de şöyle buyururken işittim: Doğu tarafından ümmetim içinden birtakım insanlar çıkacak. Onlar Kur'ân'ı okuyacaklar da hançerelerinden aşağıya geçmeyecek. Onlardan ne zaman bir nesil çıksa arkası kesilecek. Onlardan ne zaman bir nesil çıksa arkalan kesilecek. Allah Rasûlü “onlardan her bir nesil çıktıkça arkaları kesilecek” sözünü yirmiden fazla tekrar etti ve sonunda şöyle buyurdu: Nihayet, onların kalıntıları içinde Deccâl çıkacaktır. İmam Ahmed, hadîsi Ebu Dâvûd ve Abdüssamed'den, bu ikisi Hişâm ed-Destevâî'den, o da Katâde’den rivayet etmiştir. Aynca Ebu Dâvûd, hadîsi Sünen'inin cihâd bölümünde rivayet etmiştir. Ebu Dâvûd burada der ki: Bize Ubeydullah b. Ömer'in ... Abdullah b. Amr'dan rivayetinde o, Allah RasûIünü (as) şöyle buyururken işitmiş: Hicretten sonra hicret olacaktır. Yeryüzü halkının hayırlıları, Hz. İbrahim'in hicret yerine sığınacaklardır. Yeryüzünde halkın en kötüleri kalacak ve yerleri onları atacak, Rahmân'ın nefesi onlardan hoşlanmayıp uzak duracak; ateş, maymunlar ve domuzlarla beraber onları toplayıp sürecektir. (İbni Kesir) |
26. December 2009, 09:05 PM | #5 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
Yine 26. ayette İbrahim’in (as) “Ben Rabbime hicret ediciyim. Şüphesiz O, Azîz ve Hakîm’in ta kendisidir” dediği görülmektedir. Bu ifadeden İbrahim’in (as) “Ben Rabbim uğrunda vatanımı terk edeceğim ve Rabbim beni nereye götürürse oraya gideceğim” demek istediğini anlıyoruz.
Pasajda inkârcıların ağzından nakledilen ifadelerden, kavminin İbrahim’i (as) öldürmek ya da yak¬mak üzere aralarında gizli bir toplantı düzenledikleri anlaşılmaktadır. Bu olay detaylı olarak “Enbiya” sûre¬sinde de yer almıştı: Ve ant olsun ki Biz daha önce İbrahim’e rüşdünü vermiştik. Ve Biz onu bilenler idik. Hani o [İbrahim], babasına ve kavmine: “Israrla kendisine tapınıp durduğunuz heykeller nedir?” demişti. Onlar: “Biz atalarımızı bunlara tapanlar olarak bulduk” dediler. O [İbrahim]: “Ant olsun ki sizler ve atalarınız apaçık bir sapıklık içindesiniz” dedi. Onlar: “Sen bize hakkı mı getirdin, yoksa sen oyun oynayanlardan mısın?” dediler. O [İbrahim] dedi ki: “Bilakis, Rabbiniz göklerin ve yerin Rabbidir ki onları O yaratmıştır. Ben de buna şahitlik edenlerdenim. Allah’a yemin ederim ki, siz arkanızı dönüp gittikten sonra, ben putlarınıza kesinlikle bir tuzak kuracağım.” Sonra da o [İbrahim], ona müraceat etsinler diye kendilerine ait büyükleri dışında bunları parça parça etti. Onlar [Kavmi], “Bizim tanrılarımıza bunu kim yaptı? Şüphesiz o, kesinlikle zalimlerdendir.” dediler. Onlar [Bazıları] “Onları anıp duran bir genç duyduk. Onun için “İbrahim” deniliyor” dediler. Onlar, “O halde ona tanık olmaları için onu [İbrahim’i] insanların gözleri önüne getirin” dediler. Onlar, “Ey İbrahim! Bunu tanrılarımıza sen mi yaptın?” dediler O [İbrahim]: “Aksine, onu şu büyükleri yaptı. Konuşabiliyorlarsa haydiyin onlara sorun” dedi. Bunun üzerine kendi kafalarına [vicdanlarına] döndüler de: “Şüphesiz siz, zalimlerin ta kendisisiniz” dediler. Sonra onlar yine kendi kafalarına döndüler: “Ant olsun ki bunların konuşmayacağını bilirdin.” dediler. O [İbrahim]: “O halde, Allah’ın astlarından size hiçbir şeyce fayda vermeyen ve size zarar vermeyen şeylere mi tapıyorsunuz? Size de, Allah’n astlarından taptıklarınıza da üff [yazıklar olsun]! Siz hâlâ akıllanmayacak mısınız?” dedi. Onlar [kavmi]: “Eğer yapanlarsanız, şunu tahrik edin [yandırın] ve tanrılarınıza yardım edin” dediler. Biz: “Ey ateş! İbrahim'e karşı soğuk ve güvenli ol” dedik. Ve ona bir düzen kurmak istediler de Biz kendilerini daha fazla hüsrana uğramışlar kıldık. Onu da, Lût'u da, âlemler için, içinde bolluklar bulunan topraklara kurtardık. Ve Biz ona İshak’ı, ilave olarak da Yakub’u bağışladık. Ve hepsini iyi kimseler yaptık. Ve Biz onları, bizim emrimizle kılavuzluk yapan önderler kıldık. Ve Biz onlara hayırlar işlemeyi, salâtı ikame etmeyi, zekâtı vermeyi vahyettik. Ve onlar, sadece Bize kulluk yapanlar idiler.(Enbiya/51-73) İbrahim peygamber hakkında daha evvel Saffat suresinin tahlilinde geniş açıklama yapıldığından, detayın oradan (Tebyinü’l-Kur’an; c:5, s:538-542) okunmasını öneriyoruz. İbrahim peygamberin yakılması konusunda klasik kaynaklarda yer alan efsaneler ile Talmud’un bu konuda kaydettiği anlatımı Enbiya suresinin tahlili esnasında uzun uzadıya alıntıladığımız için detayın oradan (Tebyinü’l-Kur’an; c: 7, s: 477-485) okunmasını öneriyoruz. Konumuz olan pasajda başka mesajlar da söz konusudur. Bunlardan biri, Rabbimizin Resulullah’ı hicrete hazırlamasıdır. Bilindiği üzere bu sure, Mekke’de inen son surelerden biridir. Bu dönem, İbrahim’in kavminin İbrahim’e yaptıkları gibi, Mekkeli müşriklerin de Allah elçisine eziyetlerini artırdıkları bir dönemdir. Bu günlere Enfal suresinde şöyle değinilmiştir: Hani bir zaman, şu küfretmiş olan kimseler, seni tutup bağlamak veya öldürmek veya sürüp çıkarmak için sana tuzak kuruyorlardı. Ve onlar tuzak kurarken Allah da tuzak kuruyordu. Ve Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır. (Enfal/30) İbrahim sıkıntıdan, yandırılmaktan kurtulunca, surenin 26. ayetinde “ben Rabbime hicret edeceğim” dediği nakledilmişti. Burada Resulullah’a “Haydi, sen de hicret et!” denilmek istenmektedir. Bir başka mesaj da, Mekke müşriklerine yapılan tehdittir: “İbrahim’in putperest kavmi nasıl yok olup gittiyse, Allah elçisine karşı çıkan sizler de aynen yok olup gideceksiniz. O, bu gün doğup büyüdüğü anayurdunu eli boş bırakıp gitse de zafer onun olacaktır.” Nitekim öyle de olmuştur. Yesrip halkı; Müslüman’ıyla, Hıristiyan’ıyla, Yahudi’siyle Resulullah’ı bağrına basmış, Resulullah orada her türlü teşkilatlanmayı başarmış, Yesrip ve çevrede İslam’ın yayılmasını sağlamıştır. Ayrıca putperestlerin kalesi olan Mekke’yi de fethetmiştir. İslam bugün tüm ihtişamıyla yaşarken, o günün müşriklerinin izleri bile yoktur. 28, 29 - Lut'u da [gönderdik]. Hani o kavmine: “Şüphesiz siz, kesinlikle âlemlerden sizden önce geçmiş olanların yapmadığı bir hayâsızlığı yapıyorsunuz! Siz, şüphesiz, mutlaka erkeklere gidecek, yol kesecek ve toplantılarınızda edepsizlik yapacak mısınız?” demişti. Bunun üzerine kavminin cevabı, sadece, “Doğru söyleyenlerden isen Allah'ın azabını bize getir!” demeleri oldu. 30- O [Lut]: “Rabbim! Şu bozguncular toplumuna karşı bana yardım et!” dedi. 31 – Ve elçilerimiz İbrahim'e müjdeyi getirdiklerinde: “Biz bu kentin halkını helak edeceğiz” dediler. —Şüphesiz oranın halkı zalimler idiler.- 32 – O [İbrahim]: “Şüphesiz orada Lut var!” dedi. Onlar: “Biz orada kimlerin bulunduğunu çok iyi biliyoruz. Onu ve o, geride kalanlardan biri olan karısı dışındaki ailesini elbette kurtaracağız” dediler. 33, 34 - Elçilerimiz Lut'a geldiklerinde de o, onlar hakkında tasalandı. Ve onlar sebebiyle kolu daraldı. Ve onlar [elçiler]: “Korkma, tasalanma! Şüphesiz biz, seni ve geride kalanlardan olan karın hariç yakınlarını kurtaracağız. Şüphesiz biz, bu kent halkının üzerine, fâsıklık yapıp durmaları nedeniyle semadan bir azap indireceğiz” dediler. 35 – Ve ant olsun ki Biz, aklını kullanacak bir kavim için oradan apaçık bir ayet bıraktık. Bu ayet grubunda, Lut’a (as) ve kavmi ile yaşadığı olaylara, İbrahim’e uğradıktan sonra Lut’un (as) kavmine giden elçilere ve orada cereyan eden olaylara kısaca değinilmiştir. Burada zikredilen olaylar daha evvel Hud ve Zariyat surelerinde geçmiş idi: Ve ant olsun ki, İbrahim'e de elçilerimiz müjde ile geldiler, “Selâm!” dediler. O; “Selâm!” dedi, sonra da saf hale getirilmiş buzağıyı getirmeye gecikmedi. Sonra da onların ona uzanmadığını görünce, onları yadırgadı ve içinde onlara karşı bir korku uyandı. Onlar: “Korkma, şüphesiz biz Lut’un kavmine gönderildik” dediler. Ve onun [İbrahim'in] karısı ayaklanmıştı, gülüverdi. Sonra ona İshak'ı, İshak'ın arkasından da Yakub'u müjdeledik. O [İbrahim’in karısı] Dedi ki: “Vay be! Ben mi doğuracağım! Ben bir “acuz”um [kocası işe yaramaz bir zavallıyım, bahtsız bir karıyım]. Şu kocam da yaşlı bir adam iken! Şüphesiz bu, çok tuhaf bir şey!” Onlar [elçiler]: “Sen Allah'ın işinden dolayı mı şaşıyorsun? Allah'ın rahmeti ve bollukları üzerinizdedir. Ey ev halkı! Şüphesiz ki O, Hamid’tir [övülmeye lâyıktır], Mecid’tir [cömertliği boldur]” dediler. Sonra İbrahim’den korku iyice geçip gidince ve kendisine müjde gelince, Bizimle Lut kavmi hakkında mücadeleye başladı. Şüphesiz İbrahim, çok yumuşak huylu, çok ah vah eden [yufka yürekli], yönelen biri idi. -“Ey İbrahim! Bundan vazgeç. Şüphesiz Rabbinin emri kesin olarak geldi ve hiç şüphesiz onlar; onlara geri çevrilmesi mümkün olmayan bir azap gelecektir.- Ve ne zaman ki elçilerimiz Lut’a geldiler, bunlar yüzünden o üzüldü, bunlar yüzünden kolu daraldı [sıkıntıya düştü] ve “Bu, müthiş bir gündür!” dedi. Ve onun kavmi hızlıca ona geldiler. Onlar daha önce de çirkinlikler yaparlardı. O [Lut]: “Ey kavmim! İşte bunlar kızlarım. Onlar sizin için daha temizdirler. Gelin Allah’a takvalı davranın, beni misafirlerim ile ilgili olarak rezil rüsvay etmeyin. Sizden hiç reşit [aklı başında] bir adam yok mu?” dedi. Onlar: “Hiç şüphesiz sen, senin kızlarında bizim için herhangi bir hak olmadığını bildin. Ve şüphesiz ki sen bizim ne istediğimizi kesinlikle biliyorsun.” dediler. O [Lut]: “Keşke size karşı bir gücüm olsaydı, ya da çok çetin bir rükne [ulaşılmaz bir bölgeye/güçlü bir topluma] sığınabilseydim!” dedi. Onlar [misafir elçiler]: “Ey Lut! Şüphesiz ki, biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana asla dokunamayacaklar. Sen, gecenin bir parçasında ailenle birlikte hemen yola çık. Ve içinizden hiç kimse geri bakmasın, eşin başka. Şüphesiz onlara isabet eden ona da isabet edecektir. Şüphesiz vaat edilenin zamanı, sabah vaktidir. Sabah vakti yakın değil mi?” dediler. Nihayet emrimiz gelince, oranın üstünü altına getirdik. Ve üzerlerine, istif edilmiş pişmiş çamurdan Rabbinin katında işaretlenmiş taşlar yağdırdık. Ve bunlar, zalimlerden uzak değildir. (Hud/69- 83) İbrahim’in saygınlaştırılmış misafirlerinin haberi sana geldi mi? Hani onlar, onun [İbrahim'in] üzerine girmişlerdi de "Selâm!" demişlerdi. O [İbrahim]: “Selâm, tanınmamış topluluk!” dedi. O [İbrahim], sonra ehline gitti de semin [güç veren] buzağı ile geldi. Sonra onu [güç veren buzağıyı] onlara yaklaştırdı: “Nasiplenmez misiniz?” dedi. Sonra onlardan çekindi. Onlar: “Korkma!” dediler ve onu çok bilgili bir oğul ile müjdelediler. Bunun üzerine karısı bağırarak öne geldi de elini yüzüne vurarak: “Bir bahtsız, bir kısır!” dedi. Onlar [Misafirler]: “Rabbin işte böyle buyurdu. Şüphesiz O [Rabbin], hikmet sahibidir. En iyi bilenin ta kendisidir” dediler. Bunun üzerine o [İbrahim], “Sizin önemli işiniz nedir ey elçiler?” dedi. Onlar [elçiler]: “Şüphesiz biz, Rabbin katından aşırı gidenler için işaretlenmiş, çamurdan pişirilmiş sert taşları üzerlerine yağdırmamız için günahkâr bir kavime gönderildik” dediler. Bunun üzerine Biz müminlerden orada bulunan kimseleri çıkardık. Fakat Biz orada müslümanlardan bir evden başkasını bulmadık. Ve Biz orada acı bir azaptan korkan kimseler için bir ayet bıraktık. (Zariyat/24- 37) Lut’un toplumuna yönelttiği nakledilen “yol kesecek misiniz?” sorusunu, “eşkiyalık yaparak yol kesme”, ya da “yoldan geçenlere cinsel tacizde bulunma” olarak anlayabileceğimiz gibi, “ahlaksızlıkları yüzünden artık üremeyi umursamamaları, nesillerinin kesilmesi, yok olması” olarak anlamak da mümkündür. Bilindiği üzere cinsel sapıklığın geliştiği yerlerde doğum ve nüfus artışı söz konusu olmaz. Dünyanın değişik yerlerinde yaygınlaşan bu illeti, Kur’an’ın öngördüğü hedef doğrultusunda, Lut kavmi örnek verilmek suretiyle anlatarak toplumları uyarmak her müminin iman borcudur. Ayetteki “kolu daraldı” ifadesi, Türkçedeki “eli kolu bağlandı”, “kolu kısaldı” deyimlerine benzemektedir. Bu Lut’un çaresiz kaldığını, elinden bir şey gelmediğini bildirmektedir. Lut kavmi ile ilgili detay A'raf/80-84, Hud/69-83, Hicr/57-79, Enbiya/71-75, Şuara/160-175, Neml/54-59, Saffat/113-138 ve Kamer/33-40’ta yer almaktadır. Ayetlerde Lut’un karısı için “Korkma, tasalanma! Şüphesiz biz, seni ve geride kalanlardan olan karın hariç yakınlarını kurtaracağız” diye açıklama yapılmıştır. Tahrim suresinde verilen bilgiye göre Lut’un karısı Lut’a inanmayanlardandı. Allah, inkâr edenlere, Nuh'un karısı ile Lut'un karısını misal verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki salih kulun [nikâhı] altında idiler, onlara hıyanet ettiler. O ikisi [Kocaları,] Allah’tan hiçbir şeyi onlardan savamadı. Ve [onlara]: “Girenlerle birlikte siz de ateşe girin!” denildi. (Tahrim/10) Bu ayetlerden, bir insanın Allah hidayet nasip etmediyse peygamber hanımı bile olsa inanmayacağı; imansız olduğu takdirde peygamber hanımı olmanın bile insanı azaptan kurtaramayacağı anlaşılmaktadır. 35. ayetteki “Ve ant olsun ki, Biz, aklını kullanacak bir kavim için oradan apaçık bir ayet bıraktık” ifadesinde geçen “ayet”, bu kavme ait arkeolojik kalıntılardır. Bu kalıntılar “Ölü Deniz” denen Lut Gölü civarındadır. Kur’an’da birçok yerde bu kalıntıların ziyaret edilmesi ve onlardan ibret alınması istenmiştir. Güneş doğarken o korkunç çığlık onları yakalayıverdi. Böylece Biz, onların üstünü altı kıldık ve üzerlerine balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırdık. Şüphesiz bunda, düşünen keskin anlayışlılar için kesinlikle ayetler vardır. Ve şüphesiz o [Lut kavminin bulunduğu şehir harabesi], kesinlikle bir yol üzerinde durmaktadır. Şüphesiz ki, bunda iman edenler için kesinlikle bir ayet vardır. (Hıcr/73-77) Şüphesiz Lût da gönderilenlerdendir [elçilerdendir]. Hani Biz, onu ve geride kalıp batanlar içinde kalan bahtsız kadın hariç ehlinin tamamını kurtarmıştık. Sonra diğerlerini helak etmiştik. Ve siz elbette sabahleyin ve geceleyin onların üzerine uğrayıp duruyorsunuz. Hâlâ akletmiyor musunuz? (Saffat/133, 138) 36 - Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı (gönderdik). Sonra o [Şuayb], “Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, ahiret gününü ümit edin, yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın!” dedi. 37 – Bunun üzerine onu yalanladılar sonra da kendilerini bir sarsıntı yakalayıverdi ve yurtlarında diz üstü çökekaldılar. Bu ayetlerde de kısaca Şuayb kıssasına değinilmektedir. O da kavmine: “Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, ahiret gününü ümit edin, yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın!” demiş, kavmi ise onu yalanlamıştı. Sonuç olarak da Allah o toplumu cezalandırmıştı. Daha evvel Şuayb peygambere ve kavmine A’raf, Hud ve Şuara surelerinde yer verilmişti: (And olsun ki) Medyen'e de kardeşleri Şu‘ayb'ı (elçi gönderdik). Dedi ki: “Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, sizin için O'ndan başka bir ilâh yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil geldi: Artık ölçüyü ve tartıyı tam yapın, insanların eşyasını eksik vermeyin, düzeltildikten sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın; eğer inanan kimseler iseniz, bu sizin için daha hayırlıdır! Tehdit ederek, inananları Allah yolundan alıkoyarak ve o yolun eğriliğini arayarak her yolun başında oturmayın. Düşünün ki siz az idiniz de O sizi çoğalttı. Ve bozguncuların sonunun nasıl olduğuna bir bakın! Ve eğer içinizden bir grup benimle gönderilene inanmış, bir grup da inanmamışsa, o takdirde Allah aramızda hükmedinceye kadar sabredin! Ve O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır.” Kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler dediler ki: “Ey Şu‘ayb! Ya seni ve seninle beraber inananları kentimizden muhakkak çıkarırız, ya da bizim milletimize dönersiniz!” [Şu‘ayb da] dedi ki: “İstemesek de mi! Allah bizi ondan kurtardıktan sonra tekrar sizin milletinize dönersek, kesinlikle Allah'a karşı yalan uydurmuş oluruz. Rabbimiz Allah'ın dilemesi hariç ona geri dönmemiz bizim için olacak şey değildir. Rabbimiz ilmi ile her şeyi kuşatmıştır. Biz sadece Allah'a güvenip dayandık.” –Ey Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında hakk ile hükmet. Çünkü Sen hükmedenlerin en hayırlısısın!– Ve o'nun kavminden, kâfir olan ileri gelenler dediler ki: “Eğer Şu‘ayb'a uyarsanız o takdirde siz kesinlikle ziyana uğrayanlardan olursunuz.” Bunun üzerine o müthiş sarsıntı onları yakalayıverdi, yurtlarında diz üstü çöke kaldılar. Şu‘ayb'ı yalanlayanlar, sanki orada hiç oturmamış/zenginlik sürmemiş gibi oldular. Şu‘ayb'ı yalanlayanlar var ya, işte ziyana uğrayanlar, kendileri oldular. Bunun üzerine [Şu‘ayb] onlara sırt çevirdi ve dedi ki: “Ey kavmim! Ben size Rabbimin gönderilerini tebliğ ettim ve size öğüt verdim, hâl böyleyken kâfir bir kavme/topluma nasıl tasalanayım [üzüleyim]?” (A’raf/85-93) Medyen’e de kardeşleri Şuayb’i (gönderdik). O [Şuayb]: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin için O’ndan başka ilâh yoktur. Ölçeği ve teraziyi eksik tutmayın. Şüphesiz ben sizi hayır ile görüyorum. Ve ben kuşatacak bir günün azabından sizin için korkuyorum. Ve ey kavmim! Ölçerken ve tartarken adaleti yerine getirin. İnsanların eşyalarını eksiltmeyin ve yeryüzünde fesatçılar olarak fenalık etmeyin. Eğer mümin iseniz, Allah’ın bıraktığı [helâlinden size ihsan ettiği kâr] sizin için daha hayırlıdır. Ve ben sizin üzerinize bir koruyucu değilim” dedi. Onlar dediler ki: “Ey Şuayb, atalarımızın taptıklarını veya mallarımızda dilediğimizi yapmayı terk etmeyi sana senin salatın mı emrediyor? Şüphesiz sen yumuşak huylusun ve aklı başında bir adamsın.” O [Şuayb]: “Ey kavmim! Gördünüz mü [hiç düşündünüz mü]? Şayet ben Rabbimden bir delil üzerinde bulunuyorsam ve şayet O bana kendi katından güzel bir rızk ihsan etmişse!? Ve Ben size karşı çıkmakla sizi menettiğim şeylere kendim düşmek istemiyorum. Ben sadece gücümün yettiği kadar ıslah etmeyi istiyorum. Muvaffakiyetim de ancak Allah iledir. Ben yalnızca O’na tevekkül ettim ve ancak O’na yönelirim. Ve ey kavmim! Bana karşı gelmeniz sakın sizi, Nuh kavminin veya Hud kavminin veya Salih kavminin başlarına gelen musibetler gibi bir musibete uğratmasın. Ve Lut kavmi sizden pek uzak değildir. Ve Rabbinizden mağfiret dileyin, sonra O’na tövbe edin. Şüphesiz ki, benim Rabbim çok merhametlidir, çok sevendir” dedi. Onlar [Şuayb’in kavmi] dediler ki: “Ey Şuayb! Biz senin söylediklerinin çoğunu iyice anlamıyoruz. Seni içimizde çok zayıf olarak görüyoruz. Eğer senin grubun [akrabaların, taraftarların] olmasaydı mutlaka seni recm ederdik [taşa tutar öldürürdük]. Ve senin bize karşı hiçbir üstün gücün [galip gelecek durumun] yoktur.” O [Şuayb]: “Ey kavmim! Benim grubum [akrabalarım, taraftarlarım] size karşı Allah’tan daha mı güçlü/ değerli? Ve O’nu [Allah’ı] arkanıza atılmış bir şey edindiniz. Şüphesiz ki, Rabbim bütün yaptıklarınızı çepeçevre kuşatıcıdır. Ve ey kavmim! Var gücünüzle yapacağınız ne varsa yapın! Şüphesiz ben yapanım. Perişan edecek azabın kime geleceğini ve yalancının kim olduğunu yakında bileceksiniz. Gözetleyiniz, şüphesiz ben sizinle beraber gözetleyiciyim” dedi. Ve ne zaman ki, emrimiz geldi, Şuayb’i ve onunla birlikte inanmış olan kişileri, tarafımızdan bir rahmet ile kurtardık. Ve o zalim kişileri korkunç bir gürültü yakaladı da yurtlarında çöküp kaldılar. Sanki onlar orada hiç yaşamadılar. Haberiniz olsun! Semud kavmi nasıl uzaklaştı ise Medyen’e de öyle uzaklık vardır. (Hûd/84-96) Hani Şuayb onlara demişti ki: “Siz takvalı davranmayacak mısınız? Şüphesiz ki, ben sizin için güvenilir bir elçiyim. Bu nedenle Allah’a takvalı davranın ve bana itaat edin. Buna karşılık ben sizden herhangi bir ücret istemiyorum. Benim ecrim yalnız âlemlerin Rabbi üzerinedir. Ölçeği tam ölçün ve hak yiyenlerden olmayın. Ve doğru terazi ile tartın. Halkın eşyalarını değerinden düşürmeyin ve yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın. Ve O, sizi ve sizden önceki nesilleri yaratan kişiye [Allah’a] takvalı davranın.” Onlar: “Sen, kesinlikle büyülenmişlerden birisin. Sen de bizim gibi bir beşerden başka bir şey değilsin. Biz senin kesinlikle yalancılardan biri olduğundan eminiz. Şayet doğrulardan isen, üstümüze gökten bir parça düşürüver!” dediler. O [Şuayb]: “Rabbim, yaptıklarınızı en iyi bilendir” dedi. Bunun üzerine onu yalanladılar da kendilerini o gölge gününün azabı yakalayıverdi. Şüphesiz o büyük bir günün azabı idi. Şüphesiz bunda bir ayet vardır. Ama onların çoğu iman ediciler değillerdi. Ve şüphesiz Rabbin, kesinlikle Aziz [mutlak üstün olan] ve Rahîm’in [engin merhametli olanın] ta kendisidir. (Şuara/177-191) 38- Ad ve Semûd’u da (helak ettik). Bu [Onların helaki], onların meskenlerinden [yurtlarından] size kesinlikle besbelli olmuştur. Ve şeytan onlara kendi işlerini süsledi de onları yoldan alıkoydu. Hâlbuki onlar görüp anlayan kimselerdi. 39 – Karun’u, Firavun’u ve Hâmân’ı da [helak ettik]. Ant olsun ki, Musa onlara apaçık deliller ile gelmişti de onlar yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Hâlbuki onlar, geçiciler değillerdi. 40 – İşte hepsini günahları sebebiyle yakaladık: onlardan kiminin üzerine taşlar savuran rüzgârlar gönderdik, onlardan kimini korkunç bir ses yakaladı, onlardan kimini yerin dibine geçirdik, onlardan kimini de suda boğduk. Ve Allah onlara zulmetmiyordu velâkin onlar kendilerine zulmediyorlardı. |
26. December 2009, 09:07 PM | #6 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
Bu ayet grubunda Ad ve Semud, Karun, Firavun ve Haman grubu hatırlatılmıştır. Helak edilmiş olan bu toplumların kalıntıları ortadadır. Bu toplumlar şeytana uymuşlardı, şeytan her yaptıklarını kendilerine güzel göstermekteydi. Onlar, şeytanın bu tuzağına düştüler. Hâlbuki görüp anlayan kimselerdi, kendilerini kurtaracak akla da sahiplerdi. Ne var ki, kendi değerlerini bilmemişler, kendilerine verilen aklı ve zekâyı değerlendirmemişlerdir.
Rabbimiz, geçmişte elçiliği yalanlayan bu toplumları kasırga, sayha [çığlık], yere batırma, suda boğma gibi yollarla cezalandırdığını açıklamıştır. 40. ayette Rabbimiz “Ve Allah onlara zulmetmiyordu, velâkin onlar kendilerine zulmediyorlardı” buyurarak onların kendi kendilerine yazık ettiklerini bildirmiştir. Çünkü Rabbimiz insanı onurlu ve donanımlı kılmıştır. Ve ant olsun ki Biz, insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık ve karada, denizde taşıtlara yükledik ve temiz-hoş yiyeceklerden onları rızıklandırdık. Ve onları yarattıklarımızın birçoğundan oldukça fazlalıklı kıldık. (İsra/70) 38. ayetteki “Bu [Onların helaki], onların meskenlerinden [yurtlarından] size kesinlikle besbelli olmuştur” ifadesinden, o günün Araplarının helak edilen bu toplumların yurtlarının kalıntılarını iyi bildikleri anlaşılmaktadır. Bugün Ahkâf, Yemen ve Hadramut olarak bilinen Güney Arabistan'ın tümü eskiden Ad kavminin topraklarıydı. Hicaz'ın kuzeyinde, Rabiğ'den Akabe'ye, Medine ve Hayber'den Teyma ve Tebük'e kadar uzanan topraklar da Semud kavminin yaşadığı yerlerdi. Eskisi kadar olmasa da, bu toplumların kalıntılarının emareleri bugün de mevcuttur. Bu kıssalar ile müminlere moral verilirken müşrikler de tehdit edilmektedir. Müminler sıkıntılı ortamlarda elçiler gibi sabrederlerse zafere ulaşacaklardır. İnkârcılar da ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar hakkın karşısında duramayıp Nuh kavmi, Lut kavmi, Şuayb’in kavmi, Ad, Semud, Karun ve Firavun gibi perişan olacaklardır. 41 – Allah’ın astlarından veli [koruyucu, yol gösterici] edinenlerin durumu, ev edinen dişi örümceğin durumu gibidir. Şüphesiz evlerin en çürüğü de kesinlikle dişi örümcek evidir. Keşke onlar, bilselerdi. 42 – Şüphesiz Allah, onların, Kendisinin astlarından hangi şeye yalvardıklarını bilir. Ve O, Azîz’dir, Hakîm’dir. 43- Ve Biz, bu örnekleri insanlara veriyoruz. Onlara da bilginlerden başkası akıl erdiremez. 44 – Allah, gökleri ve yeri hak ile yarattı. Şüphesiz bunda, iman edenler için kesinlikle bir ayet vardır. Bu ayet grubunda şirk koşanların durumu ilginç bir örnekle ortaya konmuş ve Allah’ın astlarından veli edinenler, evlerin en çürüğü olan örümcek yuvasını ev edinen dişi örümceğe benzetilmiştir. Burada a-dişi örümceğe, b-dişi örümcek yuvasının en çürük ev oluşuna, c-ev edinme noktalarına dikkat çekilmiştir. Ev denince insanın aklına soğuktan, sıcaktan, güneş yakmasından, yağmurdan, fırtınadan, düşmandan koruyan sağlam, güvenli bir yapı gelir. Örümcek evinin böyle özellikleri yoktur. Çok dayanıksızdır; yağmurla, rüzgârla ve en ufak bir dokunmayla yıkılıp gider. Sığınılacak bir niteliği yoktur. Bu açıdan bakıldığında, bu örnekle ibadet edilecek varlığın da yaratıcı, rızık verici, fayda verici ve zararı defedici olması gerektiği mesajı verilmektedir. Bu husus onlarca ayette yer almıştır: Onlar, Allah'ın astlarından, kendilerine zarar vermeyen ve kendilerine yarar sağlamayan şeylere tapıyorlar ve “Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir" diyorlar. De ki: "Siz Allah'a göklerde ve yerde kendisinin bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz?" Allah, onların ortak koştukları şeylerin hepsinden münezzehtir ve çok yücedir. (Yunus/18) Onlar da Allah’ın astlarından kendisine fayda vermeyen ve zarar vermeyen şeylere tapıyorlar. Ve o kâfir, Rabbinin aleyhine arka çıkandır. (Furkan/55) O [İbrahim]: “O halde, Allah’ın astlarından size hiçbir şeyce fayda vermeyen ve size zarar vermeyen şeylere mi tapıyorsunuz? Size de, Allah’ın astlarından taptıklarınıza da üff [yazıklar olsun]! Siz hâlâ akıllanmayacak mısınız?” dedi. (Enbiya/66, 67) İkinci bir nokta, örümceğin bu çürük eve, bir sinek avlayabilmek için çok emek vermiş olmasıdır. Burada ima edilen, az bir yararlanma için bu kadar yatırıma değmeyeceğidir. Örümcek, sinek yakalayabilmek için harcadığı emekle, o çürük yuvanın getireceğinden daha fazla yarar sağlayacak şeyler yapabilirdi. Burada müşrikler, geçici dünya için aşırı umut bağlamaktan, aşırı yatırım yapmaktan, kısacası, akıllarını kullanmamaktan dolayı kınanmaktadırlar. Dünyanın bu kadar emeğe değmeyeceği ve ona bu kadar bel bağlanmaması gerektiği mesajı verilmektedir. Ayetteki bir başka dikkat çekici nokta, “örümcek” değil de “dişi örümcek” denilmesidir. Dişi örümcek, yaptığı evde, çiftleştikten sonra erkek örümceği öldürmektedir. Bu açıdan bakıldığında, dişi örümcek yuvası sinekler, böcekler şöyle dursun, en yakın dost için bile bir felaket tuzağıdır. Öyleyse Allah’ın astlarından kişilere ve nesnelere tapanlar da kendilerine örümcek yuvasına benzer birer felaket tuzağı hazırlamış olmaktadırlar. Şirkin çürük eve benzetilmesine karşılık, iman da İbrahim suresinde sağlam köklü bir ağaca benzetilmiştir: Görmedin mi, Allah nasıl bir misal verdi? Güzel bir söz, aslı [kökü], sabit, dalı-budağı gökte olan, Rabbinin izniyle her an ürün veren güzel bir ağaç gibidir. Ve onlar öğüt alsınlar diye Allah insanlara böyle misaller verir. “Kötü bir söz”ün durumu da, yerden koparılmış, sabit kalma imkânı olmayan kötü bir ağaca benzer. Allah, iman edenleri, basit yaşamda [bu dünyada] ve ahirette sabit bir söze [imana] sabitler. Allah, zalimleri de saptırır. Ve Allah, dilediği şeyi yapar. Allah'ın nimetlerini nankörlüğe değiştiren ve toplumlarını helak yurduna; cehenneme sokanları görmedin mi? Onlar, ona [cehenneme] girecekler. O ne kötü bir karargâhtır! Ve onlar [nankörler], O’nun yolundan saptırmak için Allah’a eşler kıldılar [oluşturdular]. De ki: “Yararlanınız, artık, şüphesiz dönüşünüz ateşedir.” (İbrahim/24-30) Sureye ismini veren “Ankebut [Dişi Örümcek]” ile ilgili bir yazıyı okuyucuların dikkatine sunuyoruz: EN GÜVENİLMEZ DİŞİ: ANKEBUT “Allah'tan başka dostlar edinenlerin örneği, kendisine ev edinen dişi örümceğin örneğine benzer. Gerçek şu ki, evlerin en çürüğü [en güvensizi] dişi örümceğin evidir. Keşke bilselerdi!” (Ankebut/41) Ayette “ankebut” kelimesi ile dişi örümcek kastedilmektedir. Ayetteki çekimlerin dişiliğe göre yapılması da bunu gösterir [Arapçada erkek ve dişi çekimleri farklıdır]. Ne yazık ki çevirmenlerin bir kısmı ayetteki bu ayrıntıya özen göstermemişlerdir.” Hayvanlar üzerine yapılan araştırmalarda örümcekler ile ilgili çok ilginç saptamalar yapıldı. Bu saptamalar, Kuran'da en güvenilmez ev olarak neden özellikle dişi örümceğin evinin gösterildiğini ortaya koymaktadır. Canlıların çok büyük bir bölümünde erkekler dişilere nazaran daha iri, daha kuvvetlidir. Örümcekler dişilerin erkeklerden daha büyük olduğu azınlıktaki canlı türlerinden biridir. Örneğin örümceklerin "Saatli Karadul [Latrodectus Mactons]" türünde dişilerin uzunluğu erkeklerin uzunluğunun dört katına kadar ulaşabilmektedir. Canlı türleri genelde evlerini sıcaktan, soğuktan, düşmanlardan ve her türlü zarardan korumak için inşa ederler. Oysa örümcek, evini yok etmek, zarar vermek, evine yanlışlıkla uğrayanları yemek için inşa eder. Bu yüzden evlerin en güvenilmezi, örümceğin evidir. Dişi örümcek, cinsel ilişkiye girdikten sonra kendi erkeğini de yemektedir. Bu yüzden dişi örümceğin evi bırakın başkalarını, kendi erkeği için bile güvenilmezdir. Eğer erkek örümcek cinsel ilişkiden sonra kaçmayı başarabilen ender şanslı erkeklerden değilse, dişisinin evi kendi mezarı olacaktır. DİŞİLİK TAKISI BİLE MUCİZE Bu konuda da görüldüğü gibi, Kuran'da dişilik ile ilgili bir belirti bile bir mucize ortaya koymaktadır. Kuran, bir ayette Uzay'ın genişlediğini belirterek, bir ayette Dünya'nın Atmosfer'inin korunmuş tavan kılındığını söyleyerek, bir ayette denizlerin altındaki dalgalara işaretle, bir ayette sivrisineğin, bir ayette arının, bir ayette örümceğin dişilerinin ve erkeklerinin ayrımını yaparak mucizeler gösterir. Bu kadar farklı alanlarda bu kadar çok açıklamalar yapan Kuran, hiçbir alanda hata yapmamış, tam tersine her alanda gözleri ve gönülleri körelmemişleri hayran bırakacak mucizeler sergilemiştir. Peygamberimiz'in dönemindeki bir insanın Uzay'ın genişlediğini bilebilmesi, denizlerin altındaki dalgaları tespit edebilmesi, örümceğin dişisinin ve erkeğinin yaptıklarını ayırt edebilmesi mümkün değildir. Hele hele tüm bu farklı konularda, tüm bu becerilerin birden gösterilmesi hiç mi hiç mümkün değildir. Kuran'ı indiren, hem Uzay'ı genişleten, hem denizleri oluşturan, hem doğayı arısıyla, örümceğiyle yaratan olduğu için; tüm bunların 1400 sene önce nasıl açıklanmış olduğunu anlamak, inananlara hiç de zor gelmemektedir. Tüm bu oluşumlar bize Kuran'ın iddiası olan "Kuran'ı indirenin ve Evren'i yaratanın Allah olduğu" iddiasının ne kadar doğru olduğunu ispatlamaktadır. “Kitabın indirilmesi, üstün ve Bilge olan Allah'tandır.” (Zumer/1) “Elif, Ram, Ra. Bu bir kitaptır ki; Efendinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarasın diye onu sana indirdik. O güçlü ve övgüye layık olanın yoluna…” (İbrahim/1) SAHTE EVLİYAYA DİKKAT "Dostlar" kelimesinin Arapça karşılığı "evliya"dır. Bu kelime Arapçada "dost" anlamına gelen "veli" kelimesinin çoğuludur. İncelediğimiz ayet bizi Allah'ı unutup da Allah'tan başka dostlar [evliya] edinenlere karşı uyarmaktadır. Allah'tan başka dostlara sığınanlar örümceğin evine sığınanlar gibi mahvolmaya mahkûmdur. Dişi örümcek kendisine en dostane yaklaşan erkeğini bile hiç acımadan öldürür. İşte dişi örümceğe benzetilen, Allah dışındaki dostlar, kendilerine sığınanları, kendilerine güvenenleri böyle mahvederler. Örümceğin, evinin yapımında kullandığı iplikler bir yaratılış harikasıdır. Günümüzde kurşungeçirmez yelek yapımında bu iplikler taklit edilmeye çalışılmaktadır. Bu iplikler kendi kalınlığındaki çelik telden daha dayanıklı, daha sağlamdır. Örümcek bu ipliklerini çok çeşitli şekillerde kullanır. Bazı örümceklerin bu iplikleri paraşüt şeklinde kullanıp 350 km kadar uzağa sürüklenebildiği saptanmıştır. Ağını atıp avını yakalayan örümcekler olduğu gibi [Dinopis örümceği], suların yüzeyinde balık avlayan örümcekler de vardır [Dolmades örümceği]. Örümceklerin hayatını inceleyenler örümceklerin diğer canlılar gibi yaratılış harikası olduklarına tanık olacaklardır. İlginçtir ki, en sağlam ham maddeden yapılan dişi örümceğin evi, en az güvenilir evdir. Kendi hemcinsine bile ihanetin gerçekleştiği bu ev, büyük bir tutarsızlığın sergisidir. Yaratıcısı Allah olan insanın Allah dışında sığınaklar araması, bu sığınaklar her kim olursa olsun aklen bir tutarsızlıktır. Her şey Allah'ın elindedir, fakat Allah'ın yarattığı kul, Allah'ın dışında dostlar arayıp onlardan yardım ummaktadır! Allah dışındaki dostların [evliyanın] insanların başına getireceği felaket, Ankebut Suresi'nin incelediğimiz ayetinde çok güzel bir benzetmeyle gösterilmiştir. Allah dışı dostlara karşı bizi uyaran bir başka ayet ise şöyledir: “Efendinizden size indirilene uyun. O'ndan başka dostlara[evliya] uymayın. Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz.” (Araf/3) (Kuran Araştırmaları Grubu) 45 – Sen, sana kitaptan vahyedileni oku/izle ve Salâtı [eğitimi, öğretimi, sosyal destek kurumlarını] ikame et [oluştur, ayakta tut]. Muhakkak ki salât [eğitim, öğretim, sosyal destek kurumları], fahşadan ve kötülükten alıkoyar. Ve Allah’ın anılması, elbette daha büyüktür. Ve Allah, yapıp ürettiğiniz şeyleri bilir. Hatırlanacağı üzere, İbrahim/31’de “İman eden kullarıma söyle: “Salâtı ikame etsinler, alış-veriş ve dostluğun olmadığı bir günün gelmesinden önce, kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden açık ve gizli olarak infakta bulunsunlar” denilmişti. Bu ayette ise özellikle Resulullah’a yönelinmiş, ondan kendisine vahyedilene; Kitab’a uyması, ondan başka bir yol izlememesi ve salâtı ikame etmesi [sosyal yardım ve destek birimleri oluşturması] istenmiştir. Ayetteki “ ولذكر اللّه اكبرvelezikrüllahi ekber” ifadesini “Allah’ın anması elbette daha büyüktür” veya “Allah’ın anılması elbette daha büyüktür” şeklinde manalandırmak mümkündür. Ancak biz, ikinci şıkkı tercih ediyor ve “Allah’ın anılması elbette daha büyüktür” ifadesi ile toplantı günü [Cuma günü] icra edilen “Allah’ın anılması”nın kastedildiğini düşünüyoruz: Ey iman etmiş kişiler! Toplantı günü salât için seslenildiği zaman, Allah’ın anılmasına hemen koşun, alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz, işte bu, sizin için daha hayırlıdır. ” (Cuma/9) Yine 45. ayette salâtın insanları tüm aşırılıklardan ve çirkinliklerden alıkoyacağı açıklanmıştır. Bilindiği gibi, “Salât” kavramı “namaz” olarak ele alınmış ve bu ayet “namazın namaz kılanı fahşa ve münkerden alıkoyduğu” şeklinde açıklanmıştır. Biz “Salât”ın, “toplumsal sorunları maddi ve manevi açıdan üstlenmek” olduğunu, “salâtın ikamesi”nin de “sosyal sorunların sırtlanmasında eğitim-öğretim kurumlarının oluşturulması, iş alanlarının, sosyal güvence kurumlarının oluşturulması ve ayakta tutulması” olduğunu birçok kez dile getirdik. Bu konuya dair kapsamlı bir çalışmamız, bu surenin sonunda “Salât ve Namaz” adıyla yer almaktadır. “Salât” ve “Salâtın ikamesi” ile ilgili detayın oradan okunmasını öneriyoruz. Ayetteki “Salâtı [eğitimi, öğretimi, sosyal destek kurumlarını] ikame et [oluştur, ayakta tut]. Muhakkak ki salât [eğitim, öğretim, sosyal destek kurumları], fahşadan ve kötülükten alıkoyar” ifadesi ile insanlığa yol gösterilmektedir. Toplumlarda ne kadar aşırılık ve münker [dinin, aklın çirkin gördüğü davranış] varsa, hepsi de ya eğitimsizlikten ya da yoksulluktan kaynaklanmaktadır. Salâtı ikame eden toplumlarda fahşa ve münker olmaz. Yoksulluk ortadan kalkar, herkes Allah’ı tanıyan ve saygı duyan birer aydın olur. FAHŞA [HAYÂSIZLIK] “فحشاء Fahşa” sözcüğü “çirkin iş, yüz kızartıcı söz veya davranış, olması gereken sınırı aşmak, söz ve cevapta taşkınlık etmek” anlamlarına gelmektedir. Sözcüğün çoğulu “ فواحش fevahiş”tir. Dilci Ragıb el-İsfehanî de“Fuhş”, “fahşa” ve “fahişe” sözcüklerini kendi lügatinde “son derece çirkin söz ve fiiller” olarak tanımlamıştır. (el-Müfredat; Fahşa mad.) Âl-i Imran/135’de “fena iş” olarak nitelenen “fahişe” sözcüğü, Kur`an`da on üç yerde, çoğulu “fevahiş” sözcüğü ise dört yerde geçmektedir. Sözcük genel olarak Kur`an`da birden çok aşırılık için kullanılmıştır. Gerek bu aşırılıkların ne olduğu, gerekse bu kavramla ilgili diğer açıklamalarımız daha önce Necm suresinin tahlilinde verildiğinden, detayın oradan (Tebyinü’l-Kur’an; c: 1, s: 427-430) okunmasını öneriyoruz. MÜNKER [KÖTÜLÜK] “Münker”, insanlık tarafından kötü olarak kabul edildiği gibi, Yüce Allah tarafından da çirkin görülen şeylerdir. Rabbimiz Kur’an’da “ma’rûfu emr” ve “münkerden nehy” emriyle insanlığın iyi ve kötü, yararlı ve zararlı, güzel ve çirkin, olumlu ve olumsuz şeyler, davranışlar ve olgular arasında doğru ayrım yapabilecek bir vicdanî yetiyle donatıldığına işaret etmektedir. Neyin iyi neyin kötü olduğunu doğasına yerleştirilen bu vicdanî yetiyle değerlendirebilen insan, kendisini sınırlayan ilahî kaynaklı değer ölçüleri olmadan bu içsel mekanizmayı özenli kullanamamakta, tam tersine, çeşitli psikolojik mekanizmalar kullanarak kötüyü, çirkini, yanlışı meşrulaştırma çabasına girişmektedir. “Şeytanın kişiye kendi yaptıklarını güzel, süslü göstermesi”, bu meşrulaştırıcı psikolojik mekanizmaları fark etmeyen insanın içine düştüğü içsel bir tuzak olarak da değerlendirilebilir. Rabbimiz insanın sağduyusu ile doğru olarak tanıdığı “münker”i kendisi de yasaklayarak insanlığın vicdanî tanısını desteklemekte ve ona kötüyü ve kötülüğü önlemeyi sağlayacak güçlü bir dinî müeyyide kazandırmaktadır. Çünkü insan mutlak zararlı olduğunu bildiği şeylerden kaçınma konusunda bile kendini yeterince denetleyememektedir. 1930’lu yıllarda ABD’de getirilen alkollü içki yasağının tüm yasal zorlamalara rağmen başarılı olamayışı, buna karşılık İslam toplumlarında alkollü içki kullanma oranındaki belirgin düşüklük, “kötü” olanı engellemede dinî müeyyidenin ne denli etkili olduğunu gösteren iyi bir örnektir. |
26. December 2009, 09:08 PM | #7 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
ALLAH’IN ANILMASI
Allah’ın anılması, “Allah’ın biz kulları üzerindeki haklarını ve bize sunduğu nimetleri düşünmek, O’na karşı sorumluluklarımızı yerine getirip getirmediğimizi ikide bir kontrol etmek, verdiği görevleri eksiksiz yerine getirmek, nimetlerine karşı şükredip nankörlük etmemek ve daima bu bilinç içerisinde olmak” demektir. Bu konuya dair A’raf suresinin sonunda “Zikir, Zikrullah” başlığı altında bir yazımız vardır. (Tebyinü’l Kur’an; c.3, s. 137-145) Detayın oradan okunmasını öneriyoruz. 46- Kendilerinden, zulmedenler hariç, Kitap ehli ile ancak en güzel bir yolla mücadele edin ve: “Biz, bize indirilene ve size indirilene inandık. Bizim ilahımız ve sizin ilahınız birdir. Biz sadece ona teslim olmuş kimseleriz” deyiniz. 47- Ve işte böylece Biz, sana Kitab’ı indirdik de kendilerine Kitap verdiklerimiz ona inanıyorlar. Ve bunlardan [ehlikitabın dışındakilerden; Araplardan] da ona inananlar vardır. Ve Bizim ayetlerimizi, ancak, inkârcılar bile bile reddeder. Bu ayetlerde inananlara müşrik olmayan Kitap Ehli ile yapılacak mücadelenin, tartışmanın usulü ve sınırları bildirilmektedir. Bilindiği gibi, bir süre sonra müminler Medine’ye hicret edecek ve orada Ehlikitap’tan kimselerle karşılaşacaklardır. Bu ayette, hicretten sonra Medine’de muhatap olunacak olan bu insanlar ile nasıl mücadele edilmesi gerektiğinin temel prensipleri vaz’edilmektedir. Onlarla en güzel şekilde mücadele edilecek ve onlara ilk önce “Biz, bize indirilene ve size indirilene inandık. Bizim ilahımız ve sizin ilahınız birdir. Biz sadece ona teslim olmuş kimseleriz” denilecektir. Böylece onlara kendi hedefleri ile müminlerin hedeflerinin aynı olduğu mesajı verilecektir. Bu ayet ile verilen mesaj Ali Imran’da şöyle teyit edilmiştir: De ki: “Ey kitap ehli! Sizinle bizim aramızda ortak olan bir söze geliniz. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ın astlarından bazımız bazımızı rabler edinmeyelim.” Buna rağmen eğer onlar, yüz çevirirlerse, artık “Şüphesiz bizim Müslümanlar olduğumuza şahit olun” deyin. Al-i Imran; 64: Bu mücadele en güzel bir biçimde; sert ve kaba davranmadan yapılmalıdır: Rabbinin yoluna hikmetle [zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkelerle] ve güzel öğütle çağır! Ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz Rabbin kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayette olanları da en iyi bilendir. (Nahl/125) Her ikiniz gidin Firavuna. O, gerçekten azdı. Sonra ona öğüt alması ve haşyet duyması için yumuşak söz söyleyin.” (Ta Ha/43, 44): Onlar ki, onlara iyiyi emreden ve onları kötülüklerden alıkoyan, temiz ve hoş şeyleri kendilerine helâl kılan, murdar ve kötü şeyleri de üzerlerine haram kılan, sırtlarından ağır yükleri, üzerlerindeki bağları ve zincirleri indiren, yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılmış bulacakları o Ümmî Peygamber, o Elçi'ye uyarlar. O hâlde, o'na iman eden, o'na kuvvetle saygı gösteren, o'na yardımcı olan ve o'nun ile birlikte indirilen nûru izleyen kimseler var ya, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. (A’raf/157) Ve Allah’a çağırıp/yakarıp salihi işleyen ve “Ben müslümanlardanım” diyen kimseden daha güzel sözlü kim vardır? Ve güzellikle çirkinlik/iyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel şeyle sav. O zaman, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sımsıcak bir Yakın’dır. (Fussilet/33, 34) Sen, kötülüğü en güzel bir şeyle sav, Biz onların yakıştırmakta oldukları şeyleri çok iyi biliriz. (Müminun/96) Sen afvı/malın fazlasını al, ‘urf [örf, Kur’ân ayetleri öbeği] ile emret ve cahillerden de yüz çevir. Eğer sana şeytandan bir vesvese gelirse de hemen Allah'a sığın. Muhakkak ki O, en iyi işiten, en iyi bilendir. (A’raf/199-200) Konumuz olan ayetteki “Kendilerinden, zulmedenler hariç” ifadesindeki “zulmedenler”, bile bile küfreden, küfürde ısrar eden ve şirk içinde olanlardır. Bunların kimliğini şu ayetlerden öğrenmekteyiz: Kendilerine kitap verilenlerden, Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Elçi’sinin haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini din edinmeyen kimseler ile, alçalmış oldukları halde, elden, cizye verene kadar savaşın. (Tevbe/29) Ve Yahudiler “Allah’ın eli sıkıdır” dediler. —Söyledikleri şeyler sebebiyle onların elleri bağlandı ve onlar lanetlendi.- Aksine O’nun [Allah’ın iki eli açıktır; dilediği gibi harcar. Ve ant olsun ki, Rabbinden sana indirilen, onların çoğunda azgınlık ve küfürce artış yapar. Ve Biz, onların aralarına kıyamete kadar düşmanlık ve kin attık. Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa, Allah onu söndürmüştür. Ve onlar yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar. Oysa Allah bozguncuları sevmez. (Maide/64) Allah, "Şüphesiz Allah fakirdir, biz zenginiz." diyen kimselerin sözünü kesinlikle duydu. Onların söyledikleri şeyleri ve peygamberleri haksız yere öldürmelerini yazacağız. Ve Biz: "Tadın o yakıcının azabını!" diyeceğiz. (Al-i İmran/181) Şüphesiz ki, “Şüphesiz Allah, Meryem oğlu Mesih’in ta kendisidir” diyen kimseler kâfir olmuşlardır. De ki: “Peki, Allah, Meryem oğlu Mesih'i, anasını ve bütün yeryüzündekileri helak etmek istese, O'na karşı kim bir şey yapabilir. Ve göklerin, yeryüzünün ve ikisi arasındakilerin mülkiyeti sadece Allah'a aittir. O, dilediğini yaratır. Ve Allah, her şeye güç yetirendir. Ve Yahudiler, Hıristiyanlar, "Biz Allah'ın oğullarıyız ve O’nun sevgilileriyiz" dediler. De ki: " Madem öyle niçin günahlarınız sebebiyle O [Allah ] size azap ediyor?" Bilakis, siz O'nun yaratıklarından birer beşersiniz. O dilediği kişiyi bağışlar, dilediğine azap eder. Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin mülkü de Allah'ındır. Dönüş de yalnızca O'nadır. (Maide/17, 18) Ve Biz onda [Tevrat’ta] onlara, Zata zat, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş yazdık. Yaralara kısas vardır. Bununla beraber kim kısas hakkını bağışlarsa, bu kendisi için keffaret olur. Ve kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir. (Mâide/45) Ve siz onları salata çağırdığınız zaman, onu alay ve eğlence edinirler. Bu, onların, akıllarını kullanmayan bir kavim olmalarındandır. (Mâide/58) “Şüphesiz Allah, Meryem oğlu Mesih’in kendisidir” diyen kimseler kesinlikle kâfir olmuşlardır. Hâlbuki Mesih, “Ey İsrailoğulları! Benim Rabbim ve sizin Rabbiniz Allah’a kulluk edin. Şüphesiz kim Allah’a ortak koşarsa kesinlikle Allah ona cenneti haram eder onun barınağı da ateştir. Ve zalimler için yardımcılardan kimse yoktur. “Allah, üçün üçüncüsüdür” diyen kimseler kesinlikle kâfir olmuşlardır. Oysa tek ilâhtan başka ilâh yoktur. Eğer söylediklerinden vazgeçmezlerse, kesinlikle onlardan kâfir olan kimselere acı veren bir azap dokunacaktır. (Mâide/72, 73) Ve onlar, “Rahman, çocuk edindi” dediler. Ant olsun ki, siz çok çirkin bir şey söylediniz. Az kalsın bundan; Rahman’a çocuk isnat ettiler diye gökler çatlayacak, yer yarılacak ve dağlar parçalanıp dağılacaktı. Hâlbuki Rahman için çocuk edinmek yaraşmaz. Göklerde ve yerde bulunan tüm herkes Rahman’a, yalnızca kul olarak gelecektir. (Meryem/88-93) Onlar ki, onlara iyiyi emreden ve onları kötülüklerden alıkoyan, temiz ve hoş şeyleri kendilerine helâl kılan, murdar ve kötü şeyleri de üzerlerine haram kılan, sırtlarından ağır yükleri, üzerlerindeki bağları ve zincirleri indiren, yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılmış bulacakları o Ümmî Peygamber, o Elçi'ye uyarlar. O hâlde, o'na iman eden, o'na kuvvetle saygı gösteren, o'na yardımcı olan ve o'nun ile birlikte indirilen nûru izleyen kimseler var ya, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. (A’raf/157) 48- Ve sen bundan evvel herhangi bir kitaptan okumuyordun; sen onu [Kur’an’ı] sağ elinle de [kendiliğinden; bilginle, birikiminle] yazmıyorsun. Eğer böyle olsaydı batılcılar [batıla inananlar] mutlaka kuşku duyacaklardı. 49- Bilakis o [Kur’an], kendilerine ilim verilenlerin sinelerinde apaçık ayetlerdir. Bizim ayetlerimizi de ancak zalimler bile bile reddederler. 50- Ve onlar, “Ona Rabbinden ayetler [mucizeler] indirilmeli değil miydi?” dediler. De ki: “Ayetler [Mucizeler] ancak Allah’ın katındadır. Ben ise ancak apaçık bir uyarıcıyım.” 51- Kendilerine okunan Kitap’ı şüphesiz Bizim sana indirmiş olmamız onlara yetmedi mi? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır.’ 52 - De ki: “Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. O, göklerde ve yerde olan şeyleri bilir. Batıla inanan ve Allah’ı inkar eden kimseler; işte onlar, hüsrana uğrayanların ta kendileridir. Bu ayetlerde, Ehlikitap ve Mekkelilerden bir kısmının Kur’an’a inandığı; aslında herkesin normal olarak inanması gerektiği; çünkü Resulullah’ın insanlara daha evvel herhangi bir kitapla iştigal etmeden Kur’an’ı tebliğ ettiği; bunun Kur’an’ın Allah tarafından vahyedildiğine kanıt olarak yeterli olacağı açıklanmıştır. Bu kesin olmasına rağmen onların bir de tabiat olaylarından mucize istemeleri akletmemelerinden dolayıdır. 51. ayetteki “Kendilerine okunan Kitap’ı şüphesiz Bizim sana indirmiş olmamız onlara yetmedi mi?” ifadesiyle Kur'ân'ın onların bekledikleri mucizelerden daha büyük ve daha mükemmel bir mucize olduğu beyan edilmektedir. Kur’an en büyük mucizedir. Zira Rabbimizin yarattığı daha evvelki mucizeler süreli olarak ve belirli bir yerde tahakkuk etmiştir. Hiç birinin sürekliliği yoktur. Musa’nın (as) değneğinin bir yılana dönüşmesi, Elinin kusursuz beyazlaşması, denizin yarılması gibi mucizeler anlık olarak cereyan etmiştir. Kur’an ise inişinden kıyamete kadar her yörede, yapısal yönleriyle, içerdiği hikmetlerle, bilime ve geleceğe dair içerdiği bilgilerle taptaze ortadadır. Kimse de buna “sihirdir”, “efsundur” gibi itirazlar ileri süremez. Peygamberimiz ve Kur’an hakkında yapılan itirazlara başka surelerde de cevap verilmişti: Buna rağmen eğer seninle tartışırlarsa de ki: “Ben kendimi Allah’a teslim ettim. Bana uyanlar da.” Kitap verilenlere ve ümmilere/Anakentliler’e: “Siz de teslim oldunuz mu?” de! Eğer teslim olurlarsa doğru yola ermişlerdir. Ve eğer sırt çevirirlerse sana düşen sadece tebliğ etmektir/mesajı iletmektir. Allah, kullarını en iyi şekilde görendir. (Al-i Imran/20) Ve “Bizim için yerden bir pınar fışkırtmadıkça sana asla inanmayacağız. Yahut senin hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olmalı. Onların aralarında şarıl şarıl ırmaklar akıtmalısın. Yahut iddia ettiğin gibi göğü parçalar halinde üzerimize düşürmelisin yahut Allah’ı ve melekleri karşımıza getirmelisin. Yahut senin altın süslemeli bir evin olmalı yahut göğe yükselmelisin. Ancak, senin yükselişine, okuyacağımız bir kitabı bize indirmene kadar, asla inanmayız” dediler. Sen de ki: “Rabbim noksanlıklardan münezzehtir. Ben beşer bir elçiden başka bir şey miyim ki!” (İsra/90- 93) Ve “O [Kur’an], yazılı hâle getirilmiş öncekilerin masallarıdır; şimdi de o, sabah akşam [sürekli] kendisine okunmaktadır” dediler. De ki: “Onu, göklerdeki ve yerdeki sırrı bilen indirmiştir. Şüphesiz O, bağışlayandır, merhamet edendir.” (Furkan/5, 6) And olsun Biz Kur’ân'ı düşünme/öğüt için kolaylaştırdık/hazırladık. O hâlde var mı ibret alıp düşünen? (Kamer/40) Şüphesiz, şu, aleyhlerinde Rabbinin Kelime’si hakk olmuş olan kimseler, kendilerine bütün mucizeler hep birden gelse, yine de o acıklı azabı görünceye kadar iman etmezler. (Yûnus/96,97) Ve Bizi, ayetleri [mucizeleri] göndermekten ancak öncekilerin onları yalanlamış olmaları alıkoydu. Ve Semud’a, açık, gözle görülebilir biçimde o dişi deveyi vermiştik de onun sebep olmasıyla zulmetmişlerdi. Ve Biz, o mucizeleri ancak korkutmak için göndeririz. (İsra/59) Ve İsrailoğulları bilginlerinin onu [kendi kitaplarında sağlam bilginin varlığını] bilmesi, onlar için bir ayet olmadı mı? (Şuara/197) Ve [inkâr edenler]: “Rabbinden bize bir ayet [mucize] getirse ya!” dediler. Onlara ilk sahifelerde olan apaçık deliller gelmedi mi? Ve eğer Biz, onları bundan önce bir azap ile helâk etseydik, muhakkak “Ey Rabbimiz! Bize bir peygamber gönderseydin de, alçak ve rezil olmadan önce Senin ayetlerine uysaydık!” diyeceklerdi. (Tâ-Ha/133) Ve onlar [müşrikler], kendilerine bir mucize gelirse ona mutlaka iman edeceklerine dair en ağır yeminleriyle Allah'a yemin ettiler. De ki: “Mucizeler ancak Allah katındadır.” Onlara mucizeler geldiğinde de iman etmeyeceklerini anlamıyor musunuz? (En’am/109) Yeryüzünde, bütün ayetleri görseler de onlara iman etmeyen, doğrunun yolunu görseler de o yolu tutup gitmeyen, eğer sapıklığın yolunu görürlerse onu yol edinen şu haksız yere büyüklük taslayanları, ayetlerimizden uzak tutacağım.” –Bu, onların ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gâfil oluşlarındandır [umursamayışlarındandır].– (A’raf/146) Ve onlar “Ona Rabbinden bir ayet [mucize] indirilseydi ya!” diyorlar. “Gayb kesinlikle Allah’a aittir. Hadi bekleyin. Şüphesiz ben sizinle birlikte bekleyenlerdenim” deyiver! (Yunus/20) Ve şu inkâr eden kimseler: “Rabbinden ona bir ayet indirilmeli değil miydi?” diyorlar. Sen ancak bir uyarıcısın. Ve her kavim için bir yol gösteren vardır. (Ra’d/7) 53- Ve senden azabı çarçabuk istiyorlar. Eğer belirlenmiş/adı konmuş bir ecel [vade] olmasaydı, azap onlara elbette gelmişti. Ve o, hiç farkında olmadıkları bir sırada kendilerine ansızın elbette gelecektir. 54, 55 - Senden azabı çarçabuk istiyorlar. Şüphesiz cehennem de kesinlikle, kendilerini üstlerinden ve ayaklarının altından bürüdüğü günde kâfirleri kuşatıcıdır. Ve ‘ o yapmış olduklarınızı tadın!” der. Bu ayetlerde, Resulullah’tan hem dünyada hem de ahirette karşılaşacakları azabı çarçabuk istedikleri nakledilen müşrik inkârcılara cevap verilmektedir. Müşriklerin bu tutumları Kur’an’da birçok kez dile getirilmiştir: Onlar için cehennemden yataklar, üstlerinden de örtüler vardır. Ve Biz, zalimleri işte böyle cezalandırırız. (A’raf/41) De ki, “Dinimi yalnız kendisine arındırarak Allah’a kulluk ediyorum. Buna rağmen siz, O’nun astlarından dilediğinize kulluk yapınız.” De ki: “Şüphesiz asıl kaybedenler, kıyamet gününde kendilerini ve ehillerini [ailelerini ve yakınlarını] kayba uğratanlardır.” -Dikkatli olun! İşte bu, apaçık bir kaybın ta kendisidir. Onların üstlerinden ateşten tabakalar, altlarından da tabakalar vardır. İşte Allah, kullarını bununla korkutuyor: Ey kullarım! Bana takvalı davranın.- (Zümer/16) Bu küfretmiş kişiler, ateşi, yüzlerinden ve sırtlarından men edemeyecekleri ve kesinlikle yardım da olunmayacakları zamanı, bir bilseler! (Enbiya/39) 55. ayetin sonundaki “Ve, ‘ o yapmış olduklarınızı tadın!” ifadesi bir tehdit, suçlama ve azarlamadır ki, bu da nefislere manevî bir azap olacaktır. O gün yüzleri üzere ateşte sürüklenirler: “Sekar’ın [cehennemin] dokunuşunu tadın!” Şüphesiz ki, Biz her şeyi; evet onu [her şeyi] bir kader [ölçü, ayar] ile yarattık. (Kamer/ 48-49) O gün onlar [yalanlayıcılar], cehennem ateşine itildikçe itilirler. —İşte bu, yalanlayıp durduğunuz ateştir! Peki, bu da mı bir sihir? Yoksa siz görmüyor musunuz? Yaslanın oraya! İster sabredin ister sabretmeyin, artık sizin için birdir. Siz sadece yaptıklarınızın karşılığını alacaksınız! – (Tur/13-16) Nihayet onu, vadilerine doğru gelen geniş bir bulut halinde gördüklerinde: “Ha işte! Bu, bize yağmur getirecek bir bulut!” dediler, Hayır, aksine o, çabuklaştırmaya çalıştığınız şeyin ta kendisi; Rabbinin emriyle her şeyi yerle bir eden, içinde acıklı bir azap olan rüzgâr... Sonunda o hale geldiler ki, konutlarından başka hiçbir şey görünmüyordu. Biz, günahkârlar topluluğunu işte böyle cezalandırırız. (Ahkaf/24, 25) De ki: “Gördünüz mü [ne düşünürsünüz]? O’nun azabı size geceleyin uykuda veya gündüzün gelecek olsa!” Suçlular bundan neyi acele isterler? (Yunus/50) Allah, bu kitabı ve teraziyi/ ölçüyü hakla indiren Zat’tır. Ve sana ne bildirir ki, belki de o Saat [kıyamet] çok yakındır! O’na inanmayan kimseler onun [kıyametin] çabuk gelmesini istiyorlar. İnananlar ise ondan korkuyla titrerler ve onun gerçek olduğunu bilirler. İyi bilin ki, saat [kıyamet] hakkında tartışanlar kesinlikle uzak [geri dönüşü olmayan] bir sapıklık içindedirler. (Şura/17-18) Ve senden azabı çabuklaştırmanı istiyorlar. Hâlbuki Allah sözünden asla caymayacaktır. Bununla beraber Rabbinin katında bir gün, sizin sayacaklarınızdan bin sene gibidir. (Hacc/47) 56 - Ey iman etmiş kullarım! Şüphesiz Benim yeryüzüm geniştir. O halde yalnız bana kulluk edin. 57 - Her nefis [kimliği olan varlık] ölümü tadıcıdır. Sonra da yalnızca Bize döndürüleceksiniz. 58, 59- Ve iman etmiş, salihatı işlemiş kimseler; elbette Biz, onları, içinde sürekli kalacakları cennette, altlarından ırmaklar akan köşklere yerleştireceğiz. Çalışanların; sabretmiş olan ve sadece Rablerine tevekkül etmiş olan kişilerin ödülü ne güzeldir! 60- Kendi rızkını taşıyamayan nice dâbbeh [canlı] da vardır ki, onları da, sizi de Allah rızıklandırır. Ve O, en iyi işitendir, en iyi bilendir. |
26. December 2009, 09:09 PM | #8 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
Hatırlanacağı üzere, surenin başından bu yana ısrarla tevhid ilkesi vurgulanmıştır. Bu ısrarın bir devamı olarak bu ayetlerde de bazı zorbaların baskısıyla tevhidi yaşayamayanlara başka yerlere göç etmeleri mesajı verilerek kesinlikle tağuta itaat etmemeleri emredilmektedir
Müminlere Ehlikitap ile nasıl mücadele edeceklerini emreden 46, 47. ayetlerde olduğu gibi, bu ayetlerde de Mekke’de sıkıntı içindeki Resulullah’a ve arkadaşlarına üstü kapalı olarak hicret işaret edilmektedir. Bir bakıma Müslümanlara: “Sizler bulunduğunuz yerde imanınızı açıkça ortaya koymakta sıkıntı çekiyor ve zorlanıyorsanız, o takdirde başka ülkelere gidiniz! Oralarda şirk koşmadan yaşayınız. Emeğiniz, gayretiniz boşa gitmeyecek; her nefis ölümü tadıp Bize dönecektir” denilmektedir. Gerek bu ayetten, gerekse aşağıdaki ayetlerden de anlaşıldığı gibi, şirk için hiçbir mazeret söz konusu değildir: Şu, kesinlikle meleklerin, kendilerine zulmederlerken vefat ettirdikleri kimseler; Onlar [melekler], "Ne işte idiniz?" derler. Onlar: "Biz yeryüzünde güçsüzleştirilmiş kimselerdik." derler. Onlar [Melekler]: "Allah'ın yeryüzü geniş değil miydi, siz orada hicret etseydiniz ya?" derler. Artık, -erkeklerden, kadınlardan ve çocuklardan göçe güç yetiremeyen, yol bulamayan kimseler hariç- işte bunların varacakları yer cehennemdir. Ve o ne kötü gidiş yeridir. (Nisa/97, 98) Ve zulme uğradıklarından sonra Allah yolunda hicret eden kişiler; kesinlikle Biz onları; şu sabretmiş ve sadece Rablerine tevekkül eden kimseleri bu dünyada güzel bir şekilde yerleştireceğiz. Ötekinin [ahiretin] ücreti ise daha büyüktür. Keşke onlar, bilselerdi. (Nahl/41, 42) 58 ve 59. ayetlerde ise, Allah yolunda yokluğu, kıtlığı, her türlü sıkıntıyı ve ölümü göze alarak ve sonucu Allah’a havale ederek yola çıkan o “inanan ve salihatı işleyen” kimseleri bekleyen ödül açıklanmaktadır. O nedenle Allah’ın mesajlarını dünyaya ulaştırmaya çalışan yiğitler, hiçbir dünya sıkıntısını göz önünde bulundurmaksızın, hayatlarını sadece Allah'a emanet edip tevekkül ederek yola koyulmalıdırlar. Zafer sabırdadır. Bu ayetlerde konu edilen ödülü Duhan suresinde de görmüştük: Şüphesiz ki takvalı davrananlar Rabbinden bir lütuf olarak güvenli bir makamdadırlar; Bahçelerde ve pınardadırlar. Onlar karşılıklı oturarak ince ipekten ve parlak atlastan elbiseler giyerler. İşte böyle! Biz onları iri siyah gözlülerle eşleştirdik. Onlar orada güven içinde her çeşit meyveyi isteyebilirler. Onlar orada ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar. Ve O [Allah] onları cehennem azabından korumuştur. İşte bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir. (Duhan/51-57) Çok enteresandır ki, bu pasajda yer alan İslami öğreti eldeki İncillerde de yer almakta ve İsa peygamberin ağzından insanlığa iletilmektedir: 19- Yeryüzünde kendinize hazineler biriktirmeyin. Burada güve ve pas onları yiyip bitirir, hırsızlar da girip çalarlar. 20- Bunun yerine kendinize gökte hazineler biriktirin. Orada ne güve ne pas onları yiyip bitirir, ne de hırsızlar girip çalar. 21- Hazineniz neredeyse, yüreğiniz de orada olacak. 22- Bedenin ışığı gözdür. Gözünüz sağlamsa tüm bedeniniz aydınlık olur. 23- Gözünüz bozuksa tüm bedeniniz karanlık olur. Buna göre, içinizdeki `ışık' karanlıksa, ne korkunçtur o karanlık! 24- Hiç kimse iki efendiye kulluk edemez. Ya birinden nefret edip öbürünü sever, ya da birine bağlanıp öbürünü hor görür. Siz hem Tanrı'ya, hem de paraya kulluk edemezsiniz. 25- Bu nedenle size şunu söylüyorum: `Ne yiyip ne içeceğiz?' diye canınız için, ya da `Ne giyeceğiz?' diye bedeniniz için kaygılanmayın. Can yiyecekten, beden de giyecekten daha önemli değil mi? 26- Gökte uçan kuşlara bakın! Ne eker, ne biçer, ne de ambarlarda yiyecek biriktirirler. Göksel Babanız yine de onları doyurur. Siz onlardan çok daha değerli değil misiniz? 27- Hangi biriniz kaygılanmakla ömrünü bir anlık uzatabilir? 28- Giyecek konusunda neden kaygılanıyorsunuz? Kır zambaklarının nasıl büyüdüğüne bakın! Ne çalışırlar, ne de iplik eğirirler. 29- Ama size şunu söyleyeyim, tüm görkemine rağmen Süleyman bile bunlardan biri gibi giyinmiş değildi. 30- Bugün var olup yarın ocağa atılacak olan kır otunu böyle giydiren Tanrı'nın sizi de giydireceği çok daha kesin değil mi, ey imanı kıt olanlar? 31- Öyleyse, `Ne yiyeceğiz?' `Ne içeceğiz?' ya da `Ne giyeceğiz?' diyerek kaygılanmayın. 32- Uluslar hep bu şeylerin peşinden giderler. Oysa göksel Babanız tüm bunları gereksindiğinizi bilir. 33- Siz önce O'nun egemenliğinin ve O'ndaki doğruluğun ardından gidin, o zaman size tüm bunlar da verilecektir. 34- O halde yarın için kaygılanmayın. Yarının kaygısı yarının olsun. Her günün derdi kendine yeter. (Matta; 6.Bab; 19-34. Cümleler) 22- İsa öğrencilerine şöyle dedi: «Bu nedenle size şunu söylüyorum: `Ne yiyeceğiz?' diye canınız için, ya da `Ne giyeceğiz?' diye bedeniniz için kaygılanmayın. 23- Can yiyecekten, beden de giyecekten daha önemlidir. 24- Kargalara bakın! Ne eker, ne biçerler; ne kilerleri, ne ambarları vardır. Tanrı yine de onları doyurur. Siz kuşlardan ne kadar daha değerlisiniz! 25- Hangi biriniz kaygılanmakla ömrünü bir anlık uzatabilir? 26- Bu küçücük işe bile gücünüz yetmediğine göre, öbür konularda neden kaygılanıyorsunuz? 27- Zambakların nasıl büyüdüğüne bakın! Ne çalışırlar, ne de iplik eğirirler. Ama size şunu söyleyeyim, tüm görkemine rağmen Süleyman bile bunlardan biri gibi giyinmiş değildi. 28- Bugün var olup yarın ocağa atılacak olan kır otunu böyle giydiren Tanrı'nın sizi de giydireceği ne kadar daha kesindir, ey imanı kıt olanlar! 29- Ne yiyeceğiz, ne içeceğiz?' diye düşünüp tasalanmayın. 30- Dünya ulusları hep bu şeylerin peşinden giderler. Oysa Babanız, bunları gereksindiğinizi bilir. 31- Siz O'nun egemenliğinin ardından gidin, o zaman size bunlar da verilecektir. 32- Korkma, ey küçük sürü! Çünkü Babanız, egemenliği size vermeyi uygun gördü. 33- Mallarınızı satın, sadaka olarak verin. Kendinize eskimeyen keseler, göklerde tükenmeyen bir hazine edinin. Orada ne hırsız ona yaklaşır, ne de güve onu yer. 34- Hazineniz neredeyse, yüreğiniz de orada olacak. 35- Kuşaklarınız belinizde bağlı ve kandilleriniz yanar durumda hazır olun. 36- Düğün şenliğinden dönecek olan efendilerinin gelip kapıyı çaldığı an kapıyı ona hemen açmaya hazır bekleyenler gibi olun. 37- Efendileri geldiğinde uyanık bulunan kölelere ne mutlu! Size doğrusunu söyleyeyim, efendileri beline kuşağını bağlayacak, kölelerini sofraya oturtacak ve gelip onlara hizmet edecek. 38- Efendi gecenin ister ikinci, ister üçüncü nöbetinde gelsin, uyanık bulacağı kölelere ne mutlu! 39- Ama şunu bilin ki, ev sahibi, hırsızın hangi saatte geleceğini bilse, evinin soyulmasına fırsat vermez. 40- Siz de hazır olun. Çünkü İnsanoğlu, ummadığınız bir saatte gelecektir.» 41- Petrus, «Rab» dedi, «bu benzetmeyi bizim için mi anlatıyorsun, yoksa herkes için mi?» 42- Rab da şöyle dedi: «Efendinin, uşaklarına yemek paylarını vaktinde vermek için üzerlerinde yetkili kılacağı güvenilir ve akıllı kâhya kimdir? 43- Efendisi eve döndüğünde işinin başında bulacağı o köleye ne mutlu! 44- Size gerçeği söyleyeyim, efendisi onu tüm malının üzerinde yetkili kılacak. 45, 46- Ama o köle kendi kendine, `Efendim gelmekte gecikiyor' derse ve kadın erkek diğer hizmetkârları dövmeye, yiyip içip sarhoş olmaya başlarsa, efendisi, onun beklemediği bir günde, ummadığı bir saatte gelecek, onu şiddetle cezalandıracak ve imansızlarla bir tutacaktır. 47- «Efendisinin isteğini bilip de hazırlık yapmayan, onun isteğini yerine getirmeyen köle çok dayak yiyecek. 48- Oysa bilmeden köteği hak eden davranışlarda bulunan, az dayak yiyecek. Kime çok verilmişse, ondan çok istenecek. Kime çok şey emanet edilmişse, kendisinden daha fazlası istenecektir. 49- «Ben dünyaya ateş yağdırmaya geldim. Keşke bu ateş daha şimdiden alevlenmiş olsaydı! 50- Katlanmam gereken bir vaftiz var. Bu vaftiz gerçekleşinceye dek nasıl da sıkıntı çekiyorum! 51- Yeryüzüne barış getirmeye mi geldiğimi sanıyorsunuz? Size hayır diyorum, ben ayrılık getirmeye geldim. 52- Bundan böyle bir evde beş kişi, ikiye karşı üç, üçe karşı iki bölünmüş olacak. 53- Baba oğluna karşı, oğul babasına karşı, anne kızına karşı, kız annesine karşı, kaynana gelinine karşı, gelin kaynanasına karşı olacaktır.» (Luka; 12. Bab, 22-53. Cümleler) 61 – Yine ant olsun ki, onlara sorsan: “Gökleri ve yeri kim yarattı, Güneş’i ve Ay’ı kim kontrol altına aldı?” Kesinlikle, “Allah” diyeceklerdir. O halde nasıl çevriliyorlar? 62 - Allah, kullarından dilediğine rızkı genişletir ve onun için ayarlar. Şüphesiz Allah, her şeyi en iyi bilendir. 63- Ve Ant olsun, eğer onlara sorsan: “Kim gökten suyu indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltti?” Kesinlikle, “Allah” diyeceklerdir. De ki: “Hamd Allah’a özgüdür.” Bilakis onların çoğu akıllarını kullanmazlar. Bu ayetlerde Rabbimiz müşrikleri ilzam ederek evreni yaratanın, güneş ve ayı kontrol edenin, gökten su indirerek yeryüzünü onunla canlandıranın Allah olduğunu kabul etmelerine rağmen onların tevhidden yüz çevirmiş olmalarını hayret edilecek bir akılsızlık olarak ayıplamaktadır. Hayret ifadeleriyle yapılan bu kınama, tevhidden uzak olan ve tevhide karşı duran müşrikleri ikna etmek içindir. 62. ayette ise Rabbimiz rızkın da Kendi kontrolünde olduğu, onu da istediği gibi ayarladığı mesajını vermektedir. Ve daha dün onun yerinde olmayı isteyenler, “Demek ki Allah kullarından dilediğine rızkı genişletiyor ve daraltıyor. Şayet Allah bize lütufta bulunmuş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Ve demek ki inkârcılar felâh bulmuyorlar” diyerek sabahladılar. (Kasas/82) 64 – Ve bu iğreti yaşam, sadece bir eğlence ve oyundur. Şüphesiz son yurt ise kesinlikle hayatın ta kendisidir. Keşke onlar, bilmiş olsalardı. Bu ayette, hâlihazırdaki statü ve çıkarlarını kaybetme endişesiyle tevhid inancına yönelmekten kaçınanlara açık bir uyarı mesajı vardır: Sımsıkı sarıldıkları basit hayatın gerçek yüzü hatırlatılarak insanlara dünya hayatının bir oyun ve oyalanmadan ibaret olduğu anlatılmaktadır. Dünya hayatı geçici olduğu gibi, değersizdir de… İçinde bulunulan iyi ya da kötü hallerden hiç biri ebedi değildir. Makamlar, mevkiler, zenginlik, sağlık, fakirlik, hastalık, hepsi geçicidir. Bu ayetle insanlığa dünya hayatının sanki tiyatro sahnesiymiş gibi algılanması gerektiği; rollerin ve hallerin sürekli değişeceği; hangi rol ve halde olunursa olunsun hepsinin bir gün sona ereceği mesajı verilmektedir. “Bilin ki, iğreti yaşam ancak bir oyun, ‘[eğlence türünden] tutkulu bir oyalama’, bir süs, kendi aranızda bir övünme [süresi ve konusu], mal ve çocuklarda bir çoğaltma yarışıdır. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin [veya kâfirlerin] hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azap; Allah’tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk [rıza] vardır. İğreti yaşam, aldanış metaından [malından, malzemesinden] başka bir şey değildir.” (Hadid/20) Ve basit hayat [dünya hayatı], sadece eğlence ve oyundur. Son Yurt [Ahiret yurdu] ise, takvalı davrananlar için kesinlikle daha hayırlıdır. Hâlâ aklınızı kullanmaz mısınız? (En’am/32) Ancak dinleyenler icabet eder. Ölüleri; onları da Allah diriltir. Sonra yalnızca O'na döndürülürler. (En’am/36) De ki: “Kendinizi gördünüz mü [düşündünüz mü], Allah’ın azabı size ansızın veya açıkça gelirse, zalimler kavminden başkası mı helake uğratılmış olur?” (En’am/47) Dünya hayatının misali, “Bizim gökten indirdiğimiz su gibidir. Ki gökten indirdiğimiz suyla insanların ve hayvanların yediği bitkiler birbirine karışmıştır. Nihayet yeryüzü süslerini takınıp süslendiği, sahipleri de kendilerinin ona gücü yetenler olduklarına inandıkları bir sırada, geceleyin veya gündüzün ona emrimiz gelivermiştir de ansızın, sanki dün orada hiçbir şenlik yokmuş gibi onu ta kökünden biçivermiştir.” Biz ayetlerimizi düşünecek bir toplum için işte böyle detaylandırırız. (Yunus/24) Şüphesiz şu, basit hayat [Dünya hayatı] ancak bir oyun ve eğlencedir. Eğer iman eder ve takvalı davranırsanız o [Allah], size ödüllerinizi verir, sizden mallarınızı da istemez. Eğer O [Allah], sizden onları [mallarınızı] isteyip de sizi zorlasaydı cimrilik ederdiniz. Sizin kinlerinizi de çıkarırdı. İşte sizler, Allah yolunda harcamaya çağrılan kimselersiniz. Öyleyken sizden kimileri cimrilik ediyor. Ve kim cimrilik ederse kendi benliğinden cimrilik ediyordur. Ve Allah zengindir, siz ise fakirlersiniz. Eğer siz yüz çevirirseniz O [Allah], yerinize sizden başka bir toplum getirir. Sonra onlar, sizlin benzerleriniz olmazlar. (Muhammed/36- 39) İşte, verilen herhangi bir şey basit hayatın kazanımıdır. Sadece dünya hayatının geçici bir menfaatidir. Allah katında bulunanlar ise; iman etmiş ve sadece Rablerine tevekkül eden kimseler, günahın büyüklerinden ve hayâsızlıktan kaçınan ve öfkelendikleri zaman bağışlayan kimseler, Rablerinin çağrısına cevap veren, salâtı ikame eden, işleri de kendi aralarında Şura [görüşme, danışma] olan, kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden infak eden kimseler ve kendilerine bağy [bir zulüm ve saldırı] isabet ettiği zaman birbirleriyle yardımlaşan/ intikam alan kimseler için daha hayırlı ve daha kalıcıdır. (Şura/36) Ve sen onlara basit hayatın misalini ver: O [basit hayat], gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, bu su sebebiyle yeryüzünün bitkileri birbirine karışmış sonra da rüzgârın savurup durduğu bir çöp kırıntısı oluvermiştir. Ve Allah her şeye muktedirdir. Mal ve oğullar, basit hayatın süsüdür. Bakî [kalıcı] salihat ise, Rabbinin katında sevapça daha hayırlıdır, ümit bağlama yönünden de daha hayırlıdır. (Kehf/45, 46) Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara süslü ve çekici kılındı. Bunlar basit hayatın kazanımıdır [Zâlike metâu’l-hayati’d-dünya]. Ve Allah, varılacak güzel yer kendi katında olandır. De ki: “Size bundan daha hayırlı olanı bildireyim mi? Takva sahibi olan kişiler için Rablerinin katında, içinde temelli kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve Allah’tan hoşnutluk vardır. Allah kulları en iyi görendir.” (Ali Imran/14, 15) Ve Allah, dilediği kimseye rızkı genişletir de ölçülendirir de. Onlar ise basit hayat ile ferahladılar. Oysa basit hayat, ahrette sadece bir kazanımdır. (Ra’d/26) 65, 66- İşte onlar, gemiye bindiklerinde, dini yalnız Allah’a özgü kılarak O’na yalvarırlar. Sonra ne zaman ki onları karaya çıkarıp kurtardı, bir de bakarsın ki onlar, kendilerine verdiklerimize nankörlük etmek ve kazançlı çıkmak için şirk koşuyorlar. Artık onlar, yakında bilecekler. Bu ayetlerde müşriklerin kaypaklık, nankörlük ve döneklik özelliklerine vurgu yapılarak ortak koşanların bu psikolojik zaafların pençesine çarçabuk düştükleri açıklanmaktadır. Şöyle ki: Müşrikler tehlikelerle dolu deniz yolculuklarının riskini azaltma endişesiyle gemide dini yalnız Allah’a özgü kılarak O’na yalvarırlar. Ne var ki, ayakları karaya değip kendilerini güven içinde hisseder hissetmez, çıkarları uğruna nankörlüğü tercih edip Rabblerine şirk koşmaya başlarlar. Müşrik inkârcıların deniz yolculuklarındaki bu tavırlarıyla dünya hayatlarındaki temel davranışları arasında her zaman bir paralellik vardır. “Gemideki mümin halleri” ile “karaya çıkar çıkmaz şirke yönelmeleri” arasındaki bu geçişkenlik, inkârcıların “korku” ve “menfaat düşkünlüğü” gibi iki psikolojik etken yüzünden hayattaki ahlakî savrulmalarına da işaret eder niteliktedir. Putperestlerin denizdeki ve karadaki bu iki farklı tavırları başka ayetlerde de konu edilmiştir: Ve denizde size bir zarar dokunduğunda, o yalvardığınız kişiler kaybolup giderler. O, müstesna [kaybolmaz]. Sonra O, sizi karaya çıkararak kurtarınca, yüz dönersiniz. Ve insan, çok nankördür! (İsrâ/67) Ve insana sıkıntı dokunduğu zaman, yan yatarken, otururken, dikilirken Bize yalvardı. Kendisinden sıkıntısını gideriverdik mi de sanki kendisine dokunan o sıkıntı için Bize hiç yalvarmamış gibi aldırmadan geçip gitti. Haddi aşanlara yaptıkları şeyler işte böyle süslenmiştir. (Yunus/12) Ve iyilik olarak sahip olduğunuz ne varsa, işte Allah’tandır. Sonra size bir zarar dokunduğunda, hemen yalnız O’na sığınırsınız. Sonra, zararı sizden giderince, sizden bir gurup, kendilerine verdiklerimizi inkâr etmek/verdiklerimize nankörlük etmek için Rabblerine şirk koşarlar. – Hadi şimdi faydalanın! Fakat yakında bileceksiniz.- (Nahl/53-54) O, sizi bir candan yaratan ve ondan da kendisine ısınsın diye eşini yapandır. Ne zaman ki o, onu örtüp bürüdü, o zaman o hafif bir yük yüklendi. Ve bununla gidip geldi. Ne zamanki zevce ağırlaştı o zaman onlar [o ikisi] Rabblerine dua ettiler: “Eğer bize sâlih [bir çocuk] verirsen, and olsun ki [kesinlikle] şükredenlerden olacağız.” Ne zaman ki onlara [o ikisine] sâlih [bir çocuk] verdi, o ikisine verdiği şey hakkında O'nun için ortaklar kıldılar. Onların ortak koştuğu şeylerden Allah münezzehtir, yücedir. (Araf/189, 190) 67- Yoksa kıyılarında, insanların zorla kapılıp götürülmesine rağmen, orayı [Mekke’yi] güvenli harem [dokunulmaz] yaptığımızı da görmediler mi? Hâlâ batıla mı inanıyorlar ve Allah’ın nimetine nankörlük mü ediyorlar? 68- Ve Allah’a karşı yalan uyduran yahut kendisine geldiğinde, hakkı yalanlayandan daha zalim kim olabilir? Kâfirler için cehennemde bir yer mi yok! Rabbimiz Mekkeli müşrikleri bu ayetlerde de kınamaya devam etmektedir. Çünkü onlar Rabblerinin kendilerine verdiği nimetlerin bilincinde değilmiş gibi davranmaktadırlar. Çevrelerindeki hiçbir kentin güvenliği ve bereketi yokken, ilahi program gereği Mekke “dokunulmaz” kent yapılmış, bu sayede orası hem güvenli, hem de ticaret ve ziyaret merkezi olmuştur. Bu sayede oraya bolluk ve bereket akmıştır. Bütün bunları görmezden gelmeleri hayret edilecek bir nankörlüktür. Bu konu, İslam’ın ilk yıllarında Kureyş suresinde de gündeme getirilmişti: Kureyş’in güvenliği esenliği için -kış ve yaz seferlerinde güvenlik esenlikleri-… Öyleyse kendilerini açlıktan kurtararak beslemiş olan ve her korkudan onları güvene kavuşturmuş olan bu Beyt’in Rabbine kulluk etsinler. (Kureyş/1-4) Cahiliye döneminde hiçbir kabilenin güvende olmadığı bir ortamda, Mekke’deki Kureyşliler bütün bu tehlikelerden tamamen emindiler. Çünkü Mekke’ye bir düşman saldırısı olması söz konusu değildi. Kureyşliler “Kâbe’nin hizmetçileri” sıfatıyla ülkenin her tarafında serbestçe dolaşırlar, büyük veya küçük kafilelerle gittikleri herhangi bir bölgede hiçbir tacizle karşılaşmazlardı. Hatta tek başına seyahat eden bir Kureyşlinin “Ben Haremliyim” ya da “Ben Allah’ın haremindenim” demesi bile, saldırılardan kurtulması için ona yeterli bir güvence sağlardı. Kureyşliler, Kâbe’ye hacc ve umre için gelen binlerce insana verilen hizmetleri kendi aralarında paylaşmışlardı. Her sülâlenin belirli bir görevi vardı. Kâbe’nin bekçiliği, bakıcılığı, hacılara su dağıtımı, hacılara yardım, hacılara para toplama, yemek yedirme, hacıların mahkemeleşmesi gibi birçok iş Kureyş tarafından yapılmaktaydı. Bu kutsal turizm, Kureyşlilere tarifi zor bir üstünlük ve saygınlığın yanında, bol kazanç da sağlıyordu. Ne var ki, Kureyşlilerin Mekke’de sürdükleri bu sefa onların kendi gayretlerinin değil, Allah’ın Kâbe ile ilgili plânlarının bir sonucuydu. Bu konu daha evvel Kureyş suresinin tahlilinde ele alındığından, detayın oradan (Tebyinü’l-Kur’an; c: 1, s: 581-585) okunmasını öneriyoruz: 69 – Ve Biz, Bizim yolumuzda gayret gösterenleri, elbette Kendi yollarımıza kılavuzlayacağız. Ve şüphesiz Allah muhsinlerle [iyilik-güzellik üretenlerle] beraberdir. Bu ayet, surede verilen mesajların tümünü içermektedir. Allah yolunda gayret sarf edenler, Allah’ın nimetlerine ulaşan yollara mutlaka kılavuzlanacaktır. Allah iyilik güzellik üretenler ile beraberdir. Onlara dünyada ve ahirette rahmet edecektir. Bunun üzerine Rableri onlara karşılık verdi: "Şüphesiz Ben, sizden erkek olsun, kadın olsun -Ki bazınız bazınızdandır [hepiniz aynısınızdır]- çalışanın amelini zayi etmem. Binaen aleyh göç edenler, yurtlarından çıkarılanlar, Benim yolumda eziyet edilenler, savaşanlar ve öldürülenler; elbette onlardan kötülüklerini örteceğim ve Allah katından bir sevap olarak, onları altından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Ve Allah, sevabın güzeli Kendi katında olandır. (Al-i Imran/195) “Kuşkusuz şu inanan ve hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşanlar ve barındırıp yardım edenler, evet işte bunlar, bazısı bazısının velisi olanlardır. İnanan ve hicret etmeyenlere gelince, hicret edene kadar, onlara yakınlık söz konusu değildir. Ve din uğrunda yardım isterlerse, aranızda antlaşma bulunan bir halk zararına olmaksızın, onlara yardım etmeniz gerekir. Ve Allah yaptıklarınızı çok iyi görür.” (Enfal/72) Ve zulme uğradıklarından sonra Allah yolunda hicret eden kişiler; kesinlikle Biz onları; şu sabretmiş ve sadece Rablerine tevekkül eden kimseleri bu dünyada güzel bir şekilde yerleştireceğiz. Ötekinin [ahiretin] ücreti ise daha büyüktür. Keşke onlar, bilselerdi. (Nahl/41) Sonra şüphesiz senin Rabbin, eziyet edildikten sonra hicret eden, sonra cihad eden ve sabreden kimseler içindir. Şüphesiz senin Rabbin bundan sonra kesinlikle çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir. (Nahl/110) Allah, doğrusunu en iyi bilendir. |
Bookmarks |
Etiketler |
85ankebut, suresi |
|
|