hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > MAKALELER(DİNİ ve SİYASİ) > Makaleler

 
 
Seçenekler Stil
Alt 29. March 2009, 06:05 PM   #1
Umar
Uzman Üye
 
Umar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2008
Mesajlar: 157
Tesekkür: 33
17 Mesajina 28 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 18
Umar will become famous soon enoughUmar will become famous soon enough
Exclamation Türkiye'de Din Anlayışı

Din olgusu, 20. asrın sonlarında, bütün dünyada yeniden yükselen değer olmuştur. Bu gelişmenin günden güne daha da güç kazanarak devam etmesi beklenmektedir. Değerler alanındaki erozyonun doğurduğu sonuçlar, arayış içindeki insanları dine ve dinî değerlere yöneltmektedir. İnsanlığın geleceğini tehdit eden ciddi sorunların çözüme kavuşturulmasında dinden yardım umulmaktadır. İşin gerçeği, Allah katından gelen vahyin ve onun etrafında şekillenen İlahî nitelikli "din"in esas amacı da, insanoğlunun sorunlarının çözümüne katkıda bulunmaktır.


Türkiye'de, topluma yön vermek ve fikir üretmek durumunda olan aydınlar, özellikle son bir asırdır, "din" olgusunu pek fazla önemsememişler; hatta bir kısmı, "çağdaşlaşma"nın, "modernleşme"nin bir "bütün" olarak "batılılaşma" olduğunu, ancak "batılı olmakla" kurtulmanın mümkün olacağını iddia etmişlerdir.(M.S. Aydın, "Türkiye'de Din ve Modernleşme İlişkisi Üzerine Bazı Düşünceler", Türk Yurdu, c. 17, sayı 116-117, Nisan Mayıs 1997, 17). Bu durum, Cumhuriyet'le birlikte, din alanının büyük ölçüde kendi kaderine terk edilmesini -bir anlamda yeraltına çekilmesini- beraberinde getirmiştir. Bugün pek çok sorunun kaynağı olan din alanındaki bilgi boşluğu, bu durumun doğal sonucudur. Türkiye, din alanında topluma istikamet verecek, fikir üretecek "dindar aydın"ı yetiştirememiştir. Sonunda, gelenek dinle özdeş olarak algılanmış, din bizatihi problem olmaya başlamıştır.


1996 yılı ve 1997'nin ilk yarısı, Refah Partısi'nin Türkiye'nin en çok milletvekili çıkaran partisi sıfatıyla iktidarın büyük ortağı olmasının da etkisiyle, dinî tartışmaların çok yoğun yaşandığı bir zaman dilimi olmuştur. Ancak, tartışmalar, tartışmayı yürütecek bilgi birikimi olmadığı için, duygusal çizgide, "kör dövüşü" halinde sürdürülmüştür. Bütün olup bitenler, İslâm'ın Türkiye'de ilgi odağı olduğunu göstermektedir. Ne var ki, mevcut tezahürler bu ilginin, bilgi temelinden yoksun olduğunu düşündürmektedir.
Türkiye’de,kişisel eğilimleri nasıl olursa olsun,bireylerin dine ve özellikle İslâm dinine yaklaşımları körlerin fili tariflerini andırmaktadır. Görme özürlü bir grup insan, filin nasıl bir varlık olduğunu çok merak ederlermiş. Bir gün,onların bu merakını bilen bir kimse, fili onlara tanıtmak istemiş. Herkes filin bir parçasına dokunarak onu tanımaya çalışmış. Fil gittikten sonra,onun nasıl bir varlık olduğu,görme özürlülere sorulmuş. Filin hortumuna dokunan,onun boru gibi bir hayvan olduğunu;kulaklarını tutan yelpazeye benzediğini;sırt kısmını sıvazlayan da duvara benzediğini söylemiş. Evet,filin hortumunu boruya benzetebilirsiniz,kulaklarını yelpazeye benzetebilirisiniz;hatta sırt kısmını duvara bile benzetebilirsiniz. Fakat fil bunların hiç birisine benzemez.


Türkiye’de, dindarların da,”dinin afyon” olduğuna inananların da, İslâm’ı bilerek dindar, ya da dine karşı insanlar olduklarını söyleyebilmek,doğrusu biraz zordur. Fanatizm, niteliği nasıl olursa olsun,cehaletin doğal sonucudur. Kaba kuvvet,ancak,bilginin bir güç olduğunu kavrayamayan az gelişmişlerin baş vurmayı düşünebilecekleri bir araçtır.


Artık, insanların,devletlerin ve toplumların birbirlerini anlamaları bir zorunluluk haline gelmiştir. Doğru bilgilenme olmaksızın doğru anlamaktan söz etmek mümkün değildir. Dinler arası diyalog arayışlarının gündemde olduğu bir dönemde, Müslümanların da, mezhepler üstü düşünmeye başlamaları zamanının gelmiş hatta geçmekte olduğu kanaatındayız. Din anlayışı ile ilgili farklılaşmaların kurumlaşması sonucu ortaya çıkan bütün mezhepler, İslâm'ın anlaşılma biçimleridir; bunların her ne suretle olursa olsun, İslâm'la özdeşleştirilmesi mümkün değildir. Öyleyse, asırlardır Müslümanları derinden yaralayan, Sünnî-Şiî ihtilafının zararlarının en aza indirilebilmesi için, öncelikle bu mezhepler hakkında doğru bilgilenmeden başka çıkar yol yoktur. İnsanların herhangi bir mezhebe mensubiyetleri, doğrudan kendilerini ilgilendiren bir meseledir. Ancak, hiç kimsenin İslâm'ı kendi tekeline almaya hakkı ve yetkisi yoktur.


Öte yandan, İslâm, ana kaynakları belli olan,gizlisi-saklısı olmayan bir dindir. Dünyânın, günden güne “Açık toplum”a doğru gittiği gözlenmektedir. İletişim imkânlarının iyice artması, Müslümanları, İslâm’ı, çağın verilerinden de yararlanarak yeniden anlama sorumluluğu ile yüz yüze getirmiştir. Önümüzde duran on dört asırlık İslâmî birikim, iyi anlaşıldığı takdirde, bize ciddi olarak ışık tutacak niteliktedir. Ancak, bunun gerçekleşebilmesi için, bir anlamda, Müslümanların, tarihi, eleştirel bir yaklaşımla yeniden okumaları gerekmektedir. Şimdiki halde İslâm Tarihi, doğru anlaşılmadığı için, Müslümanların gündemini geçmiş belirlemekte, geçmişin problemleri hâlâ bizleri meşgul etmektedir. Kerbelâ Olayını örnek olarak verebiliriz. Asırlar önce, o dönemin koşulları içinde gerçekleşen, hiç bir yönden tasvip edilmesi mümkün olmayan bir olay, bugün bile, Müslümanların muhtelif gruplara ayrılmalarında önemli rol oynamaktadır. Oysa yapılması gereken, önce o elim olayın doğru anlaşılması ve gerekli derslerin çıkarılmasıdır. Günümüz Müslümanlarını o olaylardan sorumlu tutmak, ya da o olayların anısını canlı tutarak Müslümanların farklı saflarda yer almalarına yol açmak tarihi doğru anlamamaktan başka bir şey değildir.


İşin ilginç yanı, Kerbelâ olayı, Türklerin Müslüman olmasından neredeyse iki asır önce olmuştur. Bu olay, açık konuşmak gerekirse, Arapların bir iç sorunu olarak tarihteki yerini almıştır. Hz. Hüseyin’i Kûfe’ye çağıranlar Kûfeli Araplardır. Hz. Hüseyin’i hunharca öldürenler, ya da onun ve etrafındaki çoluk ******n gözlerinin önünde öldürülmesine seyirci kalanlar da Kûfeli Araplardır. Daha sonra, Hüseyin’in intikamını almak için Tevvâbûn Hareketi’ni gerçekleştirenler de yine Kûfeli Araplardır. Hüseyin öldürülürken, onu öldürenler arasında Ümeyyeoğullarından bir tek asker bile yoktur. (Bk. H. Onat, Emeviler Devri Şiî Hareketleri, Ankara 1993, 62 vd.) Kerbela olayı esnasında ne Şiîlik vardır, ne de Sünnilik.


Kerbela olayı, günümüz Türkiye’sinde bile, Müslümanlar arasında görüş ayrılıklarına sebep olabilmektedir. Bu durum, tarihi ve dini doğru anlayamamanın, toplumlar için ne kadar pahalı bir bedeli olduğunun açık bir kanıtı olarak gösterilebilir.


Türkiye, insanlığın genel gidişinde belirleyici olmak durumunda olan bir ülkedir. Tarihin doğal akışı doğrultusunda ortaya çıkan yeni koşullar, Türkiye’ye ve Türklere yeni misyonlar kazandırmakta, yeni sorumluluklar yüklemektedir. Tarihimiz, biz görmezlikten gelsek de, bizi derinden derine “kendi varlığımızın farkında olmak” için zorlamaktadır. Dünyanın içine sürüklendiği baş döndürücü “sosyal değişme olgusu”, bilginin etkin bir güç kaynağı haline gelişi, bizim için yeni ve cazip fırsatlar hazırlamaktadır. Türkiye, insanlığın muhtaç olduğu “yeni uygarlık”ın beşiği olacak potansiyele her bakımdan sahiptir. Ancak, bizim, öncelikle sorunları çözmek için var olan İslam dinini sorun ve sorun kaynağı olmaktan çıkartmamız, ontolojik manada kendi aslî yerine oturtmamız gerekmektedir.


Din alanında bir yeniden yapılanmaya ihtiyaç vardır. İslâm dini, sağlıklı bir demokrasinin hazırlayacağı, kültürel zenginliklerimizle beslenen bir zeminde, bize yeni bir uygarlığın kapılarını açabilir. Türkiye, İslam’la birlikte çağdaşlaşmayı bir şekilde başarmak zorundadır. Türkiye’de din alanı, maalesef param parçadır; bunun ana sebebi de, İslâm hakkında ilmî nitelikli bilgi birikiminin olmayışıdır. İslâm’ı bilen, Kur’ân’ın ruhunu kavramış olan insanların uzlaşma noktalarını bulmamaları mümkün değildir. Bilen insanlar, -eğer art niyet yoksa- daha kolay anlaşır ve uzlaşırlar. Ancak, önce zihniyet sorunlarının aşmamız gerekmektedir. ”..Tarih bizi çok önemli bir noktaya getirmiş bulunuyor: İstikrar içinde değişmenin ve modernleşmenin kollektif ipuçları, işaretleri, yönelişleri önümüzde durmaktadır. Bunları iyi değerlendirirsek, muasır herhangi bir yurttaşımızı, muasır Türk’ü, muasır Müslüman Türk’ü bir millet potası içinde yaşatamamamız için hiçbir sebep yoktur”. (M. S. Aydın, aynı makale, 19).


I. Türkiye’de Zihniyet Sorunu


Yeryüzünde bir milyardan fazla Müslüman yaşamaktadır. Birleşmiş Milletlerde temsil edilen, halkı Müslüman olan ülke sayısı 60’a yaklaşmıştır. Ne var ki, bu ülkelerin hiçbirisi “Gelişmiş Ülke” kategorisinde değildir. Dünyanın neresinde savaş varsa, insanlar eziliyor, horlanıyorsa, insan hakları ihlalleri hemen dikkat çekiyorsa, oranın Müslümanların yaşadığı bir yer olduğu hemen akla gelmektedir. Bu durumun tesadüfle izah edilmesi mümkün değildir.


Son iki asır, Müslümanlar açısından, belki tarihin en acı zaman diliminin adı olmuştur. 19. asrın başlarından itibaren Müslümanların yaşadıkları bölgeler, yavaş yavaş, Batılıların “sömürge” alanları olmuştur. İslam ülkelerinin çoğu, 1945’lerden sonra bağımsızlıklarına kavuşmuştur. Bugün, dünyanın en problemli ülkeleri, yine halkı Müslüman olan ülkelerdir. Öyle zannediyoruz ki, zihniyetle ilgili sorunların üstesinden gelmeden, bu gidişi tersine çevirmek biraz zor olacaktır. Eğer bütün bu olup bitenleri “kader”le izah edemeyeceksek -kaderle izah etmeye kalkışmak, sorumluluktan kaçmak ve olumsuzlukları rasyonalize etmek demektir- , sorunun kaynağının Müslüman insanın kendisi olduğunu açıkça itiraf etmemiz gerekecektir. Bütün Müslümanların, doğru düşünme, doğru anlama ve doğru değerlendirme konusunda ciddi sorunları vardır. İslam’ı doğru anlamadığımız için, sorunların kaynağını tespitte zorlanmaktayız. Sürekli dışarıdan bir suçlu arama eğilimimiz mevcuttur. Oysa, kendi geleceğini belirleme konusunda inisiyatif sahibi olmayan birey toplumların kaderini, ya dış güçlerin, ya da geçmişin belirlediği ortada olan bir gerçektir.


Türkiye’de, hemen hemen her alanda, çok ciddi bir zihniyet sorunu vardır. Herkes, birey ve toplum planında, kendisinin veya grubunun var olduğunu gösterme yarışı içindedir. Türkiye’nin gündemi, sunî olarak üretilen sorunlarla meşgul edilmektedir. Öyle ki, sürekli konuşan, çok konuşan; aklına geleni, sözün gidebileceği menzili hesap etmeden, öncelik sıralaması yapmadan söyleyiveren; anlam konusunda duyarsızlaşmış bir toplum haline geldik. Konuşmaktan dinlemeye vakit bulamıyoruz. İşin en kötü yanı da, “konuşarak tatmin olmak”.

Türkiye’de, ne sorunlar doğru tespit edilmektedir; ne de sorunlara sağlıklı çözüm yolları aranmaktadır. Bu zihniyet sorunlarının arka planındaki bazı ana sebepleri şöyle sıralamak mümkündür:


Doğru Düşünememek


Bir konuyu iyi anlayabilmek için, öncelikle, zihnin, o konuyu doğru anlayacak şekilde donatılması, ya da , konuyu doğru anlamaya hazır hale gelmesi gerekmektedir. Bunun adı, doğru düşünmeyi bilmektir. İnsanların yanıldıkları noktalardan birisi, doğru düşünmeyi bilip- bilmedikleridir. Herkes, doğal olarak, -doğru düşünmenin ne olduğunu düşünmeden- doğru düşündüğünü düşünür. Oysa, insanoğlunun önyargıları vardır; zaman zaman, bazı olay ve olguları, işine geldiği şekilde anlama ve değerlendirme gibi kötü bir alışkanlığa sürüklenebilmektedir. Bazen, çıkarlar insanın doğru düşünmesini engellemektedir. Bazen de sosyal baskı insanı miyoplaştırabilmekte, hatta körleştirebilmektedir.


Doğru düşünmek, insanı, olay ve olguları oldukları gibi görmek, fikirler ve olaylar arasındaki bağlantıları doğru tespit etmek, doğru açıklamak, doğru anlamak ve doğru yorumlamaktır. Normal sınırların ötesindeki korku, sevgi, bağımlılık, duyarsızlık, insanın doğru düşünmesini engelleyen hususların başında gelmektedir.
__________________
Düşünüp, tutabilmek adına; 'oku'mak !
Umar isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
 

Bookmarks

Etiketler
anlayışı, din, hasan, hurafeler, islam, onat, türkiyede, yaşam


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 03:43 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam