![]() |
![]() |
#11 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Nov 2008
Mesajlar: 157
Tesekkür: 33
17 Mesajina 28 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 18 ![]() ![]() |
![]()
IV. Din Alanındaki Bilgi Boşluğu İslâm’ın Doğru Anlaşılmasını Engellemektedir
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, belki de tarihinin en zor dönemlerinden birini yaşamaktadır. Bu zorluk, Türkiye üzerinde yoğunlaşan, birbirinden farklı birtakım zorunlulukların, aynı noktalarda kesişmelerinden kaynaklanmaktadır. Bu zorunlulukları önem sırasına göre şöyle sıralamak mümkündür: Türkiye, tarihi ve kültürü ve Türk milletine asırlardır şekil veren öz değerleri ile barışmak zorundadır. Türkiye, demokrasi kültürünü oluşturmak ve demokrasiyi bütün kurum ve kuruluşları ile hakim kılmak zorundadır. Türkiye, daha çok Fransa’daki teori ve uygulamalar esas alınarak yürütülmeye çalışılan, din konusunda, başka ülkelerde pek rastlanılmayan katı bir tavır sergileyen laiklik anlayışını gözden geçirerek, kendi kültürü ve değerleri ile çatışmayan, toplumun kolayca benimseyebileceği bir yeni laiklik anlayışı geliştirmek zorundadır. Türkiye, Türk toplumunun önüne, “yeni bir uygarlık yaratma” gibi yüksek bir hedef koymak zorundadır. Türkiye, bütün dünyanın içine sürüklendiği, baş döndürücü “sosyal değişme” olgusunu doğru tespit etmek, bilgi toplumuna geçiş sürecinde daha fazla gecikmemek zorundadır. Türkiye, insanlığın geleceğinde etkin bir konuma, en kısa zamanda gelmek zorundadır. Türkiye, tarihten, kültüründen, dünyanın içinde bulunduğu koşullardan, kendi özel sorunlarından kaynaklanan çok ciddi dayatmalarla karşı karşıya bulunmaktadır. Türkiye, “Yeni Dünya Düzeni” arayışlarının çığlık çığlığa yükseldiği 21. yüzyıla girerken, yılların, hatta asırların biriktirdiği sorunları, bir şekilde çözmek zorunda olduğu bir sürecin içine girmiştir. Üstelik bu sürece, biraz da dış ve iç şartların zorlamasıyla, hiç hazırlıksız girilmiştir. Türkiye açısından hayatî önem taşıyan sorunların hiçbirisi, çözüm aşamasına geçilebilecek düzeyde tespit edilmemiş, çözümü kolaylaştıracak biçimde tartışılmamıştır. Toplum olarak sorunlar üzerinde bir uzlaşma yoktur. Öyle ki, bazı kesimler sorunları hiç görmezken, bazı kesimler, sorunların çözümsüz olduğunu düşünebilmektedirler. Diğer taraftan, Türkiye’nin sorunlarından çıkar sağlayan, isteyerek ya da istemeyerek çözüm arayışlarının önünü tıkayan, içte ve dışta birtakım güç odakları vardır. Bu güç odakları, kendi amaçları ve çıkarları doğrultusunda, en çok “din olgusu”nu ve laikliği acımasızca kullanmaktadırlar. Bu odaklar, değişimden ve yeniden yapılanmaktan korkmaktadırlar. Din olgusu, öncelikle bütün siyasî partiler tarafından yıllardır siyasî amaçlar için kullanılmıştır; hâlâ da kullanılmaktadır. Din ticareti yaparak prestij ve maddi çıkar sağlayan bireyler ve kurumlar vardır. Bazı tarikat gurupları ve dinî cemaatler, din ticaretinin ve sömürüsünün gizlenemez hale geldiği yerlerdir. Alevilikle ilgili bütün tartışmalar, din istismarının farklı bir boyutu ile ilgili tezahürler olarak anlaşılabilir. Laiklik de, Türkiye’de, en çok istismar edilen hususların başında gelmektedir. Kendi yeteneksizlik ve yetersizliklerini kamufle etmek isteyen, ya da kötü amaçları için bir paravanın arkasına saklanmak isteyen bazı kimseler, laikliği kullanmaktan hiç çekinmemişlerdir. Türkiye’de, dinin ve Laikliğin, acımasızca kullanılmış olması, bu hususların doğru anlaşılabilmesi ve tartışılabilmesi için gerekli olan doğru bilgi birikiminin birey ve toplum düzeyinde sağlanması, insanların uzlaşabilecekleri ortak zeminlerin oluşmasını engellemiştir. Türkiye’de, açıkça “ben İslâm’a karşıyım” diyen insan sayısı parmakla gösterilecek kadar azdır. Türkiye’nin yüzde 98’nin Müslüman olduğu resmî istatistiklerde yer almaktadır. Buna rağmen, bazı insanlar, bazı insanları “İslam düşmanlığı“ ile, bazıları da normal bir Müslümanı, hemen “******likle,*****lıkla” suçlayabilmektedir. “Şeriat gelecek, dertler bitecek” diyenler de, “kahrolsun şeriat” diye bağıranlar da, “şeriat”ın ne olduğunu bilmemektedirler. Din alanındaki, tahminlerin çok üstünde olan bilgi boşluğu, insanların birbirlerini anlamaları için gerekli olan temel iletişim kodlarının fonksiyonel olmasını engellemekte; insanlar birbirlerini anlamakta zorlanmaktadır. Öyle ki, bırakın dindar olanla olmayanın birbirlerini anlamakta zorlanmasını, farklı gruplara mensup olan dindarlar bile birbirlerini doğru dürüst anlayamamaktadırlar. Din alanındaki bilgi boşluğunun doğurmuş olduğu birtakım olumsuz sonuçları şöyle sıralamak mümkündür: Dinin, dindarlık ya da din karşıtlığı yönünde istismarı kolaylaşmıştır. Dindar bireylerin, dinden çıkma, ya da günah korkusu ile, belirli hedeflere kolayca yönlendirilmeleri mümkün hale gelmiştir. Dinin, birleştirici-bütünleştirici, kaynaştırıcı yönde etkin olması engellemektedir. Ülke sorunlarının menşeinde ve çözümünde dinin etkin olup olmayacağının düşünülmesini bile, neredeyse imkansız hale gelmiştir. Her sorunun, din sayesinde ve dindarlıkla çözümlenebileceği şeklinde bir yanılgı toplumda yer tutmaya başlamıştır. Dinin, “yeni bir uygarlık yaratılması” gibi bir hedefin gerçekleşebilmesi için motor görevi görebileceğinin düşünülmesi bile hoş karşılanmamıştır. “Başörtüsü” gibi tali konular, din gibi telakki edilir olmuştur. Başörtüsü, dindarlığın da, din düşmanlığının da “simgesi” gibi algılanabilmektedir. Dinin anlaşılma biçimleri, (mezhepler, tarikat vs.) din ile özdeş gibi algılanmıştır. İslâm’ın evrensel güzelliklerinin, dindarlar tarafından da, dindar olmayanlar tarafından da, sağlıklı bir şekilde anlaşılması ve değerlendirilmesi neredeyse imkansız hale gelmiştir. Dinin anlaşılması ve uygulanması planında ortaya çıkan bireysel ve toplumsal yanlışlardan dolayı, dinin bütününe yönelik olumsuz tavırlar ortaya çıkmıştır. Her türlü bilimsel gelişmenin ve ilerlemenin temelinde yatan “eleştirel yaklaşım biçimi”nin toplumda yer tutması engellenmiş; başta gelenek olmak üzere, her şeyin tabulaştırılması kolaylaşmıştır. Din alanındaki bilgi boşluğu, demokrasinin, Müslümanlar tarafından,Batı standartların da ilerisinde, gerçekleştirebileceği düşüncesinin gelişmesini engellemiştir. Oysa, İslâm’ın siyasi meseleleri insana bıraktığını ve adaletin hakim olduğu, ahlâklı bir toplum istediğini bilen her insan, bunun mümkün olabileceğini kolayca anlayabilir. Din alanındaki bilgi boşluğu, “İslâmî düzen, İslâm Devleti, İslâm iktisadı, Şeriat vs.” gibi kavramların ideolojik amaçlı kullanılmasını, zihinlerin karışmasını kolaylaştırmaktadır. Oysa, devleti yönetenler Müslüman olması bile, insanlar özgürce, insanca yaşayamıyorlarsa, hiç bir anlam ifade etmez. “İslâm devleti”nden kastedilen, “İslâm’ın hedef aldığı adaletin hakim olduğu” bir devlet ise, bunun bir anlamı olabilir. Bunun dışında İslâm devleti ifadesi, İslâm açısından anlamı olmayan ideolojik bir ifade olmadan öteye gidemez.
__________________
Düşünüp, tutabilmek adına; 'oku'mak ! |
![]() |
![]() |
Bookmarks |
Etiketler |
anlayışı, din, hasan, hurafeler, islam, onat, türkiyede, yaşam |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|