![]() |
|
|
|
|
#1 |
|
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.094
Tesekkür: 3.632
1.093 Mesajina 2.442 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 ![]() |
“YAKINDA ANACAKSINIZ!”
İnançlı kişi sözlerini “Artık siz, benim sizin için söylediklerimi yakında anacaksınız” diye bitirmiştir. Bu sözler tehdit içeren bir nitelik taşımaktadır. Gerçekleşeceği belirtilen “anma, hatırlama” olayı Firavun ve avenesinin “boğulma” vakti olabileceği gibi, kıyamette insanın kıyamet dehşetlerini bizzat yaşadığı an da olabilir. 45, 46 – Sonra Allah onu [o mümini], onların kurdukları tuzakların kötülüklerinden korudu. Firavun'un ehlini [yakınlarını] ise azabın kötüsü, ateş kuşattı. Onlar, sabah akşam [daima] ona [ateşe] arzolunurlar. Kıyamet kopacağı gün ise: “Firavun’un ehlini [yakınlarını] azabın en şiddetlisine sokun!” Bu ayetlerde, işini Allah’a havale eden mümin kişi ile onun karşısındaki Firavun, Haman ve Karun gibi inançsızların akıbetleri hakkında bilgi verilmektedir. Bu ayetler ile Allah yolunda olanların daima kurtulacakları, karşı duranların ise helak olacakları, dünya ve ahirette azaba çarptırılacakları mesajı verilmektedir. Ayetteki “Allah onu [o mümini], onların kurdukları tuzakların kötülüklerinden korudu” ifadesinden anlaşıldığına göre, Firavun bu mümin kişiye açıkça bir kötülük yapamamış, ona açıkça zarar vermeyi göze alamamış ve onu hile ile ortadan kaldırmayı düşünmüştür. Buradan da bu kişinin Firavun’a çok yakın bir kimse olduğu anlaşılmaktadır. Allah onların tüm planlarını altüst etmiştir. Bu ayetler “kabir azabı” inancına malzeme yapılmıştır. Halbuki bu ayetler Firavun’un dünyada çektiği sıkıntıları ve ahirette çekeceği cezayı nakletmektedir. 47 - Ve onlar, ateş içinde birbirleriyle tartışırlarken, zayıf olanlar, büyüklük taslayanlara: “Şüphesiz bizler size uyan kimseler idik. Şimdi siz bizden, ateşten bir bölümü savabiliyor musunuz?" derler. 48 - Büyüklük taslayanlar: “Şüphesiz hep onun içindeyiz. Şüphesiz Allah, kullar arasında hükmünü vermiştir” dediler. 49 – Ve Ateş içindeki kimseler, cehennem bekçilerine: “Rabbinize dua edin de bir gün olsun bizden azaptan hafifletsin” dediler. 50 – Onlar [Bekçiler]: “Size elçileriniz açık kanıtları getirmediler miydi?” diye sorarlar. Onlar: "Evet [getirmişlerdi]" derler. Onlar [Bekçiler]: “Öyle ise kendiniz dua edin” derler. Kâfirlerin duası sadece şaşkınlıktadır [boşa çıkmıştır]. Bu ayetlerde ahirete ait bir tartışma sahnesi aktarılmaktadır. Sahnede Firavun gibi büyüklük taslayanlar ile İsrailoğulları gibi zayıf düşürülmüşler yer almıştır. Buna benzer sahneler daha önce de birçok kez nakledilmişti. Ancak buradaki anlatım biraz daha detaylıdır. Müstekbirler [kibirli zalimler] ile mustazaflar [ezilenler] kendi aralarında şöyle tartışmaktadırlar: — Şüphesiz bizler size uyan kimseler idik. Şimdi siz bizden, ateşten bir bölümü savabiliyor musunuz? —Şüphesiz hep onun içindeyiz. Şüphesiz Allah, kullar arasında hükmünü vermiştir.” Bu tartışmanın detayı A’raf suresinde verilmişti. (Allah onlara) “Sizden önce geçmiş cinn ve insden [tanıdığınız- tanımadığınız] ateş içindeki ümmetlerin [toplumların] içine girin!” dedi [der]. Her toplum girdikçe kardeşine lânet etti [eder]. Nihayet hepsi oraya toplandığında, sonrakiler öncekiler hakkında, “Rabbimiz! İşte şunlar bizi saptırdı. Onlara ateşten kat kat azap ver” dediler [derler]. (Allah “Herkese kat kattır, fakat siz bilmiyorsunuz” dedi [der].Öncekiler de sonrakilere “Sizin bize karşı fazlalığınız yoktur. O hâlde yaptıklarınızdan dolayı azabı tadın” dediler [derler]. Şu, âyetlerimizi yalanlayan ve onlara karşı büyüklenenlere, işte onlara göğün kapıları açılmayacak ve deve [veya halat] iğne deliğinden geçmedikçe onlar cennete girmeyeceklerdir. Biz suçluları işte böyle cezalandırırız. Onlar için cehennemden yataklar, üstlerinden de örtüler vardır. Ve Biz zalimleri işte böyle cezalandırırız. (A’raf/38- 41) 49 ve 50. ayetlerde ise başka bir sahne yer almaktadır. Cehennemin ortasındaki suçlular ile cehennemin bekçileri arasında şu diyalog geçer: — Rabbinize dua edin de bir gün olsun bizden azaptan hafifletsin. Size elçileriniz açık kanıtları getirmediler miydi?” diye sorarlar. Onlar: — Evet [getirmişlerdi]. — Öyle ise kendiniz dua edin! Diyalogdan anlaşıldığına göre, ateş içindeki suçlular doğrudan Allah’a yalvarmayıp bekçilerden Allah’a aracı olmalarını istemektedirler. Bunun nedeni, Allah’a yüzlerinin olmayışı, 52. ayette de görüleceği gibi, Yüce Allah’ın onları lanetlemiş olmasıdır. Artık Sûr’a üflendiği zaman, işte o gün aralarında soy sop ilişkisi yoktur. İstekleşemezler de [kimse kimseden bir şey isteyemez]. Böylece kimlerin tartıları ağır basarsa, işte bunlar asıl kurtuluşa erenlerdir. Kimlerin de tartıları hafif gelirse, artık bunlar da kendilerine yazık etmişlerdir; cehennemde sürekli kalıcıdırlar. Orada onlar dişleri sırıtır halde iken ateş yüzlerini yalar. “Benim ayetlerim size okunmadı mı? Siz ise onları yalanlıyordunuz. Dediler ki: “Rabbimiz! Azgınlığımız bizi yendi ve biz, bir sapıklar topluluğu olduk. Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer bir daha aynısını yaparsak işte o zaman gerçekten biz zalimleriz. O [Allah] dedi ki: “Alçaldıkça alçalın orada! Bana konuşmayın da... (Müminun/101- 108) 51 – Şüphesiz Biz elçilerimize ve iman etmiş kişilere şu basit yaşamda ve şahitlerin kalktığı [şahitlik edecekleri] günde [kıyamette] kesinlikle yardım ederiz. 52- O gün zalimlere özür dilemeleri fayda vermez. Ve onlara lanet vardır, yurdun en kötüsü de onlar içindir. Rabbimiz elçilere ve inanmış kişilere dünya hayatında ve şahitlerin kalktığı gün [ahiret günü] yardım edecek, tanıkların ayağa kalktığı gün müşriklerin mazeretleri kendilerine hiçbir fayda vermeyecektir. Rabbimiz onları rahmetinden uzak tutup kendilerine yurtların kötüsünü [cehennemi] verecektir. Allah: ”Elbette Ben ve elçilerim galip geleceğiz” yazmıştır. Şüphesiz Allah Kaviyy’dir, Aziz’dir. (Mücadile/21) Ey iman etmiş kimseler! Eğer siz Allah'a yardım ederseniz O’da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit tutar. (Muhammed/7) O, kendi imanları ile birlikte, imanca fazlalaşsınlar diye müminlerin kalplerine sekine [güven- moral- mutluluk] indirendir. Göklerin ve yerin orduları da yalnızca Allah'ındır. Ve Allah, en iyi bilendir, en iyi yasa koyandır. (Fetih/4) Ve gevşemeyin, üzülmeyin! Ve eğer inananlar iseniz, en üstün olan sizsiniz. (Al-i Imran/139) Ve ant olsun ki gönderilen kullarımız [elçilerimiz] hakkında bizim sözümüz geçmiştir: “Şüphesiz onlar, kesinlikle galip olanların ta kendisidir. Şüphesiz Bizim ordularımız kesinlikle galip gelenlerin ta kendisidir.” (Saffat/171- 173) 52. ayette konu edilen “zalimler”, birçok yerde ifade ettiğimiz gibi, müşriklerdir. “... zalimlere özür dilemeleri fayda vermez” ifadesi, müşriklerin orada rahmet edilmeyeceğine, kesinlikle cehennemden çıkarılmayacağına delalet etmektedir. LÂNET [LA‘NET]: اللعنة [la‘net], “kovmak, uzaklaştırmak, iyilik ve faydadan mahrum bırakmak” anlamındaki la‘n sözcüğünden türemiş bir sözcüktür. Eski Araplar bu sözcüğü “ailenin veya sülalenin bir ferdinin dışlanması” anlamına kullanırlardı. لعين [la‘în] ve ملعون [mel‘ûn] sözcükleri de buradan gelmiştir. La‘net Allah tarafından olursa, “dünyada iyilikten, âhirette de lütuf ve merhametten mahrum bırakma”; insanlar tarafından olursa, “küfür, dışlama, sövme, hakaret ve beddua” anlamında kullanılır. (Lisanü’l Arab; c.8, s. 91, 92) 53, 54 – Ve ant olsun ki Biz, temiz akıl sahiplerine bir yol gösterici ve bir hatırlatma olmak üzere Musa'ya “Yol gösterme” verdik ve İsrailoğullarına o kitabı miras kıldık. 55 - O halde sabret. Şüphesiz Allah'ın vaadi haktır. Günahın için affedilme iste ve akşam sabah [her zaman] Rabbini hamdiyle tesbih et. Bu ayet gurubunda, Musa peygamber de hatırlatılarak peygamberimiz teselli edilmiş ve kendisinden görevini sabırla sürdürmesi, günahı için affedilme istemesi, sürekli Rabbini överek tesbih etmesi istenmiştir. 56 – Şüphesiz kendilerine gelmiş kesin bir delil olmaksızın, Allah'ın âyetleri hakkında mücadele edenler; onların göğüslerinde ancak yetişemeyecekleri bir kibir vardır. Sen hemen Allah'a sığın. Şüphesiz O, en iyi işiten ve en iyi görendir. Bu ayette müşriklerin ne kadar zavallı oldukları anlatılarak ellerinde hiçbir kanıtları, güçleri olmadan Allah’a karşı çıkmaları kınanmaktadır. Kuru bir kibir sahibidirler ve delilsiz hareket etmektedirler. Kur’an’da bir eksiklik, yetersizlik, tutarsızlık buldukları için değil, kibirlerinden dolayı, Elçi’yi kıskandıkları için böyle yapmaktadırlar. Bizim baz aldığımız Mushaf'ta bu ayetin Medeni olduğu zikredilir. Bazı müfessirler bu ayetin Yahudilerin büyüklenerek Peygamber'e Mesih Dcccal'ın sahipleri olduğunu, sonra onun ortaya çıkarak dünyaya hakim olacağını, düşmanlarını ortadan kaldıracağı*nı, Yahudilerin geçmiş otorite ve krallıklarını geri getireceğini söylemeleri üzerine indi*rildiğini rivayet ederler. Bunu rivayet eden müfessirler, Allah'ın Peygamber'e, onun fit*nesinden kendine sığınmasını emrettiğini söylerler. (Derveze; et-Tefsirü’l Hadis) Hâlbuki bu ayette verilen mesaj yukarıda 34. ayette de verilmişti. Ayetlerde bahsedilen konu Mekke’de cereyan eden olaylardır. O nedenle bu ayetin Medeni olması uzak bir ihtimaldir. 57 - Elbette göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyüktür. Ama insanların çoğu bilmiyorlar. 58 – Ve kör ile gören eşit olmaz. İman etmiş ve salihatı işlemiş olanlar ve kötülük yapanlar da eşit değildir. Ne kadar da az düşünüyorsunuz! 59- Şüphesiz o saat [kıyamet kopuş anı], elbette gelecektir. Onda hiç şüphe yoktur. Fakat insanların çoğu inanmıyorlar. Bu ayet gurubunda inkârcılara ahiretin kesinlikle olacağı delillerle ispat edilmekte ve bu delilleri idrak edemeyenler kör olarak nitelenmektedir. Kim Benim zikrimden [Benim anılmamdan / Benim öğüdümden] yüz çevirirse hiç şüphesiz onun için zor, sıkıcı bir geçim / yaşam vardır. Kıyamet günü de onu kör olarak haşrederiz. O der ki: “Rabbim ben gören biri olduğum hâlde beni neden kör olarak haşrettin?” [Allah] Der ki: “Bu böyledir, ayetlerimiz sana geldi de sen onları terk etmiştin; bu gün de aynı şekilde sen terk ediliyorsun [cezalandırılıyorsun].” (Ta Ha/124- 126) 57. ayette, öldükten sonra dirilişi inkâr edenlere karşı getirilen akli bir delil söz konusudur. Sanki müşriklere: “Göklerin ve yerin yaratılması, insanların ya*ratılışının tekrarlanmasından daha büyüktür, zordur ve karmaşıktır. Buna rağmen gökleri ve yeryüzünü yaratabilen Allah insanı yeniden niye yaratamasın?” denilmektedir. Yoksa o insan başıboş bırakılacağını mı sanır? O, ayarlanmış meniden bir nutfe değil miydi? Sonra bir alak [embriyon] idi de sonra onu yaratmış sonra da düzene koymuştur; ki ondan da iki eşi; erkek ve dişiyi var etmiştir. Peki, bu [bütün bunları yapan] ölüleri diriltmeye kadir [güç yetiren] değil midir? (Kıyamet/36- 40) 60 – Ve sizin Rabbiniz: “Bana yalvarın, dua edin ki size karşılık vereyim. Şüphesiz Bana ibadet etmekten büyüklenen kimseler yakında horlanmış olarak cehenneme gireceklerdir” dedi. Rabbimiz bu ayetinde herhangi bir şarta bağlamadan kullarının kendisine dua ve yalvarışta bulunmalarını istemekte; dua edenlere karşılık vereceğini, kendisine ibadet ve dua etmekten büyüklenenleri ise aşağılanmış olarak cehenneme sokacağını bildirmektedir. Ayette dolaylı olarak verilen diğer bir mesaj da, insanların dua ve ibadetlerinde sadece Allah’a yönelmeleri gerektiğidir. Ve kullarım, sana Benden sordukları zaman; biliniz ki şüphesiz Ben çok yakınımdır. Bana dua edince, duacının duasına cevap veririm. O halde reşit olmaları için onlar da Bana karşılık versinler ve bana inansınlar. (Bakara/186) De ki: “Duanız olmasa Rabbim size kıymet verir mi ki de siz kesinkes yalanladınız? Artık size o kaçınılmaz olacaktır.” (Furkan/77) Görüldüğü gibi, Rabbimiz kullarına vereceği karşılığı “Bana dua edin ki size karşılık vereyim” hükmüyle doğrudan kendisine dua edilmesi, yani kendisinden istenmesi şartına bağlamıştır. Buradan çıkarılması gereken sonuç, duayı ancak Allah’ı hakkıyla takdir edenlerin yapabileceği gerçeğidir. Çünkü kişinin önce nasıl bir ilaha yalvaracağını bilmesi, sonra da O’ndan istemesi gerekmektedir. Böyle yapılmayan dualar yanlış adrese gönderilen dilekçelere benzer. Hem yerine ulaşmaz hem de alan hiçbir şey yapmaz. Allahın dışında hiç kimse; peygamberler, yatırlar, şeyhler, ağabeyler, üstatlar insanın duasını duymaz ve yardımcı olmazlar. Dua konusu En’am suresinin sonunda ayrı bir başlık altında (Tebyinü’l-Kur’an; c: 5, s: 480-497) ele alındığından, detayın oradan okunmasını öneriyoruz. 61 – Allah, içinde dinlenesiniz diye geceyi, göz açıcı bir aydınlık olarak da gündüzü sizin için kılandır. Şüphesiz Allah insanlara karşı bir lütuf sahibidir. Velakin insanların çoğu şükretmezler [karşılığını ödemezler]. 62- İşte, her şeyin yaratıcısı Rabbiniz Allah budur. O’ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. O halde nasıl oluyor da döndürülüyorsunuz! 63 - İşte Allah'ın âyetlerini bile bile inkâr eden kimseler böyle çevriliyorlar. 64- Allah, sizin için yeryüzünü bir karargâh, göğü de bir bina yapan, size şekil veren, -ki şekillerinizi ne de güzel kılmıştır- ve sizi temiz şeylerden rızıklandırandır. İşte O, Rabbiniz Allah'tır. -İşte, âlemlerin Rabbi olan Allah ne cömerttir!- 65- O, diridir, ondan başka ilah diye bir şey yoktur. Bu nedenle, dini sadece O’nun için arındıranlardan olarak O’na dua edin. Hamd/övgü yalnız âlemlerin Rabbi Allah’adır.” Bu ayet grubunda Rabbimiz insanlara verdiği nimetlerden bazılarını sayarak kendisini tanıtmaktadır. Pasajı bir önceki ayetle irtibatlandırarak bu tanıtmanın amacının “Niçin sadece Allah’a dua edilmesi gerekir?” şeklindeki zımni bir soruyla ilgili olduğunu söyleyebiliriz. Şöyle ki: Rabbimiz kullarına dua etmeyi emredince kullar da sanki O’na “insanın dua etmeden önce mutlaka dua edeceği gücü tanıması gerekir. Şu halde, Senin Kadir bir ilah olduğuna dair delil nedir?” diye sormuşlar, bunun üzerine Rabbimiz de kendi varlığına, kudretine ve tasarruflarına ait birçok kanıtı orta koymuştur: * Allah, içinde dinlenesiniz diye geceyi, göz açıcı bir aydınlık olarak da gündüzü sizin için kılandır. * Allah insanlara karşı lütuf sahibidir * Her şeyin yaratıcısıdır * Kendinden başka ilah diye bir şey olmayandır. * Allah sizin için yeryüzünü bir karargâh, göğü de bir bina yapan, size şekil verendir. * Sizi temiz şeylerden rızıklandırandır. * Allah en cömert olandır. * Allah diridir. * Allah övgü sadece kendisi için olandır. |
|
|
|
|
|
#2 |
|
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.094
Tesekkür: 3.632
1.093 Mesajina 2.442 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 ![]() |
66 - De ki: “Bana Rabbimden apaçık deliller geldiği zaman, şüphesiz ben, o, sizin Allah'ı bırakıp taptıklarınıza ibadet etmekten kesinlikle men edildim ve ben âlemlerin Rabbine teslim olmamla emrolundum.
67 – O, sonra güçlü kuvvetli bir çağa erişmeniz, sonra da ihtiyarlar olmanız, adı konmuş bir süreye ermeniz ve de aklınızı kullanmanız için sizi bir topraktan, sonra bir nutfeden, sonra bir alekadan [embriyodan] yaratandır. -Sonra O, sizi bir tıfıl olarak çıkarır. Sizden kimi de, daha önce vefat ettiriliyor.- 68 - O, yaşatır ve öldürür. Artık O, bir emr gerçekleştirince artık ona sadece ‘ol!’ der de o, hemen olur. Bu ayetlerde sanki şöyle denilmektedir: “Mademki yaratılışınızdan dirilişinize kadar hayatınızın her aşamasının kontrolü Allah’ın elindedir ve bundan kurtulmanız da söz konusu değildir, öyleyse siz de şirk koşmadan, bu gücü, bu otoriteyi tanıyın! İsteklerinizi böyle bir varlıktan isteyin! Ayrıca hayatınızın tüm evrelerini inceleyin de aklınızı kullanın!” Ey insanlar! Eğer öldükten sonra dirilmekten şüphede iseniz, -[bilin ki] ne olduğunuzu size açıklamak için - şüphesiz Biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra bir alekadan [embriyodan], sonra yapısı belli belirsiz bir et parçasından yaratmışızdır. Dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız. Sonra sizi bir çocuk olarak çıkartırız, sonra sizi, olgunluk çağına erişmeniz için bırakırız. Bununla beraber kiminiz öldürülür, kiminiz de önceki bilgisinden sonra, hiçbir şey bilmemek üzere, ömrünün en fena zamanına ulaştırılır. Bir de yeryüzünü görürsün ki kupkurudur; fakat biz onun üzerine su indirdiğimiz zaman, harekete geçer, kabarır ve her güzel çiftten bitkiler bitirir. (Hacc/5) Ve ant olsun ki, biz insanı seçilmiş bir çamurdan yarattık. Sonra onu çok dayanıklı bir karargâhta bir nutfe yaptık. Sonra o nutfeyi bir embriyona dönüştürdük, sonra o embriyoyu bir et parçası haline getirdik, sonra o bir parça etten kemikler yarattık. Nihayet o kemiğe de bir et giydirdik. Sonra onu bir başka yaratılışta yeniden kurduk. O yaratıcıların en güzeli Allah’ın ne cömerttir. Sonra sizler, bunların ardından mutlaka öleceksiniz.” (Mü’minun/12- 15) 67. ayetteki “Sizden kimi de daha önce vefat ettiriliyor-” ifadesi “ölüm”ü değil, Rabbimizin ara sıra uyarı için kullarının z raporu çektirmesini ifade ediyor. “Vefat” konusu daha önce En’am suresinin sonunda ayrı bir başlık altında (Tebyinü’l_Kur’an; c: 5, s: 476-479) ele alındığından, detayın oradan okunmasını öneriyoruz. 69- 76- Allah’ın âyetleri üzerinde tartışanları görmedin mi? Nasıl da döndürülüyor*lar? Kitabı ve elçilerimize gönderdiklerimizi yalanlayanlar elbette ileride, boyunlarında halkalar ve zincirler olarak kaynar suya sürülüp, sonra ateşte yakılırlarken bileceklerdir. Sonra onlara: “Allah’ın astlarından ortaklar koştuğunuz şeyler nerededir?” denir. Onlar: “Bizden kaybolup gittiler; aslında; biz zaten önceleri hiç bir şeye yakarmıyorduk” der*ler. İşte Allah inkârcıları böyle saptırır: “İşte bu, yeryüzünde haksız yere şımarmanız ve böbürlenmenizden ötürüdür. Orada sürekli kalmak üzere cehennem kapılarına girin!” -İşte, büyüklenenlerin durağı ne de kötüdür!- Bir önceki pasajda, kulluk edilecek, dua yapılacak gerçek ilah tanıtılmıştı. Bu ayet grubunda ise akılsız müşriklerin yersiz çabaları aktarılmaktadır. Bu akılsızların ahirette boyunlarında halkalar ve zincirler olarak kaynar suya sürülecekleri, sonra da ateşte yakılacakları bildirildikten sonra, kendileriyle Rabbimiz arasında gerçekleşecek diyalog sahneleştirilmektedir: — Allah’ın astlarından ortaklar koştuğunuz şeyler nerededir? — Bizden kaybolup gittiler; aslında, biz zaten önceleri hiç bir şeye yakarmıyorduk — İşte bu, yeryüzünde haksız yere şımarmanız ve böbürlenmenizden ötürüdür. Orada sürekli kalmak üzere cehennem kapılarına girin!” Bu ayetler Allah’ı her yönüyle tanıtmakta, verdiği sahneler insanın içini ürpertmektedir. İnkârcıların başlarına geleceklerin bu yöntemle anlatılması, dinleyenlerde korku ve pişmanlık oluşturarak mevcut hallerinden vazgeçmelerini sağlamaya yöneliktir. Ayrıca yalanlayıcıların ve böbürlenenlerin ahiretteki pişmanlıkları ve perişanlıkları anlatılarak peygamberimiz ve müminler teselli edilmektedir. “O halde içinde sürekli kalanlar olarak cehennemin kapılarına girin!” denir. İşte, büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür! (Nahl/29) O gün, yalanlayanların vay hâline! (Mürselât/15) İşte bu, suçluların yalanladığı cehennemdir. Onlar, onunla kaynar su arasında dolaşır dururlar. (Rahman/43, 44) Sonra da şüphesiz dönecekleri yer, kesinlikle Cahim’dir [cehennemdir]. (Saffat/68) Ve solun ashabı; nedir o solun ashabı? Onlar içlerine işleyen bir ateş ve kaynar su içindedirler, serin olmayan, sevimli olmayan kapkara dumandan bir gölge içindedirler. (Vakıa/41- 44) De ki: “Şüphesiz öncekiler ve sonrakiler malûm bir günün belli vaktinde/ randevu yerine mutlaka toplanacaklardır. Sonra şüphesiz siz, ey sapıklar, yalanlayıcılar! Kesinlikle zakkumdan bir ağaçtan yiyeceksiniz de karınlarınızı onunla dolduracaksınız. Sonra da onun üstüne kaynar su içeceksiniz. Hem de susuzluk illetine tutulmuş develerin içişi gibi içeceksiniz.” İşte bu, din gününde onların ziyafetleridir. (Vakıa/49- 56) Şüphesiz zakkum ağacı, günahkârların yiyeceğidir. O, erimiş maden gibidir, kızgın bir sıvının kaynaması gibi karınlarda kaynar. -“Tutun şunu da Cahim’in ortasına sürükleyin. Sonra onun başının üstüne kaynar su azabından dökün.” - “Tat bakalım! Şüphesiz sen, çok güçlü ve çok üstün biri idin! Şüphesiz işte bu, sizin kendisine kuşku duyup durduğunuz şeydir.”- (Duhan/43- 50) 77 - Artık sen sabret, şüphesiz Allah'ın vaadi haktır. Artık onlara yapıp durduğumuz tehdidin bir kısmını sana göstersek de veya seni vefat ettirsek de, onlar yalnızca bize döndürüleceklerdir 78 – Ve ant olsun ki, Biz senin önünden nice elçiler gönderdik. Onlardan kimini sana anlattık, onlardan kimini de anlatmadık. Hiçbir elçi, Allah'ın izni olmaksızın bir ayet getiremez. Artık Allah'ın emri gelince de hak ile gerçekleştirilir. Batılcılar, işte burada hüsrana uğradılar. Bu ayetlerde, olaylar nasıl gelişirse gelişsin, peygamberimize sabretmesi ve görevini sabırla sürdürmesi emredilmekte; Allah’ın vaadinin hak olduğu vurgulanıp inkârcıların mutlaka cezalandırılacağı, bu cezalandırmanın elçi hayatta iken ya da onun ölümünden sonra olacağı bildirilerek peygamberimiz teselli edilmektedir. Nitekim bu ayetlerin üzerinden çok geçmeden müşrikler Arabistan yarımadasından uzaklaştırılmış ve o bölgede yok olmuşlardır. Artık eğer Biz, seni alıp götürsek bile şüphesiz. Biz onlardan intikam alanlarız [onları cezalandırarak adaleti sağlarız]. Yahut da onlara vaat ettiğimiz azabı sana gösteririz. Çünkü Biz, onların aleyhlerine güç yetirenleriz. (Zuhruf/41, 42) 78. ayette, geçmişte toplumlara birçok elçi gönderildiği, Allah’ın bu elçilerden bazısını bildirdiği, bazılarını ise bildirmediği açıklanmaktadır. Ayetten anlaşıldığına göre, gönderilen elçilerin kesin sayısına yönelik peygamberimize bir bilgi verilmemiştir. Gönderilen elçilerin sayısının yüz yirmi dört bin, iki yüz yirmi dört bin, yedi bin, dört bin, sekiz bin olduğunu ifade eden nakiller ciddiyetten uzaktır. Ve daha önce kendilerini sana anlattığımız elçilere, kendilerini sana anlatmadığımız elçilere de (vahyettik). Ve Allah Musa’ya konuştukça konuştu. (Nisa/164) Ayette geçmiş peygamberlerin hatırlatılması, peygamberimizin de o elçiler gibi sıkıntılara karşı sabırlı davranmasını sağlamaya yöneliktir. 79, 80 –Allah, onlardan bir kısmına binesiniz diye sizin için hayvanları kılandır [yaratan, ayarlayandır]. Onların bir kısmından da yiyorsunuz. Ve sizin için onlarda daha nice menfaatler vardır. Ve (Allah) Onların üzerinde gönüllerinizdeki bir arzuya erersiniz diye hayvanları kılandır [yaratandır, ayarlayandır]. Ve siz, onlar üzerinde ve gemiler üzerinde taşınırsınız. 81 – Ve Allah size âyetlerini gösteriyor. Peki, şimdi Allah’ın âyetlerinin hangisini inkâr edersiniz? Bir önceki pasajda olduğu gibi bu ayetlerde de yine Rabbimizin nimetleri hatırlatılmaktadır. Bu nimetlerin bir kısmı insanın yemek, içmek suretiyle, bir kısmı da çeşitli şekillerde istifade edip durduğu nimetlerdir. İnsan sürekli iç içe olduğu bu mucizevî nimetleri her an hatırlamalıdır ki, düşünsün de aklını başına alsın. Mesela yeryüzünde insanın hizmetinde bulunan muhtelif hayvanlar bu cümledendir. İnek, manda, keçi, koyun, deve, at ve diğer evcil hayvanlar hem sağladıkları gıdalar, hem yük taşıma özellikleri ve hem de derilerinin ve yünlerinin giyimde kullanılması cihetiyle insana ihsan edilmiş büyük nimetlerdendir. Allah bu hayvanları insanlara kolayca alışabilecek yapılarda yaratmıştır. Develere binilir, etleri yenir, sütleri sağılır, uzak ülkelere ve bölgelere yolculuklarda ve taşınmalarda üzerlerine yükler yüklenir. Sığırların etleri yenir, sütleri içilir ve onlarla ziraat yapılır. Koyunların etleri yenir, sütleri içilir. Yünleri kırpılarak onlardan ev eşyaları, elbiseler yapılır. Ve O, hayvanlardan yük taşıyan, döşek yapılan yaratandır. Allah'ın sizi rızıklandırdığı şeylerden yiyin. Şeytanın adımlarını izlemeyin. Şüphesiz o, sizin için apaçık bir düşmandır. Sekiz eş: Koyundan iki, keçiden de iki. De ki: “O [Allah], iki erkeği mi haram kıldı yoksa iki dişiyi mi, ya da iki dişinin rahimlerinin sarıp büründüğünü mü [yavruları mı]? Eğer doğrular iseniz bana ilme dayanarak haber verin.” Ve deveden iki, sığırdan da iki... De ki: O [Allah], "İki erkeği mi haram kıldı, yoksa iki dişiyi mi, ya da iki dişinin rahimlerinin sarıp büründüğünü mü [yavruları mı]? Yoksa Allah’ın size böyle vasiyet ettiğine şahitler mi oldunuz [O’nun yanında mıydınız]? Böyle hiçbir bilgiye dayanmadan, insanları saptırmak için, Allah'a karşı yalan uyduran kimseden daha zalim kim olabilir? Şüphesiz Allah, o zalimler topluluğuna kılavuz olmaz.” (En’am/142- 143) Ve O, kendilerine binesiniz, hem de ziynet olsun diye atları, katırları ve eşekleri yarattı. Ve şimdi bilmediğiniz şeyleri yarattı. (Nahl/8) Ve onlar görmediler mi ki: Biz şüphesiz onlar için ellerimizin [kudretimizin] meydana getirdiklerinden birtakım hayvanlar yarattık da onlar, onlara sahip bulunuyorlar. Ve onları, kendileri için zelil kıldık da. Bu yüzden binekleri onlardandır. Onlardan yiyip duruyorlar da. Ve onlarda daha birçok menfaatler ve içecekler var. Hâlâ şükretmeyecekler mi? (Ya Sin/ 71- 73) Nimetlerin bütün bu özellikleri, Allah’ın onları belirlenmiş bir plana göre yarattığını göstermektedir. Pasajın sonundaki “Peki, şimdi Allah’ın âyetlerinin hangisini inkâr edersiniz?” sorusu, insanların kibirden ve tutkulardan uzak durarak gerçeği görmesini sağlamaya yönelik bir sorudur. Çünkü akıllı insanların tüm bu ayetleri görmezden gelmesi, inkar etmesi mümkün değildir. 82 - Daha yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuş bir bakmazlar mı? Onlar kendilerinden hem daha çok, hem de kuvvetçe ve yeryüzündeki eserlerinin sağlamlığı bakımından daha çetin idiler. Öyle iken o kazandıkları şeyler, kendilerine fayda vermedi. 83 – Ne zaman ki elçileri onlara, açık delillerle geldi, kendilerinde bulunan bilgiden dolayı şımarıklık etmişlerdi. Hâlbuki o, alay ettikleri şey onları kuşatmıştı. 84 – Sonra da ne zaman hışmımızı gördüler: “Allah’ın birliğine inandık ve O’na şirk koştuğumuz şeyleri inkâr ettik” dediler. 85 - Ama hışmımızı gördükleri zamanki imanları kendilerine fayda verecek değildi. -Allah’ın, kulları hakkındaki sürüp giden tutumu [kanunu]...- İşte o kâfirler burada hüsrana düştüler [kaybettiler, zarara uğradılar].” Bu ayetlerde insanlık geçmiş tarihi bilgi ve belgelere dikkat çekilerek uyarılmaktadır. Güçlü ve varlıklı nice topluma o varlık ve kazançları fayda vermemiştir. Kendilerine gelen elçileri ve ilettikleri mesajları ciddiye almamışlar, kendi zanlarına itibar ederek şımarıp durmuşlardı. Ne var ki, hışım; ölüm, kıyamet karşılarına dikilince yüz seksen derece dönüp Allah’a inanma ve şirki terk etme yolunu tutmuşlardı. Ancak geç kalınan bu inanç ve yönelim değişikliği hiçbir işe yaramamıştı. Çünkü gazap geldiğinde benimsenen iman zoraki bir imandır. Zorunlu kalınarak kabul edilen iman ise faydasızdır. İman ancak aksini yapabilmeye muktedir olunduğu anda, hür ve irade sahibiyken yapılırsa geçerli ve sahih olur. Allah'ın [kabulünü] üzerine aldığı tevbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerinkidir. İşte Allah, böylelerinin tevbelerini kabul eder. Allah, bilendir, hüküm/hikmet sahibidir. Tevbe; ne, kötülükleri yapıp-edip de onlardan birine ölüm çatınca: 'Ben şimdi gerçekten tevbe ettim' diyenler, ne de kafir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azab hazırlamışızdır. (Nisa/17, 18) Ve Musa: “Rabbimiz! Şüphesiz Sen Firavun’a ve ileri gelenlerine basit hayatta ziynet ve mallar verdin. —Rabbimiz! Senin yolundan saptırsınlar diye- Rabbimiz! Onların mallarını sil süpür ve kalplerine sıkıntı düşür. Çünkü onlar o acıklı azabı görmedikçe iman etmeyecekler” dedi. O [Allah] “Her ikinizin de duası kesinlikle kabul olundu. Öyleyse ikiniz doğru yolda devam edin. Ve bilmeyen kişilerin yolunu sakın izlemeyin!” dedi. Ve İsrailoğullarını denizden geçirdik. Ama Firavun ve askerleri azgınlık ve düşmanlıkla onları hemen takip etti. Nihayet boğulma ona yetişince, “Gerçekten, İsrailoğulları’nın inandığı Tanrı'dan başka tanrı olmadığına ben de inandım, ben de teslim olanlardanım” dedi. —Şimdi mi? Hâlbuki daha önce isyan etmiştin ve de bozgunculardan olmuştun.- Artık Biz senden sonra geleceklere ibret olasın diye, bugün seni zırhınla birlikte kurtaracağız. Ve şüphesiz insanlardan birçoğu kesinlikle Bizim ayetlerimizden gafildirler. (Yunus/88- 92) Zor karşısında iman etmeye “İman-ı Ye’s” ve “İman-ı Be’s” denir. Bu konu Kıyamet suresinin tahlilinde ele alındığından, detayın oradan (Tebyinü’l Kur’an; c: 1, s: 617) okunmasını öneriyoruz. Surenin bu son ayeti, buraya kadar işlenen konunun özetidir. Bu özetin iyice anlaşılabilmesi için surenin 4-5 ve 21. ayetlerine bir kez daha göz atmak yararlı olur. Okuyucuya kolaylık olması için ilgili ayetleri şöyle sıralayabiliriz: 4 - Allah'ın âyetleri hakkında sadece, küfretmiş kimseler tartışır. O halde onların beldeler içinde dönüp dolaşmaları seni aldatmasın. 5 - Onlardan önce Nuh kavmi ve onlardan sonraki bir takım hizipler yalanladı. Her ümmet, kendi elçilerini yakalamak için teşebbüste bulundu; onunla hakkı batılla iptal etmek için mücadele ettiler. Ben de onları yakalayıverdim. İşte, azabım nasıl oldu? 21 – Onlar yeryüzünde gezmediler mi ki kendilerinden önceki kişilerin sonları nasıl olmuş görsünler. Onlar, yeryüzünde kuvvetçe ve eserce kendilerinden daha çetin idiler. Yine de Allah onları günahları sebebiyle alıverdi. Ve kendileri içini Allah'tan koruyan biri olmadı. 82 - Daha yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuş bir bakmazlar mı? Onlar kendilerinden hem daha çok, hem de kuvvetçe ve yeryüzündeki eserlerinin sağlamlığı bakımından daha çetin idiler. Öyle iken o kazandıkları şeyler, kendilerine fayda vermedi. 83 – Ne zaman ki elçileri onlara, açık delillerle geldi, kendilerinde bulunan bilgiden dolayı şımarıklık etmişlerdi. Hâlbuki o, alay ettikleri şey onları kuşatmıştı. 84 – Sonra da ne zaman hışmımızı gördüler: “Allah’ın birliğine inandık ve O’na şirk koştuğumuz şeyleri inkâr ettik” dediler. 85 - Ama hışmımızı gördükleri zamanki imanları kendilerine fayda verecek değildi. -Allah’ın, kulları hakkındaki sürüp giden tutumu [kanunu]...- İşte o kâfirler burada hüsrana düştüler [kaybettiler, zarara uğradılar].” Allah doğrusunu en iyi bilendir. العصمة للّه وحده - el-Ismetü lillâhi vahdeh
[Kusursuzluk sadece Allah’a mahsustur]… |
|
|
|
![]() |
| Bookmarks |
| Etiketler |
| 60mümin, suresi |
| Seçenekler | |
| Stil | |
|
|