![]() |
![]() |
#1 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 825
Tesekkür: 0
166 Mesajina 234 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25 ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]()
Bu anlattıklarımı
fotoğraflı olarak kitap haline getirdim. İÇİNDEKİLER 7- Önsöz 13- Sürü psikolojisi 19- Yine alarm 22- Uzaylılar 24- Kapı girintisi 26- Silah ve namus 29- Yorum 1: Güler misin ağlar mısın? 33- Muhafız alayı bombalandı 35- Dayak 38- Aydemir’in kıyağı 41- Koruda vurulan tavuk 43- Ne değişti? 44- Nasreddin Hoca darbe yapıyor 45- Yorum 2: teneke kralı 49- Tutuklandık ey halkım 50- Fısıltı gazetesi 52- O ak saçlı var ya o ak saçlı 53- Nazik eller 54- Duruşma salonu 56- Mahkeme kurulu 58- Önce kendimiz ikna olduk 60- En iyi savunma saldırıdır 61- Kahkahalar 62- Yargıç şakaları 65- Erkek general 67- Satılmış saldırganlar 68- Benim suçum büyük 69- Tanıklar 85- Bu ne biçim liste? 86- Beni de isyan ettirdiler 87- Yaktın bizi ey başlık 89- Söz savunmanın 92- Savcının esas hakkındaki görüşü 93- Karar: ne ağlıyorsunuz len inekler? 95- Gerekçe 97- Bile bile lades 99- Hoşçakal üniforma 102- Densiz 104- Darbecinin dini, milleti ÖNSÖZ Kanla, irfanla kurduk biz bu cumhuriyeti Cehennemler kudursa ölmez nigehbanıyız (Nigehban: koruyan, muhafız) İKİ NUMARALI MAHKEME 1963 yılının yaz aylarında Kara Harb Okulunda çalıştı, harb okulu öğrencilerini yargıladı ve İsmet İnönü hükümetini silah zoruyla devirmeye kalkışmaktan 75 Harb Okulu öğrencisini dört yıl ikişer ay hapis cezasına çarptı. Bir de Bir Numaralı Mahkeme vardı ama o, Mamak'ta çalıştı ve darbe girişiminde ele başılık eden harb okulu öğrencileri ile emekli albay Talat Aydemir ve emekli binbaşı Fethi Gürcan gibi darbeci subayları yargıladı. Bu iki subay ölüm cezasına çarpıldı, asılarak idam edildi. İKİ NUMARALI MAHKEME Mamak'takilerin değil, harb okulunda yargılanan 1459 harbiyelinin öyküsüdür, duruşmalar sırasında tuttuğum notların üstüne kurulmuştur. Olayın henüz dumanı tüterken yazılan notlar bu günlerden o günlere değil, o günlerden o günlere bir bakıştır. Örneğin "darbeciler başarsaydı Suriye'ye benzerdik"ten kasıt o dönemin Suriye'sidir. Ben bin dört yüz elli dokuz harbiyeliden biriyim. 24 Haz 1965 tarihli Akşam gazetesinde Çetin Altan onların davranışını "çocuksu iyi niyet"e yorar ve devam eder: Eminim ki onlar bu alandaki acemiliklerini meseleler ortaya çıktıkça yeni yeni sezmektedirler. Eksikliklerini ve hatalarını yeni yeni görmek- tedirler. İhtilal kavramının ne demek olduğunu* yeni yeni anla- maktadırlar. Ama Türkiye'de hiç kimse acemiliğini onlar kadar ve o yaşta ödememiştir. Gerçekten öyleydi, bıyığı yeni yeni terlemeye başlayan birer çocuktuk. Ülkenin yazgısıyla oynayan koca koca adamlar değildik ama hani filler tepişirken çimler ezilirmiş ya, aynen öyle oldu. Bazı koca koca adamlar kendi siyasi oyunlarını oy- narken ayaklar altında biz kaldık. "Harbiyeli aldanmaz" diye göğsümüzü şişire şişire aldandık, hüngür hüngür ağladık ve kahkahalarla güldük çocukça ve iyi niyetle. İlhan Selçuk ise 17 Aralık 1964 tarihli Cumhuriyet gazetesinde "bazı tarih gerçeklerinin üstüne ışık serpmek"ten söz ediyor: Devlet bakanının bu iki yönlü cevabının üstünde de dikkatle durmak isteriz. Çünkü: 1. Eğer millî emniyet başkanı görevini yapmadıysa lastikli söz- lerle değil kesin olarak açıklanmalıdır. 2. Eğer millî emniyet başkanı 21 Mayıs hareketini başbakana ulaştırmışsa ortaya bir ikinci dava çıkıyor. 18 Mayıs gününden 21 Mayıs gününe kadar -üç gün- ihtilali önlemek için ne gibi tedbirler alınmıştır? Bu soruların cevabı yalnız bazı tarih gerçeklerinin üstüne ışık serpmekle kalmıyacaktır. Bin beş yüz genç harbiyelinin kaderi- ni değiştiren ve onları genç yaşlarında boşlukta bırakan bir büyük olayda sorumluların görevlerini yapıp yapmadıklarını or- taya koyacaktır. İyi güzel de o gerçeklerin üstüne kimin feneri tutulacak? Sa- nırım olaya bir de ayaklar altında kalan o "çocuk"ların gözüyle bakmakta yarar var. Belki bu anlattıklarım o işi yapar, öyle ki okunduğunda kulaklara o çocukların ağlama sesleri ve kahkahaları gelir. Ve inşallah bir gün tam demokrasi ülkemizde yerleşir; bu öykü, masal olur. __________________________________________________ __________ *İhtilal = devrim. Atatürk devrimleri birer ihtilaldir. İhtilali millet yapar, örneğin bağımsızlık savaşını kazanan millet meclisinin cumhuriyeti kurması ihtilaldir. Darbeyi ise eşkıya yapar, örneğin inanç açısından talibana ters düşmeyenlerin tek adam yönetimini kurmaları darbedir. Kullanılan silahların farklı olması bu gerçeği değiştirmez. İktidar olmak için askerin tankını tüfeğini kullanan albaylar da "minareler süngümüüüz!" diyen imamlar da eşkıyadır, silahlı zorbadır. Zorbalığın lüzumu yok. İktidara gelmenin tek yasal yolu özgür seçimlerdir. Tank, tüfek, minare, süngü değil. __________________________________________________ _____ 1 yıl önce SÜRÜ PSİKOLOJİSİ* 22 Şubat 1962, Perşembe. Akşam 19.00 gibi aniden alarm verildi, iç avluya koştuk. "Nolmuş, nolmuş?" "Darbe olmuş." "İnönü’yü öldürmüşler!" "Eyvaaah!" Çok üzüldük İçimizde ağlayanlar, dövünenler vardı. Tabur komutanımız binbaşı Ahmet Eroğlu geldi, çevresini sardık. "Binbaşım, biz napıcaz?" Bi dakka çocuklar. İç avlunun orta yerinde üstü tahtalarla kapatılmış kuru bir havuz vardı, biraz yüksekçe olduğu için tekmiller orda alınırdı. Tabur komutanımız oraya çıktı. Dinleyin! Daha önce size söylemediğim şeyler oluyor Türkiye'de. Söylemedim çünkü istedim ki yalnızca derslerinize verin kendinizi. Ama şimdi vaktidir. Bazı maceracılar hükümet aleyhine bir harekete kalkıştılar. Ben sizin komutanınız olarak bu harekete katılmanızı istemiyorum. Bizim milli şefimiz kimdir? Sessizlik. Aklımıza İSMET İNÖNÜ gelmedi nedense. Komutanımız devam etti: İnönü! Evet, İnönü… Bazı maceracılar bugün milli şefimize karşı harekete geçtiler. Binbaşı Eroğlu, "Milli şefimiz!" dedikce biz hep birden "İnönü!" diye bağırdık tıpkı stadlardaki gibi. O amigoydu biz seyirci. Adamcağız sözünün sonunu bir türlü getiremedi ya da belki o da öyle yapmamızı istiyordu. Milli şefimiz... İnönü! Milli şefimiz... İnönü! Milli şefimiz... "İnönü!" Sonra birden çatık kaşlı bazı abiler peydahlandı. Komutanımızı tuttukları gibi karga tulumba götürdüler, bize de ayar verdiler: Naptığınızı sanıyorsunuz siz? "Abi, İnönü’yü öldürmüşler!" Yok öyle bişey. Ama gerekirse öldürülür. İhtilal bu. "?!" Evet, bu hareket İnönü hükümetine karşıdır. "Abi, daha önce niye söylemediniz? Valla bilmiyoduk." Ülkemiz Ata'mıza ihanet eden eyyamcılardan kurtulacak. "Tamam abi, görev verin yapalım." Tamam, şimdi sınıflarınıza çıkın. Bekleyin. Sabaha kadar sınıflarımızda bekledik, ha şimdi çağıracaklar ha birazdan çağıracaklar da ihtilal yapıcaz diye. Bir türlü çağırmadılar. Öyle alındık ki. __________________________________________________ *Araştırmaların ortaya koyduğuna göre bir topluluktaki kişilerin yaklaşık % 30'u çoğunluğa uymaktadır, koyun gibi. O yüzden bu davranışı sağlayan ruh haline sürü psikolojisi (mob mentality, mob psychology) deniyor. Bir odadaki yazı tahtasına 4 çizgi çizilmiş, 2'si aynı uzunlukta. A _________________________________ B _________________________________ C ___________ D ________________ Odaya 7 kişi alınmış. "Hangi 2 çizgi aynı uzunluktadır?" diye sorulmuş. Doğru cevabın A ve B olduğu açık ve nettir ama 7 kişinin 6'sına "Aynı uzunlukta olanlar C ve D’dir" demeleri önceden tembih edilmiş ve cevabı önce onlar vermişler. Denek en sonra. Ve deneme farklı deneklerle tekrar tekrar yapılmış. Sonuç: her 3 denekten 1'i çoğunluğa uyup "Aynı olanlar C ve D’dir" demiş. Yaklaşık % 30. Az önce "yaşasın filanca" diye bağıran aynı insanlar az sonra "kahrolsun o filanca" diye bağırırlar çünkü içinde bulundukları topluluğa uymaktadırlar, topluluk öyle yapıyor. General Osman Pamukoğlu disiplinle ilgili bir soruya verdiği cevapta "topluyken kritiktir" diyor. Kastettiği her halde budur. How to avoid mob mentality https://www.webmd.com/mental-health/...-mob-mentality Sürü psikolojisi nasıl önlenir: -İnsanları ve görüşlerini önemseyip kâle alın. -Topluluğun açığa vurmadığı kuralları ya da sanıları görüp çözümleyin. -Sizin de ön yargılarınız olabilir, onları çekinmeden kabul edin. -Karar verme alıştırmaları yapın. -Dürüst insanları ya da itiraz edenleri cezalandırmayın. -Emphasize including people and their points of view. -Identify and analyze unspoken rules or assumptions within your group. -Regularly acknowledge any biases you may have. -Practice decision-making. -Don’t punish people who are honest or disagree. __________________________________________________ 1 yıl sonra YİNE ALARM 1962-1963 okul yaşantımın son ders yılı olacaktı. Yıl sonu sınavları yapılıyordu. Sınavlar bir hafta önce başlamıştı, bir hafta sonra bitecekti. 24.00'e kadar sınıfta ders çalışma izni vardı. Arkadaşların çoğu o vakte kadar çalışıyordu ama benim tarzım yıl içinde düzenli çalışıp yıl sonunda rahat etmekti. Onun için her zamanki gibi 20 Mayıs 1963 Pazartesi akşamı da 22.00'de yattım. Yenice uyumuşum. "Alarm vaaar!" feryatlarıyla uyandım. "Kalkın arkadaşlar! Haydi arkadaşlar!" Herkes telaş içinde kalkıp gidiyordu. Koğuşta yalnızca iki ya da üç kişi kalmıştık, ben de acele giyinip aşağı indim. Depoda kendi silahımı bulamadım, rast gele bir silah aldım. Palaska da bana uymadı, elime gelen birini takıştırıp dışarı koştum. Bölüğüm iç avludaki toplanma yerinde yoktu, okul kapısı ise sonuna kadar açıktı. Kapıda nöbetçi yoktu. Bölüğe Meclis yolunda yetiştim, oldukça düzgün bir yürüyüş kolu içinde gidiyorlardı. Kısım çavuşu bir bağ mermi verdi. Nolmuş? Nereye gidiyoruz? Şimdilik biz de bilmiyoruz. Herkes birbirini uyarıyordu: Aman arkadaşlar! Silahınızı güvene alın; namluyu havaya tutun. Mermi de aldığımıza göre bu bir eğitim yürüyüşü değildi. Az sonra "Conguroğlu'nu gördün mü? Talat Aydemir gelmiş" gibi sözler dolaşmaya başladı. Durumu anladım. Talat Aydemir bir yıl önce harb okulu komutanıydı, Conguroğlu ise onun maiyetinde bir subay. 22 Şubat 1962'de İsmet İnönü hükümetini devirmeye kalkıştıkları için emekli edilmişlerdi. Simdi demek bir darbe girişimi daha başlatıyorlardı ve biz onlarla birlikte hareket ediyorduk. Daha önce kendi aramızdaki söyleşilerde ihtilalden söz ederdik. Ben şakaya vurup "Öyle bir şey olursa kaçarım" derdim. O gece kaçmayı aklımdan bile geçirmedim ama elimdeki silahın emniyetini de açmadım. Parola: harbiyeli, işareti: aldanmaz. Parola şuradan geliyor: 26 Şubat 1962’de Başbakan İsmet İnönü Mecliste bir konuşma yapar; "Harbiyeliler aldatılmıştır," der. Bazı harbiyeliler ertesi gün Taksim’deki Atatürk anıtına çelenk koyup İnönü’nün bu sözünü protesto ederler. Çelengin üzerindeki yazı: Atatürk ve Türk ulusu, harbiyeli aldanmaz. DÜNYAYI ELE GEÇiREN UZAYLILAR Saat 24.30, uykuyla uyanıklık arasındaki zaman. Yaprak kımıldamıyor. Evlerinde herkes uykuda olmalı, yalnız biz kıpır kıpırdık dünyayı ele geçirmek üzere olan uzaylılar gibi. Genel Kurmay'ın önüne gelince ateş yedik, kendimizi yerlere attık. Yenice yağmur yağmıştı. Üstümüz başımız fena battı ama bir kaç saniye sonra ateş kesilince sanki az önce ateş edilmemiş, bir daha da edilmezmiş gibi elimizi kolumuzu sallaya sallaya yolumuza devam ettik. İçişleri Bakanlığı’nın önüne gelince "Başımızda kimse yok mu?" diye arandık. Conguroğlu varmış; yok olmuş. Arkadaşlar! 22’nci Kısım Tarım Bakanlığı’nın önüne! dendi, oraya gittik. Bakanlığın doğusundaki yapı, Yüksek Denetleme Kurulu. Cadde iki metre yukarda kalıyor. Yani orda bir bakıma siper var. 22’nci Kısımdan İsmet Öztürk’le orda siper aldık. Ortalık şimdilik sakin. "Kimse var mı?" diye seslendik, bakanlığın önünde epey arkadaş varmış. Binanın üst katındaki bir pencerede ışık yandı. İsmet işkillendi. Yahu, kim ki o? Bilmem. Bize ateş etmesin? Yok canım. Sesimi yükselttim: Bizim kimseye zararımız yok. Hem arkadan vurmak olur o, yakışır mı! O bize ateş etse bile ben ona ateş etmem. İşi amma da iyi ayarlamışlar diyorduk. Az ilerdeki kavşakta birileri arabaları durduruyor, denetliyor, geri çeviriyordu. Orda bir de tank vardı. Sahipsiz. Tek tük silah sesi duyuluyordu. Sonra önümüzden asker dolu GMC'ler geçti; karşımızdaki ağaçların arasına girdiler. Bakanlığın önündeki arkadaşların yanına geçtik. Coğunluğun yanında olmak insana güven veriyordu. Biraz sonra bizim sınıftan Adnan Midyat geldi sürüne sürüne. Heyecanlıydı, "Bize ateş ettiler," dedi. Adnan karşılık vermek istemiş ama "bu meret" tutukluk etmiş. Mermi yatağını, tetiği kurcaladı. Silah birden ateş aldı. "Vay canına yahu," dedi. "Orda ateş almamıştı." Bizim bulunduğumuz yerden çıkan tek silah sesi bu oldu. Sınıf arkadaşım Erdoğan Gülsoy da ordaydı. Morali bozuktu. "Bu iş yaş," diyordu. "Bir kere karşılıklı ateş edilmeye başlandı mı o işten hayır gelmez." Karşımızdaki ağaçların arasından birden ateş edilmeye başlandı sanki Erdoğan'ı haklı çıkarmak için. Yüksek Denetleme Kurulu ile Tarım Bakanlığının arasında dar bir sokak var, ordaki bir kapının girintisine* sığındık. Erdoğan çömük ben ayakta beklemeye başladık. "Burdan çıkmayalım," dedim. "Ne zaman bizi almaya gelen olur o zaman çıkalım." _______________________________________________ *O gece benim gibi bir yerlere sığınan başka harbiyeliler de varmış, darbeye katılmaya hiç hevesli değillermiş. Bazı tanıklar bunu dile getirdiler, örneğin general Özkan: Orta yerde şaşkın halde dolaşan bir harbiyeliyi çağırdım, bulunduğum odaya geldi. "Kimden emir aldınız, naptınız siz?" dedim. Bir koltuğa yığılır gibi oturdu, mırıldandı: Yarın sınavlarımız vardı. Alarm dediler, aldılar getirdiler... Ben bir kapı girintisine saklandım, başkaları örneğin okulun korusuna saklanmışlar ya da bir eve tanrı misafiri olmuşlar. Duruşma yargıcımız hukukçu yüzbaşı Mehmet Karaaslan bunu espriyle geçiştirdi: Sanık: Bir evin kapısını çaldım. "Tanrı misafiriyim, açın" dedim, açtılar. Yargıç: Elbet açacaklar, elinde silahın vardı. __________________________________________________ _ SiLAH VE NAMUS Epey bekledik. Sabaha doğru bir ses duyduk önce uzaktan, sonra ses giderek yaklaştı: Ateş etmek yok! Ateş etmek yok! Onlar sizin kardeşleriniz, harbiyeliler sizin kardeşleriniz. Ses iyice yaklaştı: Gelin evlatlarım, gelin yavrularım. "Hadi Erdoğan." Çıktık. Ordan burdan gelenlerle yirmi kişi kadar olduk. Seslenen, bir albaydı. Sırtında kışlık palto, onun altında yazlık giysi. Yanında subaylar, etrafında avcı koluna göre dizilmiş eli tomsonlu erler. Avcı kolu yani V şeklinde. Subaylar "V"nin içindeydi, tomsonlu erler "V"nin kollarında. Böylece subaylar erlerin korumasında ilerliyordu. Albay "Verin silahlarınızı" dedi, verdik. Hüseyin Dirhem de silahını uzattı ama birden heyecanlandı, geri çekti: ben silahımı vermem. "Neden?" Silah benim namusumdur. Albay anlayışlıydı, "evladım ben de askerim" dedi, "silahını bana vermez misin?" Hayır. "Al ben sana tabancamı vereyim." Tabancasını uzattı. Hüseyin onu da almadı, benim silahım var dedi. Albay silahlarımızı almayı bıraktı, aldıklarını da geri verdi. Silahların mekanizmalarını istedi, onları itirazsız verdik. Bir GMC yanaştı, albay "Binin" dedi. Binmeye başladık. Ali İhsan Yılmaz binmeye davranınca silahı kazayla ateş aldı. Albay nerdeyse dövünerek "Evladım" dedi "bir birinizi vuracaksınız, silahları onun için istedim." Neyse başka bir aksilik olmadı, hareket ettik. Bu albayın Ankara merkez komutanı Orhan Çokdeğer olduğunu tanık olarak mahkemeye geldiğinde öğrendim. Tanıklık ederken parlayıveriyordu, beni şaşırttı. Oysa o gece biz kendisine teslim olurken ne kadar anlayışlıydı. . Konu Hasan Akçay tarafından (23. July 2025 Saat 04:01 AM ) değiştirilmiştir. |
![]() |
![]() |
Hasan Akçay Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler: | dost1 (3. March 2024) |
Bookmarks |
Etiketler |
iki, mahkeme, numaralı |
|
|