hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > HANİF MÜSLÜMANLIK > Kuran Merkezli ve Allah odaklı iman!

Konu Kapatılmıştır
 
Seçenekler Stil
Alt 10. January 2009, 10:12 PM   #1
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.076
Tesekkür: 3.618
1.093 Mesajina 2.442 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

KUR’AN KURSLARI İLE ALDATMA
Kur’an’ı özgün metniyle okuyup anlayacak ve bunu bir bilimsel meslek olarak yürütecek insanların eğitileceği yer Kur’an kursu değil, İmam-Hatip okulu ve ilahiyat fakültesidir.
Ana dilde ibadete karşı çıkan bir zihniyetin ‘Kur’an kursu’ tabelası altında öğreteceği asla Kur’an olamaz. Onlar Kur’an’dan bir şey öğretmediler; Arap alfabesindeki harflerin nasıl telaffuz edileceğini öğrettiler. Kur’an mesajı nerede, harf telaffuzu nerede...
Arap harflerini telaffuz ettirme sektörü, Allah ile aldatmaya dayalı saltanatın en güçlü sektörlerinden biridir.
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Alt 10. January 2009, 10:13 PM   #2
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.076
Tesekkür: 3.618
1.093 Mesajina 2.442 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

ALLAH İLE ALDATMANIN CAMİLERE TASALLUTU
Alman İçişleri Bakanı Schily şu beyanatı vermiştir: “Kin kusan vaizleri susturmak için gerekirse camileri kapatabiliriz.” (20 Kasım 2004 tarihli gazeteler)
Berlin polisinin basında yayınlanan bir raporuna göre camilerde kara para aklanıyor. Bu paraların büyük bir kısmı, camilere yardım, camilerin inşası ve imarı adıyla verilerek aklanıyor.
İslâm, bütün yeryüzünü mâbet, bütün meşru fiilleri ibadet ilan eden bir dindir. Yalnız ibadet yapılan yer anlamında bir mâbet fikrî Kur’an’a aykırıdır. Cami, içinde aynı zamanda ibadet de edilen bir mekandır. Ama asla ibadete tahsis edilmiş bir mekân değildir.
Bu binalara dokunulmazlık sağlayan tabir ‘Allah’ın evi’ tabiridir. Allah’ın evi sıfatını ancak yüce Tanrı verebilir. O, bu sıfatı bir tek mekana vermiştir; Kabe; Beytullah. Bunun dışında hiçbir mekân için Allah’ın evi tabiri kullanılamaz; kullanılırsa küfür olur. Bir defa, Allah’ın eviolmaz. Evi olan bir varlık Allah olmaz.
Türkiye’de cami artışı ile ahlâk ve erdem düşüşü at başı gitmektedir. Camiler, Allah ile aldatanların tekrarladıkları gibi, ‘Allah’ın evi’ değil, birer toplantı yeridir.
Ünlü Müslüman düşünür Fransız Garaudy, Suut Entegrizmi’ni eleştirdiği satırlarında ‘cami üzerinden oynanan oyun’un maskesini de ustalıkla düşürmektedir. Şöyle diyor: “Dünyanın belli başlı camilerini idare etmek üzere imamların tayini ve yönetimi buradan yapılır. İmamlar farklı milletlerden olabilir, yeter ki, Suudi dogmatizm ve cehaletinin kalıbına uygun dökülmüş olsunlar.”
“Toplumlar içine âdeta paraşütle indirilen camiler, Müslümanları Suudi modeli ruhsuz bir ibadet yaşantısı içinde farklılıklarını işleyip durdukları, kendilerini tecrit ettikleri ve güvenliksiz duyguları besledikleri bir getto içine hapsetmektedir. Fransa, İtalya ve İspanya gibi ülkelerde Müslüman cemaatlerin kendi imkanlarıyla yapmak istedikleri mütevazı ibadet yerlerine izin vermemek için bin türlü engel çıkartılırken, Suudi’nin parasını ödediği dev camilere kolayca evet denmesi bir hayli dikkat çekicidir.”
“Dinde baskı ve zorlama yoktur.” (Bakara Suresi, 256) diyen bir kitabın dininde resmî mâbet olmaz. Herkes ibadetini istediği yerde ve kimsenin liderliğine muhtaç olmadan yapabilir.
Müslüman coğrafyaların kaderine egemen olma noktasına gelen siyaset ve saltanat dinciliği (Siyasal İslam), camiyi artık ‘dokunulmaz, eleştirilmez parti lokali’ olarak kullanmanın rantını ve keyfini fark etmiş bulunuyor.
Varoluşçu felsefenin teist (Allah’a inanan) kanadına babalık eden Kierkegaard (ölm.1855), kiliseye gidenlerin önüne çıkar, onlara: “İsa’yı seviyorsanız kiliseden, papazlardan uzak durun!” dermiş. Ülkemdeki mabetlerin düşürüldüğü durumu gördükçe, Kierkegaard’ı hemen her gün rahmetle anıyorum.
Dış ülkelerdeki Türk semtlerinde görülen duruma gelinci, hemen her tefrika ekibinin kendine has bir camii vardır ve bu camilerde toplananların hiçbiri öteki camidekilere Müslüman gözüyle bakmaz. Hepsi birbirinin gıybetini eder. Dahası, her biri yaptığının cihat olduğunu söyler, Allah’a giden tek yolun kendi yolları olduğunu iddia eder.
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Alt 10. January 2009, 10:13 PM   #3
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.076
Tesekkür: 3.618
1.093 Mesajina 2.442 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

ALLAH İLE ALDATMANIN BAŞ MAĞDURU: KADIN
Allah ile aldatma zulmünün en ağırları kadın ve kadın hakları konusunda işlenmektedir. İslâm dünyası bu bakımdan bir ‘cehennem manzarası’ arz ediyor demek bir abartma olmaz.
İslâm dünyasında kadın haklarıyla ilgili bugünkü kabullerin tamamına yakını, vahiy kaynaklı tespitler değil, Hıristiyan konsillerinin kararlarını andıran ulema fetvalarıdır.
İslâm fıkhının kadınla ilgili sayfaları İslam tarihinin en kara, en utanç verici sayfalarıdır.
İbnü’l-Kayyım gibi bir büyük isim bile kadın konusunda saçmalamaktan kurtulamamıştır. Önemli eserlerinden biri olan Hadi’l-Ervah’ında, cennet sakinlerinin büyük kısmını kadınların oluşturduğunu söylüyor. Bu rivayete göre, cennette kadınların çoğunlukta olmasının sebebi, her erkeğe en az iki hanım verilmesindenmiş.
Ünlü üstadımıza göre, cennette ne kadar cinsel temasta bulunursanız bulunun, yıkanmak gerekmezmiş. Orada meni, mezi türü akıntılar yokmuş. Cehennem sakinlerinden çoğunluğunun kadın olması ise tartışmasız ve yoruma ihtiyaç bırakmayan bir gerçekmiş.
Kadın, fıkıh tarihinin hemen hemen ortak kabulüyle, köpek ve domuzdan daha aşağı görülmüştür. Hak mezhep diye anılan mezheplerin en büyüğü sayılan Hanefilik’in kabulüne göre, erkek ve kadınlara birlikte namaz kıldırmaya niyet etmiş bir imamın arkasında namaz kılan cemaatte, bir kadın, saflardan birinin ortasında namaz kılmaya kalksa sağ, sol ve arkadan birer kişinin namazı bozulur. Halbuki sözü edilen yerde bir köpek veya domuz dursa kimsenin namazı bozulmaz.
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Alt 10. January 2009, 10:14 PM   #4
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.076
Tesekkür: 3.618
1.093 Mesajina 2.442 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

TÜRBANIN ALLAH İLE ALDATMA ARACI YAPILMASI
Geleneksel fıkha göre, kadınlar hür ve cariye olarak iki kısma ayrılmaktadır. Cariyelerin örtünmesi tıpkı erkeklerinki gibidir. Yâni onlar edep yerlerini örttüklerinde örtünme görevlerini yerine getirmiş olurlar. Dahası da var. Cariyeler, örtünmeme serbestisine sâhip olarak kalmazlar, örtünmemeleri şart koşulur. Hâttâ, namaz kılarken bile, örneğin başlarını örtmelerine izin verilmez.
Allah, kullarından her sosyal sınıf için ayrı bir din göndermemiştir. Örtünme, kadınların bir sınıfı için bir türlü, ötekisi için başka bir türlü oluyorsa bir din emri olmaktan çıkar, sosyolojik bir sınıf göstergesi olur.
Allah kullarına iki tane din göndermemiştir ki, birine göre kadınlar başlarını açmak, ötekine göre ise örtmek zorunda olsunlar. Geleneksel fıkhın bu çelişkiyi çözecek hiçbir söylemi yoktur. “ulema böyle buyurdu” diyerek kenara çekilmektedir.
Şu bir gerçek ki Kur’an’da kadının örtünmesiyle ilgili açık emirler vardır. Ancak bu emirler, bugünkü İslam dünyasında, özellikle Arap-Acem coğrafyalarda siyasal bir simgeye dönüştürülen ve adına ‘tesettür’ denen uygulamanın iddialarına asla destek vermez. Bu konuda özellikle, Prof. Dr. Hüseyin Hatemi’nin, ‘İlahi Hikmette Kadın’ adlı eserine bakılmasını öneririz.
Kur’an’ın örtünme emri, abdest organlarını, o arada başı içermemektedir: Yüz ve baş, kadın ve erkekte eşitliğin gösterge bölgeleridir. Ve iki cinste de açık havaya maruz bölgelerdir. Bunun için de iki cinste de abdestin ortak organları arasındadır.
Başı açık olanlar köleler, işçiler ve cariyelerdi; başı bağlı olanlar ise hür ve seçkin tabaka idi. Fıkhın, kadınları hürler ve cariyeler diye ikiye ayırmasının dayandığı mantık da budur; Kur’an’ın herhangi bir ayeti değil. Günümüzde bâzı çevrelerin “Başörtüsü özgürlüğün simgesidir” söylemlerinin anlamı da bu olsa gerek.
Nûr 31. ayette vücup ifâde eden bir emir vardır ve o da göğsün kapatılmasıdır. Başın-saçların kapatılmasına ilişkin bir emrin o ayetten çıkarılması zorlama ile bile mümkün olmaz. Sünnetten de buna kanıt yoktur.
“Bu ayetten anlaşılır ki kadının göğsü ve boynu avrettir, yabancı erkeklerin görmesi caiz olmaz.”
Nûr 31’den açıkça çıkan tek emir, göğüslerin kapatılmasıdır.
Şunu da unutmamak zorundayız: Abdest, vücudun açık havaya maruz bölgelerine uygulanır. Eller-kollar, yüz, ayaklar ve baş bu organlardır ve abdest bu organlara uygulanan bir temizlik hareketidir. Asrısaadet’te, abdesti, kadın-erkek herkes toplu halde aynı yerde, hâttâ aynı kaptan alabilmekteydi. Bunun, örtünme emrinden önce olduğu, sonradan kaldırıldığı yolunda en küçük bir beyan yoktur. Olsaydı, özellikle kadını baskı altında tutmak isteyenler, bunu anında kayıtlara geçirirlerdi.
Halid Fuat Âlem’in, ‘La legge del Corano non impone il velo’ (Kur’an yasası türbanı dayatmaz) başlıklı yazısından birlikte okuyalım:
“Türban konusunda dinci-İslamcı cephe yalan söylemekten, gerçeği saptırmaktan başka bir şey yapmıyor. Her zaman olduğu gibi. Türkiye’nin huzurunu kaçıran, ülkemizi ve insanlarımızı büyük kaosa sürükleyen türban fesadını Allah’ın buyruğu olarak yutturmak, fitnecilik yapmaktır.”
“Pandora’nın kutusu artık açılmıştır, yalanlar birer birer ortaya çıkacak, putlar birer birer kırılacak ve kadınlarımız gerçekten özgürlüğe kavuşacaklardır. Anlamı yoruma izin vermeyecek kadar açık bir ayet konusunda iki Diyanet İşleri Başkanı anlaşamıyorsa, o zaman, AKP iktidarının uşağı Hacivat feylesofların iznine gerek kalmadan, bu konuda herkes söz söyleme hakkına sâhip olur.”
Özdemir İnce’nin bu yazısının daha açık anlamı şudur:
Halkımızın ‘sıkma baş’ diye tanıttığı bu ‘kapatma’, İslam ile değil, Talmut Mûseviliği ve Pavlus Hıristiyanlığı ile izah edilebilecek bir tavırdır. Bir rahibe kıyafetidir. İslâm adına bir Hıristiyanlaşma eğilimidir.
İsa yaşadığı sürece ona hep kötülük eden, ölümünden sonra ise İsa’nın dinine girerek bu dinî teslise oturtmayı başaran Yahudi asıllı Pavlus, kadının başkaları içinde konuşmasını bile yasaklıyordu. İslâm dünyasına bulaştırdıkları rahibe usulü baş kapatmayı da kadının ev dışına çıkmasını da dinleştiren Pavlus’tur. Şöyle diyor:
“Kiliselerde kadınlar sükût etsinler; çünkü onlara söz söylemek için izin yoktur; ancak şeriatın da dediği gibi tabi olsunlar. Eğer bir şey öğrenmek isterlerse, evde kendi kocalarına sorsunlar.” (I. Korintoslular, 14/34-35)
Müslüman dünyanın kadına bakışı, özellikle siyasal İslamcıların türban anlayışı Pavlus paralelinde bir anlayıştır.
Kadının namaz sırasında örtünmesi meselesine de değinmek gerekir. O halde, namazda örtünme meselesini iki durumu birbirinden ayırarak değerlendirmek zorundayız:
1. Namaz sırasında yabancı erkeklerin (namahremlerin) kadını görmesinin söz konusu olduğu durum: Bu durumda kadın örtünme şartlarına uymuş olmalıdır.
2. Namaz sırasında yabancı erkeklerin görmesi söz konusu olmayacak durum: Bu durumda kadın namazını istediği giysi ile kılar. Allah’a karşı örtünme söz konusu edilemez. Kadın, evinde-odasında bir başına namaz kılacaksa neden örtülere bürünsün!
Başın ve saçların örtünmesi iddia ve talebi, Haçlı kurmay odakların Müslüman dünyayı kendi içinde bölmek için kullandıkları bir oyundur.
Örtünme adı altında Müslüman kadının başını, rahibe usulü sarıp sarmalamanın bir ayrımcılık unsuru olarak devreye sokulması, 1960’lı yıllara gider. Fitne kotarımının patronu ABD, destekçileri ise ABD’nin kullandığı ‘Allah ile aldatma basını’ ve onun öncü kalemleridir. Bu öncü kalemlerin başında hızlı ABD’ci Mehmet Şevket Eygi ile onun gazetesinde istihdam ettiği Şule Yüksel vardır.
ABD, ektiği bu fitne ve tefrika tohumlarının meyvelerini 1990’lı yılların sonlarında, “Türban Misyoneri’ olarak adlandırdığı Merve Kavakçı ile almayı denemiş, başarılı olamamıştır.
Başarılı olamamıştır ama Merve Kavakçı aracılığıyla, bu işe verdiği önemi ve bu yolla Türkiye’ye darbe vurma iradesini ortaya koymayı da ihmal etmemiştir. ABD’nin bu işler için kullanmak üzere CIA’ya kurdurduğu ‘ABD Uluslararası Din Özgürlüğü Komisyonu’ eliyle davet edilen Merve Kavakçı tam bir şov aracı olarak eyalet eyalet dolaştırılmış, Türkiye aleyhinde konuşturulup alkışlanmıştır.
Merve Kavakçı üzerinden oynanan oyun bu kadarla da kalmamıştır: Hazırlanan ve işletilen bir tezgahla, Birleşmiş Milletler’de, ABD Kongresi’nde ve daha onlarca kurumda konuşturulan Kavakçı, İngiltere tarafından da ele alınıp Lordlar Kamarası’nda, Türkiye’de din özgürlüğü olmadığı’ yönünde bir konuşma yapmak üzere davet edilmiş ve bu konuşmayı Lordlar Kamarası’nda 2 Kasım 2000 tarihinde yapmıştır.
2008 yılındaki RT Erdoğan kotarımlı AKP denemesi üçüncü denemeleri. ABD, Bakalım bunda başarılı olabilecek mi?
Cumhuriyet değerleriyle baştan beri kavgalı olduğu kanaati var olan AKP iktidarı tarafından, Anayasa değişikliği ile çözülmeye girişilince, çözülmek şöyle dursun ‘kördüğüm’ haline gelerek Türk halkının gırtlağını sıkmaya başladı. RT Erdoğan’ın baş danışmanı olan Cüneyt Zapsu, türban konusunu Türk siyaset ve medya tarihinde görülmemiş bir üslupla değerlendirdi. Şunu söyledi: “Başörtüsünü çıkar demek donunu çıkar demekten farksızdır” (Hürriyet, 6 Mart 2008)
Bu söz, özellikle başı açık Müslüman-Türk hanımları camiasınca “Yâni biz donsuz mu sayılıyoruz?” kaygısına yol açtı.
Kısacası, AKP, ilk gününden itibaren türban meselesini bir tahrik ve kaygı unsuru olarak öne çıkarmış; konuya hep bu üslûp ve zihniyetle yaklaşmıştır.
Tarih önündeki görünen müsebbipler ise iktidar partisi olan AKP ile, TBMM’ye girdiği günden beri ona koltuk değneği (tabir halkındır) olan MHP’dir.
Türbanın bu şekilde dayatılmasının, sonra da demin değindiğimiz ‘nifak yöntemi’ ile çözülmeye çalışılmasının temelinde Allah rızâsı ve din değil, siyasal çıkar ile erkek hegemonyasını tehlikeye atmama kaygısı vardır.
Özetleyelim: Siyasal İslam’ın savunduğu tesettür, İslami hassasiyetlere değil, Hıristiyanî hassasiyetlere uygundur ve bu şekliyle, bir Hıristiyanlaştırma temayülünün göstergesidir. Zâten bu gösterge, bunun yıllarca siyasal istismarını yapan AKP Genel Başkanı RT Erdoğan tarafından da dolaylı bir biçimde ifâde edilmiştir. Erdoğan, İspanya’da verdiği ünlü demecinde, bugünkü türbanın bir siyasal simge olarak alınmasının kimseyi ilgilendirmediğini ifâde ederek türban bayraktarlığı yapan siyasetlerin esas niyetini ve arka planını ortaya koymuştur.
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Alt 15. January 2009, 12:48 AM   #5
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.076
Tesekkür: 3.618
1.093 Mesajina 2.442 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

ALLAH İLE ALDATANLARIN BAŞ PUTU: DÜNYALIK
İslam’ın Türkmen yorumunun yarattığı Anadolu Hümanizmi ve onun aşılamamış lirizm ustası Yunus’un hayat anlayışında insan, yalnız paylaştığı şeylerin sahibidir; yığdığı şeylerin değil. O halde, esas sâhip olan, paylaşandır, biriktiren değil...Paylaşabilen sevebilendir ve sevebilmenin mutluluğunu tatmak, paylaşabilmekle elde edilir.
Bugünkü dünyaya bakarsanız, bu putun, tam materyalizm olan komünizmle, pratik materyalizm olan kapitalizmde aynı kudret ve saygınlık burcuna oturtulduğunu görürsünüz.
Kapitalist emperyalizmin kurnaz çocuklarından İngiliz devlet adamı Churchill bu gerçeği açıkça itiraf etmiştir. Şöyle diyor: “Komünizm, sefaletlerin eşit paylaşımı, kapitalizm ise nimetlerin adaletsiz paylaşımıdır.”
Hemen söyleyelim: Kur’an mal ve parayı hayatın biricik veya egemen değeri sayanların dinî olamayacağını açıkça söylemektedir. İslâm Peygamberi tehlikeye şöyle dikkat çekmiştir: “Her ümmetin bir bozgun sebebi vardır. Benim ümmetimin bozgun sebebi de maldır.”
Mal putu ile din istismarını birlikte kullanabilecek konuma gelmiş kadroların ve siyasetlerin egemen olduğu bir toplum, cehennemini daha bu dünyada kendi eliyle kurmuş demektir. Allah ile aldatanların âdeta cenneti haline gelmiş Türkiye, Allah ile aldatan dinci odakların sermaye ve serveti de ellerine geçirdikleri bir ülke olmuştur.
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Alt 15. January 2009, 12:49 AM   #6
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.076
Tesekkür: 3.618
1.093 Mesajina 2.442 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

ALLAH İLE ALDATANLARIN KAMU HAKKI TALANI
24 Ağustos 2001 tarihli Star gazetesi köşe yazımdaki bir cümle Türk ilahiyat literatüründe ilk kez telaffuz edilen çok sarsıcı bir cümle idi.
“Hz. Peygamber, kamunun haklarına, mallarına musallat olanların, Kur’ansal deyimiyle, ‘gulûl suçu işleyenlerin’ cenaze namazlarını kılmazdı. Bu Muhammedi tavır: Türkiye’yi yönetenlere, siyasetçilerimize, kamu mevkilerinin su başlarında bulunanlara, ibadetleri şov aracı yapanlara ithaf olunur.”
Hz. Peygamber, kamu malı çalmış, kamu hakkına tasallutta bulunmuş olanların cenaze namazını kılmamıştır. (Zâdü’l-Mead, Beyrut 1981 baskısı, 1/515, 3/107-108)
“Bir harp sonrasında Hz. Peygamber’e: ‘Filanca, falanca şehit oldu’ diye tekmil verdiler. O, bunlardan birisi için şöyle dedi: ‘Hayır! İşte o dediğiniz kişi şehit olmamıştır. Ben onu cehennemin içinde görüyorum. Sebebi de, kamu mallarından çaldığı bir giysidir.’ Hz. Peygamber bunun ardında Hattab oğlu Ömer’i çağırarak şu talimatı verdi: ‘Git, ey Hattab oğlu, git de insanlara şunu duyur: Cennete yalnız ve yalnız müminler gidecektir.”
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Alt 15. January 2009, 12:49 AM   #7
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.076
Tesekkür: 3.618
1.093 Mesajina 2.442 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

ALLAH İLE ALDATMANIN TİCARET BİLANÇOSU
Alkolsüz kolonya aldatmacası bu aldatmaların en iğrençlerinden biridir. Alkolsüz kolonya dendiğinde, bunun arkasından birilerinin yeni marka bir kolonya çıkacağını ve bunun reklamını sıfır harcamayla din üzerinden yaptıklarını herkes anladı ama kimse çıkıp sormadı veya söylemedi ki, İslam, alkolün içilmesini, sâdece bunu yasaklıyor. İlaç, temizleyici, deodorant, parfüm halinde kullanılan alkol ile İslam’ın bir alıp vereceği yok. Ne demek alkolsüz kolonya?!
Helal gıda kalpazanlığı bir diğer aldatma şeklidir. İslâm fıkhına yalan söyleterek “Hıristiyanların kestikleri etler yenmez” sloganıyla Müslümanları aldatıp hijyen kurallarına uymadan kesilmiş kaçak etleri “İslami kurallara göre kesilmiş” veya ‘helal gıda’ teranesiyle hem de daha yüksek rakamlarla satanlar Allah ile aldatmanın sokakları dolduran simsarlarından sâdece bazılarıdır.
Oysaki, değil bir mezhebin fetvası, bütün mezheplerin ittifakıyla, Ehlikitap diye anılan Yahudi ve Hıristiyanların kestikleri etler, hiçbir kayıt ve şart aranmaksızın helaldir; yenir. Yeter ki kesilen hayvan eti yenen yâni helal bir hayvan olsun.
Tarihin en büyük dinci soygunu sayılan bir olayı bir kez daha hatırlayalım: 26 Ocak 2004 tarihli Der Spiegel dergisi Almanya’da yaşayan Müslüman Türk işçilerden 5 milyar Euro tutarında bir şeriat vurgun yapıldığını bildiriyordu. Der Spiegel’in haberindeki ayrıntıya göre, Kombassan, Yimpaş ve Jet-Pa gibi, Allah ile aldatan dinci şirketler “Faiz haramdır, paraları bize verin, size kârdan pay verelim” diyerek Müslüman Türk işçilerden akıl almaz meblağlarda paralar toplamışlardır. Bırakın kârı, kendileri bile geri ödenmeyen bu paraların ne olduğu Alman hükümetince de araştırılıyor. Ve haberden bâzı satırlar:
“TBMM komisyonuna bilgi veren İslami holding mağdurları, inanç sömürüsüyle kandırıldıklarını söylediler. Mağdurlar şöyle konuştu: ‘bizle beraber camiye gelip namaz kıldılar. Aynı seccade üzerinde oturduk, konuştuk. Bizi camide soydular.”
Cumhuriyet gazetesi, 1 Haziran 2005 tarihli nüshasında manşete şunu çıkarıyordu:
“İşadamları da Soyuldu” “ATO Başkanı Sinan Aygün, ‘İslami Holding’ olarak adlandırılan kayıt dışı şirketlerde batırılan kaynakların yeni bir bankerler krizine dönüştüğünü söyledi.”
Ankara Ticaret Odası Başkanı kaynaklı bu haberden bâzı satırlar aktaralım:
“İslami holding tabirinin bizatihi kendisi bir aldatma ve cürümdür. Ne demek İslami holding? İslami terör denince tepemiz atıyor da İslami holding denince neden sesimiz çıkmıyor? Hâlâ anlayamadık mı ki, İslami holding tabirinden şikayeti olmayanların er geç varacakları yer İslami terördür.”
Şunu sorabilme noktasına bir türlü gelemedik: Ticareti ticaret gibi neden yapmıyorsunuz da satımı hızlandırma aracı olarak Allah’ı ve dinî kullanıyorsunuz!? Bu, dine ve insan haysiyetine saygısızlık değil mi?
Endüstri Holding adlı ‘götürücü’ şirketinin genel koordinatörlüğünü yapmış bir kişinin, Ramazan Arıkan’ın açıklamalarını Cumhuriyet gazetesi bir ibret tablosu halinde önümüze koydu. Arıkan şöyle diyor:
“Görev yaptığım endüstri Holding’de 11 bini aşkın ortaktan 550 milyon mark toplanmış. Şu anda kasada para yok.” (Cumhuriyet, 22-25 Ağustos 2003)
Allah ile aldatmanın ticaret bilançosu konusunda tarihsel bir ibret tablosu, dinci siyasetlerin tarihsel başbakanı Erdoğan’ın 28 Mayıs 2006 tarihli Berlin toplantısında yaşandı. Dinî kullananlar tarafından, “Faizsiz kazanç vereceğiz” vaadiyle soyulduklarını, 30 milyar Euro’nun üstünde bir paranın ortadan yok olduğunu, bu dinci soyguncu şirketlerin Recep Tayyip adını kullanarak güven yarattıklarını söyleyerek yakınan ve yardım isteyen vatandaşlara, “Parayı verirken bana mı sordunuz?” demesinin yarattığı infial büyük oldu.
Allah ile aldatanlar sayesinde dünya yeni bir tip tanıdı: Aldatılmış hain.
Bu paraları verenler, öyle sanıldığı ve iddia edildiği gibi, saf duygularına yenik düşerek aldanmadılar. Bunların büyük kısmı, bu paraları vuranların yürüttükleri ‘Atatürk Cumhuriyet’ine hıyanet’ tezgahında yer almayı da istediler. Paralar sâdece ‘faizsiz kazanç’ için verilmedi: ‘Kafir Mustafa Kemal’in küfür devletini yıkmaya yönelik cihatta yer almak için’ verildi.
Hiçbir kitle aldatılmak istemeden aldatılamaz. En azından uzun süre aldatılamaz. Kabala geleneğinde ölümsüz bir deyiş vardır: “Aldanmak istenen aldanır.”
Aldatılmak hiçbir toplumun kaderi değildir. Onu kendisinin kaderi yapan, aldatılan toplumun kendisidir.
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Alt 15. January 2009, 12:50 AM   #8
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.076
Tesekkür: 3.618
1.093 Mesajina 2.442 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

FAİZSİZ KAZANÇ ALDATMACASI
Faiz diye tercüme edilen sözcük riba sözcüğüdür. Riba sözcüğünün sâdece faiz kelimesiyle sınırlanması doğru değildir. Riba kavramının bugünkü banka faiziyle eşitlenmesi ise açık bir saptırmadır.
Kur’an-ı Kerim’de 7 yerde geçen riba, kelime anlamıyla, anamal ve anaparaya yapılan ilavedir. Din dilinde bu, karşılıksız artış diye ifâde edilir.En doğrusu, ribayı emek ve gayret karşılığı olmayan her türlü artış diye anlamaktır.
Hz. Peygamber, ödünç verilen şeylerin ayniyle iadeleri sırasında yapılacak ilavelerin riba olduğunu belirtmiştir. Örneğin, bir ölçek arpanın yerine bir buçuk ölçek, bir altının yerine 2 altın almak ribadır. Banknotlar ise, reel değerleri olmadığından, meselâ 100 lira karşılığında 110 lira almanın riba kavramı içine girip girmeyeceği tartışılacaktır. Çünkü banknot, sâdece üzerine konan nominal değerle bir anlam ifâde etmektedir.
O halde, bütünüyle nominal değerler üzerinden işleyen banka faizlerinin ve banka faizciliğinin, Kur’an’daki riba kavramı içine girdiğini söylemek isâbetli olmayacaktır.
Gerçek şu ki, Kur’an, riba yasağını, paranın ekonomide dolaşmasını sağlamak için getirmiştir.
Şu bir gerçek ki, Kur’an’ın getirdiği riba yasağının temel amacı, ihtiyacını gidermek için borç almak zorunda kalan yoksulun büsbütün mahvolmasını önlemek ve onu, çaresizlerin kanını emen kodaman zümreye karşı korumaktır.
Mısırlı bilgin Ebu Zeyd, işin püf noktasını şöyle ifâde ediyor:
“Riba yasağı, ihtiyaçlarını karşılamak için borçlanmak zorunda kalan fakir kesimin istismar edilmesine karşı bir yasamadır.”
“Bugünkü bankalar riba esasına göre işlememektedir; tam tersine, tasarruf sahiplerine kâr payı (ribh) vermekte, borçlulardansa getiri (faide) almaktadır. Dolayısıyla, modern bankacılık sistemleriyle Kur’an’ın haram kıldığı ve alanlar için şiddetli azap vaat ettiği riba arasında en küçük bir ilişki söz konusu değildir.”
Günümüzde den üzerinden reklâm yapıp kazanç sağlama yolunu tutan Allah ile aldatma odakları, Kur’an’daki riba ile ilgisi bulunmamasına rağmen, banka faizini ‘haram’ ilan etmekte, öte yandan “Biz kârdan pay veriyoruz” diyerek dindar halkın mevduatını toplayıp modern bankacılığın en acımasızını yapmaktadırlar. Banka faizi riba değildir demeleri halinde, Müslüman kitleyi kendilerine çekmede bir özellikleri kalmayacağını bildiklerinden din adına yalan söyleme yolunu tercih ederek dinlerini ve ahiretlerini satarak dünyalık devşirmektedirler.
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Alt 15. January 2009, 12:50 AM   #9
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.076
Tesekkür: 3.618
1.093 Mesajina 2.442 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

ALLAH İLE ALDATMANIN SOSYAL DEMOKRASİYE KARŞI KULLANILMASI
Sosyal demokrasi Türkiye’de, üç karmaşanın (veya saplantının) gölgesi altında bulunuyor. Bu üç karmaşa şu başlıklar altında verilebilir:
1. Dinci karmaşa (Allah ile aldatma veya siyaset dinciliği),
2. İdeolojik karmaşa (solculuk),
3. Sömürgeci karmaşa (küresel sömürü).
Bir zamanlar, Türkiye’ye, Yeşil Kuşak islamı denen Amerikan marka bir İslam ile kullanan ABD, bugün aynı oyunu Ilımlı İslam ve BOP söylemiyle yürütüyor. Bu son oyunun önemli sloganlarından biri de “Sosyal demokrasi bir sol söylemidir” iddiası olmaktadır.
Bugün, okyanus ötesi politikaların hizmetinde yol alan dinci aldatılmışlar, Türkiye aleyhine sergiledikleri takkeli-sarıklı hıyaneti “Sosyal demokrasi solculuktur” sloganıyla da pazarlamaktadırlar. Arkalarındaki güç, Yeşil Kuşak’ın arkasındaki gücün ta kendisidir.
Yeşil Kuşak İslamı veya Ilımlı İslam şeytanlığına takılmadan baktığımızda gerçeğin şu olduğunu anlamakta gecikmeyiz: Kur’ansal ve Muhammedi çehresiyle, yâni özgün şekliyle İslam, tam anlamıyla bir ‘sosyal demokrat din’ olarak önümüzdedir. Önümüzdedir ama hayatımızda değildir. Hayatımızda olmasına Haçlı odaklarla onların Müslüman coğrafyalardaki hizmetkarları izin vermiyorlar.
Sosyal demokrasi bugün artık bir ideolojik kavram değildir. Bir zamanlar onu sol ideolojinin pankart yapmış olması, sosyal demokrasi ile ilgili bugünkü gerçeği değiştirmez. Bugünkü gerçek şudur:
Çağdaş, müreffeh Batı ülkelerinin en “sosyalist” sayılanları ne kadar sosyal demokrat iseler, en kapitalist sayılanları da aynı derecede sosyal demokrattır. Finlandiya, Norveç, İsveç nasıl sosyal demokratsa, Fransa, Almanya, İngiltere, İsviçre de aynı şekilde ve aynı oranda sosyal demokrattır. Bu ülkelerde kimsenin soldan, solculuktan falan söz ettiği yok. Çağdaş devletin, olması gerekenleri tespit edilmiş, durması gereken yeri belirlenmiştir. Vazgeçilmez gerçek, sosyal demokrasidir. Günümüz demokrasisi kendini artık ‘Marksist’ olarak tanımlamıyor. Kökeni öyle olsa da öyle tanımlamıyor. Çünkü o kabuktan kurtuldu, kabuğun içindeki özü aldı. Bırakın Avrupa’yı, ABD ve Japonya’da bile sosyal demokratların talepleri, projeleri, yöntemleri etkili oldu, hayata yön verdi.
Hukuk ve refah devletinin olmazsa olmazı sayılan sosyal demokrasi, iyi niyetli kapitalizm ile iyi niyetli sosyalizmin evliliğinden doğdu. Berlin Duvarı’nı yıkan da işte bu evliliktir.
Artık şunu görmek zorundayız: İnsanlık, bir ortak-evrensel refah modeline ulaştı. Bugün, bir tek ilerlemiş ülke gösterilemez ki sosyal demokrasiyi dışlamış olsun. Sosyal demokrat bir siyaset ve yönetim, ideolojik açıdan solcu olabileceği gibi sağcı da olabilir.
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Alt 15. January 2009, 12:50 AM   #10
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.076
Tesekkür: 3.618
1.093 Mesajina 2.442 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

ALLAH İLE ALDATMANIN KÜRESEL-EMPERYALİST TEZGAHLARI
Müslümanı Allah ile aldatmayı esas almış emperyalist oyunun üç tarihsel tezgahına tanık olmaktayız:
1. Alman tezgahı (1. Dünya Harbi’ne sokma oyunu),
2. AB tezgahı (Avrupa Birliği’ne üyelik oyunu),
3. ABD tezgahı (Ilımlı İslam ve Yeni Osmanlıcılık modeli diyerek çökertme oyunu).
Müslümanı Allah ile aldatmanın Alman tezgahı, Almanya’nın, kendisini, çöküş sürecinin en ağır sancılarını yaşayan Osmanlı İmparatorluğu ve ona bağlı milyonlarca Müslüman kitlenin kurtarıcısı olarak propaganda etmesiyle başladı. Esasında Almanların bu siyasetlerle ulaşmak istedikleri iki ana hedef vardı:
1. İngilizlerin kumandası altındaki Müslüman sömürgeleri, ‘Müslümanların esas koruyucusu’ Almanya’nın yanına çekmek için İngiltere’ye karşı kışkırtıp İngiliz egemenliğini Almanlar lehine sarsmak,
2. Artmakta olan ve artması için sürekli teşvik edilen Alman nüfusu, bereketli Anadolu ve Mezopotamya topraklarında yeni yerler açmak.
Osmanlı ordusunun, Prusyalı subaylarca eğitilmesiyle işe başlanır. Bunu, silâh ticareti, demiryolu imtiyazları (Bağdat Demiryolu gibi) izler. Alman malları, Osmanlı pazarında diğer emperyalist ülke mallarını piyasadan sürer.
Almanların Yakın Doğu’daki en büyük başarılarından biri de Osmanlı ordusunu, Alman emperyalizminin vurucu güçlerinden biri haline getirmeleridir.
1914 yılına gelindiğinde, bizzat Almanların bile, başlattıkları Birinci Dünya Harbi’ni kaybetmek üzere oldukları ortaya çıktığı bir sırada, yine Allah ile aldatma tezgahı çalıştırılarak Osmanlı Padişahı ve Halife olan, V. Mehmet Reşat’a, Almanlar lehine ‘Cihad-ı Mukaddes’ veya ‘Cihad-ı Ekber’ ilan ettirildi ve şeyhülislam tarafından askerlere okundu. Fetvayı dinleyen Osmanlı askerleri, ‘Hacı Wilhelm’in yaptırdığı Alman Çeşmesi’nden su içip ‘Hacı İmparator’a dua ettikten sonra, Alman emperyalizmi uğruna Ruslarla savaşıp ölmek üzere, Sarıkamış cephesine doğru yol aldılar. Ve 90 bini aşkını Allahu Ekber Dağları’nda hayatlarını feda ettiler.
Yüz bin civarında Türk askeri orada ne için öldü biliyor musunuz? Bir zafer kazanmak için değil. Böyle bir zaferin söz konusu olmayacağını asker olan herkes anlardı. Gerekçe, Polonya Cephesi’nde Almanları sıkıştıran Rusların kuvvetlerini bölüp Sakıramış’ın yaratacağı tedirginlikle Rus askerinin bir kısmını Kafkas Cephesi’ne sevk ettirerek Almanları rahatlatmaktı. Ölecek olan Türk askeriyse bu gerekçe bile yeterdi. Tarih boyunca, Yemen’den Kore’ye kadar hep böyle olmadı mı?
Bu bir yorum değildir. 2 Ağustos 1914 Osmanlı-Alman gizli ittifak antlaşmasına göre, Osmanlı Genelkurmay Başkanlığı Alman general Bronsart von Schellendorff’a verilmişti.
Bu Haçlı general, 1936’da yayınladığı Sarıkamış anılarında şöyle diyordu:
“Türkiye’nin savaşa ne zaman gireceğine Alman Genelkurmayı karar verdi. Kafkasya’ya saldırılması fikrî de bizimdir. Amaç, düşmanlarımızın ordu birliklerini buralara kaydırarak birinci derecede önemli olan esas cephelerdeki Alman ordularına karşı düşman baskısını azaltabilmekti. Süveyş Kanalı’na yapılan harekat da aynı nedenle yapılmıştır. Yoksa Türklerin Mısır’ı fethetmeleri için değil.”
Bugünün demokrasi ve özgürlük öncüsü ABD’nin ikinci dünya savaşındaki politikasının esası, bir yandan Hitler’i kullanarak Rusya’yı çökertmek, öte yandan Rusya’yı kullanarak Hitler’i yok etmek olmuştur. Parasının üstündeki ‘Allah’a güveniriz biz’ ifadesinin ABD’cesi işte budur. Yâni “Allah’ı kullanarak kitleleri aldatırız biz.”
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Konu Kapatılmıştır

Bookmarks

Etiketler
aldatmak, allah, ile

Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 05:14 AM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam