31. October 2011, 08:13 PM | #1 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25 |
Ganimet
Konunun ''Enfal'' kavramı içinde irdelenmesi gerekir.Bu nedenle biz bu yazıya alt konu olarak ''Enfal-Ganimet'' başlığı altında yayınlayacağız.Konu ''Adalet ve Rahmet'' adlı siteden aktarılmış olup, kendimizde o cüret ve yetkinliği bulmadığımızdan, bütünlüğüne müdahele etmeden dört bölümde sunacağız.
Takdirlerinize. Enfal-Ganimet:1. Önce kavramın ibadetler alanındaki ıstılahı anlamını açıklayalım ki, etimolojik ve ekonomik anlamına sıra gelsin. İslam âlimleri insanın Allah’a karşı kulluk görevleri ve bunun ihtiram ve dua alanında yapılan görevlerin muhkem hükümlere dayanan mecburiyetler kısmına “vazife” anlamında farz demişler. Sonra vacipleri sıraya koymuşlar. Gerçi farzla vacip iç içedir. İnsanın “üzerine vazife” olan mecburiyetlerdir. Konumuz sözü vacibe getirmek olduğu için fıkhın kategorik ayrım ve detaylarla verdiği dinin çeşitli derecelere ayırdıkları mükellefiyetleri verecek değiliz. Nafilenin genel anlamını “üzerine vazife olmayanı yapmak” diye tanımlarsak, bu tanım en şümullü tanım olur. Buradan alarak gerek namaz oruç gibi nevi şahsa bağlı yükümlülükler dışındakilere giden anlamı olan “fazladan ve sevap beklentisiyle yapılan şahsi ibadetler”’in bu alanda ki tanımı verdiğini anlarız. Özü ise “Allah rızasını kazanmaktır”. Bunda bir beis yoktur ve fazla zikir, dua zarar değil rızaya yönelik ihlâstandır. Yine hayırlı ameller alanında insanlara yapılması gereken iyi muamele, adaletli şahitlik, infak ve sadaka gibi alanlarda eşit paylaşma üzerine kurulu ensariyeti aşıp, kendini ihmal edip “İsâr” yapmak ihsandan olduğu için bu da bir nafiledir. Bunu da örneklendirelim. Emeğiyle geçinen bir insanın kamu işletmelerinde-devlette çalışıp artık değerini kamuya bırakması farzdır. Kamuya-devlete çalışan kişi (emekçi veya memur) buradan aldığı ''maaş-istihkak'' ile hem kendisinin hem de iyalinin geçim masraflarını karşılamış, maişet vecibesine uymuş ve hem de aldığı maaşın üzerinde ürettiğinin veya emeğinin fazlasını ''artık değerler'' olarak kamuya-devlete bırakmış olduğundan vergi kaybına sebebiyet vermemiş, böylece dinin kendisine yüklediği görevi yerine getirmiştir.. Şimdi bu insan farzı yerine getirmekle yetinmeyip, her gün kamuya bedel almadan bir saat fazla mesai yaparsa, Allah rızasını ve toplumun da hoşnutluğunu kazanmayı amaçlarsa, işte bu fiili nafile (Fazladan veya farza ilaveten) ibadettir ki, beyyine suresinde tanımlanan, kayyime nitelikli(İslam) tanımındaki ihlâs ve ihsandır. Bunun dışında, bir kimsenin kendisini ve ailesini geçindirmek için zirai, ticari v.s alanlarına iş yapması mubahtır. Nafile, bir işgüzarlık değildir. Zaruret gereği olduğu için kamuya maaşla çalışma farzı yerine getirilmemiş olsa da, ilkel toplumlar sosyal hukuk devletini kuramadıklarından bu yöne mecburi bir yöneliş vardır. Koşulu ise maişeti aşmamaktır. Aşanın vergi(Zekât) olarak verilmesi koşuluyla tuğyan ve fısk değildir. Fısk ve tuğyan ise kamu kuruluşlarının özelleştirilerek, farzı yerine getirecek dindarın mübah ve çoğu kez de günah sahaya yönelmesiyle müslümanın dinini yaşamasının önünü kesmektir. Çünkü bu andan itibaren sadece geçimlik için iş kuranların sayısı azalarak “üzerine vazife olmayan” büyük işler tutulup ve az bir vergiyle müslümanın bu alanda farzı olan Mu'minun-4 ve Nahl–71 ayetlerini inkâr eden ve münafıklarca icad edilip desteklenen yeni ve hak olmayan bir din sahneye konulmuştur. Çünkü geçimliği aşan büyük işletmeler kurmakta kamu yararı varsa buna toplum-siyaset ancak Hazreti Ali’nin tanımladığı İslami zekât olan ailesinin geçimliği dışında kalan her kuruşu zekât(vergi) olarak ve toplumun geri kalanının infakı için vermesi koşulu ve şartı müteşebbise şart koşularak izin verilir. Bu şartlara uymak nafile ibadettir. Bu şartlara uymamak ise yine nafilenin anlamlarından birisi olan “üzerine vazife olmayan işi yapmak” ve günaha girmektir. Çünkü artanı infak etmeyip sermayesine ekleyerek bunu devam ettirmek mecburiyeti olduğu için(Kapitalist üretim tarzının doğasında vardır) vergisini(infakını) eksik verdiğinde o toplum İslam dışı iş yapmış ve misakını Yemin-i Bânus (az vergi-kapitalizm) üzere sosyal siyaseti uygulamıştır. Son asırlarda İslam'ın yerine getirilip konulan batıl dini anlayışın icadı bu merkezdedir. Bunun sözlüklerdeki örneği “Nefel” kavramıyla karşılanır. Şöyle ki; Nefel: Ulul-Emrin müsaadesini almadan savaş yapıp ganimet alan az sayıdaki topluluk. Ulul-emr kamu adına karar vermeye yetkili mülke vaziyet eden mercilerdir; ki monarşide kral, demokraside kanun ve kararname çıkarmaya yetkili merciler ve tabiî ki ulus adına savaş kararı almaya yetkili parlamentodur demokratik sistemlerde. Nefel olgusuna misal Osmanlıda uçbeyleri uygulamasıdır. Bu ise komşu toplumlara akın düzenleyerek bir kırık iğne ganimet alsalar dahi din ve Kuran açık hükümlerine göre helal iş yapmış olmazlar. Çünkü hem niyette olmayan(niyette olursa, gaza sevabı alınamaz) ancak savaşın doğal sonucu olarak ağırlıkların bırakılması sonucu ele geçen maddi değerler niteliği akıncı küçük birliklerde yoktur. Onu geçim yolu yapmışlar. Ganimet almayı niyetlerine bulaştırmışlardır. Hem de bu örnek oluşturan kavramın özü bize, karar ve işleme yetkisi kamuya ait olan bir alanın “kâr ve kazanç” amacıyla ferdi teşebbüsçe kullanılması”nın dinen haram işlerden olduğunu gösterir. Hatta Kamu yetkilileri kendi yetkileriyle seferberlik ilan etseler de, peşinen ganimeti hiç düşünmemiş bile olsalar da, sonunda kendilerine buradan bir pay verilme teklifini ret etmeyip kabul etmeleri, askerlerin cihad sevabından üçte ikisini kaybetmelerine sebep olacağını bize Resulullah, hadislerinde bildirmiştir. Buna ammenin ve toplumun zorunlu ihtiyacını karşılamasına şiddetle ihtiyaç haline gelmiş olması yetmez. Bunu üstlenecek olanın bu işi bir kâr amacıyla yüklenmemesi ve onu bir kâr kapısı görmemesi şartını da içerir. Yaptığı işin getirisi bütün kamunun hesabına olmalıdır. Şunu da vurgulayalım ki, Ganimetin akıbeti savaş hukukuyla, Enfal ve Fey'in hükmü normal zamanların kazanma ve paylaşım alanıyla ilgilidir. Hak dinde ve gerçekten medeni toplumlarda savaş bir cinayettir. Belirli koşullarda izin verilecek işlerdendir. Vatan savunması gerekli kılmışsa meşru müdafaa şartlarında savaş helâldir. Bir de mazlum durumundaki bir topluluk zulüm görmekteyse, bu zulmü başka türlü baskılarla önlemek mümkün değilse mazlumun imdadına yetişmek için yetkili ve ehil organlar buna karar verir. Bu haller dışında hakdin savaşı hoş görmez. Ama maalesef bu kurallar daima ihlal edilmiştir. Genişleme amaçlı savaşlar ve içinde ganimet düşüncesi olan savaşlar da yapılagelmiştir. Oysa ganimet akıldan bile geçirilmemesi gerekir. Yani ilk hedefler içinde değil, en son hedefler içinde dahi bulunmaması gerekir. Savaş ganimeti niteliğindeki arızi kazanım bir sonucun tasfiyesinden ibarettir. İmha da edilebilirdi. Allah ve Resulü bunun amaçlar içinde bulunmasını istemez. Sonuçlar içinde haliyle yenilen düşman bir ağırlık bırakarak ve ölü askerlerin elbiseleri ve zati eşyalarını bırakarak çekilir. Bunun tekrar düşmana iadesi düşünülemez. Çünkü lojistik açıdan tekrar kuvvetlenerek saldırma azmini körükler. Yine giyecek ve yiyeceklerin ateşe verilmesi de israftır. Bunun için Allah bu alanda şaşırıp kalmayalım diye, amaç olmayıp sonuç olarak ele geçmiş bulunan bu maddi değerlerin kimlere verileceğini Enfal–41. ayette düzenlemiştir. Bunu birinci ayetle karıştırmamak gerekir. Birinci ayeti anlamak için Nefel kavramı başvurulması gereken bir kavramdır. Çünkü bu hal fey kavramının da dışında bir kavramdır(Haşır–7). (Haşr-7:"Allah'ın, fethedilen bölge halkından, Resulüne verdiği savaşsız ganimet (fey), Allah'a, Resul'e, yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolcuya aittir....(Bu böyle takdir edilmiştir)ki (varlıklar) sizlerden (sadece) zenginler arasında elden ele dolaşan bir şey olmasın! Resul size ne verdi ise onu alın(kabul edin); sizi ne'den engelledi ise, ona son verin! Allah'tan(yaptıklarınızın sonucunu ahırette kesinlikle yaşatacağı içindir ki) korunun.... Muhakkak ki Allah'ın azabı çetindir." Nefel kavramı, ayeti kavramamızda önemli bir olgudur. “Üzerine vazife'' olmadığı fazladan gelir getiren işlere burnunu sokan ve mubah sınırının ihtiyaç miktarını dinlemeyen bir büyük iş yapmaya çıkanlar olacak. Bunlara toplumun muvafakati ve hem de ihtiyacı olacak. Yani kamu eliyle yapılmasına güç yetişmeyecek, teknik açıdan da bilgili olunan kamu personeli bulunmayacak ki, buna ehil bir firma bunu yapmaya talip olacak ve eğer yöneticiler gerçekten müslümansa bunda sadece ''kamu yararı'' var mı? diye enine boyuna düşünerek karar verecekler. Yoksa hak dinde işler kamu adına elbirliğiyle yapılır. İnsanlar da kamuya maişetle çalışmak gibi çok önemli ve farz kavramının oluşumunun mantığı olan maişet karşılığı çalışma dini hak ve görevlerini yerine getirirler. Bu kurumların kurulmasının ihmali ve satılmasına ön ayak olmak ise, din özgürlüğünün ihlali, Sebilullah’a karşı açılmış savaştır. Bütün bu hassasiyetler gösterildikten sora, kamu yararı gerçekten oluşmuşsa bunu maişet karşılığına razı olup Allah için iş yapacak en uygun kişiye ihalesi yapılır. Veya devamlı işlerden ise, kamu kendisini toparlayıp bizzat kendi mütedeyyin(maişete razı gani gönüllü dini-kayyime mensubu) insanlar eliyle yapma imkânı doğana kadar verilir. Bu işi yüklenen kamu dışı kuruluş, masraf ve ailesinin geçimliği için yeterli olan kazancı dışındakini götürüp Beyt el mal hazinesine eksiksiz teslim eder. İşte bu iş bu şartla Enfal olmaktan çıkar. Mubah sınırında kalır. Nerede öyle özel teşebbüs? Olmayacağı için de Allah yasaklama yerine, hüküm koymuş ve burada ''masraf ve iyalinin geçimi dışında kalan benimdir'' diyor. Kendi ihtiyaçtan münezzeh olduğu için de Beytü’l mal’de şu fasıllarda harcanmak üzere kamunun emrine vereceksin diyor. Bu işin nafile olarak ifade edilmesinin sebebi farzı yerine getirdiği ve onun ötesine geçtiği için değil. Aksine farz olan kamuya maişet karşılığı çalışmayı ihmal edip, nafile(kamunun buna hiç ihtiyacı yokken fuzuli olarak ve tabiî ki zengin olmak amacıyla) bu işe girişen insana fuzuli bir işe kalkışan anlamında "Nefel işleriyle iştigal eden" denilir. Öyle ya geçimliğin(Farz=maaş) sana yetmiyor mu, dünyaya bolluk içinde sefa sürmek için mi geldin de boş(batıl) bir amaç için fazla kazanmaya soyundun. Bu iş fuzuli ve hem de çok sorumluluk isteyen iştir. Para eline geçtiğinde insanların çoğu fazlayı kamuya iade etmemek için kıvırır dururlar. Sen de bu ihtirasın nedeniyle bunun şartlarını yerine getiremeyeceksin; nafile iş yapmayı kafana koymuşsun… Bu yol hami-mahmi(koruyan-korunan) ve Isr hamele(ağır iş) türündendir ki, ilkel toplumlarda, sosyal devleti kuramamış toplumlarda, bir çözüm olarak izin verilir. Ama sosyal devletini kurmuş, kamu iktisadi teşekküllerini faaliyete geçirmiş gerçek dindar bir toplumdan geriye dönüp, farz ibadeti yerine getirecek milyonlarca maaşla kamuya çalışacak insanların dinlerine engel olacak eylemlere girişip özelleştirenler kendilerini ateşten nasıl kurtaracaklardır? Çünkü bilerek ve isteyerek Allah ve Resulüne savaş açmışlardır. Enfal–1 Ayet nesholdu diyen din yorumcuları siz bunun hesabını nasıl vereceksiniz? Fey ile ganimetin, ganimetle enfal’in arasındaki farkı bilmeden ahkâm kesenler, siz iftira etmekten dolayı bu günahın altından nasıl kalkacaksınız? Enfal kavramı üzerinde feraiz yapıldığında daha nice şeyler çıkar ortaya. Mesela Ene-Nefal, İn-Nefal gibi. Allah ve meleklerinin işlere katkıları dolaylı değil kesin faaliyetleri. Yani onun koyduğu evrensel yasaların ürün ve üretime teknolojik katkıları. Mesela madenlerin meydana gelmesi tamamen Allah ve onun meleklerinin kesin fiilleriyle meydana gelmiş cinstendir. Petrol de öyle. Elektrik enerjisi de öyle… Biz buralara girmiyoruz. Konuyu daraltarak inceliyoruz. (Melek kavramı için ''İşte Kur'an'a'' bakılmalıdır.G.Y.) Bu konunun ruhu ''komşuluk'' statüsüne geçerek mülkte iştiraki terk edenlerin uyması gereken koşulların düzenlenmesidir. Fey gelirlerinin Allah ve Resulüne( hem nebiye hem de Melek olan elçilere-iş bitiricilere) ait olduğu daha Enfal suresinin başında bellidir. Enfal bir yönü ile “Nefel” kavramından türemiş olup, ammenin toplu ve amme ad ve hesabına iş görmesi dışında iş yapılması anlamına gelmektedir. Onun için Mescid el haram ve Beyt El mal nam ve hesabına iş yapıp değer üretmekten yüz çevirenler “ Sun’u’” Mahir terziler olarak nitelendirilmiştir. Beyt'de terzi elinden geçmemiş elbisenin(İhram) kullanmanın mesajlarından biri de budur. Özel girişim nam ve hesabına sınatı kullanarak, refah ve servetini artırmak, onun için Enfal olarak nitelendirilmiştir. Bu yolla kazancın Allah ve Resule ait olduğunu, o nedenle Enfal suresi belirtmiştir. Bu resul kavramı arasında elbette ki selam ona Mikâil de dâhildir. Çünkü doğa ve onun yasaları denilen Allah kanunları ( Sünnetullah) insanlar anlasın diye o isimlendirme ile sıfatlanmıştır. Enfal suresinin 1. ayeti kesindir. Bu tür faaliyetlerin getirisinin aristokratlara gitmesini önlemek ise, hak dinin asli görevidir. Çünkü, Enfal suresi, ”Nefal” faaliyetlerinde bulunanlara şu hitabı yapmaktadır. Ey Beyt el Mal’a aldırmadan ve danışmadan hayvan, insan, başka insanların istihdamı, doğal enerji ve teknoloji kullanarak kazananlar, yeryüzünde kök salacakmış gibi düşünüp te bunlarla kendinizin ve iyalinizin, sınıfınızın kâşanelerini ve benzeri “Benâ-i Ahrar” mizaçlılar gibi ikbal avcılığınızı pekiştirmeyin. Bu kazanç yolu ile kazanılandan insan çalıştırmışsanız, onun hakkını kıst üzere ödedikten ve iyalinin zorunlu ihtiyaçları için geçimliğini çıkarttıktan sonra, şu mahrum ve mağdur, muhtaç kesimlere bütçede eşit fasıllar ayırarak infak edin demektedir. Enfal suresi Ayet–1. ; “Sana Enfalden sorarlar. Deki, Onlar Allah ve Resul içindir ( Beyt el Male iade edilirler). O Halde Allah’tan korkun ve aranızda barış ve esenliği kurun. Eğer müminler iseniz, Allah’a ve onun resulüne itaat edin” Demek ki, İslam üzere teslim olmanın önemli şartlarından birisi, Nefel olarak yapılan faaliyetlerin getirisinin müktesibin(edinenin) değil, Allah ve resulünün olduğunun bilincinde olmak. Bu getiri, meleleşmek(para babası olmak) için değil, sulh ve barışın sağlanması için kullanılır. Sulh ve barış ise mülk şehvetinin hararetinin düşürülmesinden başka bir şeyle sağlanamaz. Bu tür, zirai, sınaî ve ticari faaliyetlerin getirisinin, itidal üzere iyalinin infakından artanının Beyt el Male aynen iadesi gerekmektedir. Islah olmuş ve salih amel sahibi olmak için ilk şart budur. İmtiyaz istemek, vergi muafiyetleri talep etmek, artanı servet ve sermaye yapmak, lüks konaklar inşa etmek için değildir. Bu yol Yahudi ve Hıristiyanların dalalet yoludur. Onun için Beyyine suresi bizi uyarmaktadır. İşte, kişinin dininin İslam olarak nitelemesini hak edebilmesi için bu üretim ve paylaşım biçimlerine göre programlanması şarttır. Bunun imanın şartı olduğunu da bu sure şu şekilde anlatır. Enfal suresi Ayet–2 “Mümin olanlar ancak o kişilerdir ki, Allah anıldığında yürekleri ürperip titrer ve onlara Allah ayetleri okunduğunda, bu onların imanlarını artırır.” Çünkü bunu adil ve rahim bulurlar. Ve onlar, YALNIZ RABLERİNE GÜVENİR DAYANIRLAR. Mülke dayanmak ve bununla mutmain olmak yolunu tutmazlar. Çünkü bu putperestliktir. Onlar ''Hasbüna Allah ve ni’mel Mevla ve ni’mel vekil'' derler. Bunda karar kılmak için de kollektif dayanışmanın yolu ensariyet üzere yaşarlar. Çünkü hak ve Adalet duygusu mizaçlarının bir parçası olmuştur, nerede eşitlik ve kardeşliği emreden bir hüküm görseler memnun olurlar. Nerede de antisimetrik bir yorum görseler rahatsız olurlar. Enfal suresi, o insanların Mescid el haram çerçevesi dâhinde yaşamasalar, komşuluk ilişkisi içinde bulunsalar dahi o kıbleye yöneldiklerini, Musalli olanın bilincinde varmış insanlar olarak havra ve manastır kollektivistlerinin ( Ensar’ın) yaşam biçimi olduğunu, ''na-maz''ın (kapitalist olmamanın) eksiksiz ve hakkını vererek kılmanın sosyo ekonomik anlamının bu olduğunu şöyle tanımlar. Enfal suresi Ayet–3; “Onlar namazı dosdoğru kılarlar; Kendilerine rızık olarak sunduklarımızdan bol bol dağıtırlar” Keremkarlık örneği. Daha doğrusu İhsan ve Muhsinlik idealist örneği budur. Daha da önemli bir çıkarım ise, Namazın(salatın) dosdoğru ikame edilmesi çok bol bir şekilde çevre ile paylaşmaktır. Sadece seccade namazı şeklinde kalan ubudiyet noksan ve dosdoğru değildir. Onun toplumculukla tamamlanması gerekmektedir. İmanın ve mümin olmanın böyle davranmakla yerine geleceği yine Ayet 4 ile pekiştirilir. Şöyle ki; Enfal suresi Ayet-4 “Gerçek anlamda müminler işte bunlardır. Rableri katında dereceler, bağışlanma ve bol rızık vardır onlar için” Çünkü bu mümin insanlar vermeye cimriler gibi bir oran koymayarak Kuran’ın her ayetine itirazı kayıt ileri sürmeden uyarlar. Kuran yoluyla Resul pratiğini çeliştirerek çatıştırmadıkları gibi yalan haber veya yanlış anlamadan doğan ihtilafları da Kuran’a götürerek çözdürür. Mülkperestler gibi hadisleri bahane ederek ayetleri hükümsüz bırakmaz. Yine mülk tutkularını kısıtlıyor diye, Enfal–1 ayeti hükümden düşürmek için Aynı surenin ayetlerinden olan Enfal–41 ayete onu Nesh ettirmez. Çünkü fey, ganimet ve Enfal aynı şeyler değildir. Bunlar birbirine çok benzese de oluşum mantıkları ayrıdır… Saygılarımla. Galüp Yetkin. Konu galipyetkin tarafından (23. April 2017 Saat 12:01 PM ) değiştirilmiştir. |
31. October 2011, 08:54 PM | #2 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25 |
Enfal-Ganimet:2.
Şunu hatırlatalım ki, bedevi kültürünün(kapitalizmin) ganimetle Nefel ve Enfal’i karıştırması gayet doğaldır. Doğal olmayan ise, mülk şehvetine dokunan Allah hükümlerini ya aklı ermediği, ya da işine gelmediği için Nesh bahanesiyle iptal etmesidir. Nesh Allah'ın kendine has sünnetlerinden olup, bunu vahi metnine koyarak bir sonraki peygamber eliyle yaptırır. Kuran'da Nesh mümkün değildir. Çünkü Resulullah son peygamberdir. Aynı peygamberle gönderdiği bütüncül bir tek vahide ise Allah, bir ay, bir yıl veya on yıl sonra yine bir vahiyle kaldıracağı hükmü koymaktan münezzehtir. Bunu iddia etmek çok büyük günahtır. Çünkü Bakara–255 de sayılan allah vasıflarına aykırıdır. Hâşâ Allah ne uyur ve ne de gaflet eder. Fikir ve hüküm değiştirip “pardon” demek zayıf olan insana özgüdür. Diğer yandan Enfal kavramı “Nefel” kelimesindendir. Nefel ise sözlük diyalektiğinde nafaka kavramından sonra oluşmuştur. Nafile türü şahsi ve sınıfsal, gurupsal ve şirketsel faaliyet ancak nafaka amacına yönelik olmalıdır. Bunun iki yöne giden anlamı şudur. 1-Geçimlik sınırları içinde müsaade edilebilir. 2-''Özel girişimci'', toplumun durumuna üzülmüş ve insanları infak edip hayat seviyelerini yükseltmek için kendi ihtiyacını aşarak, başkalarının da ihtiyaçlarını karşılamak için bu işi genişletmiştir. Yani ticâri ve kâr amaçlı değil, hayır işlemek için başkalarının geçimini de sağlamak için bunu yapmıştır. Şimdi pagan din anlayışına göre insanın istediği kadar işini büyültüp cüzi bir vergiyle kurtulması mümkünken dini kayyime(İslam üzere teslim olmayı) din edinmişse bilerek ve isteyerek Enfal türü faaliyette bulunulması gerekir. Yani şunu bilecek ki, Hak olan dinde sosyo ekonomi politik kamuculuktur. İşler elbirliğiyle yapılır ve herkes buna iştirak halinde malik olur. Bundan zühul edilmesiyle de, ilkel bir toplumsal ferdi teşebbüs yoluyla da işler görülebilir. Ama bu ikbal için değil, hem geçimliğini buradan sağlamak ve hem de artanla bütün yurttaşları infak etmek için bunu yapar. Bunun için Nefel yolunu tercih eden kimse gerçekten bir hak dine inanıyorsa bunu izleyen bir başkası ona sanki şunu der. “Sen nafile(sana bir artı getirmeyecek boşa yorulma) iş yaptığının farkında mısın? Çünkü kamuya çalışsan da sana kalacak olan maişetin, maaşındır. Ferdi teşebbüse girişsen de eline kalacak aynı miktardır. Sen arkadaş, bana göre nafile(faydasız) bir iş yapmaktasın”. Zaten, Enfal–1. ayet de bunu haber veriyor bize. İster hakdinin asıl sosyo ekonomi politiği olan kollektif faaliyeti benimseyin, isterseniz Nefel(Özel girişim); şunu bilin ki bu yola sapmanız size maişetten daha fazla bir şey kazandırmaz. Çünkü ihtiyacınızın arta kalanını topluma iade edeceksiniz. İşte Nefel ve Enfal çok geniş yönleri ve gittiği yere göre anlatımları vardır. Öyle ise Enfal’in yaygın anlamını Osmanlıca sözlükten vermekle yetinelim. Enfal: EMEKSİZ KAZANÇLAR. Ganimetler. Düşmandan alınan mallar. Kavramın esası kazancın kişinin idman gibi çalışıp alın terinin karşılığı olmayan cinsten olmasıdır. İşçi alın terinin ödenmemiş artık değeri gibi. Yine rüzgâr enersisi, su enerjisi, elektrik enerjisi gibi emek dışı enerjiler. Yine güç artırıcı çark ve her türlü dönen şeyler. Su dolaplar, palangalar ve benzeri güç artırıcı ve verim artırıcıcı kolaylıklarla kazanmak. Yine madenler ve petrol gibi şeylerden elde edilen kazançlar. Petrolün özel mülkiyete girmeme yasağının bir başka gerekçesi de hadislerde şöyle yasaklanmıştır.1-Meralar.2-Sular.3-Ateşler kamunun hüküm ve tasarrufundadır. Mademki suyun hükmü ne ise, ateşin(petrolün) hükmü de odur. Türkiye Fırat ve Dicle’yi Irak’a akıtırken, aynı miktarda petrol de bilâbedel Türkiye'ye akmalıdır. Mademki Petrol bir Enfal’dir, petrol kuyusu sahipliği hak dinde haramdır… Demek ki çiftlik sahiplerinin gelirinde işçinin ödenmemiş emeği, yine traktör çalıştığı için de Enfal hükmündedir. Fabrikadan gelirleri de öyledir. Kısaca Enfal kolay kazanç olma yönüyle ganimete benzer. Ancak Enfal devamlı ve savaş dışı kolay kazançken ve şümullü iken, savaşın doğal sonucu olarak mağlup düşmanın geriye bıraktığı şeyler-ganimetler de kolay kazanca havadan konmak niteliğinde olmakla beraber, normalin maddi geliri değil, arızi ve önceden kestirilemeyen özel bir durumun tesadüfen olabilecek “avanta” geliridir. Enfal sosyo ekonomi politik sistemden doğan hak edilmemiş gelirlerken, ganimet sadece savaş hukukunda malın tasfiyesi hükmüdür. Demek ki, Enfal–1 ayeti, sadece savaş sonu malın ortada bırakılmayıp, imha ile israf da edilmemesi için ne yapılması gerektiğinin hükme bağlanmasıyla hiç alâkası yoktur. Müşterek yönleri, elde edenlerin el emeği ve göz nuru değil, bir emek harcanmış olsa dahi karşılığının bundan çok az getirisi olacağı apaçık olan kazanç ve gelirin, o 'kin'in değil, Allah’ın olduğu, Allah da bunu mahrum, muhtaç, mağdurların infakı için kullanılmasını emretmiştir. Yine tatbikat sözlüğünden Ganimet’i kısaca vererek Enfal–41 ayete geçelim. Ganimet: 1-ÇALIŞMAKSIZIN ELDE EDİLEN ŞEY. EMEKSİZ KAZANÇ. 2-Düşmandan alınan mal.3-Tesadüfî ve faydalı durum.4-Beklenmeyen kazanç. Yukarda izah ettiğimiz gibi, Enfal ile savaş sonrası ele geçen malın müşterek niteliği Sa’y yapmadan(idman yapar gibi bedenen çalışmadan) veya emekçi ücretinden çok daha yüksek kazanç elde etmek, veya rant ve irat v.s kazançlar sağlamak niteliği hem Enfal ve hem de, savaş ganimetinde müşterektir. Ayrıldığı noktalar ise: 1-Savaş ganimeti düşmandan alınan veya geriye bırakarak ortalıkta kalan maldır. Eğer çekilip kaçan ve yenilen düşmanı İslam milleti yenmişse, bu savaşlar zaten çok nadir savaşlardır. Bu yönüyle de bu ganimetler arızi ve tesadüfî gelirlerdir. Bu bakımdan bütçeye gelir faslı açılmaya elverişli olmayan gelirlerdir. Ama ne yazık ki, eski bedevi geleneklerinde devamlı savaş ve savaş ganimetleriyle geçinme geleneğinde bulunan müslüman toplumun kahır ekseriyeti işin çivisini çıkarttığı için bununla geçinme yolunu tutmuştur. Bunun dinine zararı olduğu gibi dünyasına da üretim alanında güdük kalmasına ve son asırlardaki vahim konumunu kendisi hazırlamıştır. Çünkü sanayi devrimi sonrası işler tersine dönmüş kılıç “üretim aracı” olmaktan çıkmış ve kendileri haraç verir hale gelmişlerdir. Buna karşın Enfal ne arızî ve ne de tesadüfî gelirdir. Geçimliğini aşan iş yapacakların sayıları ve iş hacimleri, bunlara kamuca izin verildiği için ne tesadüfîdir, ne de arizidir. Bunun için bütçede fasılları vardır. 2-Yine savaş ganimeti, ne beklenen bir hak ve ne de dine tam uyan insan için beklenen bir kazanç türü değildir. Çünkü onun haraçla geçinme ve genişlemecilik(Müstevlilik) niyet ve projesi asla olamayacağı gibi beklenen bir geliri de yoktur. Bundan başka, savaşın sonucunu kestirmek mümkün değildir. Düşman galip gelir ve sizin varlığınız düşmana ganimet olabilir. Bu da zaten kavramın dördüncü anlamı olarak ”Beklenmeyen kazanç” manasının içinde vardır. Enfal öyle değildir. O beklenen bir menfaattir. Devlet kimin Enfal türü iş yaptığını bilmektedir. Çünkü bu tür işler izin almadan yapılamaz. Yapılsa da vergi denetimlerinde ortaya çıkar. Yeter ki yönetenler sözde değil, özde dini-kayyime üzerinde olan antiliberalist bir imana sahip olsunlar. Beyt el Mal emanetini elinde tutanlara da rabbimiz Enfal suresinin hem 1. ve hem de 41. ayette her iki durumu da kapsayacak şekilde seslenmektedir. Bu tür edinilen mal ve menfaatleri zatınızın zannederek sakın aristokratlaşmak veya kompradorlaşmak için, saraylar yaptırıp kâşanelerde lüks içinde yaşamak, hatunlarına ağırlıklarınca takılar takmak ve diğer saçmalıklar için kullanmamaları için ihtar etmektedir. Özel girişimle, bilim, başkasını istihdam, enerji ve teknoloji v.s sınat kavramına giren her türlü beceri ve maharet kullanarak gelir artırımına gidenlerden alınan bu bolca vergiyi(İyalinin geçiminden artanın hepsini) çar-çur etmeyerek ayrı fasıllarda tutup şu insanlara ödenmek üzere beş eşit parçaya ayırıp tahsis edin diyor. Şöyle ki; “Bir de ma'lûmunuz olsun ki ganimet aldığınız her hangi bir şey, mutlaka onun beşte biri Allah içindir ki Peygambere ve ona karabeti olanlarla yetimler ve miskinler ve yolda kalmışlaradır, eğer siz Allaha iyman etmiş ve o furkan günü, o iki cem'iyyetin çarpıştığı gün kulumuza indirdiklerimize iyman eylemiş iseniz bunu böyle bilin; daha Allah her şeye kadir.”(Furkan–41) Bize göre bu meali şöyle açabiliriz “Biliniz ki, ganimet Allah ve resulü için olanlar(emri) var ya; işte bunlar beş bölüme ayrılarak şu aşağıda ki beş gurup insanın infakında kullanılacaktır. Bunun Beşte biri Resulün( kendisinin ve iyalinin infakı ve genel giderlere harcanmak üzere), beşte biri, yakınların(Vatandaşlık veya komşuluk ilişkisi içinde yakın olanlar), beşte biri yetimlerin, beşte biri miskinlerin, beşte biri yolda kalmışlarındır”. Çünkü hak dinde kurbiyet birisinin kan bağıyla bağlı oldukları anlamına gelmez. Düşman olmayan, nankör olmayan, dostluğa dostlukla karşılık verecek herkestir. Bu bakımdan Kurbiyet ne Resulullah’ın soyu, ne de daha sonra gelecek devlet başkanlarının soyu veya yandaşı anlamına gelir. Resul burada işlere vaziyet ettiği için, bir de Resulullah(s.a.s) özel konumu nedeniyle geçimliğini bir iş tutarak kazanacak konumda değildir. Onun kendi arzusunun Sa’y ile kazanmak olduğunu biliyoruz. Çünkü vergi gelirleri ve ganimetlerden oluşan İsrail toplumu devlet bütçesinden kendisi için infak giderlerini karşılamadığı, bizzat idman gibi çalışarak nafakasını temin eden selam ona Davut’u ideal örnek olarak kendisi hadislerde över. Dikkat edilirse selam ona Davut bir din kurucusu elçilerden değil, görevi devlet başkanlılığı ve kendisine hidayet edilmiş bir ara peygamberdir. Resulullah ise asli ve kurucu misyonla hem yeni bir vahi getirmek ve hem de onu tebliğ etmekle görevli, işi çok ağır olan bir resuldür. Bu işlerle birlikte herhalde tarlada çalışacak, alışveriş yapacak deve ve koyun sağacak vakti yoktur. Onun giderleri örgütlü toplumun genel gelir kaynaklarından karşılanacaktır. Bu konunun üzerinde durmamızın sebebi, bu ayet yanlış anlaşılmış ve yanlış uygulanarak sonra gelen ve dini ve devleti temsil ettiği kabul edilen sultanların keyfi harcama ve yandaşlarına hazineyi peşkeş çekmelerine sebep oldu da ondan açıklanması gereken bir durum vardır. Çünkü dikkat edilirse “kurbiyet” sınırından başlayan emir, hiç kurbiyet ilişkimiz olmayan “yolda kalmış” yabancıda bitmektedir. Eğer cahiliye Araplarının ganimet amaçlı savaşları meşrulaştırdıkları ve çete reisine ¼ gibi önemli bir pay verdiklerini ve geri kalanını da çeteye dâhil şakiler arasında paylaşıldığını bilirsek, hem bu ayetin neyi düzenlediğini ve önemini ve hem de geçmişteki uygunsuz uygulamaların ayetin amacına ne kadar uyup uymadığını anlayabiliriz. Yine de burada derin bir analiz yapmayacağız. Çünkü fey, Enfal ve ganimeti tam olarak idrak edemeyen seleflerimizin durumunu ortaya koymakta bugün bir fayda yoktur. Ama Enfal öyle değildir. Sanayi devrimi ve ilişkilerin yeni bir hal aldığı dönem sonrası Enfal türü kazanç neredeyse kaide haline geldiği için adalet ve rahmetin ortaya konulmasında önemini artan bir şekilde sürdürmektedir. Biz yine de ganimet konusunu hepten boş geçmeyip, kendi kanaatimizi ortaya koyalım. Enfal, Fey ve ganimet geniş bir anlama sahip olup, her türlü kolay kazancı içine almaktadır: zirai, ticari ve sınaî yoldan kolayca gelir elde etmek. Dinde hak olan kavam, itidal üzere yaşamaya yetecek kazançtır. Birilerinin bunun üzerindeki her kazancı Enfaldir, Ganimettir. Bu tür kazançlar Meysere olarak da ifade edilmiş (Bakara-219/1), ve sorumluluktan kurtulmak için, kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu iyalinin geçimliğinden artanın derhal infak edilmesiyle iffetsizlikten ve haramdan arınmanın mümkün olduğunu da Bakara–219/2 ayetten öğrenmekteyiz. İşte aristokratlar bunu kabul etmezler. Sınıfsal kafa ile her şeye baktıkları için, asgari ücreti düşük tutar ve kendi işlerini önemsedikleri, göreceli değerler biçtikleri için, lüks ve refahı sağlayacak düzeydeki gelirler kendilerine mubah, salt emeği ile geçinene layık değilmiş gibi düşünürler. Hak din herkes için tek bir ölçü getirmiştir. O da itidal, itidal ise kavam, kavam ise bir insanın insan gibi yaşaması için gerekli olan gelirdir. Zaten sınıflı toplumun ve onun sınatın fazladan getiriyle pekiştirilmiş şeklinin felaketin künyesi olması bu sebepten dolayıdır. Oysa asgari ücret mademki toplumun ittifak ettiği geçim seviyesidir; öyle ise, salt emeğin değeri budur. Bununla geçiniliyorsa kodamanlar niçin fazlasını sebepsiz ve haksız olarak alırlar veya kâr olarak toplarlar? Bunun üzerindeki her gelir ve sözde maaşın üzerinin hazineye iadesi gerekir. Tabi ki iş böyle de değildir. Çünkü asgari ücret itidalin alında tutulmaktadır. Bu ise zulmün katmerlisidir. Saygılarımla Galip Yetkin. Konu galipyetkin tarafından (21. July 2014 Saat 01:09 PM ) değiştirilmiştir. |
31. October 2011, 09:26 PM | #3 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25 |
Enfal-Ganimet:3.
Bu saptamalardan sonra Enfal konusunun anlam ve uygulamasındaki sapmanın boyutlarını hatırlatalım. Hıristiyan dünyadaki Enfal olana şahısların el koymasına büyük yönelişi ve teknolojinin sanayi devrimi sonrası büyük atağı ile “Nefel” (toplum aleyhine, ferdiyetçi ve sınıfsal kazanım amaç ve dünyevi amaçlarla kolektivizmden veya karma ekonomiden sapmaları) ayrık kalmak şartı ile Müslüman toplumlarındaki sapmalara ve kavramın kısırlaştırılması olayına bir hatırlatma yapalım. Resulullah’ın Ahiret'e göçünü takip eden yarım asırdan sora, din ekonomi politiğinde bir geriye dönüş izlenmektedir. Bu dönüş eski putperest Arap kültürünün de gerisine düşmüştür. Fey ve ganimet sayılan kazanç türlerinin bir ekonomi politik kritiği yapılıp, yeni dine göre hayat algılaması yeniden değerlendirilmesi yerine; Ekonomi savaş üzerine oturtulmuş ve savaş ekonomisi ve ekonomik savaşlar çağına girilmiştir. Bu arada da dünyevi bir bakış açısı ise Enfal Suresi'ni nefsin hevasına göre manâlandırılıp, aristokratlaşmada devam edilip din istismar edilmiştir. Enfal kavramı içlem ve kaplamı şu üç alanda kendisini ifade eder. Birincisi her türlü kolay ve verim artırıcı kazanç yollarının getirisini Kuran'da sayılan beş gurup insana verilmek üzere kamuya iade etmek. İkincisi ise, Ehli Beyt yaşam biçimi de denilen Allah Beyt-ullahı ve Resul-Nebilerin yolu olan Beyt El Mal hesabına ve Allah için topluca iş yapmak kültürüne bağlı kalmak şartının istisnaları anlamına gelir. Üçüncüsü ise fazladan iş yapmak, farz olanın dışına çıkmak anlamına gelmektedir. Bu alan da kendi aralarında dallara ayrılır. Bu farz dışı fazladan iş yapma anlamına biraz değinelim. İslam literatüründe Farz kavramı dar anlamda yorumlandığı ve sosyo ekonomik anlamı sözlüklere bağlı kalınmadan gözardı edildiği ve ıstılahı anlamı ile yetinilip tedebbür edilmeyerek basiret kapatıldığı için, bu konudaki açılım, rutin ve dini ritüellerin yerine getirilmesinde farz olup mecburen yapılması vacip olanların yerine getirilmesinden sonra, fazladan bu tür ihtiram türünden ibadet yapılması kasdedilmiş ve böyle anlaşılmıştır. Mesela beş vakit ve toplam 19 rekât farz ve vazgeçilmez “seccade” üzerinde kapalı yer namazı( Dua) ibadetine fazladan ilave edilen namazlar ve ramazan orucu dışında ve onun üzerinde fazladan tutulan oruçlar bu nafile kavramıyla anlatılmıştır. Elbetteki buna kimsenin itirazı yoktur. Allah’a ihtiram ve dua, zikir ve şükür görevinin “İş yapıp bir sınaî faaliyet işleme” dışında kalan alanda yerine getirilmesi güzel ahlakın bir yansımasıdır. Ancak, nafilenin anlamının iş işleme alanına ilişkin konusunu göz ardı etmek ve sadece savaş ekonomisi alanında “Nefel” şeklindekinin kavramlaştırılıp onun da işleyişine ve yanlış yola sapmasına bir dur dememek de yine büyük eksikliktir. Şöyle ki: Öncelikle şunu belirtelim ki, Enfal 41. ayette Enfal yerine Ganimet kullanılması, bazı kolaycı ve kaçamak yol bulucuların dediği gibi Enfal 1. ayeti ne “Nesh” etmiştir, ne de kıymetten düşürmüştür. İkisi de kolay kazanç anlamına gelir. Ama Birinci ayet çok daha kapsamlı ve Allah’ın evreni sınat ile güzel bir şekilde yaratıp onların işleyiş “Kanunlarını” koyması ilahi ilmini de kapsayacak bir ifade ile yüklüdür. Meselâ: Allah ve kanunlarına verdiği sıfatla Melaike veya melekeler faaliyetleri içerisinde, milyon yılların geçmesi, güneşin ve diğer gezegenlerin ve ardındaki Allah yasalarının faaliyeti ile meydana getirilmiş olan, dünyanın mevsimleri oluşturacak şekilde eksenin eğri yaratılması, madenlerin yer altında oluşturulması, kömürün, petrolün, doğal gazın, uranyumun v.s. oluşması Enfal kavramı içindedir. Yani hayatı kolaylaştıran allah yardımlarıdır. Ama insan bunun kanununu bilse de kendisi bunu oluşturmaktan acizdir. Ganimet ise insanın ulaşacağı ve suni olarak yapabileceği şeylerde ve sınırlı alanlardaki bereketlendirici(Arttırıcı) işlerde müdahil olması ile oluşan faydalı sonuçlarla ilgilidir ve kapsamı dardır. Meleki yasal yardımlar ise hep Allah ihsanlarıdır. İnsan Allah’a bir şey vermemişken, verecek konumda da bulunmazken, Allah’ın insana peşin vererek borçlandırdığı nimetlerdir. İşte Aristokrat bunun idrakinde değildir. Din de zaten, bu ihsanın karşılığını ihsanla ödemenin ismi, yolu ve yöntemidir. Gerçekten de bazı Müslüman din yorumcuları Enfal 41. ayete biraz İslam öncesi kültürle bakarak, ekonomik amaçlı savaşları tahrik edici ve fırsatı ganimet bilici bir anlamaya yer verecek şekilde yorumlamışlardır. Hak dinde savaş sınırlı bir siyasi, sosyal faaliyettir. Öncelikle meşru müdafaa niteliğinde olmalıdır. Kuran’daki şartlar oluşmalıdır. Buna da emri bil maruf ve nehyi anil münkerin ilmini ve koşullarını bilen kamu veya onu temsilen hareket edenler topluca karar vermelidirler. Zaferle biten savaş sonrası, ülke işgali ve maddi servetleri talan yoktur. Savaşın ganimeti, savaş meydanında düşmanın terk ettiği, silah mühimmat, levazımat, araç gereç yiyecek, içecek ve giyecekle sınırlıdır. Bunun dışında bir gurubun kendi kafasından ve toplumun genelinin onayını almadan savaş çıkarması ve ganimet alması “Nefel” olarak değerlendirilmiştir. Bu değerlendirme elbette ki doğrudur. Kimse umumun ve maruf olan hükümler dâhilinde topluca seferberlik kararı verilmeden savaş için kalkışamaz ve ganimet diye bir takım malları alıp uhdesine geçiremez. Bunun adı ne gazadır, ne gazvedir, hele cihat hiç değildir. Tümünü kapsamasa da, sınır boylarında ki bir takım akıncıların hali böyledir. Bu tür girişimler Enfal kapsamı içindedir. Yasaktır. Bir kazanım elde edilmişse de, bunun dağılımı Enfal 41 de gösterildiği gibidir. Bu insanlar faydasız ve fuzuli “İşgüzarlık” yaptıkları için faaliyetleri “Nafiledir”. Enfal kavramının bu türlü manası da vardır. Hak din sosyo ekonomi politiğinde kural, toplumun ihtiyaç duyduğu ve sipariş verdiği, gerçekten bir üretime, bir ithalata ihtiyaç duyduğunda, özel görevlendirme ile verilen şeylerin temini ile ilgilidir. Hak sistemde böyle bir talep yok iken, toplumun ihtiyaçlarının karşılanması Kolektif üretimle karışlanamıyorsa, bu durumda görevlendirilebilir ilkesi geçerlidir. Gerçek bu iken, Liberalist sistemde kâr maksadıyla iş yapmaya soyunma hak dince faaliyet sahibine helal edilmemiştir. Faaliyet sonunda ihtiyaç fazlası tamamen kamuya vergi olarak verilmiyorsa da haram yenilmektedir. Bu Gul’dür. Toplumun olması gerekeni, şahıslar mülklerinde tutmaktadırlar. Kitabın gösterdiği yerlere verilmek üzere ihtiyaç fazlası kamuca alınır. Bu faaliyette bulunanlar da, abesle iştigal etme anlamında nafile iş yapmışlardır. Tıpkı faaliyetleri, umumun buna ihtiyacı yokken, böyle bir topluca karar verip, kendisine müracaat edilmemişken özel girişimcinin Beyt el Mal dışında hareket etmesi, atak davranması gibi. Ama mademki böyle bir şey yapmıştır, oturup bunun getirisini yesin diyemeyiz. Çünkü o ona helal olmadığı gibi, birilerinin yoksul ve yoksun kalması pahasına iş yapmıştır. Ayrıca yetimin ve miskinin de onda hakkı vardır. İşte Enfal suresinin–1. ayeti burada devreye girer. Biz Enfal gelirlerinin tahsisini bir tarafa bırakalım. Bir gelir niteliğinde olmayan, ancak başka bir amaca yönelik faaliyet yani düşmanın defedilmesinin sonucunda istem dışı olarak ortada kalan menkul değerlerin ortada bırakılmayıp sahiplenilmesi konusunu açalım. Savaş ganimeti beklenen bir gelir değil, tesadüfî ve istem dışı terk edilmiş mal hükmündedir. Bırakanın bırakmak, teslim alacak olanın bunu iktisap etmek diye bir başlangıç niyetleri yoktur. Savaş ganimeti Enfal’dan bu yönüyle ayrılır. Enfal bir üretim ve ticari ilişkiden beklenen kazancın kime ne kadarının aidiyeti meselesidir. Nefel’in savaşla ilişkisi ise ilkel toplumlarda haraçla geçinmek ve emperyalist amaçlı savaşlar, sanayileşmeden daha erken dönemde var olduğu için kavramlaşmadaki örneğinin buradan almasından ibarettir. Yine beklenmedik bir vaziyette savaş hukuku nedeniyle galip tarafa terk edilip gidilen gayrimenkul (Taşınmaz mülk) Haşır suresinde fey olarak isimlendirildiği için bu tür kolayca elde edilmiş mülk’ün Beyt El Mal'e aidiyeti de açıklayacağımız Enfal-41 ayeti dışındadır. Bu ayet menkul şeylere ait tasfiye ayetidir. Fey hükmünde ve taşınmazların mülkiyeti tamamen toplumun genelini temsil eden ve İslami ismi Beyt’ül mal olan hazinenindir. Maalesef mülk devlet anlayışından kurtulamayan dünya milletleri monarşilerde bunu inkar etmişler ve milletin müştereken mülkiyetinde olması gerekeni büyük sultanın şahsi ve sülale malı olarak değerlendirmişlerdir. Mesela Osmanlı bu yanlışı Haşır–7 ayete rağmen yapmış ve devletin emlakine “memaliki Osmaniye” demiştir. Yani Osman oğullarının şahsi emlaki. Bunu ceddimizi eleştirmek için değil, İslam’a ve Kur'an'a aykırı bir tutum ve kurumlaşmayı uyguladıkları içindir. Hak uğruna atalarının işlerinin doğrusunun yanında yanlışını söylemek İslami ve insani, sessiz kalmak ve devamlı övgüler yağdırmak Mekke müşriklerinin cahiliye mizacındandır. Hamdolsun ki hakiki İslam’ın bir çok kurumunu ayağa diken ve hak manada adalet ve rahmete dayalı sosyo ekonomi politiği kaim kılarak dine en büyük şerri yönden hizmeti getiren cumhuriyet, bu günahtan da saltanatı kurtarmış ve maliye hazinesi fikir ve kurumunu tesis ederek Haşir suresinin fey'e dair ayetlerine yürürlük kazandırarak ve sünneti ihya ederek hakka döndürmüştür. Ganimetin Allah ve Resulüne ait olmasının hükmü nedir. Allah ihtiyaçtan münezzehtir. Şöyle ki; Allah muhtaç değildir. Allah’a ait olan beş sehim şöyle pay edilir. Örneği bu kolay kazanç yine haklı bir savaşın harp ağırlıkları getirisi olsun. Kalkanlar, kılıçlar, giyecek ve yiyecek, içecekler. Bu menkul değerlerin ortada bırakılmayıp, bir biçimde sahiplenilmesi gerekmektedir. Bu bir tasfiye işlemidir. Buna kazanç kapısı olarak bakmak haramdır. Beşte birisi Resul sağ ise ona verilir. Resul bununla kendisinin, ailesinin itidal üzere geçimini sağlar, kendi çevresinde ve kamunun gözünden kaçmış fakirlere sadaka verir, artanı ile de kamu görevlerini yürütür. Resullün Ahirete intikali ile ise, geride kalan eş ve çocuklarına itidal seviyesine ulaştırarak iyileştirici takviye infaklar yapılır. Onların da Ahirete intikali ile kimseye bir şey ödenmez. Çünkü hak dinde elinin işini yemek vardır. Resulden sonraki bu beşte bir, Beyt el Male ve Beyt ehli olarak itidal üzere yaşamayı seçmiş olanların topluca ihtiyaçlarının karşılanmasına ayrılır. Denebilir ki, kamu hizmetleri bu kadar az bir şeyle yürütülür mü? Bu arızidir asıl vergi zekat adı verilen vergi türüdür. Yine Enfal faaliyeti olanlardan alınacak tam vergilerdir. Yine unutulmamalıdır ki, hak din devleti, ekonomiden elini çekmiş devlet değildir. Mülkte iştirak haline yardımlaşma sosyal siyaseti üzerine üretim ve dağıtım yapmaktadır. Bu yüzden peygamberin Ahirete göçünden itibaren beşte bir hisse, genel masraflar için hazine faslındaki yerini alır. Diğer beşte üç hisse olan yetim, miskin ve İbnu sebil hisse de mahsus fasıllarda yer alırlar. Sayılan nitelikteki insanların infakına harcanmak üzere bütçeye ve ayrı fasla konularak oralara harcanır. Müslümanların tarihinde ayet, İslam öncesinin eğilimlerine göre ve Enfal 1. ayetle, 41. ayet birbiri ile çeliştirilerek yorumlanmış. Hatta iltibasa mahal vermeyecek açıklıkta olan 1. ayet Nesh saçmalığı ile yürürlükten kaldırılarak, iltibasa biraz daha müsait olan 41. ayet güya uygulanmıştır. Bu ayetin uygulanışı, hiç de Enfal suresinin 2,3, ve 4. ayetinde ki “Keremkârlıkla”, Birru takvayla, hele de ihsanla ilintili olarak uygulanmamıştır… Şöyle ki: Enfal–41 ve Enfal–1 ayetteki Allah hissesi fey ve ganimet gibi kolay kazancın tamamıdır. Çünkü kas gücü ile değil, işi zahmetsiz ve az emekle yapmaya sebep olan, Allah’ın insana vermiş olduğu sınaî icatlar, harp taktik ve tekniğini kullanacak zekâ ve en önemlisi de başarıyı nasip ve takdir etmesi ve bunlarla verim artırıcı düzenekler bulma yolunda ki akıl ve zekâsıdır. Onun için bu farklı ve sadece sırtını kullanan emek gücüne karşı yetenekli ve el becerisi ve diğer kazanım vasıtalarını kullananların avantajının Allah vergisi olması nedeni iledir. Yine el becerisine fark atan teknoloji ve endüstriyel üretim de yine Allah’ın güzel yaratış yasasında var ettiği bilimin keşfedilmesi ile verimin artırılması nedeni iledir. “İnsana ancak elinin işi vardır” diyen Kuran ayeti(Necm–39) sarahati karşısında, işçi eli ile yaptırılan üretim, el becerisi, çiftlik ve akar gelirleri ile üretilen mesleki faaliyetlerin ve doğal enerji ve teknoloji biliminin yardımı ile yapılan üretim ise doğrudan Allah hanesine yazılan üretimdir. Bu demektir ki, Allah nereye derse oraya harcanır. Çünkü bu emeğin karşılığı olan kazanım değildir. Bunu idrak edemeyen eski ümmetler ve bilhassa putperestler, tapınaklarına Allah hissesi saydıkları miktarı bırakırlardı. Oysa Allah muhtaç değildir ve beslenmesine gerek yoktur. O beslenilen değil, büyütüp, bakıp besleyendir. Hem de sayısız yaratıkları besleyendir. İşte bu yanlış uygulamaya son vermek için hak din, Allah hissesinin çeşitli iktisap yollarında ne olması gerektiğini, açıklamasıdır. İnsanın kendisi dahi Allah ile var olmasına rağmen, yine de Allah insana kolay kazanç yollarından hayatını kazanması halinde, bunun yüzde sekseninin kendi hesabına ayrılıp, yüzde yirmisinin Resulünün infakı ve tasarrufuna verilmesi emretmekle nasıl bir bütçe yapılması gerektiğini açıklamıştır. Bu ayet her şeyden önce bir bütçe kanunu olarak bakmak gerekir. Bu, Allah yolunda kıtal eden olabileceği gibi, yukarıdaki şartlarda kendi sırtının(yükünün) ve canlı emeğinin dışında ve bunların fevkinde üretilen işlerden, yaratılan değerlerden payını açıklamıştır. İster haklı kıtal gibi arızi bir gelir türü olsun, isterse değer üretmek amacı ile üretim ve değişimden elde edilen kazanç olsun, bundaki hakkını belirlemiş ve bunun yüzde seksen olduğunu, biriktirilme yerinin Beyt-el Mal olduğunu ve beş kısma ayrılarak fasıl, fasıl biriktirilmesini emretmiştir. Buna rağmen, bu ayet yorumlarla hedefinden çıkartılmıştır. Haklı, haksız her savaşa ve cihat çağrısına katılan insan, galip geldiğinde, bu hâsılatın yüzde seksenine el koyar kuralı çalıştırılmıştır. Yine Allah yardımı ile mağlup edilen düşmanın savaş meydanında terk ettiği ile yetinmeyip, ülkesi ve değerleri yağma edilmiştir. Gerçekten bu, çapul ve yağma hukukudur ki, Hak din şeriatı buna izin vermez. Kaldı ki, sözlük kavramlarından anladığımıza göre, İslam öncesi çapul hukukunda bile müktesip durumunda bulunan eşkıya başının hissesi dahi ¼ iken, yani yüzde yirmi beş iken, Kuran gibi evrensel adaletin hukukunu vaz'eden bir şeriat kitabında, bu konumda ki ganimeti getiren fiile iştirak eden ve savaşı Allah rızası için olan kimsenin hissesi nasıl olurda yüzde seksen, yani 4/5 olur. Bu nasıl yorum çıkarmaktır. Nasıl tefsirdir? Kaldı ki ganimetten harbedenin hisse almasının sevabından eksilme olacağını haber veren Resulullah ''cahiliye adedini ortadan kaldırın'' mesajını vermiştir. Açgözlülerin isyanına neden olmasın diye gayet usturuplu bir şekilde ifade edişi, arif olana bunun bir haraçla geçinme düzenleyen hüküm değil, bütçe kanunu olduğunu anlamasına yetmiyorsa, o da sonradan gelenlerin basiretsizliğinden değil midir? Öyle ise Enfal–41 ayetine bir bütçe kanunu olarak bakalım ve öylece açıklayalım. Saygılarımla. Galip Yetkin. Konu galipyetkin tarafından (21. July 2014 Saat 05:01 PM ) değiştirilmiştir. |
31. October 2011, 10:04 PM | #4 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25 |
Enfal-Ganimet:4.
Hakdin normalin hukukunu düzenlerken, elbetteki kendi meşru kazanım yollarının dışında oluşmuş bir maddi değeri orta yerde bırakacak veya “onu yakıp yıkın” diyecek değildi. İşte bütçede bir fasıl oluşturularak ve nerelere harcanmasını düzenleyen ayeti göndermiştir. Çünkü cahiliyenin, aristokrasinin, feodalizmin, oligarşinin, liberalizmin adaletsiz hükümleri bu tür maddi varlıkların “kapanın elinde kalması” yasasını uygularlardı. Buna eski devirlerde haraçla geçinen ve bunun için boğazlaşan toplumlarda ''eşkıyalık'' denilirdi. Modern çağda ise müstevlilik ve emperyalizm denilmektedir. Allah bunun, savaşa ilişkin malların haram olduğunu, ancak zorunlu olarak böyle bir mal ortada duruyorsa beş alanda harcanmasının sadece o insanlara helal olabileceğini açıklamakla, hem eşkıyalık için savaşmayı(Emperyalizmi) yasaklamıştır, hem de meşru müdafaa ve mazlumların müdafaası için yapılacak zorunlu güç kullanmayla zulmü durdurma sonucunda ele geçen malları ne yapalım, bu bize helal midir? diye soracak doğru insanlara hakkı bildirmiştir. ''Bunları yakıp imha etmeyin, düşmana geri de vermeyin. Onları ancak içinizden şu kesimler için harcarsanız haram değildir'' hükmünü koymuştur. Böylece de cihadı istimrar edip cahiliye eşkıyalığına soyunan kişi, gurup ve milletlerin bu iştahını kesmek için konulan hayırlı bir hükümdür. Enfal–41. ayet. Aynı zamanda da bütçe kanunudur. Öyle ise doğru yorum, “İnnallahü hamsehü” kavramına verilecek en doğru ve uygun mana şudur. Madem ki bu Allah hakkıdır, “Ganimetin tamamı beş hisse kabul edilerek haklı savaşa karar veren toplumundur”. Bu toplumun ''tuzu kuruları'' ve ihtiyaç içinde olmayanları bundan hariç tutulur. Çünkü maddi varlıkların belli sınıf ve kişiler arasında bir iyi şans aracı yapılmasını ''Haşır–7'' ayeti ile yasaklanmıştır. İster menkul ve ister taşınmaz mal olsun bu böyledir. Şu kadar ki, savaş levazımatını ariyet olarak vermiş olanlar varsa ve bunlar da savaşırken zayi olmuşsa elbetteki talep halinde öncelikle bunlar tazmin edilir. Feodalizmde bu tür levazımat toplanıyorsa da, medeni ve sosyal hukuk devletinde zaten silah ve sair levazımat kamunun öz malıdır. Ortada terk edilerek kalan ve ele geçirilen bu maddi değerler beş eşit parçaya bölünerek bütçeye alınır. Bundan şu sayılan kesimleri birer hisse hesabı ile taksim edilir; 1-Ganimetin tamamının 1/5 hissesi Allah Resulünün geçimliği ve Yönetici sıfatıyla onun tasarrufuna verilir. İyalinin geçimliği ve genel giderler için harcanır. Bu böyledir. Aşağıdaki 4 gurup insana ezelden beri helal olan ve hatta yöneticinin bunlara tahsisi dini görevlerindendir. Bunu yapmasa din ve onun şeraitini ihlal etmiş olur. Bu İsrail oğullarında da böyle idi. Bundan sapıp muhariplerin buradan bir iğne bile alması “Gul” suçunu oluşturduğuna eski ahidin eldeki metni bile şahittir. Bu yasak, bu dört sınıfa sosyal statüsü uymayan, savaşan peygamberlere dahi helal değildi. Onun için Resulullah bir hadisinde “Ganimet bana helâl kılındı” diyerek istisnayı belirtmiştir. Bu açıklama boşuna değil, Enfal–41 ayet uygulamasında hata etmeyelim diye onun tefsiri içindir. Peygamberimiz çok ağır, çok kapsamlı bir vahiyi uygulamak ve doğru tebliğ etmek ve savunma savaşlarına girmesi gereken bir büyük peygamberdir. Bu mühim işleri arasında gidip, tarla çapalayarak geçimini temin edecek ve birde peygamberlik görevini eksiksiz yapacak değildi ya. Buna hiçbir insanın gücü yetmez… Resulullah bunu bütün insanlara bildirirken, onların geçimlerini sağlayacak yeterli dirliği olanlara ''sakın ha…'' demiş olmaktadır. Savaşa katılan ve geçimliği yeterli olana da bu ihtarını yapmıştır. Savaşa katılıp da bedenen mağdur olan işinden olup gerideki ailesi aç açık kalanların durumunu da “Kurbiyet” kavramını açıklarken açacağız. Burada sadece aşağıdaki gerekli şeyi vurgulayacağız. Şöyle ki; Resulullah’a ayetle tahsisli maddi değerler, onun lüks içinde veya bol dirlikli yaşaması için değildir. Onun hayatının zühd(mülkten uzaklık) içinde olduğu, bu hissesine düşenleri kendisinin ve i'yalinin doyasıya yemek yemeleri için dahi kullanmayıp, elden dağıtarak, yemeden yatıp uymak zorunda kaldıklarını anlatan aile efradı hadisleri vardır. Ama sonraki toplum liderleri böyle mi yaptılar? Emevi hanedanı mı, Abbasi hanedanı mı, Endülüs hanedanı mı, Selçuklu, Osmanlı hanedanı mı?, hangisi normal evde oturup, kendi geçimliğini halka dağıtarak aç yattılar? Yoksa atlarının dizginlerini gümüşle ve ev eşyalarını altınla mı donattılar. Ganimetlerlerle karılarına kâsırlar yaptıranlar mı ararsın?, karılarına ismine atfen sözde vakıflar kuranları mı ararsın?, ne arasan var batıl adına. Ama hak adına pek de göze çarpan eylem bulamazsın. Sanki o karıları, savaşta çarpışıp şehit olduktan sonra kocasının el emeğinden başka geçimlikleri olmayan ve ölümle perişan hale düşen şehit karılarıdır. Onlar sanki kolunu kaybedip, köyünde çalışamayacak duruma düşen ve ailesinin tek geçim umudu iken sakat kalıp bakıma muhtaç duruma düşen dul karısının acısı içindeydi… Suç onlardan çok âlimlerin değil mi? Bunun bir bütçe yasası olduğunu ve İslam öncesi “Şakibaşı” hissesiyle karıştırılmaması gerektiğini ortaya koyan binlerce ikaz eseri yazıldı da sultanlar (bu yazılanlara boş verdi de) mi şeraiti(Adalet ve rahmeti) çiğnediler?… 2- “ “ 1/5 Hissesi Kurba’ya. Yani ganimet getiren işle yakın ilişkisi bulunanların zayıflarınadır; savaş harekât alanı içinde kalıp tarlasını tırpanını bırakıp göç etmek zorunda kalan “savaş alanı'' içinde ve yakınında kalan sivillerindir. Çünkü ekip biçememiş, aç ve perişan olmuştur. Yoksa Emir’in yakınları, komutanın yakınları v.s ''tuzukuru taifesi'' değildir. Peygamberin bakmakla yükümlü olduğu ailesinin hepsinin hayata vedasıyla peygamber hissesi de hazineye kalır. Resulullah bunu aksini dileseydi miras bırakırdı. Sonraki neslinin helâl olan elinin emeğini yemesini diledi ki, böyle yaptı… Şehit ve gazilerin diğer fakir ve mağdurlardan önceliği olması doğaldır. Çünkü galibiyeti sağlamak için canla başla çarpışmış, kolunu gözünü kaybederek malul hale düşerek iş göremez olmuştur. Onun bir talebi olmasa da, yönetici, aklın makullerine göre ona verilmesi gerekeni sıradakilerin en önüne alması gerekirdi ki, zaten ayet bu sırayı takip etmiştir. Kurbiyetin daha birçok anlamı vardır ama biz ayete uyan anlamını bir nebze açıklamakla yetiniyoruz. Yani İslam toplumunun verdiği haklı savaş kararına bizzat katılan erinden generaline kadar tüm personelin, savaşa para ve malzeme, binit yardımı yapanların hepsine eşit bir şekilde taksim edilir. Bunlar “ Kurba” kavramı ile belirtilmiştir. Kurbiyeti, yani alakası olanlara. 3- “ “ 1/5 hissesi Yetimlere. Gerek savaşan topumda yetim kavramına girenlere( dul kadınlar da dâhil olabilir) gerekse toplumdaki yetimlere eşit taksim edilir. Öncelik yine savaş şehitlerinin muhtaç durumdaki yetimlerine olması gerekir. Hem savaş ganimetlerinde ve hem de Enfal türü faaliyetlerin getirisinden yetimlerin infakı, eğitimi ve hayata tutunup kendi nafakasını kazanır hale getirilmesi için ne gibi masrafları olacaksa onların karşılanması. Yine örfe göre yetim hükmünde olan dul kalmış ve geçiminden aciz olan şehit dullarından başlanmak üzere ülkedeki bilumum dulların öncelikle infakının sağlanması çalışmaya müsaitseler geçimliğini karşılamaya elverişli iş sahibi yapılmasında kullanılmak üzere bütçe fasıllarına bu meblağdan konulur. 4- “ “ 1/5 hissesi Miskinlere. Elinden iş gelmeyen becerip kotaramayan kesimlere bilindiği gibi miskin denilir. Arsızlık ve yüzsüzlüğün geçerli olduğu toplumların İslam dışı olduğu gerçeği bilinir. İnsanların iş yapmakta diğerleri kadar becerikli olmayanlarının çalışamaz durumda olanları maaşa bağlanır ve buradan finanse edilir. Çalışabilecek durumda olanlara ise mutlaka kamu kadrolarında maişetini temin imkânı/olanağı verilir. Bu kurumlar yeterli değilse fey, Enfal ve ganimet gelirlerinden bu tür kamu kurumları kurularak iş sahibi yapılır. Yine fey niteliğindeki ganimetlerin taşınmaz anlamına geldiğini ''Haşr'' suresinden biliyoruz. Bunların mülkiyeti kimseye verilmez. Bunlar devlet eliyle işletilmesi zorunlu arazilerdir. Yine hasbelkader, dalalete sapılmış ve özelleştirmeci münafıklar duruma hâkim olarak hak şeraiti helak etmişlerse ve kollektif iş yapma ortadan kalkmış veya karma ekonomi uygulanmakta ise, fey olarak kamunun hüküm ve tasarrufuna geçmiş arazilerden çiftçiyi topraklandırma yasaları gereğince işleyebilecek vaziyette olan kesime geçimliğini sağlamaya yeterli ve elverişli miktarda arazi verilir. Bu araziler asla Padişah yandaşlarına, zafer kazanan komutanlar ve bir başkasına verilemez. Nüfus arttıkça ihtiyaç sahiplerine geçim yerleri dirlikler olarak verilir. Bunlar hak dinin ve hak şeraitin değişmez hükümleridir. Çünkü kitaplar adaleti ayağa dikmek ve ayakta tutmak için indirilmiştir(Hadid–25).(Asla şu unutulmamalıdır:Mülk Allah'ındır.) 5- “ “ 1/5 hissesi "İbn'u sebil" kavramına giren kesime verilir. Bu kesim "yol oğlu" kavramı kapsamına giren kesimdir. Bu yol fi Sebilullah olarak anlaşıldığında, kendisini ilmi araştırmalara verdiği için geçimliğini kazanmayı ihmâl edenler olarak anlaşılabilir. Genel anlamı ise o ülkenin vatandaşı olmayıp, geçici amaç ile orada bulunan, dolaşan kimseleri kapsamına alır. Hakdin toplumunda turizm diye bir olgu yoktur. Bundan para beklemek kerih bir şeydir. Bunu için iyi niyet ve tanışıp görüşmek için ülkede misafireten bulunan kimselerin infakları da bu tür arızi gelirlerle ve Enfal gelirleriyle karşılanır. Meselâ petrol gelirleriyle. Yine ziyaret haccı için Mekke’ye gelen hacılar da öncelikli yol oğullarıdır. Yani oranın tanrı misafirleridir. Bunların konaklamaları, yedirilip içirilmeleri, giydirilip kuşandırılmaları tedavilerinin ve eğitim giderleri v.s masraflar Enfal gelirleri ve mesela petrol gelirlerinden karşılanır. Dikkat ediniz, Mekke bu işe vakfedilmiş bir araziyken şeraiti dümdüz eden ve sahtesini pazarlayan Arabistan yönetimi, buranın kişiler tarafından özel amaçlara tahsisine izin vererek dinden ve hak şeraitten irtidat etmiştir. Hatta kral bile Kâbe’nin karşısına ve oranın kutsiyetine aykırı olarak kocaman bir özel saray dikmiştir… Bunların tümü toplandığında 5/5 hisse tamamen kime tahsis edilecekse ayet bunlara tahsis etmiştir. İslam tarihi boyunca hiçbir zaman bu ayet böyle anlaşılmamıştır. Savaşa katılan feodal beyler v.s komutanlar arslan payını alarak her biri aristokratlaşmıştır. Bu eski putperestlerin uygulaması olup, Hak dinle alakası yoktur(Eşkıya başına ¼ hisse verip, artanı çapul yapan efrada tevzi etmek). Onun için ansiklopediden öğrendiğimize göre Aristokrasinin semirip boy göstermesi “Askeri kökenli” olmasının sebebi budur. Çünkü zaptedilen ülkelerde kocaman köyler, vilayetler veya eyaletler, başta başkumandan krallar olmak üzere ordu komutanları ve diğer komutanlara peşkeş çekilmiş ve aristokrasi askeri güçlerle takviye olarak, baş edilmez hale gelmiştir. Emevi tarihi bu açıdan içler acısı olaylarla doludur. Hatta kendi soylarından olan ve bu irtidada mani olmak isteyen merhum halife Ömer bin Abdülaziz’i adil olduğu için feodalist ve liberalist mülk şehvetlileri katletmişlerdir. Büyük Mücedid Ömer bin Abdülaziz, ordunun ve eşrafın bu eğilimine karşı çıktığı için öldürülmüştür. Oysa Hak dinin kutsal amacı, aristokrat üretmek değil, Ta’zir edilerek küçültülüp zayıflatılması yönündedir. Ne yazıktır ki, Allah’a iftira niteliğinde olan yorumlarla, Kuran sosyo ekonomi politiği(Hak ve olması gereken şeraiti) tersine çevrilerek sürdürülmüştür. Yine yanlış yorum ve uygulamalardan birisi de ayette ayrı ayrı geçen Resul ''ve'' Yakın(Kurba) kavramının asında ''ve'' bağlacı yokmuş gibi “Peygamberin yakınlarına” diye anlam verilmesi ayrı bir hatadır. Bundan daha da vahimi, Resulullah’ın ve geçindirmekle yükümlü bulunduğu hanım ve eşlerinin ölümünden sonra da “Seyyid” (efendi) adı altında bir takım insanlara bu tür yardım ve yardımların devamı, Kur'an’ın ve Resulullah’ın irade ve uygulamalarına aykırıdır. Bu, Resulullah'ın akraba ve hısımları bahane edilerek, hazır beslek-avantacı takımı olan aristokratların kendilerine meşru sebep bulma gayretlerinden başka bir şey değildir. Eğer Resulullah akrabaları böyle hazır beslek-avantacı haline getirilirse, Aristokratlar için bir kapı açılmış demektir. Kaldı ki Resulullah miras dahi bırakmayarak, bunun tam aksine bir örnek oluşturmuştur. Elbette ki bunun sebeplerinden bir tanesi aristokratça hazır ve bol gelirle yaşama alışkanlığına önce kendi soyundan başlayarak son verme arzusu idi. Dolayısı ile, Nefel veya nafile ile Ganimet kavramları arasında bir fark var mıdır? konusunda durum açıktır. Öyle ise nesihçilerin yalanına asla kanmamak gerekir. Yani Enfal–41 ayette de, Enfal–1'de de kolay ve kolaylaştırılmış kazançların tümünün Allah’a ait olduğu ilkesi geçerlidir. Elbette ki ikisi arasında çok fark vardır. Benzer yönleri ikisinin de kolay kazanç olması ve ikisin de insan emek ve gayeti dışında, Allah yardımının devreye girmesi sonucunda doğmasıdır; yani meleki güçler, yani Doğaya Allah’ın koyduğu evrensel yasaların güç artırıcı ve kolaylaştırıcı yasaları. Müslüman’ın savaş galibiyeti Allah dilemesi iledir. Mesela Kuran yine kolay kazanç anlamına gelen “Fey” kavramını açıklarken, düşmanın kalbine korku salması ve diğer yardımları ile hiç at koşturup, kılıç sallamadan savaşın kazanılmasını, zahmetsiz sonuç almak diye tanımlar. Böylece kâfirin terk ederek arkada bıraktığı araziler ve tesisler doğrudan hazineye(Beytü’l Male) kalmıştır. Ganimet de öyledir. Zafer Allah yardımı iledir. Fey ayrıca dönen şeyler anlamı geldiği gibi gölgenin dönmesi ve uzaması anlamı ile de, emeğin kendi haddinden daha uzun iş meydana getirmesi anlamını içermektedir. Yani şeyin gölgesinin onun boyundan yüzlerce kat daha uzaması ile mukayese veya teşbih vardır kavramda. Ganimetle Nefel arasıdaki farka gelince; her iki kavramın savaş hukuku alanındaki hükmü açısından bu farklar vardır. Ganimet meşru ve toplumun genel iradesi ile alınan savaş kararı olup bir seferberlik ilanıdır. Nefel ise, barış kurulmuşken, sınırlarda yaşayan kabadayıların haraçla geçinme arzusunun ferdi ve fevri kararının sonucu elde ettiği haksız kazançtır. Enfal kavramının önce kavrama kök olabilecek iki kavramın( çünkü icmali'dir) tanımını yazdıktan sonra bu farkı ortaya koymamız daha uygundur. Onun için “Nefel” ve “Nefl” kavramlarının sözlük anlamlarını verip sonra farkı belirtelim. Mademki ganimette, önce savaşla iktisap edilen mala değindiğimiz için burada da öncelikle savaş hukukuna ilişkin anlamına değinelim. Öyle ise; NEFEL: 1- Düşmandan alınan mal, ganimet. 2- Ûlül emirden müsaade almadan düşmana karşı çıkan az sayıda bir cemaat. NEFL: Vacib olmayan ibadet. Fazladan ibadet. Enfal bu ikinciyle değil, birinciyle alakalıdır. İbadeti(Namaz, oruç zikir anlamında) istediğin kadar yap, bunda bir vebal yoktur. Sen bıkmadıktan sonra Allah bıkmaz. Ama her iki kavramda müşterek bir anlam var ki “vacib olmadığı halde yapılması”. Namaz ve orucun vacip olandan yapılması sevap getirirken, maaşlı bir iş yapman ve kamuya çalışmak(Vacip olan budur) varken, ihtiyacın için değil, varsıl olmak için haddi aşan gelirlere talip olduğun zaman sevap olmaz, aksine sana bir sorumluluk doğar. Maişet miktarının üstü senin değildir. Çünkü vacib kavramını analize tabi tutmuştuk, onun etimolojik anlamı maaş karşılığı kamuya çalışmaktı. Enfal tipi faaliyete soyunan girişimci vacip olana razı olmayarak tuğyan etmiş ve şirketleşmiştir. Mademki teknolojiden v.s yararlanarak ganimet niteliğinde bol ve kolay yoldan çok kazanmaktadır, oturup seyirci kalacak değiliz ya; ihtiyaç fazlarına uygulanacak hüküm olan Bakara–219/2 hükmünü uygulayarak gereken budamayı yapacağız. Magnetik alanları sen yaratmadın ki, onun kolaylığının rantı senin olsun….. Bunun gibi çok örnekler verilebilir. Vincin kaldırmasında, palanganın kaldırmasında senin kaldırdığın, kola harcadığın canlı enerjinin ve gücün yüzlerce katı cisme etki ediyorsa, onu sen kaldırmıyorsun. Allah’ın keşfedilmek için milyarlarca asır önce yarattığını kullanarak, fazla yükü Meleki güçlere(Doğa yasalarına) kaldırtıyorsun. Hâlbuki bu işinle zahmetsiz kazanca konmanın yanında başkalarına zararın da oluyor. Çünkü buna sahip olma imkânı olmayanları bu tekniğinle aç bırakıyorsun da haberin bile olmuyor… İşte, Ganimetin savaş hukuku ile alakası yönünden ele alındığında ( çünkü sosyo-ekonomi politik açısından, üretim ilişkileri açısından da anlamları vardır), ki aradaki farklar daha önce verilmişti, şimdi Enfal tipi iş tutmayı da hatırlatan bazı ilaveler yapalım. Hak dinde kural olan, iştirak halinde yönetsel kararlara varmaktır. Bu kararların emri bil maruf içermesi gerekmektedir. Yani Arifçe hükme varılmış, iyi ve ihsan olanı içermiş olmalı ve hikmet içeren nitelikte olması gerekir. Bu kararlar toplumun tümünün reyinden veya toplumun tümünün yönetim görevine getirdiği kimse veya heyetlerden sadır olması(çıkması) gerekir. Hatta iman konusunda tam bir kurucu iktidar sahibi olan hak resuller bile, iş alanında topluma danışıp görüş ve onaylarını almakla mükelleftir. Bu Kur'an emridir. Hele savaş gibi çok sayıda insanın öldürülmesi veya sakat kalması ile sonuçlanacak bir konuda enine boyuna müzakere edilip, hak olan sebepler varsa,toplumca karar verilmesi gerekir. Böyle bir karar ortada varsa, topyekûn seferber olunmuş, bütün kaynaklar savaşın başarısı için seferber edilmişse, bu durum Enfal suresi 41. ayette gösterilen hükümlere tabi durumdur. Niyette ganimet hiç yoktur. Allah zafer nasip etmiş ve arızi bir sonuç olarak düşmanın bırakıp kaçtığı şeyler savaş meydanında kalmıştır. Zafer kazanan İslam Toplumu'dur. Sonuçta el konulan savaş ağırlıkları da onların tümünündür. Ganimetin tümü doğrudan İslam Toplumu'nundur. Toplum adına buna mevcut yönetim el koyar. Çapul yapan olmuşsa, bunlar da arındırılıp üzerlerindekiler ortaya konulur. Şimdi burada biriken şeyler Ayet hükmüne göre hak sahibi olanlara verilmek üzere bütçe fasıllarına konulur. Bunun eski ahitte dahi böyle olduğunu o kitaptan öğrenmekteyiz. Nasıl dağıtılacağını yukarıda anlattık. Nefel kavramı ile farkının bir yönünü daha ortaya koyduk. Birinci olarak, genel seferberlik kararı verilmesi gerekir. İkincisi zafer kazanılmış ve düşman savaş ağırlıklarını bırakıp ordu buna toplum adına el koymuş olmalıdır. Subaylar veya nefer buna el koyarsa bu çapuldur. Onlar etraftan ve ölen veya esir olana askerlerin üzerinden (Delik elbise ve yırtık ayakkabı gibi) alabilirler. Ama bunu emaneten almış olmaları ve ilk fırsatta Beyt el Male teslim etmeleri ve dağıtım sonucunu beklemeleri gerekir. Nefelden farkı, eşyaya el koyanın ''kamu'' olmasıdır. Onun nam ve hesabına el konulmuştur. Savaşı bir üretim olarak düşünürsek, kamuca bir üretim yapılmıştır denilebilir. Ama asla üretim değildir, misallendirmek içindir. Çünkü orduyu istihdam eden kamudur. Savaşa katılan erinden generaline kadar hepsi, bekleme halindedir. Ganimet onların zimmetinde değildir. Toplum veya toplumun yetki verdiği “Ulu-l Emr “ denilen makam bu dağıtımı yukarıda açıkladığımız gibi beş tür hak sahibine birer sehim olmak üzere verir. Nefelde ise bu iki durumun bir bakıma zıttı geçerlidir. Şöyle ki; Savaşa karar vermesi gereken organlar bir seferberlik kararı almamışlardır. Bir müfreze, bir alay veya tabur v.s kendi inisiyatifine göre karar vererek mevzi bir saldırı başlatmıştır. Çarpışma sonunda her nasıl olmuşsa maddi bazı şeylere el koymuş ve uhdesine almıştır. İşte savaş söz konusu ise ve kolay kazanç buradan elde edilmiş ise, Enfal-1. Ayette anlatılan şey bu son durumdur. Bu takım haktan tamamen mahrumdur. Ayet-41 de anlatılan şey ise, yakın tarihimizdeki Osmanlı sisteminde var olan sınır boylarında ki, “Uç Beyleri” veya akıncıların konumuna biraz uymaktadır. Bunların sebepsiz yere taciz saldırıları yapıp, ne bulurlarsa alıp getirmeleri haksız taarruz ve haksız iktisaptır. Bu yolla elde edilmiş bir şey varsa, iktisapları helal değildir. Ellerinden alınarak ya alınana iade edilir veya hazineye irat kaydedilir. Çünkü yapılan iş Çapul hükmündedir. Haksız ve sebepsiz iktisaptır. Nefel kavramının savaş hukukundaki hükmü budur. Ayrıca dini ve inancı ne olursa olsun sınır komşusunu devamlı taciz etmek de İslam’la bağdaşmayan şerli işlerdendir. Nefel kavramının savaş veya çapul hükmündeki kaba kuvvet ve saldırılırla arızi gelir elde etme dışında kalan, üretim ilişkileri ile olan anlamına bir yorum getirmiyoruz. Çünkü Enfal–41 ayetteki ganimeti tasfiye savaş ganimetine aittir ve Enfal suretiyle özel teşebbüs hareketinde Allah, bunun sonucu yaratılan değer senin değil, benim diyorsa bu kesin hükümdür. Eğer bu üretim tipine dini kayyimeyi terk eden yöneticiler ruhsat vermişse, ahiret sorumluluğu onlara aittir. Biz buna genel kuralı uygular, Bakara–219/2 ayeti uygulayarak iffet sınırına çekeriz. Kendisinin ve iyalinin geçimliği dışında ne kadar artan varsa onu vergi olarak alır sosyal adaleti yerine getiririz. Toplum kendisine böyle bir görev vermemiş, Kamu faaliyetleri ile yapılması mümkün ve böyle bir şeye gerek de yokken, toplum iştirak halinde mülkiyet esaslarına göre işliyor, farz kavramının sosyo ekonomik manâsı olan Maişet karşılığı kamuya hizmet ediliyorsa da, birisi tutup özel girişimde bulunmuşsa işte ekonomik anlamda ki Nefl budur. Nafile ( Durumdan vazife çıkarmak boş bir işle iştigal emektedir). Böyle bir kazanç yolu, herkesin suyu aldığı yerden almayıp, herkesin razı olduğu hakka razı olmayıp, refah ve lüks içinde yaşamak amacı ile kendisine su alma yeri, yani “GEDİK” edinmiştir. Hak şeriat mademki suya giden yoldur; buna uymak farzdır. Allah ayetlerini inkar eden ve nimete nankörlük yapana izin vermek olmaz. Hatta bu politikaları uygulayan yönetimlere göz yummak da olmaz. Çünkü onlar “Allah ile aldatanlardır” Kullandığı teknoloji bir tarafa, ayrıca Allah’ın kullarını işçi olarak çalıştırıp, kendisi çalışmayarak, sermaye, çiftlik geliri fabrika geliri ve buradaki doğa yasalarını (Sünnetullah) kendi çıkarına tahsis ederek verim artırmış ise, bu iktisap yolu, özel teşebbüse dayalı kişisel zenginleşmeye dinen kapalı yol olup, bu yolla elde ettiğinin tamamı Allah hakkıdır. Enfal kavramının Sosyo-ekonomik anlamı ve savaş ve zorla el koymanın dışında sınatla el koyma yolunu da Allah Enfal–1. ayetiyle kapatmıştır. Bu hükme de riayet edilmemiş, yakın tarihimizde birçok arpalıklar “Gedik” kavramı tanımı ile geçmektedir. (Fidye kavramını izah ederken bu ''gedik kavramına değineceğiz.G.Y.) Saygılarımla. Galip Yetkin. Konu galipyetkin tarafından (21. July 2014 Saat 06:31 PM ) değiştirilmiştir. Sebep: " |
3. August 2012, 11:21 PM | #5 | ||
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.023
Tesekkür: 3.573
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
Selamun Aleykum! Değerli Galipyetkin Kardeşim!
Allah sizden razı olsun. Bilgilendiklerinizi bizlerle paylaşıma açıyorsunuz. Alıntı:
Bakara 97,98:"Kul men kâne adüvven liCibriyle feinnehu nezzelehu alâ kalbike biiznillahi musaddikan lima beyne yedeyhi ve hüden ve büşra lilmu'miniyn Men kâne adüvven Lillahi ve Melaiketihi ve Rusulihi ve Cibriyle ve Miykâle feinnAllahe adüvvün lilkâfiriyn" " De ki: “Kim cibrîl'e düşmansa, bilsin ki şüphesiz Allah, onu [cibrîl'i], Kendisinin bilgisi gereği, iki eli arasındakileri doğrulayıcı, inananlar için bir yol gösterme ve müjde olarak, senin kalbine indirmiştir. Kim ki, Allah'a, meleklerine, elçilerine, cibrîl'e, mîkâl'e düşman olursa bilsin ki, şüphesiz Allah da inkârcılara düşmandır.” İlk Mushaflarda, ميكال [mîkâle] şeklinde yer alan bu sözcük, Arap diline İbrânice'den geçmiştir. Bunun, “Cibrîl” sözcüğü gibi, ميك [mîk] ve ئيل [îl] sözcüklerinden oluşmuş bir bileşik isim olması da söz konusu değildir. Zira Arapça'da م و ك [m-v-k] ve م ي ك [m-y-k] harflerinden oluşmuş kök sözcük yoktur. Sözcüğün ك ي ل [k-y-l], و ك ل [v-k-l] ve م ك ل [m-k-l] sözcüklerinden türediği de, hem kalıbı, hem de Mushafta “belgisiz” olarak yazılı olması nedeniyle iddia edilemez. Ayrıca, bu sözcüklerin anlamının konuyla ilgisi yoktur. Kehf ve Enbiyâ sûrelerinde de, “Ye’cuc” ve “Me’cuc” kelimelerinin Arapça olmadığı, İbrânice'deki anlamının dikkate alınması gerektiği kanaatini belirtmiş ve sözcükleri buna göre değerlendirmiştik. Burada ميكال [mîkâl] sözcüğünü, İbrânilerin anlayışı doğrultusunda anlamaya çalışacağız. Âyette, Kim ki, Allah'a, meleklerine, elçilerine, cibrîl'e, mîkâl'e düşman olursa… buyurularak, geçmiştekilere değil yaşayanlara hitap edildiğine göre, “Mîkâl”in, İsrâîloğulları'nın binlerce sene evvelki Mîkâl'i olması mümkün değildir. Zira, binlerce sene evvele düşmanlık etmenin bir anlamı olmadığı gibi, Kur’ân'ın böyle bir mantığı söz konusu etmesi de mümkün değildir. O nedenle, yeni bir “büyük reis”, yeni bir “hâmi” tesbit etmek zorundayız. Öyleyse kim olabilir bu hâmi, bu büyük reis? "Hiç kuşkusuz, içinizden size, sıkıntıya uğramanız kendisine ağır gelen, size düşkün, sadece inananlara çok sevecen ve çok merhametli bir elçi gelmiştir." (Tevbe/128) "Ve her nereden çıkarsan hemen yüzünü Mescid-i Harâm tarafına çevir. Ve siz, her nerede olsanız, insanlardan, –onlardan zulmeden kimseler hariç– sizin aleyhinizde bir delil olmaması için, Benim size, içinizden, size âyetlerimizi okuyan, sizi arındıran, size kitabı ve hikmeti [zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri] öğreten ve size bilmediğiniz şeyleri öğreten bir elçi göndermemiz gibi, size olan nimetimi tamamlamam için ve doğru yolu bulabilmeniz için hemen yüzünüzü onun tarafına çevirin. Artık onlara haşyet duymayın, Bana haşyet duyun." (Bakara/150-151) "Andolsun ki Allah, mü’minlere kendilerinden, onlara Kendi âyetlerini okuyan, onları arındıran ve onlara kitap ve hikmeti [zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri] öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir iyilikte bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler." (Âl-i İmrân/164) Burada 91. âyete tekrar göz atalım: Ve onlara, “Allah'ın indirdiğine iman edin” denildiği zaman, onlar, “Biz, kendimize indirilene iman ederiz” dediler. Ve onlar, o [Allah'ın indirdiği], kendilerinin beraberindekileri doğrulayan bir hakk olmasına rağmen, ondan [kendilerine indirilenlerden] ötesini inkâr ediyorlar. De ki: “Peki eğer mü’minler idiyseniz niçin daha önce Allah'ın peygamberlerini öldürüyorsunuz?” Artık rahatlıkla burada zikredilen cibrîl ve mîkâl'in, İbrânilerin Cibrîl ve Mîkâl'i ile ilgisinin olmadığını, cibrîl'in,“Kur’ân”, mîkâl'in de –tıpkı Zülkarneyn'in “Rasûlullah Muhammed” olduğu gibi– “Rasûlullah Muhammed” olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca mîkâl'e yakıştırılan “abdullah, ubeydullah” manalarını kabul etsek bile, bununla “Rasûlullah Muhammed” kasdedilmiş olur. Çünkü Kur’ân'da abdullah ile “Rasûlullah Muhammed” kasdedilir, ki bu, A‘lâ, Cinn ve İsrâ sûrelerinde görülebilir. Kaynak: İşte Kur'an Alıntı:
Enfal 3 de "namazı dosdoğru kılarlar" ifadesi açıklaması yeterli olmasına rağmen insanları yanılgıya götürebilir. Ayet: "Elleziyne yukıymunes Salate ve mimma razaknahüm yünfikun" "Namazı dosdoğru kılarlar" yerine "salatı ikame eden(mali yönden ve zihinsel açıdan destek olma,toplumu aydınlatma kurumlarını oluşturan ayakta tutan ) şeklinde olmasının daha doğru olacağını düşünüyorum. Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Sevgi,saygı ve muhabbetle. Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay |
||
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 3 Kisi: |
3. August 2012, 11:59 PM | #6 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.023
Tesekkür: 3.573
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
Selamun Aleykum! Değerli Galip Yetkin Kardeşim!
Bizlerle paylaşmış olduğunuz 4 dizilik bu güzel çalışmadan umarım tüm kardeşlerimiz yararlanırlar. Allah bu yazıyı yazandan da buraya taşıyarak yararlanmamıza vesile olan sizden de razı olsun. Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Sevgi,saygı ve muhabbetle. Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay |
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler: | Bilgi (4. August 2012) |
Bookmarks |
Etiketler |
ganimet |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|