![]() |
|
![]() |
#1 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 ![]() ![]() |
![]()
Klasik anlayışta “ ثمانيةsemaniyete” sözcüğü “sekiz” anlamında alınmış ve bu sayının ma’dûdu [sayılan varlık] belirtilmediği için de genellikle “sekiz melek”, “sekiz şahıs” gibi anlamlar takdir edilmiştir. Ya da “sekiz” sayısı ile ne kastedildiğinin insan anlayışının ötesinde olduğu açıklamasıyla yetinilmiştir. Biz ise Allah’ın izniyle “semen” kökünden hareket ederek yukarıdaki anlama ulaşmış bulunuyoruz.
Bu konuya ait klasik eserlerde yer alıp da herkesin taklit ettiği bir görüşü naklediyoruz: “O günde üstlerinde bulunan sekiz [melek] Rabbinin Arş'ını yüklenir” buyruğu hakkında İbn Abbas şöyle demiştir: Bunlar sayılarını Allah'tan başka hiç kimsenin bilmediği sekiz saf melektir. İbn Zeyd dedi ki: bunlar sekiz melektirler. el-Hasen de: “Onların kaç tane olduklarını en iyi bilen Allah'tır. Sekiz mi yoksa sekiz bin mi?” Peygamber (sav)'den şöyle buyurduğu nakledilmektedir: “Bugün Arş'ı taşıyanlar dörttür. Kıyamet günü olacağında Yüce Allah onları dört melekle daha destekleyecektir. Böylelikle sekiz melek olacaklardır.” Bunu es-Sa'lebî zikretmiştir. e]-Maverdî de bunu Ebu Hureyre'den rivayet etmektedir. Ebu Hureyre dedi ki: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: “Bugün onu [Arşı] dört melek taşımaktadır. Kıyamet gününde ise bunlar sekiz olacaktır el-Abbas b. Abdi'l-Melik dedi ki: Bunlar dağ keçisi suretinde sekiz melektirler. Bunu Peygamber (sav)'den rivayet etmektedir. Hadiste de şöyle denilmektedir: “Bu meleklerden her birinin dört tane yüzü vardır. Biri adanı yüzü, biri aslan yüzü, biri öküz yüzü, biri de kartal yüzüdür. Bu yüzlerin her biri o tür için Allah'tan rızık diler. (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an) Bu ayet “müteşabihat”tandır. Tam olarak manasını bilmemiz zordur. Arş'ın nasıl olduğu, kıyamet günü sekiz meleğin onu nasıl taşıyacağını bilemiyoruz. Her ne olursa olsun Allah'ın arş üzerine oturacağı ve diğer sekiz meleğin de onu taşıyacağı düşünülemez. Ayette, Allah'ın arş üzerine oturmuş olacağına dair böyle bir ifade yoktur. Allah Teâlâ cisim, mekân ve yönden münezzeh olduğu için Kur'an-ı Kerim böyle düşünmemize manidir. Çünkü taşımak eylemi için bir cismin ortada olması lazımdır. Bu konuları fazla kurcalamanın, bir mana bulmaya çalışmanın insanı dalâlete düşürme tehlikesi vardır. Fakat şunu da bilmeliyiz ki, Kur'an'da, Allah'ın hükümranlığı ve benzeri konuları anlatmak için bizim dünyada kullandığımız terminoloji kullanılmaktadır. Yalnız, bu kelimelere harfi harfine bir anlam vermekten kaçınmalıyız. (Mevdudi; Tefhimü’l Kur’an) Kur’an’da kıyametin kopuşunun tasvir edildiği birçok ayet vardır. Bunların çoğu geçmiş surelerde yer almıştı: Ve Sûr’a üflenmiştir de Allah’ın dilediği hariç, göklerde kim var, yerde kim varsa çarpılıp yıkılıvermiştir. Sonra ona başka bir daha üflenmiştir de onlar kalkmışlar karşıda bakıp duruyorlar. (Zümer/68) O gün gök, sarsıldıkça sarsılır, dağlar da yürüdükçe yürür. Öyleyse, o gün boş uğraş içinde oynayıp duran yalanlayıcıların vay haline! (Tur/9- 12) O gün, Allah’ın her benliği kazandığı ile karşılıklandırması için, yeryüzü bir başka yeryüzüyle değiştirilecek, gökler de. Ve onlar, Bir ve gücüne karşı durulmaz olan Allah için ortaya çıkacaklardır. O gün, suçluları zincire vurulmuş olarak görürsün. Onların gömlekleri katrandandır, yüzlerini de ateş kaplayacaktır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. (İbrahim/48-51) Ve sen dağları görürsün; sen onları donuk, durgun sanırsın. Oysa onlar her şeyi sapasağlam yapan Allah’ın yapımı olarak bulutun yürümesi gibi yürümektedirler. Şüphesiz ki O, yaptıklarınıza tamamıyla haberdardır. (Neml/88) Ve Bizim dağları yürüttüğümüz gün; ve sen yer yüzünü çırılçıplak/dümdüz göreceksin. Ve Biz onları bir araya topladık. Böylece onlardan hiçbir kimseyi bırakmadık. Ve onlar, saf halinde Rabbine yayılmışlardır: “Şüphesiz sizi ilk önce yarattığımız gibi Bize geldiniz. Aslında siz, sizin için buluşma zamanı kılmayacağımıza batılca inanıyordunuz.” (Kehf/47, 48) Ama hışmımızı gördükleri zamanki imanları kendilerine fayda verecek değildi. -Allah’ın, kulları hakkındaki sürüp giden tutumu [kanunu] ...- İşte o kâfirler burada hüsrana düştüler [kaybettiler, zarara uğradılar].” (Mümin/85) Sana dağlardan soruyorlar, de ki: “Rabbim onları savurdukça savuracaktır. Böylece onları dümdüz boş bir hâlde bırakacak. Orada bir çukur ve bir tümsek görmeyeceksin.” (Ta Ha/105- 107) Olacak o vak’a olduğu zaman. -Ki onun [o vak’anın] oluşu için yalan söyleyen yoktur. O [o vak’a], alçaltıcıdır, yükselticidir.- Yeryüzü şiddetle sarsıldıkça sarsıldığı ve dağlar ufalandıkça ufalanıp da toza dumana dönüşüverdiği zaman. (Vakıa/5) O gün gök erimiş bir maden gibi olur. Dağlar da atılmış renkli yün gibi olur. Ve bir sıcak dost bir sıcak dosta sormaz. (Meariç/9) O günde ki yer ve dağlar sarsılır ve dağlar eriyip akan bir kum yığınına dönüşür. (Müzzemmil/14) Dağlar savrulduğu zaman… (Mürselat/10) O gün Sûr’a üflenir: Siz de hemen bölükler halinde gelirsiniz. Ve gökyüzü açıldı da kapı kapı oluvermiştir [oluverecektir]. Ve dağlar yürütülmüş de serap oluvermiştir. (Nebe’/20) Dağlar yürütüldüğünde… (Tekvir/3) Dağlar da atılmış renkli yün gibi olur. (Kariah/5) 18 - O gün siz genişçe yayılırsınız, sizden hiçbir sır, gizli kalmayacak. 19- 24- Sonra kitabı sağından verilen kişiye gelince; hemen o, “Alın, okuyun kitabımı. Şüphesiz ben, hesabıma kavuşacağıma inanıyordum/ kesinlikle biliyordum” der. Artık o, meyveleri sarkmış yüksek bir cennette hoşnut bir yaşamdadır. -Geçmiş günlerde yaptığınız işlerden ötürü afiyetle yiyin, için!- 18-37. ayetlerde, kıyametin kopmasından sonraki bazı mahşer sahneleri yer almaktadır. O gün kimsenin gizlisi, “gizli” kalmayacaktır. Hepsi yayılıp ortaya dökülecektir: Ve onlar, saf halinde Rabbine yayılmışlardır: “Şüphesiz sizi ilk önce yarattığımız gibi Bize geldiniz. Aslında siz, sizin için buluşma zamanı kılmayacağımıza batılca inanıyordunuz.” (Kehf/48) O gün [buluşma günü], onlar, meydana çıkarlar. Kendilerinden hiçbir şey Allah'a karşı gizli kalmaz. -‘Bugün mülk kimindir?’, Sadece tek ve kahhar olan Allah'ındır!’- (Mümin/16) Şüphe yok ki O, bütün sırların meydana çıkarıldığı gün onun geri döndürülmesine güç yetirendir. Artık onun için ne herhangi bir güç vardır, ne de herhangi bir yardımcı. (Tarık/9, 10) 19-24. ayetlerde ise müminlerin mahşerdeki durumu yer almaktadır. “Kitabı sağdan verilen”ler mümin kişilerdir. Daha evvel de açıkladığımız gibi, “sağ”, uğur, mutluluk, sağlamlık ve kurtuluşu ifade eder. “Amel defterini sağ el ile almak” ifadesi, dünyadayken kişi için tutulan davranış kayıtlarının temiz olduğunu, böyle kayıtları olanların korkutulmayacaklarını, suçlanmayacaklarını sembolize etmektedir. Mümin bir insanın ahiretteki durumu daha evvel bir birçok ayette detaylı olarak verilmişti. Bunlardan sadece bir pasajı hatırlatmakla yetiniyoruz: Şüphesiz, ebrar/iyiler/yardımseverler, kâfur katılmış bir tastan içerler; fışkırtıldıkça fışkırtılacak bir pınardan ki, ondan, verdikleri sözleri yerine getiren ve kötülüğü yayılan bir günden korkan ve “Biz sizi, ancak Allah yüzü [Allah rızası] için doyuruyoruz ve sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz; evet, biz asık suratlı ve çatık kaşlı bir günde, Rabbimizden korkarız” diyerek Allah sevgisi için, yiyeceği, yoksula ve öksüze ve tutsağa veren Allah’ın kulları, içerler. Allah da, bu yüzden onları, o günün kötülüğünden korur; onlara aydınlık ve sevinç rastlayacak, sabretmelerine karşılık onlara Cennet’i ve ipekleri verecek; orada tahtlara kurulmuş olarak kalacaklar; orada bir güneş de, dondurucu bir soğuk da görmeyecekler ve bahçenin gölgeleri onların üzerlerine sarkacak ve onların koparılması son derece kolaylaştırılacak. Ve aralarında gümüş bir kap ve billûr kâseler dolaştırılacak, Kendilerinin ayarladığı billûrları gümüştendir. Ve orada, onlara karışımı zencefil olan bir tastan sulanırlar, Orada, Selsebil denilen bir pınardan... Ve aralarında büyümez, yaşlanmaz çocuklar dolaşır; onları gördüğünde, saçılmış birer inci sanacaksın! Orayı gördüğünde, mutluluk ve büyük bir krallık [mülk ve yönetim] göreceksin; üzerlerinde ince, yeşil ipekli, parlak atlastan giysiler olacak; gümüş bileziklerle süslenmiş olacaklar; Rabbleri, onlara tertemiz bir içecek içirecek. Şüphesiz ki bu, sizin için karşılıktır. Çalışmalarınız da meşkûrdur [karşılık ödenecek niteliktedir]. (Însan/14) 25- 29 – Ve kitabı solundan verilen kimseye gelince; işte o: “Keşke kitabım bana verilmeseydi, hesabımın ne olduğunu da bilmeseydim. Ne olurdu o iş bitmiş olsaydı. Malım bana hiç fayda vermedi. Gücüm [otoritem] de benden yok olup gitti” der. 30 -37 - -Onu yakalayın sonra da bağlayın! Sonra cehenneme yaslayın onu. Sonra da onu yetmiş arşın zincir içerisinde oraya [cehenneme]sokun! Şüphesiz o, büyük Allah'a inanmıyordu. Miskinin yiyeceği üzerine teşvik de etmiyordu. Bu sebeple bugün burada onun için hiçbir sıcak dost yoktur. Sadece hata edenlerin yiyeceği olan bir irinden başka yiyecek de yok.- Müminlerden sonra bu ayetlerde de inançsızların ahiretteki durumları tasvir edilmiştir. Ürpertici sahnelerin yer aldığı pasajda, inkârcı örnek bir kişi ele alınarak onu bu elim vaziyete sokan günahının, Allah’ı hesaba katmaması ve buna bağlı olarak sosyal ve ekonomik yönden ahlaki sorumluluklarını yerine getirmemesi olduğuna işaret edilmektedir. Yoksulu doyurmayı teşvik etmeme, kendisi yoksullara yemek yedirmediği gibi başkalarının da onlara yemek vermesinden hoşlanmama tavrıdır. Bilindiği üzere, Allah’ın önemle üzerinde durduğu, insanlara din adına verdiği ilk emirlerden biri yetimlerin kerimleştirilmesi, yoksulların işe kavuşturulup karınlarını kendi el emekleriyle doyurmalarının sağlanmasıdır. Dini yalanlayan şu kimseyi gördün mü? İşte odur, yetimi itip kakan ve yoksulun yiyeceği üzerine teşvik etmeyen kimse. Bu nedenle, şu namaz kılanların / şu destekçilerin vay haline! Onlar namazlarından / destek verişlerinden gafildirler. Onlar, gösteriş yaparlar, ve mâûnu vermezler. (Maun/1-7) |
![]() |
![]() |
![]() |
#2 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 ![]() ![]() |
![]()
Hayır… Hayır… Doğrusu siz yetimi kerimleştirmiyorsunuz. Yoksulun yiyeceği üzerine birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. Oysa mirası yağmalarcasına öyle bir yiyişle yiyorsunuz ki! Malı öyle bir sevişle seviyorsunuz ki, yığmacasına! (Fecr/17- 20) :
Onlara: “Allah’ın sizi rızıklandırdığı şeylerden infak edin” denildiği zaman da o kâfirleşmiş kişiler, şu iman etmiş kişiler için: “Allah’ın dileyince doyurabileceği kimseyi biz mi doyuracağız? Siz ancak apaçık bir sapıklık içindesiniz” dediler. (Yasin/47) Ve ‘Akabe'nin [o sarp yokuşun] ne olduğunu sana ne bildirdi? Köle azat etmektir, veya salgın bir kıtlık gününde yemek yedirmektir; akrabalığı olan [yakında bulunan] bir yetime, veya topraklara düşmüş [sürünen] miskine [yoksula, işsize], sonra da iman edip de sabrı tavsiyeleşenlerden ve merhameti tavsiyeleşenlerden olmaktır. (Beled/12-17) Amel defterleri suç kayıtları ile dolu kişilerin akıbetleri, pişmanlıkları ve rüsvalıkları ile ilgili birçok canlı, tiksindirici sahne nakledilmiştir: O gün, Allah’ın her benliği kazandığı ile karşılıklandırması için, yeryüzü bir başka yeryüzüyle değiştirilecek, gökler de. Ve onlar, Bir ve gücüne karşı durulmaz olan Allah için ortaya çıkacaklardır. O gün, suçluları zincire vurulmuş olarak görürsün. Onların gömlekleri katrandandır, yüzlerini de ateş kaplayacaktır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. (İbrahim/48-51) O gün Biz bütün insanları önderleriyle çağıracağız. Ki o gün, kimin kitabı sağ eline verilirse, işte onlar kendi kitaplarını okuyacaklar ve onlar kandil fitili/ çekirdeğin iplikçiği kadar [en küçük] bir haksızlığa uğratılmayacaklar. (İsra/71) Onlar için güç vermeyen ve açlığı gidermeyen kuru bir dikenden başka yiyecek yoktur. (Gâşiye/6) “Sonra da onu yetmiş arşın zincir içerisinde oraya [cehenneme] sokun!” ayetindeki “yetmiş arşın” ifadesi hem çokluktan hem de suçlunun mutlak bir kontrol altında bulundurulacağından kinayedir. Yetmiş rakamının çokluktan kinaye olduğu şu ayette de görülmektedir: Onlar için ister mağfiret dile, ister dileme. Onlar için yetmiş kere mağfiret dilesen de yine Allah onları bağışlamayacaktır. Bu, onların Allah'ı ve Resulünü inkâr etmeleri nedeniyledir. Allah, fasıklar kavmine kılavuzluk etmez. (Tevbe/ 80) İnşikak suresinde de benzer bir ifade olarak “Defteri arkasından verilen” kimselerden bahsedilmektedir: Kitabı kendisine arkasından verilen kişiye gelince de o, ölümü çağıracak ve alevli ateşe girecektir. Şüphesiz o, yakınları içinde sevinçli idi. Şüphesiz o, asla dönmeyeceğine kani idi. (İnşikak/10, 14) “Defterin arkadan verilmesi” ifadesi, amel defterinin iç açıcı kayıtlar içermediğini bilen bir kişinin utancından dolayı defterini gizlemeye çalışacağına işaret etse gerektir. Daha evvel “Sağ” ve “sol” [Ashâbu'l-Meymene ve Ashâbu'l-Meş’eme] kavramları ile ilgili olarak Beled suresinin tahlilinde (Tebyinü’l-Kur’an, c:3 s: 652-656) geniş açıklama yapıldığından, detayın oradan okunmasını öneriyoruz. 38 – 43- Artık gördüklerinize ve görmediklerinize kasem olsun ki, şüphesiz o [Kur'ân], şerefli bir elçi sözüdür. Ve o, bir şair sözü değildir. -Siz ne az inanıyorsunuz!- Bir kâhin sözü de değildir. Siz ne az düşünüyorsunuz/ öğütleniyorsunuz!- O [Kur’an], âlemlerin Rabbinden indirilmedir. “Gördüklerinize ve görmediklerinize kasem olsun ki” ifadesiyle başlayan pasajda, Kur’an’ın Allah tarafından indirilmiş bir kitap olduğuna, o güne kadar ortaya çıkan mucizeler ve ondan sonra çıkacak olanlar kanıt gösterilmektedir. O günün şartlarında Kur’an’ın bir “Beyan” mucizesi [Edebi mucize] olduğu daha evvel birçok kez dile getirilmişti. O günden bugüne Kur’an’ın içeriğinde binlerce mucize daha keşfedilmiş bulunmaktadır. Kur’an’ın gelecekte de sayısız mucizelerinin ortaya çıkacağı hususunu ise Fussılet suresinin tahlilinde ((Tebyinü’l-Kur’an, c: 5, s: 314-15) detaylı olarak ele almıştık. Pasajın kasemle başlaması, Kur’an’ın Allah’ın indirmesi olup Muhammed (as) ile ilgisinin olmadığını kanıtlamaya yöneliktir. Burada Kur’an “elçi sözü” olarak nitelenmiştir. “Elçi sözü”, “katışıksız ve elçiye ait olmayan, elçiyi gönderen otoritenin ifadesidir. Elçi buna ekleme, çıkarma yapamaz, kendisine öğretilenleri gizleyemez. Bu konu Tekvir suresinde de geçmiş idi: kuşkusuz bu, değerli bir elçi sözüdür; güçlü, Arş'ın Sahibi'nin yanında çok itibarlı, itaat edilir, güvenilir… (Tekvîr/19-20) Ayetlerdeki “Siz ne az inanıyorsunuz!”, “Siz ne az düşünüyorsunuz/ öğütleniyorsunuz!” ifadeleriyle müşriklerin Kur’an’ın içerdiği bunca mucizeyi görmelerine, onun bir şair sözü, kahin sözü olmadığını bilmelerine rağmen inançsızlıkta direndikleri beyan edilmektedir. 44 -47- Eğer o [elçi; Muhammed], bazı sözleri Bizim sözlerimiz olarak ortaya sürseydi, kesinlikle ondan sağ elini [tüm gücünü] alırdık. Sonra ondan can damarını mutlaka keserdik. Artık sizden hiç biriniz ona siper de olamazdınız. Bu ayetlerde tüm insanlığa açık bir beyanat vardır: “Eğer Muhammed Kur’an’a dahletmeye; ekleme, çıkarma, değiştirme, saklama yapmaya kalksa, Allah adına laf uydursa, feci şekilde cezalandırılır. Bu tehdit, Resulullah’a olduğu kadar tüm zamanların insanlarına da yöneliktir. Hiçbir kimse Allah adına laf üretmemelidir. Din adına verilecek hükümler mutlaka Kur’an’dan olmalıdır. Ve ayetlerimiz onlara açıkça okunduğunda, Bize kavuşmayı ummayanlar: “Bundan başka bir Kur’an getir yahut bunu değiştir!” dediler. De ki: “Onu nefsimin [kendimin] öngörmesiyle değiştirmem benim için söz konusu olamaz. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum. Rabbime isyan edersem, kesinlikle büyük bir günün azabından korkarım. (Yunus/15) Az kalsın onlar seni, sana vahyettiğimizden uzaklaştırarak ondan başkasını Bize isnat edesin diye fitneye düşüreceklerdi [sana yanlış yaptırıp seni ateşte yakacaklardı]. İşte o takdirde seni halil [izdaş, yoldaş, dost] edinirlerdi. Ve eğer Biz seni sağlamlaştırmamış olsaydık, gerçekten onlara birazcık meylediverecektin. O durumda sana hayatın iki katını ve ölümün iki katını tattırırdık. Sonra Bize karşı kendine hiçbir yardımcı da bulamazdın. (İsra/73-75) İşte bunun için sen davet et ve sana emredildiği gibi dosdoğru ol. Onların hevalarına uyma ve de ki: "Ben Allah'ın kitaptan indirdiğine inandım ve ben aranızda adaleti gerçekleştirmemle emrolundum. Allah, bizim Rabbimizdir sizin de Rabbinizdir. Bizim yaptıklarımız yalnızca bize, sizin yaptıklarınız da yalnızca size aittir. Sizinle bizim aramızda hiçbir delile yer yoktur. Allah, bizim aramızı toplayacaktır. Dönüş de yalnız O'nadır. Ve hakkında ihtilâfa düştüğünüz herhangi bir şey; artık onun hükmü Allah'a aittir. İşte bu, benim Rabbim Allah’tır. Ben yalnız O'na tevekkül ettim ve ben yalnız O'na yöneliyorum” de. (Şura/15, 10) Sonra da seni Emir’den apaçık bir şeriat sahibi kıldık. Artık sen ona uy, bilmeyen kimselerin hevâlarına uyma. (Casiye/18) O halde o yalanlayıcılara itaat etme! Arzu ettiler ki, sen onlara yağ çeksen/yaltaklanıversen onlar da sana yağ çekeceklerdi/ yaltaklanacaklardı. (Kalem/8, 9) İnsanların Allah adına neler uydurduklarından değişik ayetlerde bahsedilmiştir: İşte bu, Şüphesiz Allah’ın Kitab’ı hak ile indirmesi sebebi iledir. Ve şu, şüphesiz Kitap hakkında ihtilafa düşenler kesinlikle çok uzak, bir parçalanma içindedirler. (Bakara/176) De ki: “Geliniz, Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana babaya iyilik edin, imlak haşyetiyle [fakirlik endişesiyle / fakirleştiriliriz korkusuyla] çocuklarınızı öldürmeyin. Sizi ve onları Biz rızklandırıyoruz. Ve kötülüklerin açığına ve gizlisine yaklaşmayın. Haksız yere Allah'ın haram kıldığı nefsi öldürmeyin. İşte bunlar, aklınızı kullanasınız diye O’nun size vasiyet ettikleridir. (En’am/151) Ve kendi dillerinizin yalan vasfetmesi ile Allah’a yalan uydurmak için, “Şu helaldir, şu haramdır” demeyin. Şüphesiz Allah’a yalan uyduran kimseler iflah olmazlar.(Nahl/116) 48 – Ve şüphesiz o [Kur’an], takva sahipleri için bir öğüttür. 49 – Ve Biz kesinlikle sizden yalanlayanların varlığını biliyoruz. 50 – Ve şüphesiz o [Kur'ân], kafirler için bir hasrettir. 51 – Ve şüphesiz o [Kur’an], kesin bilginin gerçeğidir. Bu ayetlerde, yukarıdaki kasemin ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci cevapları yer almaktadır. Buna göre, paragrafın takdiri şöyledir: “Artık gördüklerinize ve görmediklerinize kasem olsun ki, şüphesiz o [Kur'ân], şerefli bir elçi sözüdür. Ve o, bir şair sözü değildir. Bir kâhin sözü de değildir. O [Kur’an], âlemlerin Rabbinden indirilmedir. Ve şüphesiz o [Kur’an], takva sahipleri için bir öğüttür. Ve Biz kesinlikle sizden yalanlayanların varlığını biliyoruz. Ve şüphesiz o [Kur'ân], kâfirler için bir hasrettir. Ve şüphesiz o [Kur’an], kesin bilginin gerçeğidir.” Böylece Kur’an’ın takva sahipleri için bir öğüt olduğu kanıtlarla gösterilmiş olmaktadır. 50. ayetteki “Ve şüphesiz o [Kur'ân], kâfirler için bir hasrettir” ifadesiyle, kâfirlerin eninde sonunda “Kur'an’ı niye yalanladık?” diye pişman olacakları gerçeği açıklanmaktadır. Hıcr suresinde de bu anlamda bir pasaj bulunmaktadır: Zaman zaman şu inkâr etmiş olan kişiler, ‘Keşke müslüman olsaydık!’ temennisinde bulunacaklar. Böylece Biz onu [Kur’an’ı], günahkârların [suçluların] kalplerine sokarız. (Hicr/2,3 [12]) Şüpheci akılsızlar her ne kadar Kur’an’a ve haber verdiklerine inanmaz görünseler de, kafalarının içinde daima bir “acaba?” taşımaktadırlar. Yani, görünüşte inanmaz bir tavır sergileseler de, içlerinden “Ya doğruysa, ya varsa?” diye şüpheye düşmekte ve huzursuz olmaktadırlar. Pasaj, o günün zorlu kâfirlerinin gün gelip pişman olacaklarını bildirmektedir. Bu pişmanlıkları ölüm anındaki ve ahiretteki pişmanlıkları değil, dünyadaki pişmanlıklarıdır. Çünkü her ne kadar inanmamış olsalar bile, Allah’ın afak ve enfüsteki ayetlere dikkat çekerek bu mucizeleri Kur’an ile âdeta tüm gözlere sokması karşısında zaman zaman “Keşke ben de müslüman olsaymışım!" diye temennide bulunmaktadırlar. Gerçekten de Kur’an’ın etkin mesajının ciğerlerine işlemesi sonucu sürekli tedirgin olan Mekkeli müşriklerin birçoğu, hicretten önce veya sonra pişman olmuşlardır. 51. ayetteki “Ve şüphesiz o [Kur’an], kesin bilginin gerçeğidir” ifadesiyle Kur’an’da saçma sapan şeylerin, hakka, adalete aykırı şeylerin bulunmadığı; onda şüpheli, çelişkili bir şey olmadığı, içinde ne varsa hepsinin de kesin bilgi ile sağlamasının yapılabileceği vurgusu yapılmıştır. 52 - O halde, çok büyük Rabbinin ismini tesbih et [temize çıkar]! Tüm bu açıklamalardan sonra Rabbimiz, elçisine görevini sürdürmesi mesajını vererek “O halde, çok büyük Rabbinin ismini tesbih et [temize çıkar]!” demektedir. Allah’ı doğru tanıma ve doğru tanıtma demek olan “Tesbih” ile ilgili olarak geçmiş surelerin tahlilinde (Tebyinü’l Kur’an; c. 1, s. 187, 188; c.2, s. 130-132) birçok kez açıklama yaptığımızdan, detayın oradan okunmasını öneriyoruz. Allah doğrusunu en iyi bilendir. |
![]() |
![]() |
![]() |
Bookmarks |
Etiketler |
78hakka, suresi |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|