7. July 2012, 07:10 PM | #1 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.023
Tesekkür: 3.573
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
Müddessir ve Fatiha Sûresi
MEKKE DÖNEMİ
Necm: 14 1,2Ey göreve hazır kişi!21 Kalk! Hemen, Fatiha 1-7“Yarattığı bütün canlılara nimet veren, yarattıklarına çok merhametli Allah adına öğretiyorum, uyarıyorum: “Tüm övgüler, âlemlerin22 Rabbi,23 yarattığı bütün canlılara nimet veren, yarattıklarına çok merhametli olan, herkesin iyi ya da kötü yaptığı tüm edim ve eylemlerin karşılığını göreceği âhiret gününün sahibi, yöneticisi Allah'adır. Yalnız Sana kulluk24 ederiz ve yalnız Senden yardım isteriz. Bizi, üzerlerine gazap dökülmüşlerin ve şaşkınlığa saplanmışların yolunun dışındaki, kendilerine nimet verdiklerinin yolu olan dosdoğru yola ilet!” diye uyar!25 3Ve hemen Rabbinin en büyük olduğunu ilân et,4-7kişiliğini lekeleme; temiz tut, şaibeden hemen uzaklaş, pisliği hemen uzaklaştır, yaptığın iyiliği çok bularak başa kakma! Ve yalnız Rabbin için sabret!26 8-10Çünkü, o boruya üflendiğinde,27 işte o, o gün, çok zorlu, çok çetin bir gündür. Yalnız o, kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş kimseler için hiç de kolay değildir. (4/74, Müddessir/1-2+Fatiha/1-7+Müddessir/3-10) Necm: 15 11-14Tek olarak yarattığım, kendisine hesapsız bir mal verdiğim, şâhitler olarak oğullar verdiğim, kendisi için alabildiğine imkânlar döşediğim kişiyi Benimle başbaşa bırak! 15Tüm bunlardan sonra hırs ile Benim daha da arttırmamı istiyor. 16Kesinlikle onun düşündüğü gibi değil! Şüphesiz o, Bizim âyetlerimize/ alâmetlerimize/ göstergelerimize karşı bir inatçı kesildi. 17Ben onu sarp bir yokuşa sardıracağım. 18-25Şüphesiz o, düşündü ve ölçü koydu. -Artık o mahvoldu. Nasıl bir ölçü koydu! Yine o mahvoldu. Nasıl bir ölçü koydu!- Sonra baktı. Sonra yüzünü buruşturdu, kaşlarını çattı. Sonra, arkasını döndü ve böbürlendi de: “Bu, söylenti hâlinde gelen bir büyüden başka bir şey değil. Bu, beşer sözünden başka bir şey değil” dedi. 26-30Ben, “Kur’ân beşer sözüdür” diyen kimseyi yakında Sekar'a yaslayacağım. Bilir misin nedir Sekar? O, ortada tutmaz, yok da etmez. O, insan/deri için olağanüstü levhalar yapandır/susayandır/uzaktan görünendir/bir gösterge olandır. Sekar'ın üzerinedir “on dokuz.” 31Biz, cehennem yârânını da hep melekler yaptık. Sayılarını da, kendilerine Kitap verilen kimseler iyice ve apaçık bilsinler, iman etmiş olan kişilerin imanı artsın, kendilerine Kitap verilmiş olan kimseler ve iman sahipleri kuşkuya düşmesin diye ve de kalplerinde hastalık olan kimseler ve kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedetmiş kimseler, “Allah bununla neyi kastetti?” desinler diye, kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler için bir sınamadan başka şey yapmadık. İşte böyle. Allah dilediğini/dileyeni saptırır,dilediğini/dileyeni de kılavuzlar. Rabbinin ordularını da ancak Kendisi bilir. Bu, beşer için bir öğüt verici ve düşündürücüden başka şey değildir.28 32-37 Kesinlikle sizin düşündüğünüz gibi değil! Elçi'nin durumunu, gitmekte olan cehaleti, başlamış olan toplumsal aydınlanmayı kanıt gösteriyorum29 ki Sekar, beşer için; sizden, öne geçmek/ilerlemek veya arkaya kalmak/geride kalmak isteyen kişiler için, bir uyarıcı olarak, gerçekten en büyük şeylerden biridir. (4/74, Müddessir/11-37) Necm: 16 38,39Her benliğini bulmuş kimse -sağın yaranı hariç- kazancının karşılığında bir rehindir. 40,41Sağın yaranı, bahçelerdedirler. Suçlulardan soruşur dururlar: 42“Sizi Sekar'a sürükleyen nedir?” 43Suçlular, “Biz, salâtçılardan [mâli yönden ve zihinsel açıdan destek verenlerden; toplumu aydınlatmaya çalışanlardan] değildik, 44miskini de yiyeceklendirmiyorduk; işsiz güçsüze de kendi ekmeğini kazanacak fırsat ve imkân vermiyorduk. 45Ve biz boşa uğraşanlarla beraber boşa uğraşırdık. 46, 47Ve de biz, tartışılmaz ve karşı çıkılmaz olan ölüm, kıyâmet bize gelene kadar Din Günü'nü yalanlıyorduk” dediler. 48Artık onlara yardımcıların, kayırıcıların yardımı, kayırması yarar sağlamaz. 49Peki, ne oluyor onlara da öğüt verip düşündüren şeyden yüz çeviriyorlar? 50,51Onlar, sanki sağa-sola kaçışan; aslandan ürkmüş yaban eşekleri gibidirler. 52İşin aslında içlerinden her kişi, kendisine açılıp saçılmış sayfalar verilsin istiyor. 53Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! Aslında onlar, âhiretten korkmuyorlar. 54Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! O, bir öğüt verici/düşündürücüdür. 55,56Öyleyse dileyen onu düşünür, öğüt alır. Ve onlar, Allah'ın dilediği dışında, öğüt alamazlar. O, sakındırmaya ehildir ve affetmeye ehildir. (4/74, Müddessir/38-56) Dip not: 21 10. necmde müzzemmil sözcüğü ile hitap edilmişken, burada yâ eyyühe'l-müddessir [ey dış giysisine bürünen] ifadesi kullanılmıştır. Birçok eserde müzzemmil ve müddessir sözcüklerine aynı anlam verilmiştir. Oysa iki kelime arasında ince bir anlam farkı vardır. Bu ayrıntı dikkate alınmazsa âyetin mesajı gereği gibi anlaşılamaz. Müzzemmil sözcüğü, “elbise, battaniye, çul-çuval gibi gereçlerle genel bir örtünme”yi ifade eder. Müddessir ise “sadece çarşı-pazarda yani toplum içinde giyilebilen bir dış elbiseyle örtünme”yi ifade eder. Müddessir sözcüğünün aslı mütedessir'dir. Desar, “cüppe, palto, pardesü, kaftan gibi gömleğin üstüne giyilen veya örtülen giyecek” demektir. Bu âyette, Kur’ân'daki edebî sanatlardan biri olan kinaye sanatı kullanılmış. Dış elbisesinin giyilmesi, kinaye olarak çarşıya-pazara,işe-güce gitmek için dışarı çıkma hazırlığının yapılmış olması anlamına gelir. Bu kinaye ile artık Muhammed'e peygamberlik üniformasının giydirildiği ve toplumu uyarmak için göreve hazır olduğu mesajı verilmektedir. Âyetin açık mesajı, “Ey peygamberlik elbisesini giyinen! Ey peygamberlik üniformasını giyinmiş, teçhizatını kuşanmış olan Muhammed!” şeklinde olmaktadır. 22 Âlemler, “Allah'ın yarattığı, Allah'ın imzasını taşıyan ve Allah'ı tanıma göstergesi olan her şey”dir. 23 Rabb, “terbiye edip eğiten, yarattıklarını belirli bir programa uygun olarak birtakım hedeflere götüren, gelişmeyi programlayıp yöneten” demektir. Bu sözcük, mutlak anlamda sadece Allah için kullanılır. İnsanlar için, “evin rabbi”, “işyerinin rabbi” şeklinde kullanılır. Bu ifadeye en yakın anlamlı sözcük, Fransızca'dan Türkçe'ye geçmiş olan “patron” sözcüğüdür. Bu sözcük, her ne kadar yakın anlam ifade etse de, sadece ticarete özgü bir ifade olması nedeniyle rabb kelimesinin birebir anlamı sayılmaz. Bu nedenle, “rabb” kelimesini bir iki sözcükle ifade imkânı olmadığından Mealimizde sözcüğü Arapça haliyle bırakmak zorunda kaldık. O nedenle okurlarımız, yukarıdaki tanımı belleklerinde iyi tutmalıdırlar. 24 İbâdet sözcüğü, dilimize fonetik olarak Arapça orijinaliyle girmesine rağmen kök anlamı olan “kulluk, kölelik etme”konusundaki insanın tarz ve tavrıyla ilgili asıl anlamını büyük oranda kaybetmiş ve sadece birtakım ritüel, ayin ve davranışlar için kullanılan bir kavram hâline dönüşmüştür. A-be-de kök fiilinin mastarı olan ibâdet sözcüğü, “kulluk yapmak, kölelik etmek” anlamına gelir. Bu anlamlar bir insanın kayıtsız şartsız teslim olmasını, itaat etmesini, boyun eğmesini ifade eder. Dinî terim olarak ibâdet ise; “kulun sahibine/yaratanına karşı, sahibi/yaratanı tarafından verilen görevleri kayıtsız şartsız kabullenip yerine getirmesi”dir. Her şeyin yaratıcısı olan Allah, kulları için belirlediği davranış ve yaşam tarzını kullarına çeşitli şekillerde bildirmiş ve en son olarak bütün bu bildirileri Kur’ân'da toplamıştır. Bu gerçekler ışığında ibâdet, Allah tarafından bir talimatname [Kur’ân] ile kullara bildirilen görevlerin kullar tarafından kayıtsız şartsız itaat edilerek ve teslimiyet gösterilerek [boyun eğilerek] yerine getirilmesidir. Öyleyse ibâdet, halk arasında yaygınlaştığı gibi sadece üç-beş ameli yapmaktan ibaret değildir. İbâdet, “Allah'ın kulluk talimatnamesinde vermiş olduğu görevlerin tümünü yapmak, hepsini uygulamak”tır. 25 İnzar, “korkutarak, bilgilendirerek ve bilinçlendirerek çekindirme” demektir. Biz, bu sözcüğün emir kalıbını “uyar” diye aktarıyoruz. Değerli okurlarımız “uyar!” ifadesinin, “korkutarak, bilgilendirerek ve bilinçlendirerek çekindir!” manasında olduğunu unutmamalıdırlar. 26 Buraya kadar gördüğümüz âyetlerde Rabbimizin Muhammed b. Abdullah'ı muhatap aldığı, o'nu peygamber yaptığı ve o'na Rabbi adına öğrenip öğretmesini emrettiği; o'nu eğittiği ve hizmete hazırladığı; o'na üniformasını giydirip teçhizatını kuşandırdığı, burada da Kalk, hemen “Tüm övgüler, âlemlerin Rabbi, yarattığı bütün canlılara nimet veren, yarattıklarına çok merhametli olan, iyi kötü tüm amellerin karşılığının verileceği günün hükümdarı olan Allah'adır. Yalnız sana ibâdet ederiz ve yalnız senden yardım isteriz. Bizi, üzerlerine gazap dökülmüşlerin ve şaşkınlığa saplanmışların yolunun dışındaki, kendilerine nimet verdiklerinin yolu olan dosdoğru yola ilet!” diye uyar ve Rabbinin en büyük olduğunu ilân et! diyerek göreve çağırdığı görülmektedir. Rabbimizin geçen necmlerde sadece Peygamberimizi muhatap aldığı ve Peygamberimizin de kendisine verilen talimatları henüz tebliğ amacıyla kimseye söylemediği özellikle hatırlanmalıdır. Tarih kayıtlarına göre Kalk, hemen “Tüm övgüler, âlemlerin Rabbi, yarattığı bütün canlılara nimet veren, yarattıklarına çok merhametli, iyi kötü tüm amellerin karşılığının verileceği günün hükümdarı olann Allah'adır. Yalnız sana ibâdet ederiz ve yalnız senden yardım isteriz. Bizi, üzerlerine gazap dökülmüşlerin ve şaşkınlığa saplanmışların yolunun dışındaki, kendilerine nimet verdiklerinin yolu olan dosdoğru yola ilet!” diye uyar! Ve Rabbinin en büyük olduğunu ilân et!” emrini alan Peygamberimiz Safa tepesine çıkmış, insanları çevresine toplamış ve topluma: “Yarattığı bütün canlılara nimet veren, yarattıklarına çok merhametli Allah adına (öğretiyorum, uyarıyorum)...” diye açılış yapmıştır. Görüldüğü üzere Fatiha sûresi olarak bilinen 7 âyet, aslında Müddessir sûresi'nin 2. âyetinin tümleci olup bağımsız bir sûre değildir. Bu ayetlerin bağımsız bir sûre yapılması ve Mushaf'ın başına yerleştirilmesi, adının da “Fâtiha” [açış, giriş,önsöz] yapılması, Kur’ân'ın Peygamber tarafından derlendiği veya bu âyetlerin vahiy olmayıp Peygamber tarafından yapılan bir bildirge olduğu ve bu bildirgenin de Kur’ân'a önsöz olarak konduğu kanaatini doğurmaktadır. 27 “Borunun üflenmesi” ifadesi, eski devirlerde kullanılan, toplanmak veya tehlikeyi haber vermek için kullanılan bir yöntemdir. Bu boru, genellikle büyükbaş hayvan boynuzundan yapılırdı. Borunun öttürülmesi, bir içtima borusunun veya sireninin çalınacağını düşündürmekte ya da bir hakemin oyunu başlatan ve bitiren düdüğünün öttürülmesini veya bir okulda dersin başladığını ve bittiğini bildiren zilin çalınmasını çağrıştırmaktadır. Biz bunu “alarm verilmesi” olarak anlayabiliriz. Bu ifade, bu âyetin dışındaki yerlerde “Sur'un üflenmesi” olarak yer alacaktır. 28 Bu âyetler müteşâbih kabul edilmiş ve doğal olarak Tefsir ve Meallerde farklı yorumları yapılmıştır. Aynı nedenle gelecekte de farklı yorumların yapılacağı muhtemeldir. Âyette geçen beşer, sekar, levvahatün sözcükleri, sesteş sözcüklerdir. Beşer, sekar ve levvâha sözcükleriyle sûrede birkaç kez cinas sanatı yapılmıştır. Sekar'ın kök anlamı, “sıcaklığın beyne acı vermesi”dir. Sekar, taşıdığı bu anlamlardan dolayı cehennemin özel isimlerinden biri olmuştur. Ama paragrafta Rabbimiz, “Bilir misin nedir Sekar?” buyurarak toplumun bildiği anlamı kastetmediğini, bununla başka bir şey anlattığını göstermiştir. Ki buna benzer örnekler çoktur. Demek oluyor ki sekar sözcüğüne Rabbimiz burada (15. necmde) yeni bir anlam yüklemiştir: “Sekar, üzerine “on dokuz” konulmuş, beşer için fevkalâde levhalar yapan, sürekli tutmayan, yok da etmeyen bir şeydir.” Ve Kur’ân'ın beşer sözü olduğunu ileri süren küstahlar “sekar”la yüzleşecekler ve sekar sayesinde Kur’ân'ın beşer sözü olmadığını kabulleneceklerdir. Beşer sözcüğü, “halk, insan” demek olduğu gibi, insanın üzerinde kıl biten yüz, kafa ve vücudunun üst derisi” anlamına da gelir. Sesteş bir sözcük olan levvahatün'ün kök sözcüğü olan levh, “tahta” anlamının yanısıra, “şimşek çakması, parlamak, uzaktan görünme, yakıp kavurma, deriyi siyahlaştırma, susamışlık” anlamlarına da gelmektedir. Okurlarımız sözcüklerin bu anlamlarından hareketle değişik anlamlar çıkarıp anlayış seviyelerine göre birini kabullenebilirler. Pasajdaki, Resmi Mushaf'a göre 31. âyetin -içerik ve yapısal yönden- bu pasaja ait olmadığı açıktır. Mushaf'ı düzenleyen heyetin duyarsızlığından burada tertip edildiği kanaatindeyiz. Resmi Mushaf'taki Âl-i İmrân/7 ve Bakara/26-27. âyetler ile aynı konuyu içeren bu âyetin gerçek yerini kesin olarak henüz tesbit edemedik. O nedenle burada bu âyeti bağımsız bir necm; 15. necm olarak sunmuşduk. Âyetin ön ve arkayla alakası yoktur. önsöz] yapılması, Kur’ân'ın Peygamber tarafından derlendiği veya bu âyetlerin vahiy olmayıp Peygamber tarafından yapılan bir bildirge olduğu ve bu bildirgenin de Kur’ân'a önsöz olarak konduğu kanaatini doğurmaktadır. 29 Bu paragrafta, Kur’ân'ın beşer sözcüğü olmadığına bir başka kanıt daha verilip sekar'ın değerine değinilmektedir. Âyetlerdeki sözcüklerin “hakikat” manası, “Hayır, hayır! Andolsun Ay'a, sırtını döndüğünde geceye; ağarıp ışıdığında sabaha, kasem olsun ki o [sekar], beşer için; sizden, öne geçmek/ilerlemek veya arkaya kalmak/geride kalmak isteyen kişiler için bir uyarıcı olarak gerçekten en büyük şeylerden biridir” şeklindedir. İleriki sûrelerde görüleceği üzere, kamer [ay] sözcüğü, mecâzen “Elçi'yi”, gece sözcüğü “cehaleti”; sabah sözcüğü de “toplumsal aydınlanma”yı ifâde etmektedir. O nedenle, burada doğrudan doğruya mecâz anlamını Mealde gösterdik. Paragrafta açıkça, Elçi Muhammed'in kapasitesi, Kur’ân'ın topluma yaptığı etki; cehaleti ortadan kaldırması, toplumsal aydınlığı getirmesi dikkate alındığında, Kur’ân'ın beşer sözü olmadığı kesinlikle anlaşılır. Sekar da bunu bir başka açıdan isbatlamaktadır.
__________________
Halil Ay |
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler: | 40tr40 (27. January 2013) |
Bookmarks |
Etiketler |
fatiha, müddessir, suresi |
|
|