hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > NÜZUL SIRASINA GÖRE TEBYîNÜ'L -KUR'AN İŞTE KUR'AN ve VİDEOLARI Hakkı Yılmaz > İniş Sırası ile Sureler > 111.Feth Suresi

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 9. August 2010, 12:03 AM   #1
Taner
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Jan 2009
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 234
Tesekkür: 60
55 Mesajina 155 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
Taner will become famous soon enoughTaner will become famous soon enough
Standart Feth Suresi

111 (20). Feth Suresi

https://youtu.be/-OFPwJWi11c Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 483. Bölüm. Feth Suresi1. Bölüm

https://youtu.be/nsB7EflJYW0 Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 484. Bölüm Feth Suresi 2. Bölüm.

MEDENÎ, 29 ÂYET

GİRİŞ

Adını 1. âyetteki قتح[feth] sözcüğünden ve bu sûrenin ana konusu olan Mekke'nin fethinden alan sûrenin, Medîne döneminde 111. sırada indiği kabul edilir. Târih kayıtlarına göre bu sûre, hicret'in 6. yılında Hudeybiye Barış Antlaşması sonrasında Medîne'ye dönüşte inmiştir.

Sûrede, birtakım hayırlı hâdiselerin [Hayber ve Mekke'nin fethi] müjdesi verilir, mü’minlerin ölünceye kadar Allah yolunda cihad edeceklerine dair Rasûlullah'a verdikleri sözden [Biatu'r-Rıdvân'dan] övgüyle söz edilerek mü’minler onurlandırılır. Rasûlullah ile birlikte sefere çıkmayanlar, ikiyüzlüler kınanır. Ayrıca Elçi'nin görevi ve gönderiliş amacı bir kez daha hatırlatılır.

Sûrenin iyi anlaşılabilmesi için önce Hudeybiye Barış Antlaşması'nın ansiklopedik düzeyde de olsa bilinmesi gerekir:

HUDEYBİYE BARIŞI ve RIDVAN BİATI

Rasûlullah ve Muhâcirlerin Mekke'den ayrılmasının üzerinden altı yıl geçmiş ve bu süre içerisinde kimse öz yurdu ve akrabaları ile temas kuramamıştı. Muhâcirlerde hasret ve gurbet duyguları kabarmış, Medîneli Ensâr'da da Ka‘be'ye karşı özlem oluşmuştu. Müslümanların hepsi, Mekke'yi ve Ka‘be'yi ziyaret etmek istiyorlardı.

Bu genel istek üzerine, Rasûlullah, Mekke'ye gitmek isteyenlerin hazırlanmasını istedi.

Hazırlıklar yapıldı ve Zilkâde'nin ilk Pazartesi günü [13 Mart 628] 1.400 kişi ile birlikte Mekke'ye doğru hareket edildi. Amacın barış olduğunu göstermek için yanlarına, yolcu kılıcı denilen kılıçtan başka silah almadılar.

Mekkeli müşrikler bu durumu öğrenince toplandılar ve ne pahasına olursa olsun Rasûlullah'ı Mekke'ye sokmamaya karar aldılar. Rasûlullah'ın Mekke'ye daha fazla yaklaşmasına engel olmak üzere de Hâlid b. Velîd komutasında 200 atlıdan oluşan bir birlik gönderdiler.

Bu arada Rasûlullah ve beraberindeki mü’minler Mekke yakınlarındaki Hudeybiye mevkiine gelmişlerdi.

Rasûlullah, amaçlarını bildirmek, Mekke müşriklerinin durum ve tutumlarını öğrenmek için Mekke'ye, Hudâalılardan Hıraş b. Umeyye'yi elçi olarak elçi gönderdi. Elçi Umeyye, müşriklere, savaşmak niyetinde olmayıp yalnızca Ka‘be'yi ziyaret için geldiklerini ve umre yapıp döneceklerini bildirdi. Buna rağmen müşrikler devesine vurup onu yere düşürerek öldürmek istediler. Mekkeli olmayan çoğu Habeşli bazı kimseler araya girip Umeyye'yi kurtardılar. Umeyye geri dönerek durumu Rasûlullah'a anlattı.

Mekkeli müşrikler, Müslümanların Mekke'ye sokulmasını kendileri için büyük onursuzluk sayıyor ve bütün Arap dünyasının gözünden düşecekleri şeklinde yorumluyorlardı.

Bu gelişmeler üzerine Rasûlullah, Ömer'i göndermek için yanına çağırdı. Ömer, Mekkelilerin kendisine olan kinlerinden dolayı güvende olamayacağını, kimsenin de kendisine yardıma gelmeyeceğini ileri sürerek, Mekke'de hâlâ hatırı sayılan ve etkin birçok akrabası bulunan Osman b. Affân'ı göndermesini istedi.

Bunun üzerine Rasûlullah Osman b. Affân'ı çağırıp, onu Kureyş'e gönderdi. Osman b. Affân Mekke-i Mükerreme'ye varınca, önce Rasûlullah'ın mesajını iletti ve, “Biz Hudeybiye'ye muharebeye gelmedik, yalnızca ziyaret ve umre yapmak için geldik” dedi.

Bu arada Kureyşliler Osman'a, “İstersen sen Ka‘be'yi tavaf et; ancak hepinizin Mekke'ye girmesine ve Ka‘be'yi tavaf etmesine izin veremeyiz” dediler. Osman'ın bunu reddetmesi üzerine de onu Mekke'de alıkoyup göz hapsinde tuttular.

Bu arada Hudeybiye'de bulunan Müslümanlar arasında, Osman'ın öldürüldüğü şayiası çıktı. Bu haber üzerine Rasûlullah, mü’minleri biata davet etti. Bütün mü’minler, Allah adına o'na biat ettiler; ölmek pahasına da olsa savaştan kaçmamak ve asla çekinmemek üzere söz verdiler. Bu sözleşme, semure ağacı altında olmuştu. Bu konu, sûrenin 10, 18 ve 19. âyetlerinde yer almaktadır. Bu âyetlerden ilham alınarak bu biata, “Biatu'r-Rıdvân” [razılık biatı] ve biatın alınışında altında durulan ağaca da “Şeceretu'r-Rıdvân” [razılık ağacı] adı verilmiştir.

Kısa bir aradan sonra, Osman ile ilgili ölüm haberinin asılsız olduğu anlaşılmıştır.

Bu arada karşılıklı elçiler gidip geliyor, bir uzlaşma yolu aranıyordu. Müşrikler Müslümanları Mekke'ye sokmamaya kararlı gözüküyorlardı. Rasûlullah ise, “Biz buraya kesinlikle savaşmak için gelmedik. Amacımız Ka‘be'yi ziyarettir, umre yapmaktır. Kureyşliler eski savaşlarda zayıf düşmüşlerdir. Dilerlerse onlarla bir anlaşma, bir süre için barış anlaşması yapmak isterim. Kabul ederlerse ne âlâ, aksi takdirde Allah'a yemin ederim ki, ölünceye kadar onlarla savaşırım” diyerek barış öneriyordu.

Mekkeli müşrikler, Allah Rasûlü'nün kararlılığı yüzünden savaşı göze alamadılar, Osman b. Affân ve bir kısım Mekke'deki Müslümanları serbest bıraktılar. Arkasından, Suheyl b. Amr'ın başkanlığında bir heyeti anlaşma yapmak üzere Rasûlullah'a gönderdiler. Burada meşhur “Hudeybiye Andlaşması” yapıldı.

Rasûlullah ile Süheyl uzun görüşmelerden sonra anlaşma şartlarını tesbit ettiler. Buna göre;

1) Müslümanlarla müşrikler 10 yıl süreyle savaşmayacaklar, birbirlerine saldırmayacaklardı.

2) Müslümanlar bu yıl Ka‘be'yi ziyaretten vazgeçerek geri dönecekler, ancak gelecek yıl umre yapacaklar, müşriklerin boşaltacağı Mekke'de üç gün kalacaklar ve yanlarında yolcu kılıçlarından başka silah taşımayacaklardı.

3) Mekke'den birisi Müslüman olarak Medîne'ye sığındığı zaman iade edilecek; fakat Medîne'den Mekke'ye sığınanlar iade edilmeyecekti.

4) Arap kabileleri istedikleri tarafla anlaşma yapmakta serbest olacaklardı.

Bu antlaşmasının bütün şartları, görünüşte Müslümanların aleyhine idi. Bu nedenle Müslümanlar büyük bir hayal kırıklığına uğradılar. Bu antlaşmayı bir aşağılanma, bir küçük düşürülme olarak kabul ettiler. “Sen Allah'ın Rasûlü değil misin? Davamız hakk dava değil mi? Bu zilleti neden kabul ediyoruz?” diye serzenişte bulundular.

Hudeybiye'de 19 gün kalındıktan sonra Medîne'ye doğru yola çıkıldı. Yolda, bu sûre indi.

RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA

MEAL:

1-3. Şüphesiz Biz, Allah, senin günahlarından geçmiş ve gelecek olanları bağışlasın, sana olan nimetini tamamlasın, seni dosdoğru yola kılavuzlasın ve Allah, sana çok güçlü bir zaferle yardım etsin diye sana apaçık bir fethi açtık.

4. O, kendi imanları ile birlikte, imanca fazlalaşsınlar diye mü’minlerin kalplerine kalbi teskin eden güven ve yatışma duygusu; moral indirendir. Göklerin ve yerin orduları da yalnızca Allah'ındır. Ve Allah en iyi bilendir, en iyi yasa koyandır.

7. Göklerin ve yeryüzünün orduları da Allah'ındır. Allah azîz'dir, hakîm'dir.

8-9, 5-6. Şüphesiz Biz, Allah'a ve Elçisi'ne iman etmeniz, O'na yardım etmeniz, O'na saygı göstermeniz ve sabah-akşam [her zaman] O'nu tesbih etmeniz için, mü’min erkekler ve mü’min kadınları, içinde sürekli kalanlar olarak altlarından ırmaklar akan cennetlere girdirmesi, onların kötülüklerini örtmesi için –işte bu, Allah katında büyük bir kurtuluştur– ve o, Allah hakkında kötü zannda bulunan münâfık erkekleri ve münâfık kadınları, Allah'a ortak koşan erkekleri ve ortak koşan kadınları azaplandırması için –kötülük onların üzerine olmuştur. Allah onlara gazap etmiş, onları lânetlemiş ve kendileri için cehennemi hazırlamıştır. Orası ne kötü bir yerdir!– seni şâhit, müjdeleyici ve uyarıcı olmak üzere elçi yaptık.

10. Şüphesiz, şu, sana bağlılık yemini eden kimseler, ancak Allah'a biat etmektedirler. Allah'ın eli [gücü; nimetleri, yardımları] onların ellerinin [güçlerinin; yardımlarının, hizmetlerinin] üzerindedir. O nedenle, kim sözünden dönerse, artık sadece kendisi aleyhine olmak üzere dönmüştür. Kim de Allah'a verdiği ahde vefa gösterirse, Allah ona hemen büyük bir ödül verecektir.

11. Bedevî Araplardan geri bırakılmış olanlar, sana yakında, “Mallarımız ve ailelerimiz bizi meşgul etti [alıkoydu]. Hadi Allah'tan bizim bağışlanmamızı dile” diyeceklerdir. Onlar, kalplerinde olmayanı dilleriyle söylerler. De ki: “Allah size bir zarar dilediyse veya bir fayda dilediyse, O'na karşı kimin bir şeye gücü yetebilir? Bilakis Allah, yaptıklarınıza haberdardır.”

12. Aslında siz, Elçi ve mü’minlerin, ehllerine [ailelerine, yakınlarına] ebediyyen geri dönmeyeceklerini sanmıştınız. Bu sizin gönüllerinize de güzel göründü. Ve siz kötü zannda bulundunuz ve helâk olmuş bir toplum oldunuz.

13. Ve kim Allah'a ve Elçisi'ne iman etmezse, bilsin ki şüphesiz Biz, kâfirler için saîr'i [çılgın bir ateşi] hazırlamışızdır.

14. Ve göklerin ve yeryüzünün hükümranlığı Allah'ındır. O, dilediğini bağışlar dilediğini azaplandırır. Ve Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

15. Siz ganimetleri almak için gittiğinizde o geri kalanlar, “Bırakın bizi de sizi izleyelim” diyeceklerdir. Onlar, Allah'ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: “Siz, asla bizimle gelemeyeceksiniz. Allah daha önce böyle buyurmuştur.” Sonra onlar, “Bilakis, siz bizi kıskanıyorsunuz” diyeceklerdir. Bilakis onlar, pek az bir şey dışında anlamazlar.

16. Bedevî Arapların geri bırakılmış olanlarına de ki: “Siz yakında çok kuvvetli bir kavme karşı çağırılacaksınız; onlarla savaşırsınız veya onlar Müslüman olurlar. Artık, eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükâfat verir. Ama önceden yan çizdiğiniz gibi yine yan çizecek olursanız sizi acıklı bir azap ile azaplandırır.

17. Kör için bir vebal yoktur, topal için de bir vebal yoktur, hasta için de bir vebal yoktur. Bununla beraber kim Allah'a ve Elçisi'ne itaat ederse, O [Allah] onu, altından ırmaklar akan cennetlere girdirir. Kim de yan çizerse, onu acıklı bir azap ile azaplandırır.

18-19. Andolsun o ağacın altında sana biat ederlerken Allah, mü’minlerden razı olmuştur. İşte kalplerinde olanı bilmiş onlara kalbi teskin eden, güven ve yatışma duygusu; moral indirmiş ve onları pek yakın bir fetih ve alacakları birçok ganimetler ile mükâfâtlandırmıştır. Ve Allah azîz'dir, hakîm'dir.

20-21. Ve Allah size, alacağınız birçok ganimetleri ve sizin güç yetiremediğiniz, ama Allah'ın sizin için kuşattığı başka şeyleri (siz yararlanasınız) ve mü’minlere bir alâmet olsun, O [Allah] sizi dosdoğru yola kılavuzlasın diye vaat etmiştir. İşte O [Allah], bunu size hemen vermiş ve insanların ellerini sizden çekmiştir. Ve Allah her şeye en iyi güç yetirendir.

22-23. Ve eğer küfretmiş kimseler, sizinle savaşsalardı kesinlikle Allah'ın öteden beri gelen kanunu olarak arkalarına dönüp kaçarlardı. –Allah'ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.– Sonra bir dost ve yardımcı da bulamazlardı.

24-25. Ve O [Allah], sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra Batn-ı Mekke'de [Mekke'nin vâdisinde; Hudeybiye'de], Allah'ın dilediği kimseyi rahmetine girdirmesi için, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çekendir. Ve Allah, yaptıklarınızı en iyi görendir. Onlar, inkâr eden ve sizi Mescid-i Harâm'dan ve ayarlanmış hedylerin yerlerine ulaşmasını engelleyen kimselerdir. Eğer kendilerini henüz tanımadığınız, bilmeyerek ezmek sûretiyle kendilerinden sorumluluğunuz olacak mü’min erkekler, mü’min kadınlar olmasaydı, eğer onlar, birbirinden ayrılmış olsalardı, kesinlikle onlardan inkâr eden kimseleri acıklı bir azapla azaplandırırdık.

26. Hani o inkâr eden kimseler, hamiyeti; câhiliyenin hamiyetini [gurur ve soy asabiyetini, tutuculuğu] kendi kalplerinde alevlendirip kışkırttıkları zaman, hemen Allah; Elçisi'nin ve mü’minlerin üzerine kalbi teskin eden güven ve yatışma duygusunu; morali indirmiş ve onları “takvâ” sözüne ilzam etmişti [sâdık kalmalarını sağlamıştı]. Zaten onlar, buna lâyık ve ehil idiler. Allah her şeyi en iyi bilendir.

27. Andolsun ki Allah, Elçisi'ne o görüntüyü; “Siz, Allah dilerse kesinlikle, güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış kişiler olarak, korkmadan Mescid-i Harâm'a gireceksiniz”i hakk ile doğru çıkardı. Öyleyse O [Allah], sizin bilmediğinizi bilir. Sonra da size bundan ast yakın bir fetih kıldı.

28. O [Allah] hakk dini bütün dinlere üstün kılmak için Elçisi'ni hidâyet ve onunla [hakk din ile] gönderendir. Şâhit olarak da Allah yeter.

29. Muhammed, Allah'ın Elçisi'dir. Onunla beraber olan kimseler, O'nun [Allah'ın], kendileriyle, düşmanları öfkelendirmesi için kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Sen onları, Allah'ın fazlından ve bir hoşnutluk isteyerek rükû edenler, secde edenler olarak görürsün. Onların secde izinden [Allah'a teslimiyetlerinden] nişanları, yüzlerindedir [tüm varlıklarındadır]. Bu, onların Tevrât'taki örnekleridir. Onların İncîl'deki örnekleri de, filizini yarıp çıkarmış, sonra onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, sonra da gövdesi üzerine dikilmiş bir ekin gibidir. Bu, ziraatçıların da hoşuna gider. Allah, onlardan iman eden ve sâlihâtı işleyen kimselere mağfiret ve büyük bir mükâfat vaat etmiştir.

TAHLİL:

1-3. Şüphesiz Biz, Allah, senin günahlarından geçmiş ve gelecek olanları bağışlasın, sana olan nimetini tamamlasın, seni dosdoğru yola kılavuzlasın ve Allah, sana çok güçlü bir zaferle yardım etsin diye sana apaçık bir fethi açtık.

4. O, kendi imanları ile birlikte, imanca fazlalaşsınlar diye mü’minlerin kalplerine kalbi teskin eden güven ve yatışma duygusu; moral indirendir. Göklerin ve yerin orduları da yalnızca Allah'ındır. Ve Allah en iyi bilendir, en iyi yasa koyandır.

7. Göklerin ve yeryüzünün orduları da Allah'ındır. Allah azîz'dir, hakîm'dir.

8-9, 5-6. Şüphesiz Biz, Allah'a ve Elçisi'ne iman etmeniz, O'na yardım etmeniz, O'na saygı göstermeniz ve sabah-akşam [her zaman] O'nu tesbih etmeniz için mü’min erkekleri ve mü’min kadınları, içinde sürekli kalanlar olarak, altlarından ırmaklar akan cennetlere girdirmesi, onların kötülüklerini örtmesi için –işte bu, Allah katında büyük bir kurtuluştur– ve o, Allah hakkında kötü zannda bulunan münâfık erkekleri ve münâfık kadınları, Allah'a ortak koşan erkekleri ve ortak koşan kadınları azaplandırması için –kötülük onların üzerine olmuştur. Allah onlara gazap etmiş, onları lanetlemiş ve kendileri için cehennemi hazırlamıştır. Orası ne kötü bir yerdir!– seni şâhit, müjdeleyici ve uyarıcı olmak üzere elçi yaptık.

Bu âyetlerde, ilk önce Rasûlullah'a, Hudeybiye Antlaşması'nın getireceği iyi sonuçlar gâyet veciz bir şekilde bildirilmekte, sonra da Allah'ın insanlar ve mü’minler için lütfettiği maddî ve manevî nimetler sayılmaktadır.

Pasajın başında konu edilen fetih, “Hudeybiye Antlaşması”dır. Bu antlaşma, zâhiren mü’minlerin aleyhine görünüyordu. Sahabenin çoğu bununla, müşriklere taviz verildiğini, başarısız olunduğunu düşünüyorlardı.

Hudeybiye Antlaşması'nı müteakip nâzil olan bu âyetlerde, bu antlaşma, büyük fetihlerin ilk aşaması, kapının aralanması olarak nitelenmiş, bu sayede, Allah'ın, Elçi'nin günahlarından geçmiş ve gelecek olanları bağışlayacağı, o'na olan nimetini tamamlayacağı, o'nu dosdoğru yola kılavuzlayacağı ve o'na çok güçlü bir zaferle yardım edeceği bildirilmiştir.

Nitekim, ileriki âyetlerde de görüleceği üzere bu antlaşma sayesinde Hayber, sonra Mekke ve daha birçok belde fethedilmiştir. Bunların hepsi Hudeybiye Antlaşması'nın mü’minlere sağladığı imkânlar sayesinde olmuştur. Bu imkânlar, özetle şöyle sıralanabilir:

• Hudeybiye Antlaşması ile Mekkeliler, Medîne İslâm toplumunu resmen tanımışlar ve bu sayede de İslâm dini kabileler arasında büyük bir önem kazanmıştır.

• Hudeybiye Antlaşması'ndan önce Müslümanlarla müşrikler arasında hemen hiç bir ilişki yoktu. Hudeybiye'den sonra iki taraf arasındaki ticarî ve ailevî ilişkiler canlandı. Rasûlullah ve mü’minler, istedikleri yerde İslâm'ı rahatça tebliğ etme imkânına kavuştular. Bunun sonucu olarak da İslâm dini hızla yayılmaya başladı. Öyle ki, Hudeybiye Antlaşması ile Mekke'nin fethi arasında geçen 2 yıl içinde Müslüman olanların sayısı, Hudeybiye'den önceki 19 yıl boyunca Müslüman olanların iki katına ulaştı.

• Bu antlaşmadaki 1. maddenin hükümlerinden yararlanan mü’minler, Mekkelilerden emin olduklarından Hayber'i fethettiler. Bu antlaşma olmasaydı, Mekkeliler Hayberlilere yardım edecek ve Hayber fethedilemeyecekti.

• Antlaşma maddelerinden Müslümanları en çok üzeni, Mekke'den kaçan Müslümanların iade edilmesiydi. Bu madde gereği acı olaylar (Ebû Cendel'in, babası Amr oğlu Süheyl'e teslim edilmesi gibi) yaşanmıştı. Fakat bu madde de mü’minlerin lehine gelişti. Şöyle ki: Mekke'de sıkıntı çeken mü’minler Medîne'ye kabul edilmeyince, Mekke-Şam kervan yolu üzerindeki İs mevkiinde kendilerine bir üs kurdular. Kısa zamanda sayıları 300'e ulaşan Müslümanlar, müşriklerin kervanlarına baskın yapmaya başladılar ve Mekkeli müşriklerin zayıf düşmesini sağladılar. Bunun üzerine Kureyş müşrikleri bu maddenin antlaşmadan çıkarılmasını talep ettiler. Rasûlullah da taleplerini kabul ederek İs'teki Müslümanları Medîne'ye çağırdı.

Tüm bunlar, Hudeybiye Antlaşması'nın bir taviz değil, mü’minlere feth-i mübinlerin kapılarını açan bir antlaşma olduğunu göstermiştir.

Hudeybiye Antlaşması'na, Rasûlullah henüz hicret etmeden Kehf sûresi'nin Zülkarneyn pasajında (güneşin doğduğu yer olarak) işaret edilmişti. Ayrıca daha evvel de Rasûlullah'a bir gün Mekke'ye döneceği vaat edilmişti:

Şüphesiz ki Kur’ân'ı sana farz kılan kişi [Allah], elbette seni dönülecek yere döndürecektir. De ki: “Benim Rabbim, kimin hidâyetle geldiğini ve kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu daha iyi bilendir.” (Kasas/85)

Burada ise, Hudeybiye Antlaşması bir fetih/zafer olarak nitelenmekte ve bunun daha açık ve daha büyük bir zaferin yolunun açılışı olduğu beyân edilmektedir.

5-6. âyetlerin, teknik olarak ve anlam açısından mevcut Mushaf'taki yerlerinde –ki bu, Mushaf tertip heyetinin gafletinin eseridir– tertip edilmeleri mümkün değildir. Bu âyetleri, mevcut Mushaf'taki yerlerinde tercüme edenler, ekleme ve çıkarmalar yaparak, kelimeleri ve edatları ihmal ederek çevirmek zorunda kalmaktadırlar. O nedenle biz 5-6. âyetleri, 8-9. âyetlere bağlayarak tercüme ettik. Kanaatimizce, Allah'ın elçi göndermesinin bir nedeni, inananların ödüllendirilmesi, inkârcıların da cezalandırılmasıdır. Bu ilâhî ilke şu âyetlerde görülebilir:

Kim doğru yolu bulursa sırf kendi iyiliği için doğru yolu bulmuştur. Kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapmış olur. Ve hiçbir yük taşıyıcı başkasının yükünü çekmez. Ve Biz bir peygamber göndermedikçe, azap ediciler olmadık. (İsrâ/15)

Rabb'lerini inkâr edenler için de cehennem azabı vardır. Ve o, ne kötü dönüş yeridir! Oraya atıldıklarında, o kaynarken, onun korkunç sesini işitirler. O, az daha öfkeden çatlayacak. Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa, onun bekçileri onlara sorar: “Size bir uyarıcı gelmedi mi?” Onlar derler ki: “Evet, bize uyarıcı geldi de biz yalanladık ve ‘Allah hiçbir şey indirmedi, siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz’ dedik. Ve onlar derler ki: “Eğer biz dinlemiş olsaydık yahut akletmiş olsaydık şu çılgın ateşin ashâbı içinde olmazdık. Böylece günahlarını itiraf ettiler. Artık, uzaklık, çılgın ateş ashâbı içindir. (Mülk/6-11)

Ve inkâr etmiş olanlar bölük bölük cehenneme sevk olundu [olunacak]. Nihâyet oraya vardıklarında kapıları açıldı [açılacak]. Ve onun bekçileri onlara: “İçinizden size Rabbinizin âyetlerini okuyan, bu gününüzle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran elçiler gelmedi mi?” dediler [diyecekler]. Onlar, “Evet geldi” dediler [diyecekler]. –Velâkin kâfirler üzerine azap kelimesi hakk oldu.– “Sürekli olarak içinde kalmak üzere girin cehennemin kapılarından” denildi. –Büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür!– (Zümer/71-72)

Âyetteki, Sana olan nimetini tamamlasın ifadesi, Allah'ın Rasûlullah'a vereceği cennet, Mekke'nin, Taif ve Hayber'in fethi, büyüklük taslayanların zilletle boyun eğmesi, zorbalık edenlerin itaat etmesi, hür ve güven içinde bir hayat sürülmesi ve Allah'ın dininin yayılması için imkânların oluşması olarak anlaşılabilir.

Rasûlullah'ın şâhitliği konusunu Ahzâb sûresi'nde açıklamıştık:

Ey Peygamber! Şüphesiz Biz seni, bir şâhit, bir müjdeci, bir uyarıcı, Kendi izniyle Allah'a bir davetçi ve ışık saçan bir kandil olarak gönderdik [elçi yaptık]. Sen de inananlara, şüphesiz kendileri için Allah'tan büyük bir lütuf olduğunu müjdele. Kâfirlere, münâfıklara da itaat etme, onların ezalarını bırak. Ve sen Allah'a tevekkül et. Vekil olarak da Allah yeter. (Ahzâb/45-48)

Ve işte böyle Biz, siz, insanlar üzerine şâhitler olasınız, Peygamber de sizin üzerinize şâhit olsun diye sizi hayırlı bir ümmet kıldık. Üzerinde olduğun bu kıbleyi kılmamız da yalnızca; elçilere uyan kimseleri, iki ökçesi üzerinde geri döneceklerden ayıralım diyedir. Bu [tesbit ettiğimiz kıble], elbette, Allah'ın hidâyet ettiği kimselerin dışındakilere çok büyüktür. Ve Allah imanınızı kaybedecek değildir. Hiç şüphesiz Allah, bütün insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir. (Bakara/143)

Elçiler, vakitlendirildikleri zaman, bunlar hangi gün için ertelendiler ise! Ayırt etme günü için... (Mürselât/11-13)

Her ümmetten bir tanık getirdiğimiz ve seni de işte onların üzerine bir tanık olarak getirdiğimiz zaman bak nasıl? (Nisâ/41)

Allah, melekler ve hakkaniyeti ayakta tutan bilgi sahipleri, şüphesiz Allah'tan başka ilâh diye bir şeyin olmadığına tanıklık etti. O Azîz, Halîm'den başka ilâh diye bir şey yoktur. (Âl-i İmrân/18)

Öyleyse, şüphesiz Allah'tan başka ilâh diye bir şeyin olmadığını bil! Kendi günahın için, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar için bağışlanma dile. Ve Allah, sizin gezip dolaştığınız yeri ve durduğunuz yeri bilir. (Muhammed/19)

Rasûlullah'ın ve ümmetinin şâhitliği hususunda Bakara sûresi'nde yaptığımız açıklamaya bakılabilir.[1]

7. âyetteki, Göklerin ve yeryüzünün orduları da Allah'ındır. Allah azîz'dir, hakîm'dir ifadesiyle de, vaat edilen fetih için Allah'ın evrendeki ordularıyla yardımda bulunacağı ima edilmektedir. Allah'ın evrendeki ordularının neler olduğu da şu âyetlerden anlaşılabilir:

O, sizleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size destek verendir. O'nun melekleri de (destek verirler). Ve O, mü’minlere çok merhametlidir. O'na kavuşacakları gün onların selâmlamaları, “selâm”dır. O [Allah], da onlar için saygın bir ödül hazırlamıştır. (Ahzâb/43/44)

İşte onlar; Rabb'lerinden, birtakım destekler ve rahmet kendilerinedir. İşte onlar, hidâyete erenlerin de ta kendisidir. (Bakara/157)
Taner isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 9. August 2010, 12:03 AM   #2
Taner
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Jan 2009
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 234
Tesekkür: 60
55 Mesajina 155 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
Taner will become famous soon enoughTaner will become famous soon enough
Standart

Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber'i destekliyorlar [yardım ediyorlar]. Ey iman etmiş kimseler! Siz de o'na destek olun [o'na yardım edin] ve o'nun güvenliğini tam bir güvenlikle sağlayın! (Ahzâb/56)

10. Şüphesiz, şu, sana bağlılık yemini eden kimseler, ancak Allah'a biat etmektedirler. Allah'ın eli [gücü; nimetleri, yardımları] onların ellerinin [güçlerinin; yardımlarının, hizmetlerinin] üzerindedir. O nedenle, kim sözünden dönerse, artık sadece kendisi aleyhine olmak üzere dönmüştür. Kim de Allah'a verdiği ahde vefa gösterirse, Allah ona hemen büyük bir ödül verecektir.

Bu âyette, Hudeybiye'de gerçekleşen biat –ki, ölüm ve savaş meydanından kaçmamak üzere biat edilmişti– ve onun önemi vurgulanmakta; Elçi'ye bağlılık yemini edenler, Allah'a bağlılık yemini etmiş sayılmaktadır. Biatla ilgili ifade, Kim Elçi'ye itaat ederse, artık o, Allah'a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse; artık Biz seni onlara koruyucu [bekçi] olarak göndermedik (Nisâ/80) ifadesine benzemektedir. Çünkü Rasûlullah, ilâhî mesajlar dışında herhangi bir talepte bulunmamaktaydı. Rasûlullah'ın biat almasıyla ilgili bir örnek de Mümtehine sûresi'nde yer almıştı:

Ey Peygamber! İnanmış kadınlar sana Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamaları, hırsızlık etmemeleri, zinâ etmemeleri, çocuklarını öldürmemeleri, elleri ile ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemeleri, ma‘rûfta sana isyan etmemeleri üzerine biat ederek [bağlılık yemini ederek] gelirlerse, hemen onların biatlarını al ve onlar için Allah'tan mağfiret dile. Şüphesiz Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir. (Mümtehine/12)

11. Bedevî Araplardan geri bırakılmış olanlar, sana yakında, “Mallarımız ve ailelerimiz bizi meşgul etti [alıkoydu]. Hadi Allah'tan bizim bağışlanmamızı dile” diyeceklerdir. Onlar, kalplerinde olmayanı dilleriyle söylerler. De ki: “Allah size bir zarar dilediyse veya bir fayda dilediyse O'na karşı kimin bir şeye gücü yetebilir? Bilakis Allah, yaptıklarınıza haberdardır.”

12. Aslında siz Elçi ve mü’minlerin, ehllerine [ailelerine, yakınlarına] ebediyyen geri dönmeyeceklerini sanmıştınız. Bu sizin gönüllerinize de güzel göründü. Ve siz kötü zannda bulundunuz ve helâk olmuş bir toplum oldunuz.

13. Ve kim Allah'a ve Elçisi'ne iman etmezse, bilsin ki şüphesiz Biz, kâfirler için saîr'i [çılgın bir ateşi] hazırlamışızdır.

14. Ve göklerin ve yeryüzünün hükümranlığı Allah'ındır. O, dilediğini bağışlar dilediğini azaplandırır. Ve Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

15. Siz ganimetleri almak için gittiğinizde o geri kalanlar, “Bırakın bizi de sizi izleyelim” diyeceklerdir. Onlar, Allah'ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: “Siz, asla bizimle gelemeyeceksiniz. Allah daha önce böyle buyurmuştur.” Sonra onlar, “Bilakis, siz bizi kıskanıyorsunuz” diyeceklerdir. Bilakis onlar, pek az bir şey dışında anlamazlar.

16. Bedevî Arapların geri bırakılmış olanlarına de ki: “Siz yakında çok kuvvetli bir kavme karşı çağırılacaksınız; onlarla savaşırsınız veya onlar, Müslüman olurlar. Artık, eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükâfât verir. Ama önceden yan çizdiğiniz gibi yine yan çizecek olursanız sizi acıklı bir azap ile azaplandırır.

Bu âyetlerin ifadeleri gâyet açıktır. Burada, zor koşullarda Hudeybiye'ye giden mü’minler ile, gitmekten kaçınıp bahaneler uyduran, tehlike arzetmeyen bol ganimetli seferlere katılmak isteyen, izin verilmeyince de, “Siz bizi kıskanıyorsunuz” diyerek mü’minleri suçlayan iki yüzlülere dikkat çekilmekte, onların sırları ifşa edilmekte ve onlara karşı nasıl bir tavır takınılacağı bildirilmektedir.

11. âyette, Allah size bir zarar dilediyse veya bir fayda dilediyse O'na karşı kimin bir şeye gücü yetebilir? Bilakis Allah, yaptıklarınıza haberdardır buyurularak onlara yapılan uyarı, şu âyetlerdeki mesajlarla daha iyi anlaşılabilir:

O sırada o kentin en uzak yerinden bir adam koşarak geldi. Dedi ki: “Ey kavmim! Uyun o gönderilmişlere [elçilere]! Uyun sizden hiçbir ücret istemeyen o kişilere ki, onlar hidâyete ermişlerdir. Bana ne oluyor da kulluk etmeyecekmişim O beni yaratana? Siz de sadece O'na döndürüleceksiniz. Ben, hiç ben O'nun astlarından ilâhlar edinir miyim? Eğer Rahmân bana bir zarar dileyecek olsa, onların [ilâhların] şefaati benden yana hiçbir fayda vermez ve onlar [ilâhlar] beni kurtaramazlar. Şüphesiz ki ben, o zaman [ilâhlar edindiğim takdirde] apaçık bir sapıklık içindeyimdir. Şüphesiz ki ben, Rabbinize iman ettim. Haydi, kulak verin bana!” (Yâ-Sîn/20-25)

Ve sen gerçekten onlara, “O gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sormuş olsan, kesinlikle “Allah!” diyeceklerdir. De ki: “Öyleyse gördünüz mü Allah'ın astlarından çağırdıklarınızı! Eğer Allah bana bir zarar vermek istediyse, onlar O'nun zararını giderebilenler midirler? Yahut bana bir rahmet dilediyse, onlar O'nun rahmetini tutanlar mıdırlar?” De ki: “Allah, bana yeter. Tevekkül edenler, yalnızca O'na tevekkül ederler.” (Zümer/38)

Ve eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, onu Kendisinden başka açacak yoktur. Ve eğer O sana bir hayır dokundursa da kuşkusuz O, her şeye gücü yetendir. Ve O, kullarının üstünde kâhir'dir. Ve hakîm'dir ve habîr'dir. (En‘âm/17-18)

De ki: “Eğer Allah size bir kötülük dilediyse veya size bir rahmet dilediyse, sizi Allah'tan kim korur?” Hem onlar kendilerine Allah'ın astlarından bir velî bulamazlar, bir yardımcı da. (Ahzâb/17)

Bu tip insanları Tebük seferi sırasında da sahnede görüyoruz:

Eğer Allah, seni onlardan bir tâifenin yanına döndürür de onlar çıkmak için senden izin isterlerse, de ki: “Artık siz hiçbir zaman benimle beraber asla çıkmayacaksınız. Ve hiçbir zaman benimle birlikte düşmanla savaşmayacaksınız. Şüphesiz siz ilkinden oturup kalmaktan hoşlanıyordunuz. Artık geride kalanlarla beraber oturup kalın!” Ve onlardan ölen biri için destek olma, onun kabrinin üzerine dikilme. Şüphesiz onlar, Allah'a ve onun Elçisi'ne küfredenlerdir. Ve onlar, fâsık olarak ölmüşlerdir. Onların malları ve evlatları da seni imrendirmesin. Allah, ancak onları dünyada bunlarla cezalandırmayı ve onlar kâfir iken canlarının güçlükle çıkmasını istiyor. (Tevbe/83-85)

Bu pasajın iniş sebebiyle ilgili nakiller şöyledir:

Bedevîlerden geri bırakılanlar sana diyecekler ki:... Mücâhid ve İbn Abbâs dedi ki: “Bununla Gıfar, Müzeyne, Cuheyne, Eslem, Eşca ve Dîl bedevîlerini kastetmektedir. Bunlar Medîne çevresinde bulunan bedevîlerdi. Rasûlullah (s.a) fetih [Hudeybiye] yılı Mekke'ye gitmek üzere yola çıkmak isteyince, onların da kendisi ile birlikte yola çıkmalarını istemiş; ancak onlar Kureyş'ten çekindikleri için Rasûlullah'tan geri kalmışlardı. İnsanların, o'nun savaşmak niyeti taşımadığını bilmeleri için umre maksadıyla ihrama girmiş ve hediyelik kurbanlarını beraberinde götürmüştü. Bedevîler ise işi ağırdan alarak o'na katılmamış ve işlerini mazeret olarak göstermişlerdi. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu.”[2]

15. âyette, Onlar, Allah'ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: “Siz, asla bizimle gelemeyeceksiniz. Allah daha önce böyle buyurmuştur” ifadesindeki “Allah'ın sözü” ile, Tevbe/83'de zikredilen şu husus kastedilmiştir:

Eğer Allah, seni onlardan bir tâifenin yanına döndürür de onlar çıkmak için senden izin isterlerse, de ki: “Artık siz hiçbir zaman benimle beraber asla çıkmayacaksınız. Ve hiçbir zaman benimle birlikte düşmanla savaşmayacaksınız. Şüphesiz siz ilkinden oturup kalmaktan hoşlanıyordunuz. Artık geride kalanlarla beraber oturup kalın!” (Tevbe/83)

Paragrafın sonunda, Siz yakında çok kuvvetli bir kavme karşı çağırılacaksınız; onlarla savaşırsınız veya onlar Müslüman olurlar. Artık, eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükâfât verir. Ama önceden yan çizdiğiniz gibi yine yan çizecek olursanız, sizi acıklı bir azap ile azaplandırır buyurularak, kendilerine gelmeleri için bu kişilere ümit veriliyor.

17. Kör için bir vebal yoktur, topal için de bir vebal yoktur, hasta için de bir vebal yoktur. Bununla beraber kim Allah'a ve Elçisi'ne itaat ederse, O [Allah] onu, altından ırmaklar akan cennetlere girdirir. Kim de yan çizerse, onu acıklı bir azap ile azaplandırır.

Yukarıda Hudeybiye seferi'ne katılmayanlar kınanmıştı. Burada ise, bir mü’mini seferden alıkoyacak gerçek mazeretler bildirilmektedir. Buna göre; kör, topal ve hasta için bir vebal yoktur; dolayısıyla bu mazeretleri nedeniyle savaşa katılmayanlar sorumlu tutulmaz ve kınanmazlar. Çünkü bunların savaşması zor, hatta imkânsızdır. O nedenle, bunlardan savaşa katılmalarını istemek hakksızlık olur. Bu ilke Kur’ân'da değişik yerlerde konu edilmiştir:

Allah ve Elçisi için samimi oldukları takdirde, zayıflara, hastalara ve de infak edecek bir şey bulamayan kimselere, bir de kendilerini bindiresin diye sana geldiklerinde, “Sizi üzerine bindirecek bir şey bulamıyorum” dediğin zaman, infak edecekleri bir şey bulamadıklarından dolayı üzülüp gözlerinden yaş döke döke geri dönüp giden kimselere bir günah yoktur. Muhsinler [iyilik, güzellik üretenler] aleyhine bir yol yoktur. Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. (Tevbe/91-92)

Mü’minlerin, önlem almaları için, hepsinin birden topyekun ayrılmaları da olmazdı. Öyleyse, dinde derin bilgi elde etmeleri, toplumları kendilerine döndükleri zaman onları uyarmaları için onlardan her kesimden bir tâifenin, ayrılmaması gerekmez miydi? (Tevbe/122)

Âmâya suç yoktur; topala suç yoktur; hastaya suç yoktur; sizin içinde kendi evlerinizden veya babalarınızın evlerinden veya annelerinizin evlerinden veya erkek kardeşlerinizin evlerinden veya kız kardeşlerinizin evlerinden veya amcalarınızın evlerinden veya halalarınızın evlerinden veya dayılarınızın evlerinden veya teyzelerinizin evlerinden veya anahtarlarına mâlik olduğunuz yerlerden yahut dostunuzun evlerinden yemenizde bir sakınca yoktur. Toplu hâlde veya ayrı ayrı yemenizde de bir sakınca yoktur. Artık evlere girdiğiniz zaman Allah tarafından mübarek ve güzel bir yaşama dileği olarak kendinize güvenlik oluşturun. İşte Allah, aklınızı kullanasınız diye size âyetlerini böyle ortaya koyar. (Nûr/61)

18-19. Andolsun o ağacın altında sana biat ederlerken Allah, mü’minlerden razı olmuştur. İşte kalplerinde olanı bilmiş, onlara kalbi teskin eden, güven ve yatışma duygusu; moral indirmiş ve onları pek yakın bir fetih ve alacakları birçok ganimetler ile mükâfâtlandırmıştır. Ve Allah azîz'dir, hakîm'dir.

20-21. Ve Allah size, alacağınız birçok ganimetleri ve sizin güç yetiremediğiniz, ama Allah'ın sizin için kuşattığı başka şeyleri (siz yararlanasınız) ve mü’minlere bir alâmet olsun, O [Allah] sizi dosdoğru yola kılavuzlasın diye vaat etmiştir. İşte O [Allah], bunu size hemen vermiş ve insanların ellerini sizden çekmiştir. Ve Allah her şeye en iyi güç yetirendir.

22-23. Ve eğer küfretmiş kimseler, sizinle savaşsalardı, kesinlikle Allah'ın öteden beri gelen kanunu olarak arkalarına dönüp kaçarlardı. –Allah'ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.– Sonra bir dost ve yardımcı da bulamazlardı.

Bu âyetlerde de, mü’minlerden Hudeybiye'de alınan biata –ki Rıdvan biatı denilir– işaret edilmiştir. Burada Rasûlullah'a bağlılık yemini edenler övülmekte ve Allah'ın onlara vereceği nimetler bildirilmektedir. Söz konusu edilen ganimetler ise, başta Hayber ganimetleri olmakla birlikte değişik yer ve zamanlarda, Allah'ın mü’minler için müyesser kıldığı ganimetlerdir.

Ve insanların ellerini sizden çekmiştir ifadesiyle de, Kureyş ile Müslümanlar arasında olacak savaşın engellenmesi kastedilmiştir.

Ve Allah size, alacağınız birçok ganimetleri ve sizin güç yetiremediğiniz, ama Allah'ın sizin için kuşattığı başka şeyleri [siz yararlanasınız] ve mü’minlere bir alamet olsun ve O [Allah] sizi dosdoğru yola kılavuzlasın diye vaat etmiştir ifadesinde, birinci gerekçe hazfedilmiş ve bağlacıyla, ve mü’minlere bir alâmet olsun diye ikinci gerekçe yer almıştır. (Bir çokları ibareyi, ve bağlacını ihmal ederek çevirmişlerdir.) Biz, birinci gerekçeyi, paragraftaki söz akışına göre “siz yararlanasınız” şeklinde takdir ettik.

22-23. âyetlerde, Ve eğer küfretmiş kimseler, sizinle savaşsalardı kesinlikle Allah'ın öteden beri gelen kanunu olarak arkalarına dönüp kaçarlardı. –Allah'ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.– Sonra bir dost ve yardımcı da bulamazlardı ifadesindeki, “Allah'ın kanunu”, birçok yerde zikredilen, Allah'ın mü’minlere ve elçilerine yardım edeceği, onları yücelteceği ilkesidir:

Ve gevşemeyin, üzülmeyin! Ve eğer inananlar iseniz, en üstün olan sizsiniz. (Âl-i İmrân/139)

Ve andolsun, sizler güçsüz iken, Allah, şükredesiniz diye size Bedir'de yardım etti: Hani sen inananlara, “Rabbinizin, indirilen/hulûl ettirilen üç bin melekle size yardım etmesi size yetmez mi?” diyordun. Eğer sabrederseniz ve takvâlı davranırsanız, evet (sizi Rabbiniz destekler). Ve eğer onlar, ansızın üzerinize gelseler, Rabbiniz size işaretlenmiş/eğiten/gönderilmiş beş bin melekle yardım eder. Ve Allah, bunu [yardımı] size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı. Ve bu yardım, sırf, O [Allah], küfretmiş olan kimselerden bir kısmının kökünü kessin yahut onları perişan etsin de kaybeden kimseler olarak dönüp gitsinler diye azîz ve hakîm Allah katındandır. Öyleyse Allah'a takvâlı davranın. (Âl-i İmrân/123-127)

Kendilerine savaş açılan kimselere kendileri zulme uğramaları; onlar, başka değil, sırf “Rabbimiz Allah'tır” dedikleri için hakksız yere yurtlarından çıkarılmaları nedeniyle izin verildi. Ve şüphesiz ki Allah onları zafere ulaştırmaya en iyi gücü yetendir. Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak sûrette, içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler yerle bir edilirdi. Allah, Kendisine yardım edenlere; eğer kendilerine yeryüzünde bir güç verilirse salâtı ikâme eden, zekâtı veren, ma‘rûfu emreden ve münkerden alıkoyan kimselere kesinlikle yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, kavî'dir [çok güçlüdür], azîz'dir [mutlak gâliptir]. İşlerin sonucu da sadece Allah'a âittir. (Hacc/39-41)

Ey iman etmiş kimseler! Eğer siz Allah'a yardım ederseniz O da size yardım eder ve ayaklarınızı sâbit tutar. (Muhammed/7)

İnkâr eden ve Allah'ın yolundan alıkoyan kimseler; O [Allah], onların amellerini saptırttı. (Muhammed/1)

Allah, “Elbette Ben ve elçilerim gâlip geleceğiz” yazmıştır. Şüphesiz Allah kavî'dir, azîz'dir. (Mücâdele/21)

Ve andolsun ki gönderilen kullarımız [elçilerimiz] hakkında Bizim sözümüz geçmiştir: “Şüphesiz onlar, kesinlikle gâlip olanların ta kendisidir. Şüphesiz Bizim ordularımız kesinlikle gâlip gelenlerin ta kendisidir.” (Saffat/171-173)

Şüphesiz Biz elçilerimize ve iman etmiş kişilere şu basit yaşamda ve şâhitlerin kalktığı [şâhitlik edecekleri] günde [kıyâmette] kesinlikle yardım ederiz. (Mü’min/51)

24-25. Ve O [Allah], sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra Batn-ı Mekke'de [Mekke'nin vâdisinde; Hudeybiye'de], Allah'ın dilediği kimseyi rahmetine girdirmesi için, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çekendir. Ve Allah, yaptıklarınızı en iyi görendir. Onlar, inkâr eden ve sizi Mescid-i Harâm'dan ve ayarlanmış hedylerin yerlerine ulaşmasını engelleyen kimselerdir. Eğer kendilerini henüz tanımadığınız, bilmeyerek ezmek sûretiyle kendilerinden sorumluluğunuz olacak mü’min erkekler, mü’min kadınlar olmasaydı, eğer onlar, birbirinden ayrılmış olsalardı, kesinlikle onlardan inkâr eden kimseleri acıklı bir azapla azaplandırırdık.

26. Hani o inkâr eden kimseler, hamiyeti; câhiliyenin hamiyetini [gurur ve soy asabiyetini, tutuculuğu] kendi kalplerinde alevlendirip kışkırttıkları zaman, hemen Allah; Elçisi'nin ve mü’minlerin üzerine kalbi teskin eden güven ve yatışma duygusunu; morali indirmiş ve onları “takvâ” sözüne ilzam etmişti [sâdık kalmalarını sağlamıştı]. Zaten onlar, buna lâyık ve ehil idiler. Allah, her şeyi en iyi bilendir.

Bu âyet grubunda mü’minler ve müşrikler arasında meydana gelebilecek büyük felaketlerin engellendiği beyân edilmektedir. Bu hâdisenin târihsel anlatımı şöyledir.

Mekkelilerden 80 kişi silahlı olarak Peygamber'i (s.a) ve ashâbını gâfil avlamak isteği ile Tenim dağı'ndan aşağıya indiler. Bize herhangi bir zarar veremeden onları teslim aldık ve hayatta bıraktık [öldürmedik]. Bunun üzerine yüce Allah, O sizi kendilerine karşı muzaffer kıldıktan sonra Batn-ı Mekke'de onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan çekendi buyruğunu indirdi.[3]

Abdullah b. Muğaffel el-Müzenî dedi ki: Hudeybiye'de Peygamber (s.a) ile birlikte yüce Allah'ın Kur’ân-ı Kerîm'de sözünü ettiği ağacın dibinde bulunuyorduk. Biz bu durumda iken üzerimize silahlı 30 genç delikanlı çıkıverdi. Yüzümüze doğru hücum ettiler. Peygamber (s.a) onlara beddua etli, yüce Allah onların gözlerini aldı. Rasûlullah (s.a) onlara, “Sizler herhangi bir kimsenin ahdine [emanına] sığınarak mı geldiniz? Yoksa herhangi bir kimse size bir eman mı verdi?” diye sordu. Onlar, “Hayır, öyle bir şey yok” dediler. Peygamber de onları serbest bıraktı. Bunun üzerine yüce Allah, O sizi... onların ellerini sizden... çekendi âyetini indirdi.[4]

Seleme b. el-Ekva dedi ki: “Henüz barış görüşmeleri yapılıyorken Ebû Süfyân geliverdi. Vâdi silahlı adamlarla dolup taşıyordu.” (Seleme) devamla dedi ki: Kendilerine ne bir fayda, ne de bir zarar vermek imkânını bulamayan silahlı 6 müşriği önüme katarak getirdim ve onları Rasûlullah'ın (s.a) huzuruna çıkardım. Ömer ise yolda, “Ey Allah'ın Rasûlü! Biz bizimle savaş hâlinde olan bir topluluğun üzerine gidiyoruz. Bizim ise beraberimizde silah da yok, savaş araç-gereci de yok” dedi. Rasûlullah (s.a) bunun üzerine yoldan Medîne'ye haber gönderdi de, oradaki bütün silahları, savaş araç ve gereçlerini getirdiler, Rasûlullah'a (s.a), Ebû Cehl'in oğlu İkrime senin üzerine 500 atlı ile birlikte geldi” diye haber verildi. Rasûlullah (s.a) Hâlid b. el-Velîd'e, “İşte bu senin amcan oğlu, üzerine 500 kişi ile birlikte geliyor”' dedi. Hâlid, “Ben Allah'ın ve Rasûlü'nün kılıcıyım” dedi. Bunun üzerine o gün kendisine ‘Allah'ın kılıcı’ adı verildi. Beraberinde bir grup atlı ile birlikte yola çıktı, kâfirleri bozguna uğratarak Mekke bahçelerine sığınmak zorunda bıraktı. (Bu rivâyet daha sahihtir. Aralarında çarpışma taşlarla olmuştu. Oklarla ve yayların uçlarıyla çarpıştıkları da söylenmiştir.)[5]

25. âyetteki, Eğer kendilerini henüz tanımadığınız, bilmeyerek ezmek sûretiyle kendilerinden sorumluluğunuz olacak mü’min erkekler, mü’min kadınlar olmasaydı ifadesiyle kastedilenler, Mekke'de müşriklerin arasında bulunan hicret edememiş mü’minlerdir. Bunlardan ismi bilinenler şunlardır: Seleme b. Hişâm, Ayyaş b. Ebî Rebia, Ebû Cendel b. Süheyl.

27. Andolsun ki Allah, Elçisi'ne o görüntüyü; “Siz, Allah dilerse kesinlikle, güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış kişiler olarak, korkmadan Mescid-i Harâm'a gireceksiniz”i hakk ile doğru çıkardı. Öyleyse O [Allah], sizin bilmediğinizi bilir. Sonra da size bundan ast yakın bir fetih kıldı.

Bu âyet, Rasûlullah'ın yıllar önce Mekke'de gördüğü bir vizyonun gerçekleşmesine işaret etmektedir. İsrâ ve Yûsuf sûrelerinde bu konuya değinilmişti. Burada işaret edilen rüya değil, vizyondur. Âyetten anlaşılacağı üzere Rasûlullah, Mekke'yi feth ve hacc için Mekke'ye girdiğini görmüştür, ki bu, Yûsuf peygamberin çocuk iken anne-babası ve kardeşlerinin kendisine secde etmelerini [teslim olmalarını] görmesi gibidir.

Vizyonun gerçekleşmesinin ötesinde bu âyette, Mekke'nin fethinden ast/aşağı olan bir başka fethin de yakın olduğu müjdelenmektedir. Henüz Mekke fethedilmeden inen bu âyetteki fetih, “Hayber'in fethi”dir. Zira Hayber'in fethi her açıdan Mekke'nin fethinden aşağı seviyededir.

28. O [Allah] hakk dini bütün dinlere üstün kılmak için, Elçisi'ni hidâyet ve onunla [hakk din ile] gönderendir. Şâhit olarak da Allah yeter.

29. Muhammed, Allah'ın Elçisi'dir. Onunla beraber olan kimseler, O'nun [Allah'ın], kendileriyle, düşmanları öfkelendirmesi için kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Sen onları, Allah'ın fazlından ve bir hoşnutluk isteyerek rükû edenler, secde edenler olarak görürsün. Onların secde izinden [Allah'a teslimiyetlerinden] nişanları, yüzlerindedir [tüm varlıklarındadır]. Bu, onların Tevrât'taki örnekleridir. Onların İncîl'deki örnekleri de, filizini yarıp çıkarmış, sonra onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, sonra da gövdesi üzerine dikilmiş bir ekin gibidir. Bu, ziraatçıların da hoşuna gider. Allah, onlardan iman eden ve sâlihâtı işleyen kimselere mağfiret ve büyük bir mükâfât vaat etmiştir.

Mü’minler ve insanlık için bir beyânname niteliğinde olan bu âyetlerde, başta Hudeybiye seferi hususunda gevşek davranan mü’minler uyarılmakta; ayrıca Rasûlullah ve mü’minlerin geçmişteki örnekliği konu edilmektedir:

• Allah, hakk dini bütün dinlere üstün kılmak için Elçisi'ni hidâyet ve hakk din ile göndermiş ve şâhit olarak da Allah yeter.

• Muhammed, Allah'ın Elçisi'dir.

• Onunla beraber olan kimseler, Allah'ın, kendileriyle düşmanları öfkelendirmesi için kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler.

• Rasûlullah ile beraber olan mü’minler, Allah'ın fazlından ve bir hoşnutluk isteyerek rükû ederler [şirk koşmazlar], secde ederler [Allah'a teslimiyet gösterirler].

• Onların secde izinden [Allah'a teslimiyetlerinden] nişanları, yüzlerindedir [tüm varlıklarındadır]. Onların Müslüman olduğu her hallerinden belli olur.

• Bu, onların Tevrât'taki örnekleridir.

• Onların İncîl'deki örnekleri de, filizini yarıp çıkarmış, sonra onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, sonra da gövdesi üzerine dikilmiş bir ekin gibidir. Bu, ziraatçıların da hoşuna gider.

• Allah, onlardan iman eden ve sâlihâtı işleyen kimselere mağfiret ve büyük bir mükâfat vaat etmiştir.

Allah'ın dinini mutlaka ortaya çıkaracağı, daha evvel zikredildiği gibi Tevbe sûresi'nde de zikredilecektir:

O [Allah], ortak koşanlar hoşlanmasa da, kendisini, din'in; onun [dinin] hepsinin üzerine ortaya koyması için Elçi'sini hidâyetle ve hakk din ile gönderendir. (Tevbe/33)

O [Allah], müşrikler hoş görmese de Elçisi'ni, hakk dini bütün dinlerin üzerine çıkarması için hidâyet ve hakk dinle gönderendir. (Saff/9)

İnsanlardan sefihler [aklı ermeyenler], “Bunları, üzerinde bulundukları kıbleden [hedeften, stratejiden] çeviren nedir?” diyecekler. De ki: “Doğu ve batı yalnız Allah'ındır. O, dilediği/dileyen kimseyi dosdoğru yola kılavuzlar.” (Bakara/142)

Âyette mü’minler, “kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler” şeklinde nitelenmiştir, ki vahiy terbiyesi alan insan bu nitelikte olmak zorundadır:

Ey iman etmiş kimseler! Sizden kim dininden dönerse, bilsin ki Allah yakında mü’minlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetli bir toplum getirir ki, O [Allah] onları sever, onlar da O'nu [Allah'ı] severler; onlar Allah yolunda çaba harcarlar ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar. Bu, Allah'ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah, vâsi'dir, çok iyi bilendir. (Mâide/54)

Ey iman etmiş kimseler! İnkârcılardan tehlike oluşturan kişiler ile savaşın ve sizde bir sertlik bulsunlar. Ve şüphesiz Allah'ın, takvâ sahipleri ile birlikte olduğunu biliniz. (Tevbe/123)

Ve eğer onlar barış için yanaşırlarsa, sen de ona [barışa] yanaş! Ve Allah'a tevekkül et. Şüphesiz O [Allah], en iyi işitenin, en iyi bilenin ta kendisidir. (Enfâl/61)

Sakın onlardan bazı kimselere verip de kendilerini onunla yararlandırdığımız şeylere [mal ve servete] heveslenip gözlerini dikme. Onlar hakkında üzülme de... Sen kanatlarını mü’minler için indir. Ve, “Şüphesiz ben apaçık bir uyarıcının ta kendisiyim” de. (Hicr/88-89)

Ve mü’minlerden sana uyan kimselere kanadını indir. (Şu‘arâ/215)

Ve senin Rabbin kesin olarak şunları gerçekleştirdi [karar altına aldı]: Kendisinden başkasına kul olmayın, anne ve babaya iyi davranın. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlığa ererse, sakın onlara “Öf” deme, onları azarlama. Ve ikisine de kerîm [onurlu, tatlı ve güzel] söz söyle. Ve merhametinden dolayı onlar için alçak gönüllülük kanatlarını indir. Ve de ki: “Rabbim! Onların beni küçükten terbiye ettikleri gibi, onlara rahmet et.” (İsrâ/23-24)

Bu âyetlerde Rasûlullah ile birlikte olan sahabe övülmüş, Allah'ın onlardan razı olduğu bildirilmiştir. Kendilerini Allah yolunda feda edecek olanlar başka yerlerde de övülmüşlerdir:

Andolsun ki, Allah Elçisi'nde, sizin; Allah'ı ve son günü uman ve Allah'ı çokça anan kimseler için güzel bir örnek vardır. (Ahzâb/21)

Allah'ın, o kent halkından, Rasûlü'ne verdiği fey'ler, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşmasın diye Allah'a, Elçi'ye yakınlık sahiplerine; göç eden fakirler –ki onlar, Allah'ın lütuf ve rızasını ararken yurtlarından ve mallarından çıkarılmışlardır, Allah'a ve Elçisi'ne yardım ederler. İşte onlar, doğruların ta kendileridir–, yetimlere, miskinlere, yolcuya aittir. Elçi, size ne verdiyse onu hemen alın. Sizi neden alıkoyduysa ondan geri durun. Allah'a da takvâlı davranın. Şüphesiz Allah, kovuşturması/azabı çok çetin olandır. Onlardan önce o yurda ve imana yerleşen kimseler de, kendilerine göç edenleri severler ve onlara verilenlerden ötürü göğüslerinde bir ihtiyaç duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi, onları kendilerine tercih ederler. Kim de nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar, başarıya erenlerin ta kendileridir. (Haşr/7-9)

Andolsun o ağacın altında sana biat ederlerken Allah mü’minlerden razı olmuştur. İşte kalplerinde olanı bilmiş, onlara kalbi teskin eden, güven ve yatışma duygusu; moral indirmiş ve onları pek yakın bir fetih ve alacakları birçok ganimetler ile mükâfatlandırmıştır. Ve Allah, azîz'dir, hakîm'dir. (Fetih/18-19)

Burada övülenler, asıl anlamıyla sahabedir, daha sonraki geniş anlamıyla sahabe değildir.

Âyetteki, Onların secde izinden nişanları yüzlerindedir ifadesi, kaynaklarda genellikle “çok secde etmeleri sebebiyle mü’minlerin alınlarında meydana gelen durum” veya “geceleri namaz kılan ve secde edenlerin yüzlerinde oluşan güzellik nûru” olarak namaza endeksli olarak açıklanmıştır.

Hâlbuki burada konu edilen bunlar değildir. Hatırlanacağı üzere secde'nin, “kişinin bilinçli olarak bir başkasına –kendisinden daha güçlü olduğunu kabul ederek– teslim olması, boyun eğmesi, onun otoritesi dışına çıkmaması” demek olduğunu; vech/yüz sözcüğünün de “kişinin tüm benliği”ni temsil ettiğini birçok yerde ifade etmiştik. O nedenle, burada maksat, onların Allah'a teslimiyetlerinin ve mü’min olduklarının her hâl ve davranışlarından belli olduğudur:

Görmedin mi, Allah nasıl bir misal verdi? Güzel bir söz, aslı [kökü], sabit, dalı-budağı gökte olan, Rabbinin izniyle her an ürün veren güzel bir ağaç gibidir. Ve onlar öğüt alsınlar diye Allah insanlara böyle misaller verir. (İbrâhîm/24-25)

Mü’minlerin önceki kitaplardaki örneği Kur’ân tarafından bildirilmiştir. Şimdi bu örneğin, muharref Kitab-ı Mukaddes'teki benzerine bir göz atalım:

Sonra Îsâ şöyle dedi: “Tanrı'nın Egemenliği, toprağa tohum saçan adama benzer. Gece olur, uyur; gündüz olur, kalkar. Kendisi nasıl olduğunu bilmez ama, tohum filizlenir, gelişir. Toprak kendiliğinden ürün verir. Önce filizi, sonra başağı, sonunda da başağı dolduran taneleri verir. Ürün olgunlaşınca, adam hemen orağı vurur. Çünkü ürünü biçme zamanı gelmiştir.” Îsâ sonra şöyle dedi: “Tanrı'nın Egemenliğini neye benzetelim, nasıl bir benzetmeyle anlatalım? Tanrı'nın Egemenliği, hardal tanesine benzer. Hardal, yeryüzünde toprağa ekilen tüm tohumların en küçüğü olmakla birlikte, ekildikten sonra gelişir, tüm bahçe bitkilerinin boyunu aşar. Öylesine dal-budak salar ki, gökte uçan kuşlar gölgesinde barınabilir.” [6]

Îsâ onlara bir benzetme daha anlattı: “Göklerin Egemenliği, bir adamın alıp tarlasına ektiği hardal tanesine benzer” dedi, “hardal tüm tohumların en küçüğü olduğu hâlde, gelişince bahçe bitkilerinin boyunu aşar, ağaç olur. Öyle ki, gökte uçan kuşlar gelip dallarında barınır.” Îsâ onlara başka bir benzetme anlattı: “Göklerin Egemenliği, bir kadının alıp tüm hamuru kabartmak için üç ölçek una karıştırdığı mayaya benzer.” Îsâ bütün bunları halka benzetmelerle anlattı. Benzetme kullanmadan onlara hiçbir şey anlatmazdı.[7]

Sonra Kuzu'nun Siyon dağı üzerinde durduğunu gördüm. Onunla birlikte, alınlarında kendisinin ve Babasının adının yazılmış olduğu 144.000 kişi vardı. Gökten, gürül gürül akan suların sesini, büyük bir gök gürlemesini andıran bir ses işittim. İşittiğim ses, çenk çalanların çıkardığı sese benziyordu. O 144.000 kişi, tahtın önünde, dört yaratığın ve ihtiyarların önünde yeni bir ezgi söylüyordu. Yeryüzünden satın alınmış olan bu kişilerden başka kimse o ezgiyi öğrenemedi. Kendilerini kadınlarla lekelememiş olanlar bunlardır. Pak kişilerdir. Kuzu nereye giderse o'nun ardından giderler. Tanrı'ya ve Kuzu'ya ait olacakların ilk bölümü olmak üzere insanlar arasından satın alınmışlardır. Ağızlarından hiç yalan çıkmamıştır. Kusursuzdurlar.[8]

Yâ Rabb! Halkları gerçekten seversin, Bütün kutsallar elinin altındadır. Ayaklarına kapanır, sözlerini dinlerler.[9]

Allah, doğrusunu en iyi bilendir.



[1] Tebyînu'l-Kur’ân; c. 9, s. 255-257.

[2] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[3] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[4] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[5] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[6] Markos, 4:26-32.

[7] Matta, 13:31-34.

[8] Vahiy, 14:1-5.

[9] Tesniye, 33:3.
Taner isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 12. August 2011, 12:45 AM   #3
Anonymous
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 176
Tesekkür: 627
164 Mesajina 386 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
Anonymous has much to be proud ofAnonymous has much to be proud ofAnonymous has much to be proud ofAnonymous has much to be proud ofAnonymous has much to be proud ofAnonymous has much to be proud ofAnonymous has much to be proud ofAnonymous has much to be proud of
Standart

Alıntı:
Taner Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
29. Muhammed, Allah'ın Elçisi'dir. Onunla beraber olan kimseler, O'nun [Allah'ın], kendileriyle, düşmanları öfkelendirmesi için kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Sen onları, Allah'ın fazlından ve bir hoşnutluk isteyerek rükû edenler, secde edenler olarak görürsün. Onların secde izinden [Allah'a teslimiyetlerinden] nişanları, yüzlerindedir [tüm varlıklarındadır]. Bu, onların Tevrât'taki örnekleridir. Onların İncîl'deki örnekleri de, filizini yarıp çıkarmış, sonra onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, sonra da gövdesi üzerine dikilmiş bir ekin gibidir. Bu, ziraatçıların da hoşuna gider. Allah, onlardan iman eden ve sâlihâtı işleyen kimselere mağfiret ve büyük bir mükâfât vaat etmiştir.
Selam;

Bu konuda araştırırken farkettiğim bir konuyu yazmam gerektiğini düşündüm.

http://www.hanifler.com/showpost.php...0&postcount=28

adresindeki konudan sonra Tevratta da ufak bir araştırma yapmıştım. Fakat yukarıdaki Kuran çevirisinde Tevratta diye belirtilen yere benzeyenler ASLINDA çeviride ifade edilmek istenene tam olarak benzemediği için beni tatmin etmemişti. Yani aradığım meseli/örneği net olarak Tevratta bulamamıştım.

Gelelim konuya:
Muhammed Esed ve Süleyman Ateş yukarıdaki ayeti farklı bir şekilde çevirmişler. Arapça bilmiyorum ama bu şekilde çevirmiş olmaları ayetin o şekilde çevirilmeye de açık olabileceklerini düşündürttü. Eğer bu şekilde de çevirilebiliyorsa Tevrattaki araştırmam neticesinde bu ayetin bu şekilde çevirisi bana daha tutarlı gibi gözükmeye başladı.

Daha iyi ifade edebilmek için yine renkleri kullanacağım:

Muhammed Allâh'ın elçisidir. Onun yanında bulunanlar, kâfirlere karşı katı, birbirlerine karşı merhametlidirler. Onların, rükû' ve secde ederek Allâh'ın lutuf ve rızâsını aradıklarını görürsün. Yüzlerinde secde izinden nişanları vardır. Onların Tevrât'taki vasıfları ve İncildeki vasıfları da şöyle bir ekin gibidir ki, filizini çıkardı, onu güçlendirdi, kalınlaştı, derken gövdesinin üstüne dikildi, ekincilerin hoşuna gider, onlara karşı kâfirleri de öfkelendirir bir duruma geldi. Allâh onlardan inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfât va'detmiştir.




Çünkü Tevratta şöyle bir bölüm mevcut:

RAB diyor ki, "İnsana güvenen, İnsanın gücüne dayanan, Yüreği RAB'den uzaklaşan kişi lanetlidir. Böylesi bozkırdaki çalı gibidir, İyilik geldiği zaman görmeyecek; Kurak çöle, Kimsenin yaşamadığı tuzlaya yerleşecek.
"Ne mutlu RAB'be güvenen insana, Güveni yalnız RAB olana! Böylesi su kıyılarına dikilmiş ağaca benzer, Köklerini akarsulara salar. Sıcak gelince korkmaz, Yaprakları hep yeşildir. Kuraklık yılında kaygılanmaz, Meyve vermekten geri durmaz."
(Yeremya Bölüm 17:5-8)

Tevrattaki bu bölümü hem İncildeki örneğe hem de Kuran'daki örneğe çok benzettiğim için bu fikre vardım.

Renklendirme ile eşleştirmeler benim şahsi yorumumdur, yanlış olabilir.

En doğrusunu Allah bilir.

Konu Anonymous tarafından (12. August 2011 Saat 01:37 AM ) değiştirilmiştir.
Anonymous isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Anonymous Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 3 Kisi:
dost1 (12. August 2011), hiiic (12. August 2011), Miralay (15. August 2011)
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
feth, suresi


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 02:51 AM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam