![]() |
|
![]() |
#1 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.076
Tesekkür: 3.618
1.093 Mesajina 2.442 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 ![]() |
![]()
e- Sabırlı Olmak
Sabır insanın kayıtsız şartsız teslimiyeti, boynunu uzatışı değildir. Kur’ân'ın yetmişten fazla âyetinde geçen “صبر - sabr” kelimesi, halk arasındaki kullanımıyla acıya katlanma, sıkıntı ve zorluklara karşı soğukkanlılıkla direnme anlamlarına gelmektedir. Ancak Allah'ın Kur’ân'da sabırlı insanları övmesi ve onları hesapsızca ödüllendireceğini bildirmesi, bu kelimenin daha derinlikli olarak incelenmesini zorunlu kılmaktadır. Sabır, aklın ve dinin gösterdiği yolda sebat etmek, kararlı olmak demektir. İnsan psikolojisi zorluğa değil kolaylığa, acıya değil haz almaya, feragate değil bencilliğe eğilimlidir. Bu nedenle bazı ibadetler ve ahlâkî davranışlar insana zor gelebilir. Meselâ insan cebindeki parayla bir yoksula yardım etmektense onu kendine harcamayı, çalışıp yorulmaktansa eğlenmeyi ve gezip tozmayı daha çok isteyebilir. Ya da kış günü sabahın erken vaktinde kalkıp soğuk su ile abdest almak ve namaz kılmak yerine sıcacık yatakta uykusuna devam etmeyi daha cazip bulabilir. Bu gibi durumlarda insanı erdeme ve iyi olmaya sevk eden, zor şartları kolayca kabul edip gereğini yapmaya yönelten, soğukta üşenmeden kalkıp namaz kılmasını, uzun yaz günlerinde bitkinlik duymadan oruç tutmasını, çıkarına olmasa da iyi ve doğru davranışlarda bulunmasını sağlayan güç, sabırdır. Sabır, aklın ve dinin gösterdiği yolda, nefsin aşırı istek ve arzularına direnmektir. Akıl, din ve toplum kuralları doğru bulmasa da, insanlar çoğu zaman nefislerine hoş gelen arzularını tatmin etmek isterler. Sabır, insan psikolojisinin bu kuvvetli çekim gücüne rağmen kişinin hiç tereddüt etmeden erdemli davranışları seçmesini sağlayan güçtür. Sabır, konumuz olan pasajda Lokman’ın ağzından nakledilen ilahi hikmetlerden biri olarak geçmekte ve “emri bilma’ruf ve nehyi anilmünker” ilkesinden hemen sonra zikredilmektedir. Burada, marufu emreden ve münkeri nehyeden müminlerin bir takım eziyetlere maruz kalacaklarına da bir işaret vardır. Bu görevi yürütenlerin çok sabırlı olmaları gerekmektedir. Sabr konusuyla ilgili olarak Müddessir suresinin tahlilinde detaylı açıklama (Tebyînü’l-Kur’an; c: 1, s: 108, 109) yapıldığından, bu kadarla yetinerek konunun tamamının oradan okunmasını öneriyoruz. Hiç kuşkusuz siz, mallarınız ve canlarınız hususunda belalanacaksınız [imtihan olunacaksınız]. Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve Allah’a ortak koşanlardan birçok eza da işiteceksiniz. Eğer sabreder ve Allah’a takvalı davranırsanız, şüphesiz işte bu azmi gerektiren işlerdendir. (Al-i Imran/186) Ve o kişiler, Allah’ın birleştirilmesini istediği şeyi birleştirirler. Rablerine haşyet duyarlar ve hesabın kötülüğünden korkarlar. Ve o kişiler Rablerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabretmişler, salâtı ikame etmişler ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık infak etmişlerdir. Ve onlar çirkinlikleri güzelliklerle ortadan kaldırırlar. İşte bu yurdun akıbeti; adn cennetleri kendilerinin olanlardır. Onlar, atalarından, eşlerinden ve soylarından salih olanlar oraya [adn cennetlerine] gireceklerdir. Melekler de her kapıdan yanlarına girerler: “Sabrettiğiniz şeylere karşılık size selam olsun! Bu yurdun sonu ne güzeldir!” (Ra’d/21- 24) f- İnsanlardan Yüz Çevirmeme ve Yeryüzünde Şımarık Yürümeme İnsanlardan yüz çevirenler, şımarık yürüyenler toplumdan koparlar. Onlar toplumdan koptuğu gibi, toplum da onları dışlar. Dolayısıyla bu kişilerin toplumla kaynaşıp onlara yardımcı olması, onları eğitmesi pek mümkün olmaz. Böyle kimseleri ne Allah, ne de kulları sever. g- Yeryüzünde Ayarlı Olmak, Sesi Yükseltmemek Lokman’ın ağzından nakledilen ahlakî ilkelerden biri de, beşeri münasebetler esnasında riayet edilmesi gereken görgü kurallarıyla ilgilidir. Bu görgü kurallarından birisi, insanlarla konuşurken ayarlı olma, sesi yükseltmeme kuralıdır. Yüksek sesle konuşmak, dinleyenlere eziyet veren bir durumdur. Bu nedenle müminlere ayette nerede ve nasıl konuşacaklarıyla ilgili bir adabı muaşeret kuralı öğretilmektedir. İnsanlarla makul ölçüler içerisinde, bağırıp çağırmadan, ortalığı velveleye vermeden, edeple ve nezaketle konuşulmalıdır. Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber'e yüksek sesle bağırmayın; yoksa siz bilincinde olmadan amelleriniz boşa gidiverir. (Hucurât/2) Konumuz olan ayetin sonunda “Şüphesiz seslerin en yadırgananı kesinlikle eşeklerin sesidir” buyrularak önemli bir noktaya dikkat çekilmiştir. Neden “eşek” ve “eşek sesi”? Bu hayvan aslında insanlığa sunulmuş büyük nimetlerden biridir: Ve kendilerine binesiniz, hem de zinet olsun diye atları, katırları ve eşekleri yarattı. Ve şimdi bilmediğiniz şeyleri yarattı. (Nahl/8) Ne var ki, “eşek” sözcüğü insanlar tarafından hakaret için kullanılır olmuştur. Hatta kimi zaman açıkça “eşek” bile denmeden, “uzun kulak” şeklinde kinayeli sözler kullanılarak aynı tahkir amacı güdülmektedir. “Eşek” sözcüğü, özellikle saygın ve kibar şahsiyetler tarafından ağza bile alınmamaktadır. Bu, Arap örfünde de böyledir. Her canlının kendine göre bir ses çıkarma tarzı vardır. Acı duyduklarında, ağır yükle karşılaştıklarında ya da arzu ve isteklerini yansıtmak istediklerinde hayvanların hepsi de kendilerine özgü sesler çıkarırlar. Eşek ise bundan farklıdır. O, acıdan, açlıktan ölse de, yükten harap olsa da ses çıkarmaz. Ne var ki, hiç de gerekli olmayan bir zamanda, kendine özgü o meşhur tarzıyla avazı çıktığı kadar bağırmaya başlar. İşte, onun bu durumu “münasebetsizliği” temsil etmektedir. Eşeğin bu denli yadırganması da bu özelliğinden dolayıdır. 16. ayetin sonundaki ifadelere göre Lokman, oğluna “من عزم الامور min azmi’l-umûr [Şüphesiz bunlar, işlerin kesin olanlarındandır]” demektedir. “İşlerin azmi” ifadesi, “kesin olarak emredilen işler”, “cesaret ve metaneti gerektiren işler”, “yerine getirilmesi azim ve kararlılık isteyen işler” olarak açıklanabilir. Lokman’ın oğluna öğrettiği ahlaki ilkeler olarak nakledilen “hikmet”ler ve daha fazlası, İsra ve Furkan surelerinde topluca verilmişti: Allah ile birlikte başka bir ilâh kılma [edinme, tanıma]! Yoksa kınanmış ve yalnız başına bırakılmış olarak oturup kalırsın. Ve senin Rabbin kesin olarak şunları gerçekleştirdi [karar altına aldı]: Kendisinden başkasına kul olmayın, anne ve babaya iyi davranın. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlığa ererse, sakın onlara “öf” deme, onları azarlama. Ve ikisine de kerim [onurlu, tatlı ve güzel] söz söyle. Ve merhametinden dolayı onlar için alçak gönüllülük kanatlarını indir. Ve de ki: “Rabbim! Onların beni küçükten terbiye ettikleri gibi, onlara rahmet et.” Sizin Rabbiniz içinizdekileri çok iyi bilir. Eğer salihler olursanız elbette O tam anlamıyla dönenleri bağışlayıcıdır. Yakınlık sahibine, yoksula ve yolda kalmışa da hakkını ver. Ve saçıp savurma. -Şüphesiz saçıp savuranlar, şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.- Ve eğer Rabbinden umduğun bir rahmeti arayarak, onlardan [akraba, yoksul ve yolda kalmıştan] yüz çevirirsen, o vakit de kendilerine yumuşak ve tatlı [onların ağırına gitmeyecek] bir söz söyle. Ve elini boynuna bağlanmış kılma [cimri olma], onu büsbütün de saçma [israf etme]. Aksi hâlde kınanmış ve yaptığına pişman olur kalırsın. Gerçekten senin Rabbin, kullarından dilediği için rızkı genişletir ve daraltır. Şüphesiz ki O, kullarından gerçekten haberdardır, hakkıyla görendir. Ve yoksulluk kaygısıyla çocuklarınızı öldürmeyin. Onları ve sizi Biz rızklandırırız/ besleriz. Onları öldürmek gerçekten büyük bir günahtır. Zinaya da yaklaşmayın. Şüphesiz ki o, iğrençliktir ve kötü bir yoldur. Ve hakk ile olmadıkça, Allah'ın haram kıldığı nefsi öldürmeyin. Ve kim zulüm edilerek öldürülürse, Biz onun velisine bir güç [yetki] vermişizdir. O da öldürmede aşırı gitmesin. Şüphesiz o [öldürülen/ veli] yardım olunmuştur. Ergenlik çağına erinceye kadar yetimin malına da yaklaşmayın. En güzel bir şekilde olması müstesna... Ahdi de yerine getirin. Şüphesiz ahitte [verilen sözde] sorumluluk vardır. Ölçtüğünüz zaman tam ölçün ve dosdoğru terazi ile tartın. Bu hem daha hayırlıdır ve tevil [sonuç, uygulama] olarak daha güzeldir. Ve hiç bilmediğin bir şeyin ardına düşme! Şüphesiz kulak, göz, gönül, bunların her biri ondan sorumludurlar. Ve yeryüzünde kibir ve azametle yürüme! Şüphesiz ki sen asla yeri yaramazsın ve boyca dağlara erişemezsin. Kötü olan bütün bunlar, Rabbinin katında hoşlanılmayan şeylerdir. (İsra/22- 38) Ve Rahman’ın kulları öyle kimselerdir ki onlar, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve cahil kimseler kendilerine lâf attığı zaman “Selâm!” derler. Onlar [Rahman’ın kulları], Rabblerine secdeler ve kıyamlar ederek gecelerler. Ve onlar [Rahman’ın kulları]; “Rabbimiz! Cehennem azabını bizden sav! Doğrusu onun azabı daimî bir helâktir. Orası cidden ne kötü bir karargâh, ne kötü bir ikametgâhtır!” derler. Ve o kimseler [Rahman’ın kulları], harcadıklarında israf etmezler, sıkılık da etmezler ve bu ikisi arasında bir denge olmuştur. Ve işte o kişiler [Rahman’ın kulları], Allah ile beraber başka bir ilâha yalvarmazlar. Allah’ın haram kıldığı canı öldürmezler. -Ancak Hakk ile öldürürler.- Zina da etmezler. -Ve kim bunları yaparsa, günahla karşılaşır. Kıyamet günü azabı kat kat olur ve orada, alçaltılarak sürekli olarak kalır. Ancak tövbe eden, iman eden ve salihi işleyenler müstesna. İşte Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Ve Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir. Ve her kim tövbe eder ve salihi işlerse, kesinlikle o, tövbesi kabul edilmiş olarak Allah’a döner.- Ve o kimseler [Rahman’ın kulları], yalan yere tanıklık etmezler, boş bir şeye rastladıkları zaman saygınca geçerler. Ve o kimseler [Rahman’ın kulları], kendilerine Rabblerinin ayetleri hatırlatıldığında ise, onlar üzerine sağırca ve körce yıkılmazlar [davranmazlar]. Ve o kişiler [Rahman’ın kulları], “Rabbimiz! Bize eşlerimizden ve nesillerimizden göz aydınlığı olacaklar ihsan et. Ve bizi müttekilere önder kıl!” derler. İşte onlar [Rahman’ın kulları], sabretmelerine karşılık ğurfede [cennetin en yüksek makamlarında], orada ebedî kalacaklar olarak mükâfatlandırılacaklar, orada hürmet ve selâmla karşılanacaklardır -orası ne güzel bir karargâh ve ne güzel bir ikametgâhtır!- (Furkan/63- 76) 14- Ve Biz insana, anası ve babasını tavsiye ettik: - Anası onu zayıflık üstüne zayıflıkla taşıdı. Onun sütten ayrılması da iki yıl içindedir.- “Bana, anana ve babana şükret [karşılık öde]!” Dönüş, ancak Banadır. 15 - Ve eğer ki o ikisi [ana-baba] bilmediğin bir şeyi bana ortak koşman üzerinde seni zorlarlarsa, onlara itaat etme. Ve dünyada onlarla iyi geçin ve bana yönelen kimselerin yolunu tut. Sonra dönüşünüz ancak banadır. Sonra da Ben size yapmakta olduğunuz şeyleri haber vereceğim. Bu ayetler, Lokman’ın oğluna öğütler verdiği pasaja ait değildir. Mushafı tertip edenler tarafından Lokman pasajının içerisinde tertip edilmiştir. Lokman ile ilgili pasajın daha iyi anlaşılması için bu iki ayeti Lokman pasajının tahlilinden sonra, şimdi ele alıyoruz. Bu ayetler Rabbimizin kendi açıklamalarıdır. Lokman’ın oğluna söyledikleriyle ilgili değildir. Rabbimizin ana-babaya iyilik edilmesi buyruğu, yalnız Allah’a kul olmak, Allah’ı tek rabb kabul etmek; O’nun astlarından hiçbir şeye ve kişiye kulluk etmemek şeklinde özetlenen tevhit inancından sonra bütün vahiylerin ikinci ilkesidir. Kur’an’dan anlaşıldığına göre bu ilke insanlığa gönderilen ilk vahiylerde de vardı. Bu ayetlerde beyan edilen ilkeler, Ankebut suresinde tek ayet olarak teyit edilmiştir. Ve Biz insana, ana -babasına iyi davranmasını tavsiye ettik. Eğer onlar, seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi Bana ortak koşman için gayret ederlerse, artık o ikisine itaat etme. Dönüşünüz ancak Banadır. O zaman, size yapmış olduklarınızı haber vereceğim. (Ankebut/8) Bu ayetlerde Rabbimiz anaya banaya nasıl davranılması gerektiği üzerinde durmuştur: Ve hani bir vakitler İsrailoğulları’ndan mîsak [kesin bir söz] almıştık: “Allah’tan başkasına kulluk etmeyeceksiniz, ana-babaya iyilik, yakınlığı olanlara, yetimlere, miskinlere de iyilik yapacaksınız, insanlara güzellikle söz söyleyinz salâtı ikame ediniz ve zekatı veriniz. Sonra çok azınız müstesna olmak üzere sırt çevirdiniz. Ve siz yüz çevirenlersiniz. (Bakara/83) De ki: “Geliniz, Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana babaya iyilik edin, imlak haşyetiyle [fakirlik endişesiyle/ fakirleştirirliriz korkusuyla] çocuklarınızı öldürmeyin. Sizi ve onları Biz rızıklandırıyoruz. Ve kötülüklerin açığına ve gizlisine yaklaşmayın. Haksız yere Allah'ın haram kıldığı nefsi öldürmeyin. İşte bunlar, aklınızı kullanasınız diye O’nun size vasiyet ettikleridir. (En’am/151) Ve senin Rabbin kesin olarak şunları gerçekleştirdi [karar altına aldı]: Kendisinden başkasına kul olmayın, anne ve babaya iyi davranın. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlığa ererse, sakın onlara “öf” deme, onları azarlama. Ve ikisine de kerim [onurlu, tatlı ve güzel] söz söyle. Ve merhametinden dolayı onlar için alçak gönüllülük kanatlarını indir. Ve de ki: “Rabbim! Onların beni küçükten terbiye ettikleri gibi, onlara rahmet et.” (İsrâ/23, 24) Ve Biz insana ana ve babasına ihsanı [iyilik yapmayı/ güzel davranmayı] tavsiye ettik. Anası onu zahmetle taşıdı ve zahmetle bıraktı [doğurdu]. Ve onun taşınması ve ayrılması otuz aydır. Nihayet insan olgunluk çağına ulaşıp, kırk seneye geldiğinde der ki: “Rabbim! Bana ve ana babama ihsan ettiğin nimetlerine şükretmemi ve senin hoşnut olacağın salihi işlememi sağla. Benim için soyumdan salih kimseler kıl. Şüphesiz ben sana yöneldim. Ve ben şüphesiz teslim olanlardanım.” (Ahkâf/15) Bu ayetlerde, gerek çocuğun doğumu ve büyütülmesi sürecinde, gerekse daha sonraki eğitim dönemlerinde annenin rolü babanınkinden fazla olduğu için anne ön plana çıkarılmıştır. |
![]() |
![]() |
![]() |
#2 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.076
Tesekkür: 3.618
1.093 Mesajina 2.442 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 ![]() |
![]()
6- Anne-Babaya İtaatin Sozkonusu Olmayacağı Yerler
Rabbimiz 15. ayette “Ve eğer ki o ikisi [ana-baba] bilmediğin bir şeyi bana ortak koşman üzerinde seni zorlarlarsa, onlara itaat etme. Ve dünyada onlarla iyi geçin ve bana yönelen kimselerin yolunu tut” buyurarak ana-babaya, öğretmene hangi şartlarda itaat edilmesi lazım geldiğini bildirmektedir. “Esbab-ı Nüzul” kayıtlarında (Vahıdi; Esbabü’n-Nüzul, s.198) her iki ayetin de Sa'd b. Ebi Vakkas ve annesi hakkında indiği zikre*dilmiştir. Merhum İzzet Derveze söz konusu olay hakkında şu bilgileri vermektedir: “Sa'd, Kureyş gençlerinden iman edenlerle birlikte gençliğinde iman eder. An*nesi onu İslam'dan döndürmek için uğraşmaya başlar. Onu açlık grevi yapmakla tehdid eder. Bu durum onda piskolojik bir krize dönüşmeye başlar. Allah bu iki ayeti indirerek anne babaya itaati ve onlara ihsanı, O'na şirk koşmama ve ihlâslı olma sınırları içerisin*de farz olduğunu emreder. Her iki ayetin içeriği ve siyakın münasebeti, rivayeti doğrula*maktadır. Ya da her ikisinin içeriği hatırlatma ve açıklama yoluyla, müşriklerden bir an*ne ya da baba ile mü'min çocuğu arasında geçen çekişmeye örnek bir tutum olarak işaret eder. Bu tutum Ankebut Suresi’nde şu ayetle tekrarlanmaktadır. "Biz insana, ana ba*basına iyilik etmeyi tavsiye ettik. Eğer onlar seni, [gerçekliği] hakkında hiçbir bilgin ol*mayan bir şeyi hana ortak koşman için zorlarlarsa [hu hususta] onlara itaat etme. Dö*nüşünüz banadır. O zaman size yaptıklarınızı haber veririm" (Ankebut/8). Bu ayet bizi, problemin sadece Sa’d'ın hiddeti ile şahsından üreyen bir problem olmadığını, birçok şahsın aynı probleme maruz kaldığını söylemeye götürmektedir. Siyer rivayetleri bunu açıklığa kavuşturmaktadır. Bu rivayetler, babalarının küfür ve şirk üzere kalmalarına rağmen Muhammedî risalete inanan birçok Kureyşli genci zikretmektedir. Bu kimseler ba*balarının işkence ve baskılarına maruz kaldılar. Bunun sonucu olarak Habeşistan'a hic*ret ettiler. Bunlara Halid b. Said b. As ve hanımı Emine bintu Halef, onun kardeşi ve hanımı Fatma bintu Safvan, Esved b. Nevfcl b. Huveylid, Amir b. Ebi Vakkas, Matlab b. Avl ve hamını Remle bintu Ebi Avf, Ubeydullah b. Cahş ve hanı*mı Remle bintu Ebi Süfyan, Osman b. Rebia, Muamer b. Abdullah, Malik b. Rabia, İbn Kays b. Abduşems ve hanımı Amrah, Yezid b. Zumah b. Esved ve diğer bazı isimler -Allah onlardan razı olsun- örnek olarak ve*rilebilir. Sa'd hakkında şu rivayet edilir: "Annesi oğluna dininden dönmesi için ısrarını artırınca ona şöyle der: 'Yemek yemeyeceğim, ta ki helâk oluncaya kadar... İnsanlar da seni kınasın'. O da annesine şöyle karşılık verir. ‘Ey Anacığım, Allah'a yemin ederim ki, yüz canım ol*sa ve bunlar teker teker bedenimden çıksa, ben dinimi terk etmeyeceğim.’ Bu konu ile ilgili nebevi siret sayfalarında güzel tablolar vardır. İman eden gençler ilk anda kendilerini zor durumda buldular. Çünkü İsra ve En'am surelerindeki ayetler, anne ve babalarına kesin iyilik ve ihsanda bulunmalarını emretmek*teydi. Bu zor durumlarını Allah Rasulü'ne açıkladılar. Kur'an'ın hikmeti gereği, bu ayetler zorluğu kaldırmak için indirilmiştir. (Derveze; Tefsirü’l-Hadis) “Anaya babaya iyi davranmak” konusu daha evvel İsra Suresinin tahlilinde de ele alınmıştı. Önemine binaen konunun oradan (Tebyînü’l_Kur’an; c:4 s:323, 324) tekrar okunmasının yararlı olacağını düşünüyoruz. 20 – Allah’ın, göklerde ve yeryüzünde de ne varsa hepsini sizin için boyun eğdirdiğini görmediniz mi? Ve O [Allah], gizli ve açık olarak nimetlerini üzerinize yaymıştır. İnsanlardan kimi de var ki, bilgisiz, kılavuzsuz ve aydınlatıcı bir kitapsız Allah hakkında mücadele ediyor [tartışıyor]. 21 - Ve onlara: “Allah'ın indirdiğine tabi olun!”dendiği zaman: “Aksine, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız” dediler. Ya şeytan onları cehennemin azabına çağırıyor idiyse! 14 ve 15. ayetlerde (Bize göre 18 ve 19. ayetlerde) “Ve Biz insana, anası ve babasını tavsiye ettik: - Anası onu zayıflık üstüne zayıflıkla taşıdı. Onun sütten ayrılması da iki yıl içindedir. – “Bana, anana ve babana şükret [karşılık öde]!” Dönüş, ancak Banadır. Ve eğer ki o ikisi [ana-baba] bilmediğin bir şeyi bana ortak koşman üzerinde seni zorlarlarsa, onlara itaat etme. Ve dünyada onlarla iyi geçin ve bana yönelen kimselerin yolunu tut. Sonra dönüşünüz ancak banadır. Sonra da Ben size yapmakta olduğunuz şeyleri haber vereceğim” denilerek evlat ile ana-baba arasındaki ilişkinin oturacağı temel inşa edilmiş, 20 ve 21. ayetlerin oluşturduğu bu pasajda ise bir genelleme yapılarak tüm insanlardan Allah’ın ayet ve ibretlerine göz atmaları, bu lütuf ve nimetlerden ibret almaları istenmiştir. Pasajın ilk ayetinden anlaşıldığına göre, Allah göklerde ve yeryüzünde cereyan eden bütün oluşumları ve bu oluşumların bağlı olduğu yasaları insanların emrine vermiştir. Bu hatırlatmadan alınması gereken temel mesaj, insanın gördüğü, görmediği veya göremediği nice nimetlerin Allah tarafından kendisi için önceden hazırlandığını ve nimetler içinde yaşayabileceği bir maddî çevrenin cömertçe önüne serildiğini ibret nazarlarıyla tefekkür etmesi, tabiatı araştırarak bilimsel bilgi üretmesi, evrenle ilgili verileri doğru değerlendirerek Allah’ın varlığı ve birliği hakkında doğru bir inanca ulaşması gerektiğidir. “İnsanlardan kimi de var ki, bilgisiz, kılavuzsuz ve aydınlatıcı bir kitapsız Allah hakkında mücadele ediyor [tartışıyor]. Ve onlara: ‘Allah'ın indirdiğine tabi olun!’ dendiği zaman: ‘Aksine, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız’ dediler. Ya şeytan onları cehennemin azabına çağırıyor idiyse!” Pasajdaki bu ifadelerde ise elinde bilgi, belge, kitap olmadan körü körüne atalarını taklit eden müşrikler kınanarak insanlar düşünmeye davet edilmektedir. Her iki ayetin de müşriklerin liderlerinden Haris b. Nadir ve başkaları hakkında indirildiği rivayet edilmektedir (Mukatil). Bu kişi veya kişiler, Allah'ın sıfatları, meleklerin şe*faati, o anki Allah inançları, kendilerinin ve babalarının takip ettikleri yolun uyulmaya en uygun yol olduğu konularında peygamberimizle tartışıyorlardı. Atalarının gidişatına sığınarak ilahi uyarıya karşı çıkanlar başka ayetlerde de kınanmıştır: Ve onlara: “Allah’ın indirdiğine uyun.” dendiği vakit, “Aksine biz, atalarımızı neyin üzerinde bulduysak ona uyarız.” dediler. Ataları bir şeye akıl erdirmez ve doğru yolu bulmaz idiyseler de mi? (Bakara/170) Ve onlara: “Allah’ın indirdiğine ve Elçi’ye gelin” dendiği zaman: “Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter” derler. Ataları bir şey bilmeyen ve doğru yolu bulmayan kimseler olsa da mı? (Maide/104) Ve işte böyle Biz, senden önce de hangi kente bir uyarıcı göndermişsek, mutlaka oranın şımarık varlıklı kimseleri: “Şüphesiz biz babalarımızı bir ümmet [önderli toplum] üzerinde bulduk. Biz de kesinlikle onların izlerine uyanlarız.” demişlerdi. O [Gönderilen uyarıcı]; “Eğer size babalarınızı üzerinde bulduğunuz şeyden daha doğrusunu getirmişsem de mi?" dedi. Onlar: “Şüphesiz biz sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeyi inkâr edenleriz” dediler. (Zuhruf/23, 24) İnsanlardan bazıları da Allah hakkında bilgiden başka şeyle tartışır. Ve tüm azılı şeytanı izlerler. (Hacc/3) İnsanlardan bazıları da Allah hakkında bilgiden başka şeyle; kılavuz olmadan, aydınlatıcı bir kitap olmadan tartışırlar. (Hacc/8) 22 – Ve her kim muhsin olarak [iyilik-güzellik üreterek] yüzünü [kendini] Allah’a teslim ederse, işte o, gerçekten en sağlam kulpa yapışmıştır. Bütün işlerin akıbeti yalnızca Allah’a aittir. 23 - Kim de inkâr ederse, artık onun inkârı seni üzmesin. Onların dönüşü yalnızca Biz’edir. O zaman Biz onlara yaptıkları şeyleri haber vereceğiz. Gerçekten Allah, kalplerin özünü çok iyi bilendir. 24- Biz onları biraz yararlandırırız. Sonra kendilerini yoğun bir azaba doğru zorlarız. Bir önceki pasajda “İnsanlardan kimi de var ki, bilgisiz, kılavuzsuz ve aydınlatıcı bir kitapsız Allah hakkında mücadele ediyor [tartışıyor]. Ve onlara: ‘Allah'ın indirdiğine tabi olun!’ dendiği zaman: ‘Aksine, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız’ dediler” denilerek cahil insan inanç konusundaki temelsiz yaklaşımından dolayı eleştirilerek kınanmıştı. 22. ayette de, yukarıda söz konusu edilen nimetler karşısında kendilerini Allah’a teslim edenlerin, O’nun koyduğu ilkeleri benimseyip hayatlarını ona göre düzene koyanların sağlam bir kulpa yapıştıkları, böylece kendilerini kötü akıbetten kurtardıkları mesajı verilmektedir. 23 ve 24. ayetlerde ise aksi davranışta bulunanların durumu ele alınmakta ve nankörlük eden kimselerin az bir kazanıma sahip olsalar bile mutlaka kötülüklerinin karşılıklarını bulacakları bildirilmektedir. Ayrıca Resulullah’ın bu cahillerin davranışlarından üzülmemesi istenmektedir. Dünyada suçluların, kâfir ve müşriklerin bir müddet faydalandırılması da Allah’ın kurallarından birisidir: De ki: “Şu, Allah’a yalan uyduran kimseler kesinlikle kurtulamazlar. (O şeyler) dünyada bir kazanımdır. Sonra dönüşleri yalnızca Biz’edir. Daha sonra da inkâr ettikleri şeyler nedeniyle kendilerine o çetin azabı tattıracağız. (Yunus/69, 70) Dinde zorlama yoktur; rüşd ğayden [iman küfürden, iyi kötüden, güzel çirkinden, doğruluk sapıklıktan] iyice ayrılmıştır. O halde kim tağutu tanımayıp Allah’a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. (Bakara256) Buna rağmen eğer seninle tartışırlarsa de ki: “Ben kendimi Allah’a teslim ettim. Bana uyanlar da.” Kitap verilenlere ve ümmilere/Anakentliler’e: “Siz de teslim oldunuz mu?” de. Eğer teslim olurlarsa doğru yola ermişlerdir. Ve eğer sırt çevirirlerse sana düşen sadece tebliğ etmektir/mesajı iletmektir. Allah, kullarını en iyi şekilde görendir. (Al-i Imran/20) Hayır, aksine kim iyi davranan olarak yüzünü Allah’a teslim ederse, işte onun Rabbi katında ecri vardır. Onlara hiçbir korku da yoktur ve onlar üzülmezler de. (Bakara/112) Ve her kim mümin olarak salihattan işlerse, artık o, bir haksızlıktan ve hakkının yenileceğinden korkmaz. (Ta-Ha/112) Ve siz salâtı ikame edin ve zekâtı verin! Kendiniz için önceden her ne iyilik yaparsanız, Allah katında onu bulursunuz. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı en iyi görendir. (Bakara/110) 23. ayetteki “Kim de inkâr ederse, artık onun inkârı seni üzmesin. Onların dönüşü yalnızca Biz’edir. O zaman Biz onlara yaptıkları şeyleri haber vereceğiz” ifadesiyle peygamberimiz teselli edilmekte ve bir bakıma “Kendisine acımayana sen niye acıyorsun! Sen onları cezalandıramazsın da” denilmektedir. Daha önce detaylı olarak da ortaya koyduğumuz gibi, Rasülüllah birçok ayette teselli edilmiştir. Al-i Imran/176, En'am/33, Yunus/65, Kehf/5- 6, Şuara/3 ve Ya Sin/76 bunlardan bazılarıdır. “Onların dönüşü yalnızca Biz’edir. O zaman Biz onlara yaptıkları şeyleri haber vereceğiz” ifadesiyle, herkesin Allah’a döneceği, yaptıklarının ya da planladıklarının hesabını vereceği, Allah’tan saklamanın ve saklanmanın mümkün olmadığı belirtilerek Resulullah’a işi Allah’a bırakması gerektiği mesajı verilmektedir. 25 – Yine ant olsun ki, onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan, kesin “Allah” diyeceklerdir. De ki: “Allah'a hamd olsun!” Aslında onların çoğu bilmezler. 26 - Göklerde ve yerde olan şeyler sadece Allah'ındır. Şüphesiz Allah, Ğaniyy’dir [zengindir, hiçbir şeye muhtaç değildir], Hamîd’dir [daima övülmeye lâyıktır]. 21. ayette Rabbimiz, müşriklerin “Aksine, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız” dediklerini naklederek onları “Ya şeytan onları cehennemin azabına çağırıyor idiyse!” diyerek kınamıştı. 25 ve 26. ayetlerde ise müşriklerin tutarsızlıklarını yüzlerine vurarak bir bakıma “Mademki yerin, göklerin yaratıcısı Allah’tır, bunu biliyor ve kabul ediyorsunuz, öyleyse niye sadece ona kulluk etmiyor da bir takım nesnelere yöneliyorsunuz. Göklerdeki ve yerdeki her şey sadece O’nun değil mi? Unutmayın, şüphesiz Allah, Ğaniyy’dir [zengindir, hiçbir şeye muhtaç değildir], Hamîd’dir [daima övülmeye lâyıktır]” demektedir. Yine ant olsun ki onlara, "Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı kim kontrol altına aldı?" diye sorsan kesinlikle, "Allah" derler. O halde nasıl çevriliyorlar? (Ankebut/61) Ve Ant olsun, eğer onlara sorsan: “Kim gökten suyu indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltti?” Mutlaka, “Allah” diyeceklerdir. De ki: “Hamd Allah’a özgüdür”. Bilakis onların çoğu akıllarını kullanmazlar. (Ankebut/63) 21. ayetin sonundaki “Şüphesiz Allah, Ğaniyy’dir [zengindir, hiçbir şeye muhtaç değildir], Hamîd’dir [daima övülmeye lâyıktır]” ifadesi ile “Allah’ı Rabb olarak tanımasanız da, hamd etmeyip nankörlük etseniz de Allah size muhtaç değildir. Eğer tevhide yönelip şükür ve hamd ederseniz, kendi kazancınızadır. Allah’a herhangi bir zarar veremezsiniz. Tüm sonuçlar size yöneliktir” mesajı vermektedir. Ayetlerden anlaşıldığına göre, mesele Allah'ın kâinatın yaratıcısı olduğunu kabul edip etmeme meselesi değildir. Müşrikler bunu kabul etmekte ve herhangi bir itirazda bulunmamaktadırlar. Problem, Allah’ı yerin ve göğün [evrenin] Rabbi olarak kabul etmemeleridir. Onlara göre, Allah evreni yarattıktan sonra evren ile alakasını kesmiştir. Ne evrene, ne de insanların hayatına karışmaktadır. Hâlbuki Allah yarattığı varlıklarla ilişkisini kesmemiştir. Rablik yetkilerini herhangi bir varlığa, kişiye ve nesneye devretmemiştir. Evreni bir plân ve program çerçevesinde terbiye etmeye devam etmektedir. Tasarruflarında herhangi bir ortağı yoktur. Aklı olan herkes bunu idrak etmelidir. 27- Ve eğer, şüphesiz yeryüzünde ağaçtan ne varsa kalem olsa, deniz de arkasından yedi deniz katılarak onun mürekkebi, Allah'ın sözleri tükenmezdi. Şüphe yok ki Allah Aziz’dir, Hakîm’dir. Önceki ayetlerde Allah’ın sonsuz kudretine değinildikten sonra bu ayette de kudretinin sınırsızlığı ve azameti açıklanmaktadır. Birçok yerde ifade ettiğimiz gibi, klâsik Arapçada “yedi” sayısı çokluktan kinaye olarak kullanılır. “yedi sülâle”, “yediden yetmişe” gibi... “Yedi deniz” ifadesi de aynı mahiyette olup binlerce, on binlerce demektir. Bu bir abartı değil, Rabbimizin gerçek ilâhlığının, sonsuz ilim ve kudretinin vurgulanmasıdır. Bu mesaj Kehf suresinde şu şekilde verilmiştir: “De ki: Rabbimin sözleri için deniz mürekkep olsa, Rabbimin sözleri bitmeden önce deniz tükenirdi, hatta bir o kadarını daha getirsek bile...” (Kehf/109) “Esbab-ı Nüzul” nakillerine göre bu ayetin inişi ile ilgili şu nakiller söz konusudur: İbn Abbas’tan bir rivayete göre, Yahudi hahamları Medine'de Allah Rasûlü’ne “Ey Muhanımed! ‘Size ilimden ancak çok az bir şey verilmiştir’ sözünle sen bizi mi, yoksa kavmini mi kast ediyorsun?” demişlerdi. Allah Resulü “Asla!” buyurdu. Onlar “Sana gelenler içinde bize her bir şeyin açıklamasını ihtiva eden Tevrat'ın verildiğini okumuyor musun?” deyince Allah Resulü de: “Şüphesiz bu, Allah'ın ilmine göre azdır. Sizin sahip olduğunuz ilim size yetecek miktardadır” buyurdu. Allah Teâlâ da peygamberine onların sordukları konuda ‘Şayet yeryüzündeki ağaçlar kalem olsa...’ ayetini indirdi. (İbn İshâk) Ancak söz konusu naklin doğru olması halinde bu ayetin Mekke'de değil, Medine'de nazil olduğunun kabul edilmesi gerekir. Bir topluluk da şöyle demiştir: Kureyş “Muhammed'in bu sözleri bitecek ve sonu gelecektir” deyince, bu âyet-i kerîme nazil olmuştur. es-Süddî de şöy*le demiştir: Kureyş, “Muhammed'in sözleri ne kadar da çoktur!” deyince, bu âyet-i kerîme nazil olmuştur. (Kurtubi; el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an) 28 - Sizin yaratılmanız ve ölümden sonra diriltilmeniz ancak bir tek kişininki gibidir. Şüphesiz Allah en iyi işiten, en iyi görendir. Bu ayette, yerin ve göklerin Allah tarafından yaratıldığını kabul ettikleri halde öldükten sonra diriltilmeyi kabul etmeyenlere hitap edilmektedir. Rabbimiz tüm insanların yaratılmasının ve yeniden diriltilmesinin tek kişininki kadar basit olduğunu vurgulayarak buna inanmayan müşriklere yeniden yaratılıp hesaba çekilecekleri mesajını vermektedir. İşte o, bir tek haykırıştır. Bir de bakmışsın onlar meydandadır. (Naziat/13, 14) Ve buyruğumuz, ancak, göz kırpması gibi bir tekdir. (Kamer/50) Şüphesiz ki O bir şeyi dilediğinde, O’nun buyruğu / işi o şeye “Ol!” demektir; o da hemen oluverir. (Ya Sin/82) Konumuz olan ayetin inişi ile ilgili olarak şu olay nakledilmiştir: Âyet-i Kerîme Ubeyy b. Halef, Ebu'l-Esedeyn ile el-Haccac b. es-Sebbak'ın oğulları Münebbih ile Nubeyh hakkında inmiştir. Bunlar Peygamber [sav]'a şöyle demişlerdi: “Yüce Allah bizleri halden hale geçirerek yarattı. Önce bir nutfe, sonra sülük gibi bir kan pıhtısı, sonra bir çiğnem et, sonra bir kemik olduk. Bu sefer sen kalkmış, hep birlikte ve bir anda yeniden diriltilip yara*tılacağımızı söylüyorsun.” Bunun üzerine Yüce Allah: "Sizin yaratılmanız ve öldükten sonra diriltilmeniz ancak bir can gibidir" buyruğunu indirdi. Çün*kü kullar için zor gelen herhangi bir şey, Yüce Allah'a zor gelmez. Onun bü*tün kâinatı yaratması tıpkı bir tek canı yaratması gibidir. Muhakkak Allah söyledikleri her şeyi İşiten’dir, yaptıkları her şeyi Gören’dir. (Kurtubi; el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an) 29 - Görmedin mi ki, Allah geceyi gündüze sokuyor, gündüzü geceye sokuyor. Güneş ve ayı müsahhar kılmıştır [emrine boyun eğdirmiştir]. Hepsi adı belirlenmiş bir ecele akıp gidiyor. Ve şüphesiz Allah, yaptıklarınıza hakkıyla haberdardır. 30 - Bu da şundandır ki, şüphesiz Allah hakkın ta kendisidir. Ve onların, O'nun [Allah’ın] astlarından yakardıkları kesinlikle batıldır. Ve şüphesiz ki Allah, en yücenin, en büyüğün ta kendisidir. Bu ayetler ile bundan önceki ayetler arasında kopmaz bir bağlantı vardır. Bundan önceki ayetlerin içerdiği mânâlar bu ayetlerde ispatlanmaya, pekiştirilmeye devam edilir. Gece ve gündüzün oluşumu, güneş ve ayın O’nun kontrolü altında olması, her şeyi noksansız bilip görmesi hep Allah’ın gerçek güç oluşundan kaynaklanmaktadır. Ayetteki “Hepsi adı belirlenmiş bir ecele akıp gidiyor” ifadesi, gökteki varlıkların da insanlar tarafından uzaya fırlatılmış yapay uydular gibi süreli olduklarına, süreleri bitenin yok olup gideceğine işaret etmektedir. Allah tek gerçek varlıktır. O’nun dışındakiler batıldır; hepsi de güçsüz, yok olmaya mahkûm, ebedi olmayan varlıklardır. Gökte ve yerde olan şeyleri Allah’ın kesinlikle bildiğini bilmez misin?. Şüphesiz bu bir kitaptadır. Şüphesiz bu Allah’a çok kolaydır. (Hacc/70) Allah, yedi göğü ve yerden de onlar kadarını yaratandır Allah’ın her şeye kâdir olduğunu ve Allah’ın bilgisinin, her şeyi kuşattığını bilesiniz diye buyruk bunlar arasında iner durur. (Talak/12) Ayette Güneş ve Ay özellikle bir arada zikredilmiştir. Çünkü her ikisi de göğün önde gelen cisimleridir. O kadar ki, en eski dönemlerden beri insanoğlu her ikisine de tapmaya kalkışmıştır. Ne yazık ki, bugün bile birçok kimse için durum böyledir. 29. ayette ayrıca gece ile gündüz arasındaki ilişkiden söz edilerek bunun insanı Allah’ı tanımaya sevk eden bir ayet olduğuna işaret edilmektedir. Bu mesajın daha açık olarak verildiği ayetler Kasas suresindedir: De ki: “Gördünüz mü [Düşündünüz mü hiç], eğer Allah üzerinizde geceyi ta kıyamet gününe kadar aralıksız devam ettirse, Allah’tan başka size ışık getirecek ilâh kimdir? Hâlâ kulak vermeyecek misiniz?” De ki: “Gördünüz mü [Düşündünüz mü hiç], eğer Allah üzerinizde gündüzü ta kıyamet gününe kadar aralıksız devam ettirse, Allah’tan başka, istirahat edeceğiniz geceyi size getirecek ilâh kimdir? Hâlâ görmeyecek misiniz?” (Kasas/71, 72) 31- Ayetlerini size göstermek için, şüphesiz, Allah’ın nimetiyle geminin denizde kayıp gittiğini görmedin mi? Şüphesiz bunda, tüm çok sabırlı ve çok şükreden için, ayetler vardır. 32- Ve gölgeler gibi bir dalga onları bürüdüğünde, O’nun için dini arındırarak Allah’a yalvarırlar. Ama ne zaman ki karaya çıkararak kurtardı, onlardan bir kısmı orta yolu tutar [iman ile küfür arasında bir yol tutar]. Ve bizim ayetlerimizi ancak, tam hain ve tam nankör bile bile inkâr eder. Bu ayetlerde Rabbimiz sonsuz gücünü sergilemeye devam etmektedir. Gökteki güneş ve ay gibi, denizdeki gemi de Allah’ın kudretiyle akıp gitmektedir. Hepsi de O’nun koyduğu yasalara göre hareket etmektedir. Allah’ın güç ve kudretini gösteren bu ayetlerde insanlar için nice ibretler vardır. 32. ayette geçen “bir kısmı orta yolu tutar [iman küfür arasında bir yol tutar]” şeklindeki ifadenin bel kemiği “muktesıt” sözcüğüdür. Bu sözcük daha evvel Fatır suresinde yer almış ve meseleyi orada (Tebyinü’l-Kur’an; c:3, s:444) detaylandırmıştık. Ancak önemine binaen kısaca tekrar ediyoruz: 32. ayette bildirilen “muktesit”ler, orta yolu tutanlar; iman ile küfür arasında bir yol tutanlar; hem inanmış hem inanmamış olanlardır. Ve hiç kuşkusuz eğer onlar Tevrat’ı, İncil’i ve kendilerine Rabblerinden indirileni [Kur’an’ı] ayakta tutsalardı, elbette üstlerinden ve ayaklarının altından yiyeceklerdi [besleneceklerdi]. Onlardan bir kısmı orta yol tutan [bazısına inanıp bazısına inanmayarak orta yol tutan] bir ümmettir. Onlardan çoğunun yapmakta oldukları da ne kötüdür! (Maide/66) |
![]() |
![]() |
![]() |
#3 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.076
Tesekkür: 3.618
1.093 Mesajina 2.442 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 ![]() |
![]()
“Muktesit”lerin kimler oldukları ise Nisa suresinde açıklanmıştır:
Allah’ı ve peygamberlerini inkâr ederek kâfir olan, “Biz, bir kısmına inanırız bir kısmına inanmayız” diyerek Allah ve elçisinin arasını ayırmaya kalkışan ve böylece imanla küfür arasında bir yol tutmaya çalışan kimseler var ya, işte onlar gerçek kâfirlerin ta kendileridir. Biz o kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır. (Nisa/150–151) Görüldüğü gibi, Nisa/150-151’deki sınıflamada kâfirler “zalim” ve “muktesit” olarak iki grupta toplanmış, müminler ise “hayırlarda önde giden” nitelemesi ile tek grup olarak gösterilmiştir. Bu sınıflamaya göre iman konusunda orta yol, ılımlılık yoktur; iman uç noktadır ve sentez kabul etmez. İnsanın ikiyüzlülüğü ile ilgili Kur’an’da onlarca ayet vardır. Bu konuya ait birkaç tanesini hatırlatmakla yetiniyoruz: Ve denizde size bir zarar dokunduğunda, o yalvardığınız kişiler kaybolup giderler. O, müstesna [kaybolmaz]. Sonra O, sizi karaya çıkararak kurtarınca, yüz dönersiniz. Ve insan, çok nankördür! (İsrâ/67) İşte gemiye bindiklerinde, dini yalnız O’na özgü kılarak Allah’a yalvarırlar. Sonra ne zaman ki onları karaya çıkarıp kurtardı, bir de bakarsın ki onlar, şirk koşuyorlar. (Ankebût/65) O [Allah], size karada ve denizde yolculuk ettirendir. Gemilerde bulunduğunuzda gemiler içindekileri tatlı bir rüzgârla götürür. Onlar [yolcular] neşelendiklerinde, şiddetli bir fırtına gelip çatar, dalgalar her mekândan gelir. Ve onlar, çepeçevre kuşatıldıklarını anlayınca, dini Allah için arındıranlar olarak O’na yalvarırlar: “Bizi bundan kurtarırsan, hiç kuşkusuz, şükredenlerden [karşılığını ödeyenlerden] oluruz.” Sonra ne zaman ki Biz onları oradan kurtardık, kurtulur kurtulmaz yeryüzünde haksız yere taşkınlıklar yaparlar. —Ey insanlar, taşkınlığınız şu basit hayatın kazanımı olarak sırf kendi zararınızadır. Sonra dönüşünüz sadece Bizedir. Sonra Biz yapmış olduklarınızı size haber vereceğiz.- (Yûnus/22- 23) 33 - Ey insanlar! Rabbinize takvalı davranın. Ve babanın çocuğuna hiçbir fayda vermediği, çocuğun da babasına hiçbir şeyle fayda sağlamadığı günden ürperin. Şüphesiz Allah'ın vaadi gerçektir. O halde basit yaşam sizi aldatmasın. Ve sakın o çok aldatıcı sizi Allah ile aldatmasın. 34 - Şüphesiz ki Allah, saatin [kıyametin kopuş zamanının] bilgisi yanında olandır. Ve yağmuru O yağdırır, rahimlerde olan şeyleri O bilir. Ve kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Kimse hangi yerde öleceğini de bilmez. Şüphesiz ki Allah en iyi bilendir, en iyi haberi olandır. Surenin bu son ayetleri tüm insanlara hitap etmektedir. İnsanlar takvaya, kendilerini koruma altına almaya davet edilerek kimseye yardım edilmeyecek olan o güne haşyet duymaya çağırılmaktadır. Allah’ın vaadinin gerçek olduğu bildirilmekte, kimsenin dünya hayatına aldanmaması, özellikle de hiçbir aldatıcının Allah ile aldatmasına kanılmaması istenmektedir. Kıyametin bilgisi sadece Allah’ın nezdindedir. O her şeyi noksansız bilmektedir. Yağmuru O yağdırmaktadır, rahimlerdekini de O bilmektedir. İnsanlar ise gelecekte kendilerini nelerin beklediğini, ne yapacaklarını ve nerede öleceklerini kesinlikle bilememektedirler. Bu yönde mesajlar veren sure, Allah’ın insanların her yaptığından haberdar olduğunu vurgulayarak sona ermektedir. İnsan sosyal bir varlıktır. Bu nedenle de, ana-baba, kardeşler, evlâtlar, arkadaşlar, öğretmen, öğrenci ve komşulardan oluşan sosyal bir çevreye sahiptir. Karşılıksız sevgi ve saygı ile en sıkı bağlar ana-baba ve çocukları arasındadır. Ayetten anlaşıldığına göre, diriliş günü baba ile oğul bile birbirine yardım edemeyecektir. Durum böyle olunca el ele nasıl yardım edecektir? 33. ayette müminler aldatılmaya karşı iki kez peş peşe uyarılmaktadır. Bu aldatmalardan ilki, insanı geçici dünya çıkarlarının aldatmasıdır. İkincisi ise herhangi bir “Aldatıcı”nın insanı Allah’ı malzeme yaparak aldatmaya kalkışmasıdır. İnsan ne dünyevi menfaatlerin kendisini aldatmasına müsaade etmeli, ne de Allah’ın rızasını gözetiyormuş havasını veren aldatıcılara aldanma durumuna düşmelidir. Mümin her iki durumda da aldatılmaya karşı uyanık olmalıdır. Ayette konu edilen “Aldatıcı” varlık, “kötü birisi [şeytan]” olabileceği gibi, insanın nefsi [ham düşüncesi, İblis] veya bu özellikteki bir birey veya grup da olabilir. Bu ayetin bir benzeri de Fatır suresindedir: Ey insanlar! Hiç şüphesiz, Allah’ın vaadi gerçektir. Onun için bu basit yaşam sizi aldatmasın! Ve sakın o aldatıcı sizi Allah ile aldatmasın! (Fatır/5) Rabbimiz, çeldiricilerden biri olan “basit yaşam” konusunda birçok ayetiyle uyarıda bulunmuş ve bu dünyadaki yaşam uğruna ebedî olan ahiret yurdunun feda edilmemesini istemiştir. “Aldatıcı”nın insanları “Allah ile aldatması” ise Allah’ın emretmediği veya yasaklamadığı herhangi bir hususu bilgisiz ve bilinçsiz kimselere Allah adına emretme veya yasaklama girişimidir. Allah’ın Rahman, Rahîm, Ğafur ve Vekil gibi sıfatlarını çarpıtarak insanların Allah’ın bu sıfatlarının çarpıtılmış hâline güvenmelerini sağlamak ve böylece günaha ve şirke girmelerine yol açmak da yine “Allah ile aldatma” kapsamındadır. Herkesin bu konuda çok dikkatli ve uyanık olması gerekir. Çünkü bu tip aldatmalar genellikle “din adamı” kisveli kişilerce yapılmaktadır. Rabbimiz Kur’an’da bu konu üzerinde çokça durmuştur: Artık yazıklar olsun o kimselere ki, kendi elleriyle kitap yazarlar da sonra biraz paraya satmak için “Bu Allah katındandır” derler. Artık o elleriyle yazdıkları yüzünden onlara yazıklar olsun, o kazandıkları şeyler yüzünden yazıklar olsun onlara! (Bakara/79) Ve onlardan [Kitap ehlinden], o kitaptan olmamasına rağmen, siz onu kitaptan sanasınız diye, dillerini kitaba doğru eğip büken bir güruh vardır. O, Allah katından olmadığı hâlde; “Bu, Allah katındandır” derler. Kendileri bilip dururken, Allah’a karşı yalan söylerler. (Âl-i Imran/78) Ayetteki “ الغرورğarur [aldatan]” sözcüğünün sadece İblis’i işaret ettiğini düşünmek isabetli değildir. Aldatıcının Kur’an’daki ilk örneği şüphesiz İblis’tir. O, Âdem ve eşine “Rabbiniz, başka bir sebepten dolayı değil, sırf ikinizin de birer melek / melik olmanız ya da ebedî kalıcılardan olmanız için sizi şu ağaçtan men etti” demek suretiyle Allah adına vesvese vermiş ve uydurduğu yalanla her ikisini de aldatmıştır. Ancak Kur’an’da şeytanların da aldatıcı olduğu bildirilmektedir. Dolayısıyla buradaki “ğarur [aldatan]” sözcüğü hem İblis’i hem de tüm insan şeytanları ifade etmektedir: O [Şeytan] onlara vaat eder ve onları kuruntulandırır. Oysa şeytan onlara aldatmadan başka bir şey vaat etmez. (Nisa/120) “Onlardan gücünü yetirdiklerini sesinle sars! Atlıların ve yayalarınla onların üzerine yaygara kopar! Mallarda ve çocuklarda onlara ortak ol! Ve onlara vaatlerde bulun!” Ve şeytan onlara aldatmadan başka bir şey vaat etmez. (İsra/64) O gün münafık erkekler ve münafık kadınlar o iman edenlere: “Bize bakın da sizin nurunuzdan alalım” derler. Denildi ki; “Arkanıza dönün de nur arayın!” sonra da aralarına içinde rahmet, dışında da azap olan kapılı bir sur vurulur [çekilir]. Onlara; “Biz sizinle beraber değil miydik?” diye seslenirler. Onlar [Müminler]: “Evet ama siz kendi canlarınızı ateşe attınız, gözlediniz, şüpheye düştünüz ve kuruntular sizi aldattı. Nihayet Allah’ın emri gelip çattı. O çok aldatan da sizi Allah ile aldattı. (Hadid/13, 14) 34. ayetle ilgili olarak “beş bilinmeyen” diye bir kavram icat edilmiştir. Hâlbuki ayette “beş bilinmeyen” diye bir kategoriden bahsedilmez. Bu yanlış anlayış kapsamında şöyle bir nakil vardır: “Ha*ris bin Amr adında bir bedevi, Hz. Peygamber'e gelir ve şu soruları so*rar: "Kıyamet ne zaman kopacak? Ülkemiz kuraktır, yağmur ne zaman yağacak? Karım gebedir, erkek mi kız mı doğuracak? Nerede doğduğu*mu bilmiyorum, acaba nerede öleceğim?" Bu sorular üzerine bu ayet indirilmiştir.” (Mukatil; Vahıdi, Esbabu’n-Nüzul, s.199) Bu ayette üzerinde durulan konular şunlardır. 1- Kıyametin Kopacağı Anı Sadece Allah Bilir. Bunun böyle olduğuna dair Kur’an’da onlarca ayet mevcuttur. Biz sadece bir tanesini vermekle yetiniyoruz: Sana Saat'ten soruyorlar: “Ne zaman gelip çatacak?” De ki: “Onun bilgisi yalnızca Rabbimin katındadır. Onun vaktini Kendisinden başkası açıklayamaz. Göklerde ve yerde ağır basmıştır. O size ansızın gelir.” Sanki sen onu çok iyi biliyormuşsun gibi onu sana soruyorlar. De ki: “Onun bilgisi Allah katındadır. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (A’raf/187) Ayrıca Ahzab/63, Naziat/42 ve Ta Ha/15’e bakılabilir. 2- Yağmuru Allah Yağdırır 33. ayette yağmurun ne zaman yağacağından ve kulların yağmurun ne zaman yağacağını bilmediklerinden, bilemeyeceklerinden bahsedilmez. Bildirilen sadece yağmuru yağdıranın Allah olduğudur. Bununla yeryüzünü canlandıranın Allah olduğu; O’nun insanları da ahirette aynen bu şekilde canlandıracağı mesajı verilir. Halbu ki onlar, önceden; daha önce üzerlerine indirilmeden evvel kesinlikle ümit kesenlerdiler. Öyleyse Allah’ın rahmetinin eserlerine bir bak; yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor? Şüphe yok ki O, mutlaka ölüleri diriltir ve O her şeye gücü yetendir. (Rum/49, 50) O, ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarır ve yeryüzüne ölümünden sonra hayat verir. Sizler de işte öyle çıkarılacaksınız. (Rum/19) Ve O, yaratmayı başlatan, sonra onu çevirip yeniden yapandır. Ve bu O'na çok kolaydır. Ve göklerde ve yerde en yüce örnek O'nundur. O çok güçlüdür, hikmet sahibidir. (Rum/27) De ki: "Yeryüzünde gezip dolaşın da, O’nun yaratmaya nasıl başladığına bir bakın. Sonra Allah, son yapıyı inşa edecektir. Şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir. (Ankebut/20) 3- Rahimlerde Olan Şeyleri Allah Bilir Burada konu edilen şey de çocuğun cinsiyeti veya ileride iyi veya kötü insan olup olmayacağı değildir. Bilindiği gibi, modern cihazlar sayesinde rahimlerdeki bebeğin cinsiyeti bilinebilmektedir. Bebekte ise iyilik-kötülük olmaz. İnsan sonradan iyi ya da kötü olur. Zaten “ ماma” edatı kullanılarak insanların bilmediği, bilemeyeceği şeyin bebeğin dışındaki bir şey olduğu anlatılmaktadır. Bu da rahimde cereyan eden sistemin hakikati, yani projenin mahiyetidir. Ey insanlar! Eğer öldükten sonra dirilmekten kuşkuda iseniz, (bilin ki,) ne olduğunuzu size açıklamak için şüphesiz biz sizi topraktan, sonra nutfeden sonra bir alekadan [embriyondan] sonra yapısı belli belirsiz bir et parçasından yaratmışızdır. Dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız. Sonra sizi bir çocuk olarak çıkartırız, sonra sizi, olgunluk çağına erişmeniz için bırakırız. Bununla beraber kiminiz öldürülür, kiminiz de önceki bilgisinden sonra, hiçbir şey bilmemek üzere, ömrünün en rezil zamanına ulaştırılır. Bir de yeryüzünü görürsün ki, sönmüştür; fakat biz onun üzerine su indirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır ve her güzel çiftten bitkiler bitirir. (Hacc/5) 4- Kişi Yarın [Gelecekte]Ne Kazanacağını Bilmez Bu, herkesin bildiği ve kabullendiği bir hayat gerçeğidir. “Evdeki hesap çarşıya uymaz” atasözü de bu gerçeğe işaret etmektedir. 5- Kişi Hangi Yerde Öleceğini Bilmez İnsanlardan hiç kimse ölüp defnedileceği yerin deniz de mi, karada mı, yoksa bir ovada veya bir dağda mı olacağını bilemez. Bu ancak ölüm anında meydana çıkmaktadır. Allah, doğrusunu en iyi bilendir. العصمة للّه وحده - el-Ismetü lillâhi vahdeh
[Kusursuzluk sadece Allah’a mahsustur]… |
![]() |
![]() |
![]() |
Bookmarks |
Etiketler |
57lokman, suresi |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|