9. May 2017, 09:00 PM | #31 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.023
Tesekkür: 3.573
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
Selamun aleyküm, değerli Galipyetkin Kardeşim,
Maide 33 ayetteki hılaf ve salb sözcükleri ile ilgili olarak bilgileri bilgilerinize sunarım. خلافHILAF/ حلافHILAF Kur’an’da duyarlı davranmamız gereken sözcüklerden bir tanesi de “ خلافHılaf” sözcüğüdür. Bilindiği üzere ilk mushaflarda bu sözcük, noktasız ve harekesizdir. İlk Mushaflardaki noktasız ve harekesiz yazıyı, sözcüğün sonundaki harfi, tek nokta ile “ فF” okumak mümkün iken iki nokta ile “ قQ” okumak da mümkündür. Aynı zamanda kelimenin başındaki harfi, “ جC”, “ حH” ve “ خHI (noktalı ha)” olarak da okumak mümkündür. Biz, konumuz ayette, şimdiki Mushaflardaki “ خHı” harfiyle okunan “ خلافHılaf” sözcüğü üzerinde duracağız. Sözcüğü “ خلافHılaf (noktalı ha; hı)” olarak ele alınca, “arka” anlamındaki “ خ ل فhlf” kökünden türemiş olan bu sözcüğün anlamı, “tersine, karşısına, tam tersi olarak; arka arkaya” anlamına gelir. Bu sözcüğün birçok türevi (halef, halife, muhalif, muhalefet vs. gibi)Türkçemizde de kullanılır. Nitekim. Tevbe/81 ve İsra/76’da “karşıt olarak”, “senin ardından” anlamında yer alır. Bir de bu sözcüğün A’raf/124, Ta Ha/71, Şuara/49 ve Maide/33’te “elleri ve ayakları kesme” ifadesiyle birlikte yer aldığını görürüz. Ve genellikle de “elleri, ayakları çaprazlama kesmek” olarak kabul ederiz. Çapraz kesme; her yandan bir tane kesmek demektir. Bu pozisyon sağ el, sol ayak veya sol el, sağ ayak şeklinde gerçekleşir. Zira bu ancak durumda iki organdan biri ötekinin arkası olur. “Bu el, bu ayak; bu sağ bu da sol” şeklinde belirlenir. “Hılaf” sözcüğünü noktasız “ حلاف olarak okursak, bu sözcük, “yemin” anlamındaki “ ح ل فh l f” den türemiş olur. Bu kökten gelme Kur’an’da on iki adet fiil ( يخلفنّyahlifünne, خلفتمhaleftüm, يخلفونyahlifune) bir adet de mübaleğa ismifail ( خلاّفhallaf) mevcuttur. “ حلافHılaf” sözcüğünün anlamı, “toplum arasında olan sözleşme, taahütleşme, ahitleşme,” demek olup, “genellikle birlik, beraberlik, güç birliği konularındaki sözleşme” demektir. (Tac ve LİSAN) “Ellerin ayakların kesilmesi” ifadesi, “insanın nimetlerden yararlanamaz hale gelmesi” anlamında bir deyime dönüşmüş olmalıdır. Türkçemizde de “bir şeyle ilgisini, ilişkisini kesmek” anlamında “Elini ayağını (eteğini) kesmek (çekmek)” deyimi vardır. Bu deyimi “ حلافHılaf” ile birlikte kullanınca; “sözleşmelerden, yapılmış taahhütlerden; vatandaşlık haklarından yararlandırmama, nimetlerden uzaklaştırma; ilişkisini kesme” anlamına gelmektedir. Kur’an’da; A’raf/124, Ta Ha/71, Şuara/49’te yer alan “لَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ “خِلَافٍ ifadesinin anlamı. Size verilmiş sözlerden, sizinle yapılmış antlaşmalardan; vatandaşlık haklarından sizi yararlandırmayacağım; onlardan sizin ilişkinizi keseceğim” demek olur. Nitekim Firavun ve bilginlerinin antlaşmalarını, A’raf/113, 114 ve Şuara/41, 42’de görmekteyiz. A’raf/113, 114: 113,114Ve o çok bilgili, büyüleyici, etkin bilginler Firavun'a geldiler: “Eğer galip gelen/ yenen biz olursak, gerçekten bizim için büyük bir ödül olacak/ olacak mı?” dediler. Firavun, “Evet” dedi, “siz kesinlikle yakınlaştırılmışlardan olacaksınız da.” Şuara/ 41, 42: 41Etkin bilginler geldiklerinde Firavun'a: “Şâyet biz üstün gelirsek, kesinlikle bize bir ücret var mı?” dediler. 42Firavun: “Evet, o takdirde siz, hiç şüphe yok ki, yakınlardan olacaksınız” dedi. Bu durumda Firavun, bilginlerin ellerini ayaklarını fiziki olarak kesmeyi değil yapılan sözleşmedeki haklardan ve diğer vatandaşlık haklarından mahrum etmeyi bildirmiş olmaktadır. Bu tespitlerden sonra Kur’an’ın ceza hukuku ile ilgili Maide/ 33’teki maddelerden “اَوْ تُقَطَّعَ اَيْد۪يهِمْ وَاَرْجُلُهُمْ مِنْ خِلَافٍ” hükmünün anlamı da “ Bu suçu işleyen kimselerin “GÖREVLERİNDEN AZLEDİLMELERİ; SÖZLEŞMELERİNİN FESH EDİLMESİ yâni İŞLERİNE SON VERİLMESİ, vatandaşlık haklarından ve diğer sözleşmelerdeki haklarından mahrum edilmesi; ilgi ve ilişkilerinin kesilmesi”dir. Bazı Kur’an çalışanları, “خِلَافٍ مِنَ min hılafin” ifadesindeki “مِنَ min” edatını Ta’lil için kabul edip “muhalifliklerinden, karşı çıkışlarından; dönekliklerinden dolayı ellerinin ayaklarının kesilmesi” anlamı elde etme yoluna gitmişlerdir. Gerçekte de Kur’an’da “مِنَ min” edatının Ta’lil için kullanıldığı iki ayette görülür. Bunlar şu ayetlerdir: Nuh/25 مِمَّا خَط۪ٓيـَٔاتِهِمْ اُغْرِقُوا 25Onlar, hatalarından dolayı suda boğuldular, Bakara/19 يَجْعَلُونَ اَصَابِعَهُمْ ف۪ٓي اٰذَانِهِمْ مِنَ الصَّوَاعِقِ حَذَرَ الْمَوْتِۜ Onlar, ölüm korkusuyla yıldırımlardan parmaklarını kulaklarına tıkıyorlar.Ne var ki konumuz olan ayetlerde cezanın gerekçesi zaten mevcuttur. Bunun üzerine ikinci bir gerekçe ilave etmek, hem anlamsızdır hem de ana gerekçe ile çakışır. صلبSALB- صلابةSALABET “ صلبSalb” (Mastarı “ صلابةsalabet”tir) sözcüğünün anlamı, yumuşaklığın karşıtı, “sertliktir, şiddettir. Bu anlam ekseninde , “iki yağrın arasından kuyruk sokumuna kadar olan kemiklere; omurgaya” “ صُلبsulb اصلاب aslab ” denir. Bu sözcüğü Tarık/7 ve Nisa/ 23’te görmekteyiz. Bu ayetlerde ve özellikle Tarık/7 de “ صُلبsulb” sözcüğü, insanın üremesine vesile olan hormon ve meninin çıkış noktalarını ifade eder. Kaba taşları olan yerler ve mekânlar için de bu sözcük kullanılır. Bıçak, ok, mızrak gibi araçların bilenmesini, uçlarının sivriltilmesini sağlayan “ bileği taşına da bu sözcüğün türevlerinden “ الصلبييةes Sulebiyye” denir; “ صلَبتُ السنانsallebtü s sinan” diye ifade edilir. Ayrıca “kemiklerin toplanıp, yağının çıkarılması” da “ صَلَبَsalebe” fiiliyle ifade edilir. (TAC. ve LİSAN.) Bu açıklamalardan sonra diyeceğimiz o ki bu sözcüğün gerçek anlamı, SERTLİK, ŞİDDET demektir. Bu sözcük, fiil formuyla Kur’an’da, A’raf/ 124, Ta Ha/71, Şuara/49,Yusuf/41, Nisa/ 157 ve Maide/33’te yer alır. Sözcüğün gerçek anlamı “sertlik ve şiddet” olmasına rağmen bu sözcüğün “insanı öldürmek için asma; çarmıha germe” anlamında (!) kullanılışına gelince: Bazı suçluların bu şekilde cezalandırılmaları Roma hukukunda mevcut bir cezalandırma şekliydi. Hıristiyanlar, inançlarına göre İsa’nın asıldığı ağaç şekline (HAÇ) “ الصليبes saliyb ” derler. Hıristiyanlara: İsa’nın asıldığına, çarmıha gerildiğine inananlara da “ اهل “ الصليب Ehl-i sâlip” denir. Haç şeklinin işlendiği kumaşa, elbiseye de “ ثوب مصلّلبSevbün musallebun” denir. “ صلبSalb” sözcüğünün “insanı öldürmek için asma; çarmıha germe” anlamı, sözcüğün öz anlamından değildir. Sözcüğün öz anlamı dışında kullanılması; yukarıda belirtildiği gibi Roma Hukukundaki bir cezalandırma türünden kaynaklanmaktadır. Böylece “şiddeti, sertliği; sert davranmayı; işkenceyi” ifade eden sembol araç; olan çarmıh, isim olmuş ve maalesef “ صلب salb” fiili de “öldürmek için adam asmak” anlamına kaydırılmıştır. Kısacası, bu fiile yüklenen, asma, çarmıha germe gibi anlamlar, sözcüğün öz anlamından değildir. Ve bu Kur’an’ın da bir hükmü olmayıp Hristiyan inancının hediyesidir.! Ta Ha/71. Ayetin teknik yapısı, zaten ““insanı öldürmek için asma, çarmıha germe” anlamına izin vermemektedir. … ف۪ي جُذُوعِ النَّخْلِۘوَلَاُصَلِّبَنَّكُمْ … Ayetin bu bölümü, “ صلبsalb” fiili “ فىfi” edatı, “ جذوعcüzû’, çoğul ismi ve “ نخلnahl” sözcüklerinden oluşmaktadır. “ صلبSalb” sözcüğünü “öldürmek için insan asmak” anlamına alarak bu ifadeyi tercüme etsek, “kesinlikle sizi hurma KÜTÜKLERİNİN İÇİNE ASACAĞIM” anlamını elde ederiz. Ki insan, HURMA KÜTÜKLERİNİN İÇİNE ASILMAZ. Ayette “ فىFi” edatı yerine “ علىAla” edatı olsaydı; bu durumda cümlenin anlamı “sizi hurma kütüklerine asacağım” şeklinde olurdu. İşin özü kavranılamadığından; “dallara asılan şeylerin orada durması; ya kabında muhafaza edilen bir şeyin durmasına benzetilmiş”; (Keşşaf, Razi) ya da tutarsız ve asılsız olmasına rağmen “ فىFi” edatı, “ علىala” edatı ile aynı anlamda olup “ علىala” edatı yerine de kullanılır” denilerek konuya gereken önem verilmemiş; baştan savma bir tutum sergilenmiştir. Metne sadakat ve sözcüklerin öz anlamları dikkate alındığında; ayrıca paragrafın ana konusu ve mesajı itibariyle Firavun, Musa’dan yana oluveren yakınlarına, taraftarlarına: “Sizi rahat ortamdan; kentteki işinizden, memuriyetinizden çıkarıp hurma tarlalarında tarım işçiliği yaptıracağım; taş ocaklarında çalıştıracağım; zorlu işlerde çalıştırarak yağınızı çıkaracağım; iliğinizi sömüreceğim” diyerek şiddet ve hiddetini göstermektedir. Netice olarak, diğer ayetlerde konu edilen “ صلبSalb (şiddet uygulanması, yağlarının çıkarılması)”; kent yaşamından uzaklaştırılıp çiftliklerde tarım işçiliği yaptırılması, taş ocaklarında çalıştırılmasıdır. A’raf/ 124, 123-126Firavun dedi ki: “Ben size izin vermeden önce ona iman mı ettiniz? Şüphesiz bu, halkını şehirden çıkarmak için, şehirde kurduğunuz gizli bir tuzaktır. Yakında bileceksiniz. Kesinlikle sözleşmelerden; taahhütlerden ilişkinizi keseceğim, sonra da hepinizi kesinlikle rahat ortamdan; kentteki işinizden, memuriyetinizden çıkarıp hurma tarlalarında tarım işçiliği yaptıracağım; taş ocaklarında çalıştıracağım; zorlu işlerde çalıştırarak yağınızı çıkaracağım; iliğinizi sömüreceğim. Çok bilgili, büyüleyici, etkin bilginler de dediler ki: “Hiç şüphesiz biz sadece Rabbimize dönenleriz. Senin bizi, yakalayıp cezalandırman da sırf Rabbimizin ayetleri gelince onlara iman etmemizden dolayıdır.” –“Ey Rabbimiz! Bize çok çok sabır ver de gevşemeyelim, zaafa düşmeyelim, boyun eğmeyelim. Canımızı da Müslümanlar olarak al!”– Ta Ha/71, 71Firavun: “Ben size izin vermezden önce mi o'na iman ettiniz? Şüphesiz o, size etkili bilgi öğreten büyüğünüzdür. Andolsun ki sözleşmelerden; taahhütlerden ilişkinizi keseceğim ve kesinlikle hepinizi rahat ortamdan; kentteki işinizden, memuriyetinizden çıkarıp hurma tarlalarında tarım işçiliği yaptıracağım, taş ocaklarında çalıştıracağım, zorlu işlerde çalıştırarak yağınızı çıkaracağım; iliğinizi sömüreceğim. Ve hangimizin azap bakımından daha şiddetli ve daha kalıcı olduğunu kesinlikle bileceksiniz” dedi. Azabın daha şiddetli ve daha kalıcı olduğunu; etkili bilginlerin bilmeleri için azabın temadi etmesi ve bunun şiddetli olması gerekir. Bir anda uygulanan ve hayata son veren cezanın (öldürmek için asmak) ; diğer cezalardan azap bakımından daha şiddetli ve daha kalıcı olduğunun; cezaya çarptırılan tarafından; bilinmesi düşünülemez. Bu durumda “sizi hurma dallarının içine asacağım.” anlamında hayata son verecek bir azap söz konusu olmayıp bu azabın, etkili bilginlerin rahat ortamdan, kentteki işinden, memuriyetten çıkarılıp hurma tarlalarında tarım işçiliği yapmaları; taş ocaklarında çalıştırılmaları; zorlu işlerde çalıştırılarak iliklerinin sömürülmesi şeklinde bir ceza olmasıdır. Verilecek cezanın bu türde olacağını Ta Ha/71. ayetinin “ Ve hangimizin azap bakımından daha şiddetli ve daha kalıcı olduğunu kesinlikle bileceksiniz” cümlesi de desteklemektedir. Şuara/49, 49Firavun dedi ki: “Ben size izin vermeden o'na iman mı ettiniz? Şüphesiz ki o, elbette size sihri öğreten büyüğünüzdür! Peki, yakında bileceksiniz! Andolsun, sözleşmelerden; taahhütlerden ilişkinizi kestireceğim ve kesinlikle hepinizi rahat ortamdan; kentteki işinizden, memuriyetinizden çıkarıp hurma tarlalarında tarım işçiliği yaptıracağım, taş ocaklarında çalıştıracağım, zorlu işlerde çalıştırarak yağınızı çıkaracağım; iliğinizi sömüreceğim!” Yusuf/41, 37-41Yûsuf: “Size yiyecek olarak verilecek bir yemek gelmeden önce onun te’vîlini size bildiririm. Bu, Rabbimin bana öğrettiği şeylerdendir. Şüphesiz ben, Allah'a inanmayan bir toplumun –ki onlar âhireti bilerek reddedenlerin; inanmayanların ta kendileridir– dinini, yaşam tarzını terk ettim. Ve atalarım İbrâhîm, İshâk ve Ya‘kûb'un dinine, yaşam ilkesine uydum. Bizim, Allah'a hiçbir şeyi ortak tutmamız olmaz. Bu, Allah'ın bize ve insanlara bir armağanıdır. Velâkin insanların çoğu kendilerine verilen nimetlerin karşılığını ödemiyorlar. Ey benim zindan arkadaşlarım! Ayrı ayrı birçok rabbler mi daha hayırlı, yoksa her şeye hâkim ve galip olan bir tek Allah mı? Sizin, O'nun astlarından o taptıklarınız, sizin ve atalarınızın uydurduğu birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Bunlara tapmanız konusuna Allah hiçbir delil indirmiş değildir. Hüküm ancak Allah'a aittir: O, size, Kendisinden başkasına tapmamanızı emretti. İşte bu dosdoğru/koruyan dindir. Fakat insanların çoğu bilmiyorlar. Ey benim zindan arkadaşlarım! Biriniz efendisine yine şarap sunacak. Diğeri de kent yaşamından uzaklaştırılıp çiftliklerde tarım işçiliği yapacak, taş ocaklarında çalışacak da kuşlar onu başından yiyecekler. İşte hakkında fetva istediğiniz iş gerçekleşti” dedi. Nisa/ 157 154-158Ve söz vermeleri ile birlikte üstlerini/ en değerlilerini/Mûsâ'yı Tûr'a yükselttik. Ve onlara: “O kapıdan boyun eğip teslimiyet göstererek girin” dedik. Yine onlara: “Tefekkür/kulluk gününde sınırları aşmayın” dedik. Sonra da onların kendi sözlerini bozmaları, Allah'ın ayetlerine inanmamaları, peygamberleri haksız yere öldürmeleri ve: “Kalplerimiz örtülüdür/ sünnetsizdir” demeleri –aksine Allah, küfretmeleri; Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeleri nedeniyle kalplerine damga vurmuştur. Onların azı dışında, inanmazlar– ve Allah'ın ilâhlığına ve rabliğine inanmamaları ve Meryem'in aleyhinde büyük bühtanlar söylemeleri; “Biz, Allah'ın Rasûlü Meryem oğlu Mesih Îsâ'yı gerçekten öldürdük” demeleri nedeniyle onlardan sağlam bir söz aldık. Oysa O'nu öldürmediler ve o’na sert davranmadılar. Ama onlar için, Îsâ, benzetildi. Gerçekten o'nun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir yetersiz bilgi içindedirler. Onların zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. O’nu kesin olarak öldürmediler. Aksine Allah o'nu, Kendine yükseltti/ derecesini artırdı. Ve Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır. Maide/33 33,34Allah'a ve Elçisi'ne karşı savaşan; bozum yapmaya teşebbüs etmiş olan ve yeryüzünde kargaşa çıkarmaya çalışanların –siz onlar üzerine güçlü olmazdan/onları yakalayıp denetim altına almazdan önce hatalarından dönenler hariç– karşılığı, ancak öldürülmeleri veya kent yaşamından uzaklaştırılıp çiftliklerde tarım işçiliği yaptırılması, taş ocaklarında çalıştırılmaları yahut sözleşmelerden; taahhütlerden ilişkilerinin kesilmesi, ya da bulundukları yerden sürgün edilmeleridir. Bu, onlar için dünyada bir aşağılıktır. Âhirette de onlar için büyük bir azap vardır. Artık iyi bilin ki Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir. Allah'a ve Elçisi'ne karşı savaşan; bozum yapmaya teşebbüs etmiş olan ve yeryüzünde kargaşa çıkarmaya çalışanların Maide /33 teki cezalarından biri de; meallerde yer alan öldürmek için asmak (slb) cezası; olmayıp; kent yaşamından uzaklaştırılıp çiftliklerde tarım işçiliği yaptırılması, taş ocaklarında çalıştırılmasıdır. Bu suçun cezalarından biri olan zilletin (hor görülüş,aşağılık) yaşatılmasi için suçluyu asmak amaca engeldir.Suçlu bu dünyada zillet içinde yaşamalıdır.Nitekim Maide/33 dünyada bu şartlar içinde yaşamanın suçlular için bir zillet olduğunu belirtmiştir. Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Sevgi, saygı ve muhabbetle. Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay |
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler: | bartsimpson (16. June 2017) |
12. May 2017, 09:12 PM | #32 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25 |
Bilime yani Kitap'a dayanan doğru olduğuna kanaat getirdiğimiz açıklamaların aksini ikna etmek için gösterilen çabalar bizim yönümüzden boşuna çabalardır. Kitap tek ve en doğrudur.
Kitap ve kullandığı kelimeler ve üslup üzerinde özellikle dikkatli davranılmalıdır. Eğer kullandığı lisan bilinmiyorsa layıkı ile hem lisanı hem de kitabı bilen kişi takip edilip denetlenmelidir. Sayın Halil Ay'ın sunumu bizim için bu gün için en kabul bulandır. Ama denetim altındadır. Bizim tahlillerimiz bilimsel olmayıp, olmaması gerekenlerden sıyrılarak olması gerekenlere ulaşmak için kişiye has, ama Kitap sunumuna aykırı olmayan beyinsel ve güncel bir ifade idi. Bilimsel olanı kabul ve ona itibar edilmelidir. Bilime saygı şiardır. Saygılarımla. Galip Yetkin. Konu galipyetkin tarafından (15. June 2017 Saat 10:46 PM ) değiştirilmiştir. |
galipyetkin Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi: | bartsimpson (16. June 2017), dost1 (15. May 2017) |
10. June 2017, 08:54 PM | #33 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25 |
İlgili(mesela Bakara-30) ayetlerde Allah:" Ben HALİFE(memur/öğrettiklerimin peşinden giden/gereğini yapan) yaratıyorum " derken,
Araf-55: Rabb'inize YALVARA YAKARA ve gizlice dua edin (gizli olarak takla-amut, veya salya sümük, aklına yatmazsa, sürünerek yalvar-yakar ol) denmesini/MEALLENDİRMEYİ, Kur'an'da anlatılan ŞEREF(eşref-ül mahlukat) ve dolayısı ile GURUR yüklü "insanlar" ile nasıl bağdaştırabiliyorsunuz ? Saygılarımla. Galip Yetkin Konu galipyetkin tarafından (8. October 2019 Saat 12:52 PM ) değiştirilmiştir. |
12. June 2017, 09:11 AM | #34 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25 |
Allah yarattığı insana "memurluk/halifelik" görevi yüklemiş ise,
"iki elimle" diyerek mutena ve dolayısı ile üstün yetenekli olarak yarattığı "insan" sıfatını alan bu yaratık, doğru-düzgün yapmakla yükümlü olduğu bu görevi yerine getirirken, neden kendinde sorumluluk duyarak değil de, Allah'a neden "yalvar yakar" olsun/"yalvar-yakar" yerine getirsin yükümlülüğünü? Lütfen açıklar mısınız? Saygılarımla. Galip Yetkin. Konu galipyetkin tarafından (12. June 2017 Saat 06:59 PM ) değiştirilmiştir. |
13. June 2017, 07:45 PM | #35 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25 |
Araf 56: Ve DÜZELTİLDİKTEN SONRA yeryüzünde bozgunculuk yapmayın.
Eee.. Tamam da... Düzeltilecek olan ne? Sakat olan ne? Ne zaman düzeltilecek? Kim düzeltecek? Düzeltilecek zamana kadar bozgunculuk yapmak okey mi? Allah aşkına doğru dürüst bir tercüme yapın yahu!...... Ne diyor; ne anlatıyorsunuz? (Geçmişteki kişilere yapılan hitap demeyin sakın; yoksa kitabı mâzi yaparsınız.) Artık eleştiri getirmeyeceğim. Kişilerin anlayışına bırakmak gerekiyor. Çünkü hem kimse bir şey yazmadığından "ukala" durumuna düşüyorum, hem de okuduklarım sinirlerimi kaldırdığından ifade tarzım istemesem de biraz kırıcı oluyor, hem de meallendiren Sayın Hakkı Bey'e saygım olmasına rağmen, karşı imişim ve de O'nu gözden düşürmeye çalışıyormuşum gibi bir durum ortaya çıkıyor. ..... Bundan sonra başka bir yöntem deneyeceğimi. Saygılarımla. Galip Yetkin Konu galipyetkin tarafından (16. June 2017 Saat 01:05 PM ) değiştirilmiştir. |
10. July 2017, 11:49 AM | #36 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25 |
16 Nisan tarihinde "Allah'a ve Peygamber'ine savaş açma .......nın nasıl yerine getirilebildiğini sormuştum. Çünkü ayetler "Allah ve Resul'üne" açılacak savaştan bahsediyor. Ama Peygamber ölü, ulaşamazsınız. Allah sana-bana göre bir mevhum, erişemezsin.
O halde nasıl olacak karşınızda bir düşman olmadan, ya da var ama yok olan bir düşmana karşı bir savaş açmak? Gölge savaşı mı? Yani hayalinde yaşatarak sırf kendini tatmin mi? Şu ayeti değerlendirir mi siniz? 49-Hucurat-9:" Ve bilin ki Allah'ın elçisi içinizdedir. ......." Bu ayetin çeşitli Türkçe yazılımlarında "aranızda" diye çevrilerek Resul hayalet yapılmaktadır. O asırlarca önce öldü. Aranızda demek O'nu hayalet, hurafe yapmaktır. Ama O bize yön veren, kişiliğimizin düzenlenmesini sağlayan içimizdeki bir ruhsal durumumuz, bir karakterimiz, bize yön veren bir his ve hissiyatımız. Neden? Çünkü Kitap bir tarih kitabı değil beni bana anlatan ve gitmem gereken yönü, üstün bir yaşama/cennet yaşamına ulaşma yollarını gösteren bir kılavuz. Resul de bana, sana, bize içimizde bir manevi his olarak o yöne yönlendirici bir ruhsal güç. Allah size, siz de Allah'a nasıl savaş açarsınız? Şu ayete bakalım: “Ant olsun insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf-16) Yukarıdaki ayet Resul'ün içimizde olduğunu, bu ayet de Allah'ın da içimizde olduğunu söylüyor. Lütfen bu konuyu ve, 3-Al'i İmran/31: "De ki: “Eğer siz Allah'ı seviyorsanız, o taktirde bana tâbi olunuz ki Allah da sizi sevsin ve sizin günahlarınızı mağfiret etsin (sevaba çevirsin). Ve Allah "Gafur"dur, "Rahîm"dir.” ve 9-Tevbe-128: "Andolsun ki; size, sizin içinizden azîz bir Resûl geldi. Sizin üzüldüğünüz şey, O'na ağır gelir (O'nu üzer). Size çok düşkün, mü’minlere şefkatli ve merhametlidir." ayetlerini de burada konumuz yönünden değerlendirir misiniz? Saygılarımla. Galip Yetkin. Konu galipyetkin tarafından (30. December 2020 Saat 06:52 PM ) değiştirilmiştir. |
10. July 2017, 08:20 PM | #37 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25 |
Al'i imran-31. ayetine göre, ölmüş olan Resulün; "bana tâbi olun" dediği ifadede, Hucurat-9. ayetine göre içimizdeki Resul'e uyulması anlatılmakta olduğunu anlamak pek zor olmasa gerek.
Tevbe-128. ayet de bana, sana, hepimize ve bu günümüze hitap ettiğine göre Resul'ün içimizde "merhmet, şefkat, fedakarlık yüklü" bir meleke/ ruhsal bir etkinlik olduğu anlatılmakta olduğunu da anlamak zor olmasa gerek. Çünkü ayetler bu günüme geliyor, bana, bu günüme hitap ediyor. Resul de öyle. Dolayısı ile "Resul'e savaş" insanlığın merhamet, şevkat, fedakarlık hissiyat ve melekelerden kişinin kendisini soyutlayıp, bencilleşmek, kendisini ve karşındakini ezmek, eziyet etmektir. Bu gün okuduğum Kitaptaki Resul bana ve benim bu günüme hitap ediyor; tarihten bir sayfa değil. Kısa olarak bu anlatımlara göre de savaş insanın kendi kendisine(düşüncesine ve yaşamına) ve insanlığa karşı savaşıdır ki uyumsuzluğunu, dolayısı ile iyi insanların bulunduğu iyi yeri hak etmediğini gösterir. Ayetlere göre hem Allah, hem de Resul'ü içimizde olduğuna göre bazılarının kandil dedikleri gecelerde pantalonlarının dibini yırtacak kadar bağırarak/naralar atarak, şefaat Allah tekelinde olmasına rağmen, "şefaat ya resullallah"; "ya Allah" diye yırtınmalarının sebebi ne ola ki? Bu ayetlere göre, bunu birisi anlatabilir mi? Saygılarımla. Galip Yetkin. Konu galipyetkin tarafından (11. July 2017 Saat 10:41 PM ) değiştirilmiştir. |
7. October 2017, 12:37 AM | #38 | |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.023
Tesekkür: 3.573
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
Selamun aleyküm, değerli galipyetkin kardeşim,
Alıntı:
Bu da anlamada, Arapça sözcüklere yüklenen anlamların farklılığı nedeniyle sorunlar oluşturuyor. Halife,memur,dua sözcükleri Arapça sözcüklerdir. “Halife” şeklinde tekil hâliyle Kur’an’da sadece iki kez yer alan sözcüklerin ilki, iniş sırasına göre Sad suresinde geçmektedir: Sad; 26: Ya Davudu inna cealnake haliyfeten fiyl Ardı fahküm beynenNasi bil Hakkı ve la tettebiıl heva fe yudılleke an sebiylillah* innelleziyne yedıllune an sebiylillahi lehüm azâbün şadiydün bima nesu yevmel hısab "Ey Davud! Gerçekten Biz seni yeryüzünde bir halife kıldık (yaptık). O hâlde insanlar arasında hakk ile hüküm ver (hakk aracılığıyla zulüm ve kargaşayı engelleyip adaleti sağla). Hevaya (keyfe, arzuya) uyma. O takdirde seni Allah’ın yolundan saptırır. Muhakkak Allah yolundan sapanlar, hesap gününü umursamadıklarından kendileri için çok şiddetli bir azap vardır." Acaba bu ayette halife yapıldığı söylenen Davud peygamber Allah’ın yerini mi almış, O’nun yerine mi halife olmuştur? Tabiî ki bu sorunun cevabı “Hayır!” olmalıdır. Çünkü hem Kur’an hem de tarihî bilgiler bize Davud peygamberin, İsrailoğullarının o günkü yöneticisi olan Talut’un yerini aldığını bildirmektedir. Kitab-ı Mukaddes ve İbranî tarihinde ise Davud peygamberin yönetimi, bir söylentiye göre kayınpederi olan Saul’den aldığı bilgisi yer almaktadır. Yani, Davud peygamber Allah’ın halifesi değildir, yeryüzünde O’nun yerini almamıştır; Talut’un (veya Saul) ölümü üzerine onun yerine İsrailoğullarının kralı olmuştur. Kur’an’da yer alan “halife” sözcüklerinin ikincisi Bakara suresindedir: Bakara; 30: Ve iz kale Rabbüke lilMelaiketi inniy ca’ılün fiyl’ Ardı halifeten, kalu etec'alü fiyha men yüfsidü fiyha ve yesfiküddima’e, ve nahnü nüsebbihu bihamdiKE ve nükaddisü leKE, kale inniy a'lemü ma la ta'lemun; "Ve bir zaman Rabbin, meleklere: “Ben yeryüzünde bir halîfe kılacağım (yapacağım)” demişti. “Orada bozgunculuk yapan, kan döken birisini mi kılacaksın (yapacaksın)? Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz” demişlerdi. “Ben sizin bilmediğiniz şeyleri çok iyi bilirim” dedi." Bu ayette, bir çoklarının anladığı gibi, insanın ilk yaratılışı değil, halife yapılışı anlatılmaktadır. Çünkü insanın halife yapılışı, “takdir etmek, biçim vermek, yaratmak” anlamındaki “halk” fiiliyle değil, “bir hâlden başka bir hâle dönüştürmek” anlamındaki “ca’l” fiiliyle anlatılmıştır. Ayrıca ayetten, halife kılınacak olanın, daha önce yaratılmış melekler tarafından tanınıp bilindiği anlaşılmaktadır ki, bu husus da ayetin ilk yaratılışı anlatmadığını göstermektedir. Bakara suresinin 30. ayetindeki halifenin kimliği, Sad suresinde halife kılınan Davud peygamber gibi açıkça belirtilmemesine rağmen, bir sonraki ayette Allah’ın Âdem’e isimleri, yani konuşmanın temeli olan kelimeleri öğrettiği ve bunları meleklerin bilmeyip Âdem’in bildiği, onun için halifeliğe ehil olduğu anlatıldığından, halife yapılanın, insan olduğu anlaşılmaktadır. Ama buradaki “insan halife”nin kime halife kılındığı belli değildir. Bir insanın; Âdem’in veya Davud’un Allah’tan sonra gelip O’nun yerine geçmesi söz konusu edilemeyeceğine göre bu ayetteki halifenin kime halife kılındığı düşünülmelidir, araştırılmalıdır. Bu noktada, Rabbimizin geçmişte bir çok kavimleri yok edip onların arkasından yenilerini getirdiği; halifeler kıldığı ve gelecekte de dilediği takdirde toplumları yok edip onların yerine yenilerini getireceği; halife kılacağı yolundaki mesajlarını hatırlamakta yarar vardır. Bu mesajlardan; bizim bildiğimiz insan türünden başka varlıkların daha evvel yeryüzüne hâkim oldukları, o dönemde insan denen ve kan döküp fesat çıkaran varlıkların da bilgilendirilmemiş hâlde mevcut oldukları, Yüce Allah’ın hâkim olanları ortadan kaldırmasından sonra onların arkasından kan döküp fesat çıkaran insanoğlunun yeryüzüne halife kılındığı, daha sonra da bu kan döküp fesat çıkaranların Allah’ın lütfu ile bilgilendirilmeleri sayesinde, yani kendilerine ruh üfürülmesi (vahy gönderilmesi) sayesinde erdemli bir konuma geldikleri anlaşılmaktadır. Fakat, insanoğlunun kimlerin ya da nelerin halefleri olduğu, başka bir söyleyişle insanoğlunun seleflerinin kimler ya da neler olduğu ise bu mesajlardan anlaşılamamaktadır. Bunların ne tür yaratıklar olduğu belki ilerideki zamanlar içinde anlaşılacaktır. Sonuç olarak, “halife” ve “hilâfet” sözcükleri Kur’an’da işte bu şekilde yer almıştır. Dolayısıyla Kur’an’ın bahsettiği “halife”, bugün herkesin anladığı gibi siyasî anlamdaki “halife” değildir. Hele (hâşâ) birilerinin zannettiği gibi yeryüzünü adaletle yönetmede Allah’ın temsilcisi anlamındaki halife hiç değildir. Memur: Kur'anda buyruk, görev vb anlamlarda emr sözcüğü vardır ancak, emri/buyruğu,görevi yerine getiren anlamında memur sözcüğü yoktur. Dua: Bu sözcük, “çağırmak, seslenmek” vb anlamlarda mastar durumunda bir sözcüktür. A'raf 55,205 de ise duanın nasıl yapılacağı belirtilmiştir: 55:Üd'u Rabbeküm tedarruan ve hufyeten, inneHU la yuhıbbul mu'tediyn Biz, Rabbe/ eğitecek yönetecek, hedefe proğramlayacak, fazlalıkları giderecek olana sesleneceğimiz,çağıracağımız zaman tadarru/yaratıcısının oluşturduğu alemlerden biri olmanın bilinciyle, takva ve fücurun açığa çıkarıcısının olması bilinciyle, alemdeki - ki, bunları çoğaltabiliriz.- konulmuş olan ayetler/ilke ve yasalar içerisinde hareket edilmesi gereğinin bilinciyle davranış sergileyerek eylemde bulunan olacağız. Ne olduğumuzu bilinciyle haddimizi aşanlardan olmacağız. 205:Vezkür Rabbeke fiy nefsike tedarruan ve hıyfeten ve dunel cehri minel kavli bil ğuduvvi vel asali ve la tekün minel ğafiliyn Bu ayette aynı şekilde davranarak gaflette olmamamız ve sürekli olarak bu bilinçte olmamız isteniyor. İlahlaşmak yok, tuğyan etmek/Allahın gösterdiği yoldan çıkarak aşmak taşmak yok. İnsanların yaşamlarında yapmak istediklerini isterlerken karşılaştıkları olaylar,güçlükler karşısında düştükleri durumları düşünürsek bu yazdıklarınız: "(gizli olarak takla-amut, veya salya sümük, aklına yatmazsa, sürünerek yalvar-yakar ol)" bir anlam oluşturur diye düşünüyorum. Kusursuzluık sadece Allah'a mahsusdur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Sevgi,saygı ve muhabbetle. Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay |
|
7. October 2017, 02:13 PM | #39 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25 |
Sayın dost1.
Daha evvel şurada: http://hanifler.com/showthread.php?p=21144#post21144 şöyle yazmıştık. Allah 2-Bakara:30. ayette bir "halife" yaratmakta olduğunu söyler. Nedir "halife"? Bunun için 38-Sâd:26. ayete bakalım: Bu ayete göre "halife" insanlar arasında, hava ve hevesine uymadan, Allah yolunda adaletle hükmedecek bir "memur". Bu bilgiyi bir kenara yazalım. Şimdi sizlere sırf buraya yazılmaları için değil okunmaları için bazı ayetler asıyorum. Okuyun!.... Mal-Mülk Allah'ındır "Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır." (3/Âl-i İmrân:189; 5/Mâide: 17-18-40-120; 9/Tevbe:116; 24/Nûr:42; 45/Câsiye:27; 48/Fetih:14). "Göklerin ve yerin mülkü O'nundur." (2/Bakara:107; 3/Âl-i İmrân:189; 5/Mâide:40; 7/A'râf:158; 25/Furkan:2; 39/Zümer:44; 42/Şûrâ:49; 43/Zuhruf:85; 57/Hadîd:2-5; 85/Bürûc:9). "Mülk O'nundur." (6/En'âm:73; 35/Fâtır:13; 39/Zümer:6, 3/Âl-i İmrân:26; 17/İsrâ:111; 22/Hacc:56; 25/Furkan:26; 40/Mü'min:16; 64/Teğâbün:1) Bu âyetler ve benzerleri malın, mülkün, hükümranlığın Allah'a âit olduğunu, gerçek mülk sahibinin "O" olduğunu vurgulamaktadır. Allah, mülkünün yönetme hakkını, yeryüzünde halîfe tâyin ettiği insana vermiştir. "Allah'a ve Resûlüne iman edin ve (O'nun) SİZİ HÂKİM KILDIĞI (yani halife yaptığı ve), SİZİN YÖNETİMİNİZE VERDİĞİ ŞEYLERDEN (HALİFE OLARAK)(Allah için) İNFAK EDİP HARCAYIN. Sizden, iman eden ve (Allah rızâsına) İNFAK EDİP HARCAYANLAR için büyük mükâfat vardır." (57/Hadîd, 7). Dikkatinizi çekerim: ne diyor? -İNFAK EDİP HARCAYIN. -İNFAK EDİP HARCAYANLAR İÇİN.... Dolayısı ile Allah insanı yeryüzünde bazı görevleri yerine getirmesi için vazifelendiriyor, yani "memur tayin ediyor. "Memur" ifadesinden kasıt budur. Saygılarımla. Galip Yetkin. Konu galipyetkin tarafından (7. October 2017 Saat 02:38 PM ) değiştirilmiştir. |
Bookmarks |
Etiketler |
araf, giriş, sûresi’ne |
|
|