29. June 2012, 05:43 PM | #1 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25 |
Toplu yemek-toplumcu kültür.
1-TOPLU YEMEK YEMEK TOPLUMCU BİR KÜLTÜRDEN İLERİ GELİR.
Toplu yemek, Manastır, Havra, Salât-Salâvat ibadet içinde yaşam biçimleri, gerçek sevginin alenen yaşandığı, kimsenin kimseden farklı ve gizli hallerinin bulunmadığı bir açık kardeşlik hayat tarzıdır. Bir araya gelip birikmek. Bin olmak. Derli toplu olmak. Önce bin olmak anlamını ele alırsak, bu bir komündür. Yani karye’dir. Arapça tanımı karye, Latin dillerindeki ismi ise Komün dür. Yani sevgi ve kardeşliğe dayanan, yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen, her şeyleri ortak olan bin kişilik nezih bir topluluk ve erdemli sosyo ekonomik hayattır. Bunun için Kur'an'da geçen (İbrahim Peygamber'in Beyt'ine benzetilerek) “Ümm-ül karye” (Komünlerin ilki-anası) olarak nitelenen, Mekke'deki Mescidi'l haram'dır ki "Haram" Takva üzere yaşanan,Secde edilen, ubudiyet icra edilen bir statüdür, toplumsal yaşamdır (ilahı temsil eden "kâbe" ile hiçbir ilgisi yoktur. Kâbe puttur, mescid birbirlerine secde eden topluluktur). Şûra süresinden: “ Karyelerin Anası( Mekke komünü/mescidi'l haram) ve onun çevresinde bulunanları uyarman ve asla şüphe olmayan toplanma günüyle onları korkutman için, sana böyle Arapça bir Kur'an vahyettik. (İnsanların) bir bölümü cennette, bir bölümü de çılgın alevli cehennemdedir.”(Şûra–7) ”Allah dileseydi onları bir tek millet yapardı. Fakat O, dilediğini rahmetine kavuşturur; zalimlerin ise hiçbir dostu ve yardımcısı yoktur.(Şûra–8) ”Yoksa onlar Allah'tan başka veliler mi edindiler? Hâlbuki dost yalnız Allah'tır. O ölüleri diriltir, her şeye kadirdir.”(Şûra–9) ”Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek, Allah'a mahsustur. İşte, bu Allah, benim Rabbimdir. O'na dayandım ve O'na yönelirim”.(Şûra–10) ”O, gökleri ve yeri yoktan yaratandır. Size kendinizden eşler, hayvanlardan da (kendilerine) eşler yaratmıştır. Bu suretle çoğalmanızı sağlamıştır. O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir.” (Şûra–11) ”Göklerin ve yerin anahtarları O’nundur. Dilediğine rızkı bol verir, dilediğinden de kısar. O, her şeyi bilendir.”(Şûra–12) "Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin" diye Nuh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi Allah size de din kıldı. Fakat kendilerini çağırdığın bu (din), müşriklere ağır geldi. Allah dilediğini kendisine (peygamber) seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir.(Şûra–13) ”Onlar kendilerine ilim geldikten sonra, sadece aralarındaki çekemezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Eğer belli bir süreye kadar Rabbinden bir (erteleme) sözü geçmiş olmasaydı, aralarında hemen hüküm verilirdi. Onlardan sonra kitaba vâris kılınanlar da onun hakkında derin bir şüphe içindedirler.(Şûra–14) ''Aralarında ki çekemezlik nedeniyle ayrılığa düştüler'' diye eksik anlam verilmiştir. Burada (orijinalde) “beyn” kavramı aynı zamanda ayrılık ve fesad anlamına gelir. Fesad kavramı bozulma, kokuşma v.s gibi anlamları olan bir kavramdır. Buradaki anlamı ise gelir dağılımındaki dengesizliktir. Çünkü bu kavramla birlikte “Bağy” kavramı da kullanılmıştır. İfsadın kökünde bu yatmaktadır. Nahl suresinin 90. ayetinde bize verilen önemli öğütler arasında yapmamamız gereken şeyler arasında sayılan bu kavram önemlidir. Yapmamız ve emretmemiz gereken kavramlar arasında, adalet etmek, İhsan ehli olmak, yakınlara(mekân, zaman olarak, komşudan insanlığa kadar iyiliğe layık olan ve muhtaç olana karşı) alıcı değil, verici bir tutum içinde bulunmamız emredildikten sonra, hem kendimizi, hem de münker ve Bağı tavır ve sistemlerini nehy etmemiz bize öğütlenmektedir. Bağy kavramını ve böyle sayılanları bilmemiz için Biya’u kavramını bilmemiz gerekir. Bu ise manastırdır.(Hac suresi 40). İşte bu yoldan(manastır yolundan) dönmektir "Bağy olmak". Bu yolda esas olan meta üretimi ve (ticaret ehli olma yerine) değer değişimi yaparak hayatını idame ettirmedir. Dönmek ise, tacirlik ve seyyar satıcılıktır. Bu seyyar satıcılık, günümüzdeki gariban insanlar değildir. Kimsenin bir siparişi olmadığı halde, çok bol piyasa ürünü üreterek, bunu gerek hile, gerek iştah kabartan reklâmlarla lüks ihtiyaç arzusu yaratıp satan, gerekse zorlayarak serbest piyasa ekonomisini demokrasi getirmek adı altında Pazar haline getirmeye zorlayan, müstevlilerin(piyasa işgalcilerinin) halidir. Dini de buna uydurarak artık tüccar dini yapmışlardır. İşte hak olan manastır üretimini dağıtıp/değiştirip, değer değişimi modelinden serbest piyasa ekonomisine geçmek, zorunlu ihtiyaç için değil, bol üretip ihtiyaç fazlası üretim yaparak bunu pazarlayıp bol gelir etme (kazıklama) yoludur tüccar dini. İşte tam burada insan ideal sosyo ekonomi politikten dönmüş ve Beykara sosyo ekonomi politiğine geçmiştir. Bakara(başıboş İnek, dana, buzağı) mizacına uygun bir sosyo ekonomi politik olana geçişi anlatan bir kavramdır “Bağy”; galebe etmek, eşitliği bozmak hususunda kanın kaynamasıdır. Bütün peygamberlerin de bu zulüm düzeninden insanları kurtarıp adalet ve doğruluğu yerleştirmek için geldiğini, şeraitten din olarak insanlara Allah’ın emrettiği şeyin özünün bu olduğunu anlarız. İşte "leyli manastır hayatı"nı terk edip, şöhret toplumuna giden insanın bir ömür ibadetinden, manastır dayanışmalı sisteminde ihtişamdan uzak bir gecelik ubudiyet üzere olmanın daha efdal olduğunu Kadir Suresi bize haber vermiştir. Onun için komün, manastır, havra, Beyt-El Haram üzere yaşanan yer anlamına gelen karye kavramına “Şehir” diye anlam verenleri âlim saymak mümkün değildir. İkisi birbirinin tam zıttı yaşam biçimleridir. (Tam burada Bakara suresinin 58 ve 61. surelerini lütfen dikkatlice okuyun ve ayetlerde verilen yer anlamlarına dikkat edin ve siz kendiniz düzeltin. Neden o duruma düştüklerini fark edeceksiniz.) ''Ehli Beyt'' de zaten ''Bina ehli'' olan Ebna-ı Ahrar(Materyalist kapitalistler)’in zıttına denilir. Kapitalizm mülkün azdırıcılığını, kan dökücülüğünü, rekabet, kin ve hased içinde bir hayat sürmeyi gerektirdiği için Beyt Ehli mülkte iştirak halinde teenni/ihtiyat/temkin ile yaşarlar. Kanı kaynayan, galebe kültürünü benimseyen ''Yaban ineği toplumunun'' mülk şehvetlileri, liberalist kapitalistler olup, onun için Resul’ler Beyt ehlidir. Bütün yaşamları ve tebliğlerinin özü bunu emretmektir. Bu, Beyt nezdinde yaşamayı Allah’ın kendisine sevdirdiği insanları cezp eder. Resuller, Beyt çevresindekilere, yani onu benimsemeyenlere de tebliğ yaparlar. Liberalist toplumlarda yaşayanların korunmasını da söylerler. Ama ihsan olarak nitelendirilen ve adalet, kıst ve doğruluk içeren idealist sistem ise Ehli Beyt-i benimseyip sevmek, manastır, havra Beyt El haram çevresinde değil, içinde olmak, yani sosyo ekonomi politiğini buradan seçmesi gerekir. Zaten bütün peygamberler de Ehli Beyt’tendir. Nuh dâhil yaşamları da tebliğlerinde birinci derecede emrettikleri de Ehli Beyt’ten olup Ebna-ı Ahrar’dan olmamaktır. Çünkü insanlık, Nuh öncesi toplayıcı ve avcı konumunda iken, tarımsal üretime geçtiler. Toplumun bir kesiminin sivrilip toplumu ifsad etmeleri kolaylaştığı için şeraitleri bunu önleyecek şekilde hükümler ihtiva eden minhaca kavuşturuldu. Maalesef âlimlerimiz çok önemli iki hatalı manalandırma yapmışlar. Birisi ''kurbiyeti'' kabileci bir kafayla akraba olarak öğretmişler. Ehl-i Beyt'i de Resulullah soyundan gelenler olarak yorumlayıp ayetlerin asıl anlamını gizlemişlerdir. Bunu cehaletlerinden yapmış da olabilirler. Dikkatsiz oldukları kesindir. ”İşte onun için sen davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların heveslerine uyma ve de ki: Ben Allah'ın indirdiği Kitab'a inandım ve aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum. Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz de sizedir. Aramızda tartışılabilecek bir konu yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar, dönüş de O'nadır.”(Şûra–15) Allah, Beyt ehli olarak hayat sürmeyi ret edip, Beyt cıvarındakiler gibi serbest piyasa ekonomisi ve serbest yer anlayışı içersinde yaşayarak arınacaklarını zanneden ve hak nazarında boş amellerle adaleti sağlamadan, kıst üzere olmadan, haramdan titizlikle kaçınmadan, Bey’a(mal ,değer değişimi) yerine tacir kültürü, tacir kafasıyla tüccar dinini din yapanlara, ''Beyt ehli'' yerine, ''Bina ehli'' olmayı tercih edenlere Resul’ün vereceği cevabı bize beyan etmiştir. Bereket içinden,toplu/birlikte üretim içindeki yaşamdan neşet eden yaşam biçimi ''Haram üzere secde''; o toplumun dışında, bireysel çaba ve çevresinden gelen gelirlerin zekat halinde verilmesi ise, ''aksa üzere secde'' etmektir. İşte böyle de, yani ''aksa üzere secde'' de (Bakara-219 ve Nahl-71'e tabi olarak) yapılabilir. Ama bu yeterli ve ayak kaymasını önleyici olsaydı, Allah Müslümanlara Haram üzere secde etmeyi, o sosyo ekonomi politiğe yönelmelerini hiç emreder miydi? ”Daveti kabul edildikten sonra, Allah hakkında tartışmaya girenlerin delilleri, Rableri katında boştur. Onlar için bir gazap, yine onlar için çetin bir azap vardır”(Şûra–16). Bu ayete her ne kadar bu anlam verilmişse de, Huccetli olan yer, hacc denilen ve gerçeği bir ömür boyu manastır, havra, Beyt’ül Haram sosyo ekonomi politiği içinde yaşayarak ayak kaymasından emin olmaktır. Liberalistlerin delilleri boştur. Çünkü buna insanlık tarihi şahittir. Yine Ehli Beyt yaşam türüne de tarih şahittir. Burada ayak kayması yoktur. Zaten Şûra 27. ayette vüsat (genişlik-bolluk) içinde yaşayan toplumların ayaklarının hep kaydığı bize hatırlatılacaktır. Onun için “Eddahızü” kavramının önemli anlamlarından birisi de kaygan yerdir. Manastır, havra… dışındaki sosyo ekonomi politik, ayak kaydıran yerdir. Yani şu insanların söz ve delilleri boş iddialardır: Ben liberal kapitalist sistem içinde Beyt El Haram farz yaşam türü kadar temiz kalır, temizlenirim derler. Tevbe suresi yönelinilecek yaşam biçiminin burası olduğunu söylese de, ben öyle yaman birisiyim ki, kapitalist üretim tarzı içersinde, evin ihtiyacını ayırır, artanı sermayeye eklemem, (yatırım yapamayacağından) demode iş makineleriyle, sermayeyi artırmadan, artanın tamamını topluma iade ederek yaşarım demek boş ve batıldır. Böyle diyenleri, sonunda infakı görmezlikten gelerek, yüzde iki buçuk-kırkta bir gibi cimrice bir zekâtı vererek kirli kalırlar, asla temizlenemezler. Çünkü kapitalist üretim tarzı artanın infakına izin vermez. Kârın sermayeye eklenerek şirketin devamlı büyümesi, üretim araçlarının en son teknolojiyle devamlı yenilenmesi esası üzerine çalışır. Kazançtan sadece bakmakla mükellef olduklarının günlük zorunlu ihtiyaçlarını ayırarak, artana oran tutmadan akşam devlet maliye veznesine yatırmak mümkün değildir. Ama Belam tipli âlimler bunu insanlara anlatmazlar. Oysa Bakara 219. ayetin açıklığı karşısında kapitalist üretim tarzına devam etmek Kur'an’daki hüccetleri inkâr etmektir. Kaldı ki sosyo ekonomi politikte Allah mutlak eşitliği emretmiştir. Bu ise mizanda denk olmayı gerektirir. Mizan vezinle ilintilidir. İçeriğinde eşitlik vardır. Muvazene, iki şey arasını eşitlemek, denkleştirmek. Tevâzünen: İki şey eşit denk olmak. Şöyle ki. ”Kitab'ı ve mizanı( Yükün her iki tarafının denk olması, mutlak eşitlik) hak olarak indiren Allah'tır. Ne biliyorsun, belki de kıyamet saati yakındır.”(Şûra–17) ”Ona inanmayanlar, onun çabuk kopmasını isterler. İnananlar ise ondan korkarlar ve onun gerçek olduğunu bilirler. İyi bilin ki, kıyamet günü hakkında tartışanlar derin bir sapıklık içindedirler.”(Şûra–18) ”Allah kullarına lütufkârdır, dilediğini rızıklandırır. O kuvvetlidir, güçlüdür.”(Şûra–19) Rızkı elbette ki Allah verir. Allah dilemeden kimsenin dilemesi mümkün değildir. O’na rağmen yaprak bile sallanmaz. Allah, ahireti tercih etmeyene istediğini, buna yöneldiği zaman, bu insanın ayağı kayacak diye vermezlik yapmaz. Onun kazancını artırır. Allah bilir ki, o insan Bakara 219. ayete uymayacaktır. Çok kazınıp da, onun içinden sadece ihtiyacını alıp, gerisini kamu haziresine iade edecek babayiğit yok gibidir. Para tatlıdır. İşte bunlar dünyada peşin isteyenlerdir. Zaten başkalarının bedeli ödenmemiş emek ve enerjisi o kimsede birikmeseydi, zengin olması mümkün değildir. Onun içindir ki, Allah ''ihtiyaç miktarını'' insana helal etmiştir. Artanı verilerek insan haklarından kurtulunur. Ahiret kazancı ise, biriktirmeyip, üzerinde kul hakkı olmasına, kalmasın izin vermeyenlerdir ki, hak manada ahirete inananlar bunlardır. Bunların en idrarlıları-verimlileri ise, Beyt Ehli olarak yaşarlar. Kamu işletmeciliğini tercih ederek, artık değerlerini kamuda bırakarak, onun adil dağıtımının vebalini yöneticiye bırakmış, yurttaşlarının eşit bir şekilde elden ve bizzat infakı gibi imkânsız bir yükten kurtulmuş olur. İşte ahireti tercih erden, onu kazanmaya çalışanlardır bunlar. “Kim ahiret kazancını istiyorsa, onun kazancını arttırırız. Kim de dünya kârını istiyorsa ona da dünyadan bir şeyler veririz. Fakat onun ahirette bir nasibi olmaz.”(Şûra–20) Şeriati(sosyo ekonomi politiği) Beyt'i haram üzere olan din, Allah dinidir. Bunun dışındaki serbest yer, serbest piyasa ekonomisi, servet ve sermayenin ihtiyaç fazlası teşkil edecek şekilde biriktirilmesine izin veren din yorumu, Allah vahyi ve şeriati değil, aksine Allah’ın izin vermediği bir din ihdasıdır. Yani Allah vahyi(Şeriati) böyle bir yoruma müsait değildir. Şöyle ki: “Yoksa onların, Allah'ın izin vermediği bir dini getiren ortakları mı var? Eğer erteleme sözü olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi. Şüphesiz zalimlere can yakıcı bir azap vardır.”(Şûra–21) Ayette, kâfirlere Allah’a ortak koşmak, dirilmeyi inkâr etmek ve dünyaya tapmak gibi sakat düşünceleri telkin eden şeytanlara ve Allah’tan başka din koyanlara uymalarının sebebi sorulmakta ve bu ortaklara uymanın sonuçlarına dikkat çekilmektedir. Allah vahiyden çıkması imkansız böyle bir yorumu din yapan âlimler, elbetteki tamah sahibidirler ki, ilmi onlardan almak-öğrenmek hatadır. “Yaptıkları şeyler başlarına gelirken zalimlerin, korkudan titrediklerini göreceksin. İman edip iyi işler yapanlar da cennet bahçelerindedirler. Rablerinin yanında onlara diledikleri her şey vardır. İşte büyük lütuf budur.”(Şûra–22) Resulullah’a Rabbimiz şöyle öğüt vermesini söylüyor. Vereceğiniz ihtiyaç fazlasını bana ücret olarak verecek değilsiniz. Ben bundan uzağım, kendinizi cehennemden kurtarmak için mülk tutkusundan arınmanız için böyle yapacaksınız. Ben, mülk şehvetini nasıl kendi yaşantımda atmışsam, sahabelerimden büyük çoğunluk böyle yaşamışsa, zühd(kollektivizm) üzere sizden misak almışsam, işte hak din budur. Vahiy şeraitine uygun olan budur. İşte havra, manastır, Beyt-el haram üzerine ''sosyo ekonomi politiği'' sevin. Bunu da yine kendi kurtuluşunuz için yapacaksınız. Size emaneten bırakacağım ve sıkıca sarılmanız gereken Kur'an ve onun Mescid el haram üzerine olan yorum ve yaşamı benim yaşadığım, Selman’ın v.g.’lerin yaşadığı hayattır. Bu mülkleşmekten uzak kalarak yaşamaktır. ''Bina ehli'' değil, ''Beyt ehli'' olun. Bu tazeden vermek, tazeden yemektir. Yani üzerinden bir gece dahi geçirip bayatlatmadan ne varsa elinizde, zorunlu ihtiyacınız dışında kalanı günü gününe topluma iade ediniz. (devam edecek) Saygılarımla Galip Yetkin. (Av.İlhami Çetin'den) Konu galipyetkin tarafından (10. September 2015 Saat 05:15 PM ) değiştirilmiştir. |
3. July 2012, 01:05 PM | #2 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25 |
2- TOPLUMCU KÜLTÜR
Resul ve nebiler sonrası ümmet arasında çıkan ihtilafta hep batıl yolu savunanlar kazanmıştır. Öyle ise, herkesin başını ellerinin arasına alıp düşünüp, neydi, nasıl saptı, nasıl bir tecdit gerekli diye üşünüp, hak din ''sosyo ekonomi politiğinin'' eksiğini ciddi ciddi düşünmesi gerekir “İşte Allah'ın, iman eden ve iyi işler yapan kullarına müjdelediği nimet budur. Deki: Ben buna karşılık sizden Ehl-i Beyt üzere yaşamayı sevmenizden başka bir karşılık istemiyorum. Kim bir iyilik işlerse onun sevabını fazlasıyla veririz. Şüphesiz Allah bağışlayan, şükrün karşılığını verendir.”(Şûra–23) Ebna-ı Ahrar(bireyci) yaşam biçiminden Mescid El Haram(yardımlaşmacı/kollektivist toplum) üzere temizlenmeyi, temiz kalmayı din olarak getirmiş İslam, Tevbe suresinin 108. ayetiyle bunu bize işaret etmiş, muttakilerin ancak salah bulacağını onlarca ayet bildirmişken, Beyt ehli bunu anlatan bir deyim olmasına rağmen, bunu ısrarla Resulullah’ın nesli olarak anlamakta ısrar etmek nasıl bir basirettir? Fasık bazı İsrail oğullarının, babaları İbrahim neslinden olmanın, ''kurtulmak'' için kâfi geleceğini andıran bir istismardır. Beyt yaşam şeklinin bize vasiyet edildiğini gözden kaçırmaktır. “Yoksa onlar, (senin için) Allah'a karşı yalan uydurdu mu derler? Allah dilerse senin kalbini de mühürler. Ve Allah bâtılı yok eder; sözleriyle hakkı ortaya koyar. Şüphesiz O, kalplerde olanları bilendir.”(Şûra–24) ”O, kullarının tevbesini kabul eden, kötülükleri bağışlayan ve yaptıklarınızı bilendir.”(Şûra–25) “Allah, iman edip iyi işler yapanların tevbesini kabul eder, lütfundan onlara, fazlasını verir. Kâfirlere gelince, onlara da çetin bir azap vardır.”(Şûra–26) Bin bir bahane ve çarpıtmayla ihtiyaç üzerinde mülkleşmeyi savunan çalçene lafazanların tekzip edildiği kuvvetli bir delil de yine Şûra suresinin bu önemli ayetinde durmaktadır. ”Allah kullarına rızkı bol bol verseydi, yeryüzünde azarlardı. Fakat O, (rızkı) dilediği ölçüde indirir. Çünkü O, kullarının haberini alandır, onları görendir.”(Şura–27) Aşağıdaki ayette ifede edilen “Rahmeti her tarafa yaymak” çok önemlidir. Burada yağmura da rahmet dememize rağmen, rahmet çok geniş kapsamı olan ''hayır''dır. Burada verilen en önemli mesaj ise sünnetullahın doğrudanlığı yasalaştırmasıdır. Bir çöle petrol koyarken, bir yere sudan enerji elde etmek için akarsuları, bir başka yerde rüzgâr vererek ona da enerji elde etmesi rahmeti yayması kapsamı içersine girer. Nasıl, ''Beykara'' sosyo ekonomi politiği, havra, manastır ve karyelerde yaşanan mülkte iştirakinin tersi ise, Allah bunu dilemiyorsa, insanların dikkat edeceği şey, rızkın birilerinde toplanarak, diğerlerinin ona mihnet içersinde avuç açmalarını dilemez. Dikkat edilirse: ”O, (insanlar) umutlarını kestikten sonra, yağmuru indiren, rahmetini her tarafa yayandır. O, hakiki dosttur, övülmeye lâyık olandır.”(Şura–28) Ve: ”Gökleri, yeri ve bunların içine yayıp ürettiği canlıları yaratması da O'nun delillerindendir. O dilediği zaman bunları biraraya toplamaya da kadirdir.”(Şûra–29) Ve de: “Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir.(Bununla beraber) Allah çoğunu affeder.”(Şûra–30) Ayette hitap edilenler, günahkâr müminlerdir. Günahı olmayan müminlerin başına gelen musibetlerin sebepleri başkadır. Mesela onların sabretmeleri(göğüslemeleri/karşı durmaları) ecirlerini arttıracak sebeplerden biri olarak sayılabilir. ”Yeryüzünde (O'nu) âciz bırakamazsınız. Allah'tan başka bir dostunuz ve bir yardımcınız da yoktur.”(Şûra–31) ”Denizde dağlar gibi akıp gidenler (gemiler) de O'nun (varlığının) delillerindendir.”(Şûra–32) ”Dilerse O, rüzgârı durdurur, da onun (denizin) üstünde kalakalırlar. Elbette bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.”(Şûra–33) ”Yahut yaptıkları yüzünden onları helâk eder. Birçoğunu da affeder (kurtarır).”(Şûra–34 “Böylece ayetlerimiz üzerinde tartışanlar, kendilerine kaçacak bir yer olmadığını bilsinler.”(Şûra–35) “Size verilen şey, yalnızca dünya hayatının geçimliğidir. Allah'ın yanında bulunanlar ise, daha iyi ve daha süreklidir. Bu mükâfat iman edenler ve Rablerine dayanıp güvenenler içindir.”(Şûra–36) Dünyada insanlara verilen maddi imkân ve bolluk sadece bir geçim vasıtasıdır. Allah’ın yanındaki sevap ise kalıcı ve daha faydalıdır. Ayet-i kerime, Hz. Ebu Bekir bütün malını Allah yoluna harcadığı zaman, bir topluluğun onu kınaması üzerine nazil olmuştur. Oysa bu davranışıyla Hz. Ebu Bekir, Allah’a dayanıp güvenmenin en güzel örneğini vermiştir. “Onlar, büyük günahlardan ve hayâsızlıktan kaçınırlar; kızdıkları zaman da kusurları bağışlarlar.”(Şûra–37) Aşağıdaki ayette yine havra(Salât-Salâvat) kurumuna atıf yapılmaktadır. Bu ayet, İslami idare şeklinin, müslümanların kendi aralarından seçecekleri şura'nın kararlarına dayandığına delil olarak gösterilmiştir. Yönetimde iştirak(Katılım) üretimde iştirak, dağıtımda iştirak. Şûra budur işte. Yoksa mülkü elinde tutanların, kendilerini onaylatmaları için danışması/oylatması değildir. “Yine onlar, Rablerinin davetine icabet ederler ve salatı ikame ederler. Onların işleri, aralarında danışma iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan da harcarlar.”(Şûra–38) “Bir haksızlığa uğradıkları zaman, yardımlaşırlar.”(Şûra–39) “Bir kötülüğün cezası, ona denk bir kötülüktür. Kim bağışlar ve barışı sağlarsa, onun mükâfatı Allah'a aittir. Doğrusu O, zalimleri sevmez.”(Şûra–40) ”Kim zulme uğradıktan sonra hakkını alırsa, artık onlara yapılacak bir şey yoktur.”(Şûra–41) Aşağıdaki ayet müslüman için değerli bir kıstastır. Kimi düşman kabul edeceği ve sosyal, siyasi, ekonomik ve askeri kalkışmayı kime yönelteceğinin açık hükmüdür. Şu Hristiyan’dır, bu Yahudi’dir, öteki Hindu’dur, şu Budist’tir v..s diye insanları imana getirmek için değil, kim yeryüzünde zulum yapıyorsa ona karşı cihadın hangisi uygunsa onunla cihad yapması gerekmektedir. Kapitalizm ve emperyalizm dünya çapınca bir insanlık suçudur. İşte zalimler bunlardır. Bununla mücadeleyi ihmal edip, üstelik zulum üreten bu bloğa dahil olmak isteyenlerin, dahil olup NATO emrine girenlerin müslümanlıkla alakaları elbetteki tartışmalıdır. Ayetin bir önemli niteliği de Zulme kim uğrarsa uğrasın Müslüman’ın görevi ona-zalime düşman olmaktır. İsterse Budist Budist’e, Hıristiyan Hıristiyan’a zulmetsin, onu sömürsün, ona siyasi, ekonomik ve askeri baskılar katliamlar v.s uygulamış olsun; asla onu bağışlayamaz. Eliyle diliyle karşı koyması gerekir. En azından ondan uzak durması ve ittifaklar içinde yer almaması gerekir. Eğer zulüm bireysel ve size yapılmakta ise bunda takdir hakkınız vardır. İsterseniz bağışlarsınız. Bu ayette geçen anlamı Halife Ali çok güzel anlamış ve bu konuda söz söylemiştir. Şöyle ki:”Haksızlık bana yapılıyorsa onu affedebilirim. Ancak bir başkasına yapılıyorsa bağışlamam”. “Ancak insanlara zulmedenlere ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenlere ceza vardır. İşte acıklı azap bunlaradır.”(Şûra–42) “Kim sabreder ve affederse şüphesiz bu hareketi, yapılmaya değer işlerdendir.”(Şûra–43) Kötülük karşısında sabreden(göğüsleyen/karşı duran) ve yapanı bağışlayan kimse, mert ve azimli insanların yaptığı işi yapmıştır. Dinin istediği de budur. “Allah kimi saptırırsa, bundan sonra artık onun hiçbir dostu yoktur. Azabı gördüklerinde zalimlerin: Dönecek bir yol var mı? Dediklerini görürsün.”(Şûra–44) “Ateşe arz olunurlarken onların, zilletten başlarını öne eğerek göz ucuyla gizli gizli baktıklarını göreceksin. İnananlar da: İşte asıl ziyana uğrayanlar, kıyamet günü kendilerini ve ailelerini ziyana sokanlardır, diyecekler. Kesinlikle biliniz ki, zalimler, sürekli bir azap içindedirler.”(Şûra–45) Kıyamette ziyana uğrama, cehennemde ebedi kalma ve cennette hazırlanan nimetlerden mahrum bırakılma şeklinde açıklanmıştır. “Onların Allah'tan başka kendilerine yardım edecek hiçbir dostları yoktur. Allah kimi saptırırsa artık onun kurtuluşa çıkan bir yolu yoktur.”(Şûra–46) “Allah'tan, geri çevrilmesi imkânsız bir gün gelmezden önce, Rabbinize uyun. Çünkü o gün, hiçbiriniz sığınacak yer bulamazsınız, itiraz da edemezsiniz.”(Şûra–47) Aşağıdaki ayette ise, insanlara her türlü hayrın Allah’tan geldiğini açıklar. Yani Allah insanlar için kötülük dilemez, insanlar kendi nefislerine zulmederler, Allah onların bu kötü isteklerini sadece yaratır. Allah çok merhametlidir, insanların kendileri için kötülük olacak şeyi istemeleri halinde bile bunların bir kısmını geri çevirir, vadesini uzatır, gazabını tutar, af dilemesi için zaman veren bir Hâlimdir. ”Eğer yüz çevirirlerse, bilesin ki biz seni onların üzerine bekçi göndermedik. Sana düşen sadece duyurmaktır. Biz insana katımızdan bir rahmet tattırdığımız zaman ona sevinir. Ama elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir kötülük gelirse, işte o zaman insan pek nankördür!”(Şûra–48) Saygılarımla. Galip Yetkin. (Adalet ve Rahmet Sitesinden) Konu galipyetkin tarafından (29. February 2016 Saat 05:08 PM ) değiştirilmiştir. |
Bookmarks |
Etiketler |
kültür, toplu, yemektoplumcu |
|
|