hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > NÜZUL SIRASINA GÖRE TEBYîNÜ'L -KUR'AN İŞTE KUR'AN ve VİDEOLARI Hakkı Yılmaz > İniş Sırası ile Sureler > 71.Nuh Suresi

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 15. August 2009, 02:11 PM   #1
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart Nuh Suresine Giriş

71.NUH SÛRESİNE GİRİŞ

GİRİŞ
Nuh suresi Mekke’de 71. sırada inmiş olup adını surenin konusunu oluşturan Nuh Peygamber kıssasından almıştır.
Surede sadece Nuh peygamberin kavmi ile olan tevhit mücadelesi; Nuh’un [as] kavmine yaptığı öğütler ve kavminin Nuh’a direnmeleri yer almaktadır.
Nuh peygamber ve onun kendi kavmi ile sürdürdüğü mücadele ile ilgili detay daha evvel Araf/59- 64, Yunus/71- 73, Hud/25- 29, Şuara/105-122, Saffat/75- 82 ve Kamer/9-16’da yer almıştı. Aynı konuya ileride Mü’minun/23-31 ve Ankebut/14-15’te de değinilecektir.

https://youtu.be/8LsoKQic944 Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 393.Bölüm Nuh Suresi 1. Bölüm
Meal
Rahman Rahîm Allah adına
1 – Şüphesiz Biz, kendilerine çok acıklı bir azap gelmezden önce, kavmini uyar diye Nuh'u kavmine elçi gönderdik.
2 – 4- O [Nuh], dedi ki: “Ey kavmim! Şüphesiz ben, sizin için, apaçık bir uyarıcıyım. Allah'a kulluk edin, O’na takvalı davranın ve bana itaat edin. Ki günahlarınızdan sizi yarlıgasın ve sizi adı konmuş bir ecele [vadeye] kadar ertelesin. Şüphesiz Allah’ın eceli [takdir ettiği vade], gelince ertelenmez. Eğer bilseydiniz.”
5- 12- O [Nuh] dedi ki, “Rabbim! Şüphesiz ben, kavmimi gece gündüz [sürekli] davet ettim. Fakat benim çağırmam, onların sadece kaçmalarını artırdı. Ve şüphesiz ben, onları, Senin onları bağışlaman için her davet ettiğimde, onlar parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, ısrar ettiler, kibirlendikçe de kibirlendiler. Sonra şüphesiz ben onları yüksek sesle çağırdım. Sonra şüphesiz onlar için ilan ettim. Onlar için gizli gizli de gizledim [söyledim]. Sonra dedim ki: “Rabbinizin sizi bağışlamasını isteyin. Kesinlikle O, çok bağışlayıcıdır. Üzerinize gökten bol yağmur yağdırsın. Size mallar ve oğullar ile yardımda bulunsun, sizin için bahçeler kılsın, ırmaklar kılsın.
13 – Size ne oluyor ki, Allah için “vakar’ı” ummuyorsunuz?
14- Oysa O, sizi gerçekten tavır tavır/aşama aşama yaratmıştır.
15, 16 – Allah’ın yedi göğü tabakalar halinde nasıl yarattığını ve Ay’ı onların içinde bir ışık kıldığını, güneşi de bir lamba kıldığını görmediniz mi?
17 – Ve Allah, sizi yeryüzünden bir bitki olarak bitirdi.
18 - Sonra sizi oraya geri çevirecek ve sizi bir çıkışla çıkaracaktır.
19, 20 - Ve Allah sizin için yeryüzünü, kendisinden [yeryüzünden] geniş geniş yollarda gidesiniz diye bir yaygı kılmıştır.”
21 – 24- O [Nuh]: “Rabbim! Şüphesiz onlar [Kavmim] bana isyan etti. Malı ve evlâdı kendisine zarardan başka bir şey vermeyen kimseye uydular. Ve onlar büyük tuzaklar kurdular. Ve ‘Sakın ilâhlarınızı bırakmayın. Ve sakın Vedd, Suvâ’, Yagûs, Yeûk ve Nesr’i bırakmayın’ dediler. Kesinlikle birçoklarını da saptırdılar. Sen de o zalimlere sadece sapıklığı arttır” dedi.
26- 28 – Ve Nûh dedi ki: “Bu yerde dolaşan kâfirlerden bir tek kişi bırakma. Şüphesiz ki sen onları bırakırsan kullarını yoldan çıkarırlar ve sadece ahlâksız ve kâfir çocuklar doğururlar. Rabbim! Benim için, anam-babam için, mümin olarak evime giren kişiler için ve mümin erkekler ve mümin kadınlar için mağfiret et! Zalimlere de sadece yok oluşu arttır.”
25 – Onlar, hatalarından dolayı suda boğuldular sonra da ateşe sokuldular. Sonra da kendileri için Allah'ın astlarından yardımcılar bulamadılar.
Tahlil
1 – Şüphesiz Biz, kendilerine çok acıklı bir azap gelmezden önce, kavmini uyar diye Nuh'u kavmine elçi gönderdik.
Bu ayette, Nuh peygamberin azap gelmeden önce halkı uyarmak üzere kendi kavmine elçi olarak gönderildiği bildirilmektedir. Surede Nuh kıssasının nakledilmesinin başlıca nedeni, Nuh’un kendi kavmi ile olan mücadelesinin Resulullah’ın Mekkeliler ile olan mücadelesine son derece benzer olmasıdır.
Dolayısıyla bu özlü anlatımın amacı Mekke müşriklerini uyarmak ve onları bu kavmin başına gelenlerden ibret almaya yöneltmektir. Arap müşriklerinin kendi putlarına Nuh kavminin putlarının adlarını vermeleri de onların bu kavim hakkında zaten birçok bilgiye sahip olduklarını göstermektedir.
Surenin bu ilk ayetinde Rabbimizin rahmeti ön plana çıkmaktadır. O, sapık kavme, sapıklıktan vazgeçmeleri için elçi göndermiştir:
Kim doğru yolu bulursa sırf kendi iyiliği için doğru yolu bulmuştur. Kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapmış olur. Ve hiçbir yük taşıyıcı başkasının yükünü çekmez. Ve Biz bir peygamber göndermedikçe, azap ediciler olmadık.
Ve Biz bir ülkeyi helâk etmek istediğimiz zaman, onun varlık ve güç sahibi önde gelenlerine emrederiz de onlar orada fasıklık ederler. Artık oranın üzerine Söz hakk olur da Biz orayı kökünden darmadağın ederiz. (İsra/15, 16)
Ve sen insanları, azabın geleceği gün ile uyar. Artık o zalim kimseler [müşrikler], “Ey Rabbimiz! Bizi yakın bir süreye kadar ertele de senin davetine uyalım ve elçilere tâbi olalım.” derler. —Daha önce siz, sizin için zeval olmadığına dair yemin etmemiş miydiniz? Hem siz, kendilerine zulmedenlerin yurtlarında oturdunuz. Onlara nasıl yaptığımız size apaçık belli olmuştu. Ve size örnekler de vermiştik.- (İbrahim/44)
Ve sen onları, kendileri gaflet içindeyken ve inanmıyorlarken emrin yerine getirileceği o büyük pişmanlık günüyle uyar! (Meryem/39)
Yaklaşan gün hakkında da onları uyar. O zaman kalpler yutkunarak gırtlaklara dayanmıştır. Zalimler için ne sıcak biri vardır ne de itaat edilecek bir şefaatçi. (Mü’min/18)
Ve dinlerini oyun ve eğlence edinmiş / oyun ve eğlenceyi kendilerine din edinmiş, dünya hayatı kendilerini aldatmış olan kimseleri bırak ve onunla [Kur’an ile] hatırlat / öğüt ver: Bir kişi, kendi elinin üretip kazandığıyla helake düşerse, onun için Allah’ın astlarından bir veliy [yakın kimse] ve şefaatçi söz konusu olmaz. Her türlü dengi denkleştirse de [suçuna karşı her türlü bedeli ödemeyi istese de] ondan alınmaz. İşte bunlar, kazandıkları ile helake düşen kimselerdir. Nankörlük ettiklerinden ötürü onlar için kaynar sudan bir içecek ve can yakıcı bir azap vardır. (En’am/70)
Allah, seçtiği elçilerini ancak tevhit inancını yerleştirmek, yani Allah’tan başka ilah olmadığını insanlara öğretmeleri için gönderir:
Ve Biz senden önce hiçbir elçi göndermedik ki, ona: “Gerçek şu ki Benden başka ilâh diye bir şey yoktur. Onun için bana ibadet edin” diye vahyetmiş olmayalım. (Enbiya/25)
Ve ant olsun ki Biz, her ümmete, “Allah’a ibadet edin ve tağuttan sakının” diye bir elçi gönderdik. Artık Allah, bu ümmetlerden bir kısmına hidayet etti, bir kısmına da sapıklık hak olmuştur. Şimdi yeryüzünde bir gezip dolaşın da bakın yalanlayanların sonu nasıl olmuş? (Nahl/36)
Allah’ın elçi göndermedeki hükmü için ayrıca şu ayetlere de bakılabilir: Bakara/133, Maide/116, 117, A’raf/59, 73, 85, Mü’minun/32
Rabbimizin elçi göndererek toplumları uyarması kullarına olan rahmetinden dolayıdır.
Ve senin Rabbin, halkları ıslahatçı [düzeltici] iken, o memleketleri haksız yere/ zulüm sebebiyle helâk edecek değildir. (Hud/117)
Konumuz olan ilk ayette “… çok acıklı bir azap gelmezden evvel” ifadesiyle konu edilen azap, 25. ayette bildirilen “boğulma” ve “cehenneme atılma” olarak anlaşılmalıdır.
Nuh kıssasının özeti A’raf suresinde de verilmişti:
And olsun ki Biz, Nuh'u kavmine elçi gönderdik de o, “Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, sizin için O'ndan başka bir ilâh yoktur. Cidden ben, aleyhinize olan üstünüze gelecek büyük bir günün [din gününün] azabından korkuyorum” dedi.
Kavminin ileri gelenleri, “Biz seni apaçık bir sapıklık içinde görüyoruz” dediler.
(Nûh) dedi ki: “Ey kavmim! Bende herhangi bir sapıklık yoktur. Velâkin ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim. Size Rabbimin gönderdiği gerçekleri tebliğ ediyorum, size öğüt veriyorum ve Allah tarafından, sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum. Takvâya sahip olmanız ve rahmete nail olabilmeniz için, içinizden sizi uyaracak bir kişiye, bir zikir [öğüt, kitap] gelmesine şaştınız mı?”
Bunun üzerine o'nu yalanladılar, Biz de onu ve onunla beraber gemide bulunanları kurtardık, âyetlerimizi yalanlayanları da boğduk! Gerçekten onlar, kör bir kavim [topluluk] idiler. (A’raf/59- 64)
Nuh’un (as) kimliği; soyu sopu ile ilgili Kur’an’da bilgi verilmemiştir. Kitab-ı Mukaddes’te Nuh’tan genişçe bahsedilir. (Tekvin; 5-10. Bölümler) Bunların birçoğunu daha evvelki surelerin tahlilinde nakletmiştik.
2 – 4- O [Nuh], dedi ki: “Ey kavmim! Şüphesiz ben, sizin için, apaçık bir uyarıcıyım. Allah'a kulluk edin, O’na takvalı davranın ve bana itaat edin. Ki günahlarınızdan sizi yarlıgasın ve sizi adı konmuş bir ecele [vadeye] kadar ertelesin. Şüphesiz Allah’ın eceli [takdir ettiği vade], gelince ertelenmez. Eğer bilseydiniz.”
Bu ayetlerden, Nuh’un (as) ilk önce kendisini kavmine net olarak tanıttığı anlaşılmaktadır. Kendisini apaçık bir uyarıcı olarak ortaya koyan Nuh peygamber, bu ilahî görevinin gereği olarak kavminden de Allah’a kulluk etmelerini, takvalı davranmalarını ve kendisine itaat etmelerini istemiştir. Böyle yaptıkları takdirde Allah’ın kendilerini bağışlayacağını, O’nun kahrına uğramadan, rezil rüsva olmadan kendilerine takdir edilen ömürlerini yaşabileceklerini, bu fırsatı kaçırmamalarını, çünkü verilen süre dolduğunda onda hiçbir değişiklik yapılamayacağını bildirmiştir.
Nuh’un (as) ayette üç madde halinde özetlenen istekleri dinin ana ilkeleridir.
Dikkat edilirse, Nuh peygamber bu öğütlerini “… eğer bilseydiniz” diye bitirmektedir. Onun bu ifadesi, kavminin bilinçsiz davrandığına, bilinçsizlikleri yüzünden inkâra gittiklerine işaret etmektedir. Çünkü gerçekten de kavmi az bir dünya çıkarı için ebedi hayatı gözden çıkarmaktaydı.
5- 12- O [Nuh] dedi ki, “Rabbim! Şüphesiz ben, kavmimi gece gündüz [sürekli] davet ettim. Fakat benim çağırmam, onların sadece kaçmalarını artırdı. Ve şüphesiz ben, onları, Senin onları bağışlaman için her davet ettiğimde, onlar parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, ısrar ettiler, kibirlendikçe de kibirlendiler. Sonra şüphesiz ben onları yüksek sesle çağırdım. Sonra şüphesiz onlar için ilan ettim. Onlar için gizli gizli de gizledim [söyledim]. Sonra dedim ki: “Rabbinizin sizi bağışlamasını isteyin. Kesinlikle O, çok bağışlayıcıdır. Üzerinize gökten bol yağmur yağdırsın. Size mallar ve oğullar ile yardımda bulunsun, sizin için bahçeler kılsın, ırmaklar kılsın.
13 – Size ne oluyor ki, Allah için “vakar’ı” ummuyorsunuz?
14- Oysa O, sizi gerçekten tavır tavır/aşama aşama yaratmıştır.
15, 16 – Allah’ın yedi göğü tabakalar halinde nasıl yarattığını ve Ay’ı onların içinde bir ışık kıldığını, güneşi de bir lamba kıldığını görmediniz mi?
17 – Ve Allah, sizi yeryüzünden bir bitki olarak bitirdi.
18 - Sonra sizi oraya geri çevirecek ve sizi bir çıkışla çıkaracaktır.
19, 20 - Ve Allah sizin için yeryüzünü, kendisinden [yeryüzünden] geniş geniş yollarda gidesiniz diye bir yaygı kılmıştır.”
Bu ayetlerde, Nuh peygamberin Allah’a yakarırken kavmine yaptığı öğütleri ve onların kendisine karşı takındıkları tavrı dile getirip halini uzun uzun Rabbine arz edişi nakledilmektedir. Onun “Rabbim! Şüphesiz ben, kavmimi gece gündüz [sürekli] davet ettim. Fakat benim çağırmam, onların sadece kaçmalarını artırdı. Ve şüphesiz ben, onları, Senin onları bağışlaman için her davet ettiğimde, onlar parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, ısrar ettiler, kibirlendikçe de kibirlendiler” şeklindeki şikâyeti, Nuh (as) ile kavmi arasındaki mücadelenin niteliği hakkında bilgi verdiği gibi, müminler ile inkârcılar arasındaki mücadele süreçlerinde karşılaşılabilecek psikolojik riskler hakkında da ipuçları vermektedir.
Ayetteki “onlar parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler” ifadesi, Nuh’un (as) inkârcılardan kendi sesini duymamak için kulaklarını tıkadıkları, yüzünü görmemek için de elbiselerini başlarına geçirdikleri yönündeki şikâyetini ifade etmektedir.
Nuh kavminin “kibirlenme, büyüklenme” tavrı şu ayetlerde de konu edilmiştir:
Buna karşılık, kavminin küfretmiş olanlarının ileri gelenleri: “Biz seni sadece bizim gibi bir beşer [sıradan bir insan] olarak görüyoruz. Sana sığ görüşlü aşağı tabakalarımızdan [ayak takımımızdan] başkasının uyduğunu görmüyoruz. Sizin bizim aleyhimize bir fazlalığınızı da görmüyoruz. Bilakis biz sizi yalancılar sanıyoruz” dediler. Hud; 27:
Bir zamanlar kardeşleri Nuh onlara demişti ki: “Siz takvalı olmaz mısınız? Şüphesiz ki ben, sizin için güvenilir bir elçiyim. Artık, Allah’a takvalı davranın ve bana itaat edin. Ve buna karşılık ben sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrim ancak âlemlerin Rabbi üzerinedir. Artık, Allah’a takvalı davranın ve bana itaat edin!”
Onlar: “Sana çok düşük kimseler uyarken, biz sana inanır mıyız?” dediler.
O [Nuh] dedi ki: “Onların yaptıklarına dair bir bilgim yoktur. Onların hesabı ancak Rabbime aittir. Eğer düşünürseniz! Ve ben iman edenleri kovucu değilim. Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.”
Onlar dediler ki: “Ey Nuh! Eğer vazgeçmezsen, iyi bil ki, kesinlikle sen taşlananlardan olacaksın!” (Şuara/106- 116)
Nuh’un (as) kavmine yapmış olduğu tebliğin “gece-gündüz”, “yüksek sesle” ve “gizli gizli” olduğu, Allah’a yakarırken kullandığı ifade ve deyimlerden anlaşılmaktadır. “Gece-gündüz” deyimi “devamlı” anlamındadır. “Yüksek sesle” ifadesi, tebliğin “açık açık meydanlarda”, “gizli gizli” ifadesi de “gizlice, tenhalarda ve evlerine, ayaklarına giderek” demektir. Nuh peygamber, yakarışındaki bu deyimlerle elçilik görevini yerine getirme konusunda harcamadığı bir gayretinin kalmadığını, elinden gelen her şeyi yaptığını, her yöntemi denediğini dile getirmektedir.
Nuh peygamberin, kavmine nasihat ederken “Rabbinizin sizi bağışlamasını isteyin. Kesinlikle O, çok bağışlayıcıdır. Üzerinize gökten bol yağmur yağdırsın. Size mallar ve oğullar ile yardımda bulunsun, sizin için bahçeler kılsın, ırmaklar kılsın” dediği dikkat çekmektedir. Bu sözleri kavmini tövbe etmeye davet ve teşvik etmek isteyişini gösterdiği gibi, Allah’tan mağfiret dilemenin bolluğa sebep olacağı mesajını da içermektedir. Mağfiret dilemenin bolluğa vesile olacağı şu ayetlerden de anlaşılmaktadır:
Ad’a da kardeşleri Hud’u (gönderdik). O, dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin için O’ndan başka ilâh yok. Siz uydurmacılardan başka bir şey değilsiniz. Ey kavmim! Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum. Benim ecrim ancak beni yaratan üzerinedir. Hâlâ akıllanmayacak mısınız? Ey kavmim! Rabbinizden mağfiret isteyin, sonra O'na tövbe edin ki, üzerinize gökten bol bol göndersin ve sizi kuvvetinize kuvvet katarak çoğaltsın. Ve günâhkârlar olarak sırt çevirmeyin.” (Hud/50- 52)
Buna karşılık, nankörlük edenler, şirk koşanlar da sadece ahirette değil, bu dünyada da sıkıntı içinde olacaklardır:
Kim Benim zikrimden [Benim anılmamdan / Benim öğüdümden] yüz çevirirse hiç şüphesiz onun için zor, sıkıcı bir geçim / yaşam vardır. Kıyamet günü de onu kör olarak haşrederiz. O der ki: “Rabbim ben gören biri olduğum hâlde beni neden kör olarak haşrettin?” (Allah) der ki: “Bu böyledir, ayetlerimiz sana geldi de sen onları terk etmiştin; bu gün de aynı şekilde sen terk ediliyorsun [cezalandırılıyorsun].” (Ta Ha/124- 126)
Ve hiç kuşkusuz eğer onlar Tevrat’ı, İncil’i ve kendilerine Rablerinden indirileni [Kur’an’ı] ayakta tutsalardı, elbette üstlerinden ve ayaklarının altından yiyeceklerdi [besleneceklerdi]. Onlardan bir kısmı orta yol tutan [bazısına inanıp bazısına inanmayarak orta yol tutan] bir ümmettir. Ve onlardan çoğunun yapmakta oldukları ne kötüdür! (Maide/66)
Elif, lam, ra. (Bu,) Allah'tan başkasına kulluk etmeyin [sadece Allah’a kulluk edin] diye ayetleri hikmet içertilmiş/ bozulması engellenmiş, bir de Hakîm [hikmetler koyan/engelleyen], Habîr [her şeyden haberdar olan Allah] tarafından detaylandırılmış bir kitaptır: “Şüphesiz ben sizin için O’nun tarafından bir uyarıcı ve bir müjdeciyim. Ve Rabbinize istiğfar edin [bağışlanma isteyin], sonra O’na tövbe edin ki, sizi adı konmuş bir süreye kadar güzelce yararlandırsın. Ve her fazilet sahibine lütfunu versin. Ve eğer yüz çevirirseniz, ben sizin aleyhinize olan büyük bir günün azabından korkarım. Dönüşünüz yalnızca Allah'adır. Ve O her şeye gücü yetendir.” (Hud/1-4)
14. ayetten 24. ayete kadar olan paragrafta nakledildiğine göre, Nuh peygamber, kavmine “Oysa O, sizi gerçekten tavır tavır/aşama aşama yaratmıştır. Allah’ın yedi göğü tabakalar halinde nasıl yarattığını ve Ay’ı onların içinde bir ışık kıldığını, güneşi de bir lamba kıldığını görmediniz mi? Ve Allah, sizi yeryüzünden bir bitki olarak bitirdi. Sonra sizi oraya geri çevirecek ve sizi bir çıkışla çıkaracaktır. Ve Allah sizin için yeryüzünü, kendisinden [yeryüzünden] geniş geniş yollarda gidesiniz diye bir yaygı kılmıştır” diye öğütte bulunmuştur. Bu öğüdüyle kavmine gerçek ilahın, gerçek rabbin kim olduğunu anlatmak istemiştir. Dikkatlerin Rabbimizin varlık ve kudretine çekildiği bu ifadeler ayetlerde kimi zaman Rabbimizin doğrudan kullarına hitabı olarak, kimi zaman da insanlara elçilerin ağzıyla yöneltilen sözler olarak Kur’an’da birçok kez yer almıştır.
Pasajda insanın “aşama aşama” yaratılması, bir bitki olarak bitirilmesi, göklerin, gökteki sistemlerin ve yeryüzünün yaratılması, yeryüzünün insanlara elverişli hale getirilmesi gibi konular üzerinde durulmaktadır.

İnsanın yaratılış süreciyle ilgili özet olarak şu bilgileri hatırlatmakta yarar görüyoruz:

Dişi yumurtacık erkek sperması tarafından döllendikten sonra rahmin çeperine yapışır. Bu döllenmiş yumurtacık son derece oburdur. Çevresindeki çeperi aşındırarak orada emmesine ve gelişmesine elverişli bir kan gölü oluşturur. Cenini annesine bağlayan ve doğuma kadar beslenme kanalı görevi yapan göbek bağının boyu, gerçekleştirdiği amacın gereklerine uygun miktarda yaratılmıştır. Yani, bu bağ, taşıdığı besinin ne yolda ekşimesine yol açacak kadar uzundur, ne de bu besinin hızla akarak cenini rahatsız etmesine sebep olabilecek kadar kısadır.
Gebeliğin sonunda ve doğumun başlangıç aşamasında ana memesi sarıya çalan beyazlıkta bir sıvı salgılar. Yüce Allah'ın şaşırtıcı sanatının bir eseri olarak bu sıvı yeni doğan yavruyu hastalıklara karşı koruyan erimiş kimyasal maddelerden oluşmuştur. Doğumun ikinci gününde memede süt oluşmaya başlar. Yine yüce Allah'ın eşsiz plânı uyarınca ana memesinden akan sütün miktarı günden güne çoğalarak bir yılın sonunda iki buçuk litreye ulaşır. Oysa doğumun ilk günlerinde bu sütün miktarı birkaç yüz gramı geçmez. Ana sütündeki mucize sadece süt miktarının çocuğun büyümesine paralel biçimde artması ile sınırlı kalmaz. Ayrıca sütün bileşimine giren maddelerin cinsi ve oranı da zamanla değişir. Ana sütü, doğumu izleyen ilk günlerde çok az oranda nişasta ve şeker içeren su ağırlıklı bir sıvı iken zamanla koyulaşır; içindeki nişasta, şeker ve yağ oranı artar. Bu gelişme çocuğun dokularının ve sistemlerinin sürekli gelişimine ayak uyduracak tempoda günden güne gerçekleşir.
Eğer insan organizmasını oluşturan çeşitli sistemleri, bu sistemlerin görevlerini, çalışma tarzlarını, organizmanın yaşamasına ve sağlıklı olmasına ilişkin fonksiyonlarını incelersek, nasıl dikkatle plânlandıklarını ve ne kadar ölçülü bir tasarlamaya dayandıklarını hayretle görür, Yüce Allah'ın her canlı organizmayı, her organı, hatta her hücreyi yönettiğini, gözetimi ve denetimi altında bulundurduğunu açıkça tasdik ederiz.
15 ve 16. ayetlerde ise Nuh’un (as) kavmine tebliğde bulunurken Allah’ın çevredeki ayetlerine dikkat çektiği nakledilmektedir. Nuh’un bu ifadelerinde Ay’ın “ışık”, Güneş’in “lamba” olarak tanımlandığı görülmektedir. Bu husus başka ayetlerde de yer almıştır:

O, Güneş’i bir aydınlık, Ay’ı bir ışık yapan ve senelerin sayısını ve hesabını bilesiniz diye, Ay’a menziller ayarlayandır. Allah bunu ancak gerçek ile yaratmıştır. O, bilecek olan bir kavim için ayetleri detaylandırır. (Yunus/5)
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 15. August 2009, 02:12 PM   #2
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

Bu konuya dair bir çalışmayı burada naklediyoruz:

GÜNEŞ'İN VE AY'IN FARKI
“Güneş'i bir ziya [ışık, ısı kaynağı], Ay'ı bir nur[ışık] kılan ve yılların sayısını ve hesabını bilmeniz için ona duraklar tespit eden O'dur.” (Yunus/5)
Güneş dev bir nükleer reaktör olarak Dünya'mızın hem ışık, hem de ısı kaynağıdır. Uzay'ın soğuğunda Dünya'mızı ısıtan Güneş'ten Dünya'mıza gelen ışın miktarı Güneş'in ışınlarının milyarda ikilik dilimidir. Ay ise Güneş'ten aldığı ışığı Dünya'mıza yansıtır. Ay, Güneş gibi bizzat ısının ve ışığın kaynağı değildir. Güneş'in ve Ay'ın bu farklarına Kuran Güneş'i "ziya", Ay'ı "nur" kelimeleriyle farklı şekilde tarif ederek dikkat çekmektedir. Güneş'i tarif eden "ziya" kelimesi ışığı tarif ettiği gibi aynı zamanda yakıcılığı, ısıyı da tarif etmektedir. "Ziya" kelimesine verilen anlamlarda "ziya"nın bizzat ısının ve ışığın kaynağını ifade etmesi, "nur" kelimesinin ise böyle bir vurguya sahip olmaması da ayette bu kelimelerin seçilmesindeki inceliği gösterir.
Kuran'da Güneş için "ziya" sıfatından başka sıfatlar da kullanılmıştır. Güneş bir meşaleye [sirac] ya da yanan bir lambaya [vehhac] benzetilmiştir. Bu ifadeler de Güneş'in yakıtını kendi içinden aldığına işaret eder. Meşale de, lamba da kendi içlerinde yanan ateş ile etrafa ısı ve ışık saçar. Bu ifadelerin Ay için kullanılmaması, sadece Güneş için kullanılması, Kuran'da her kelimenin nasıl yerli yerinde kullanıldığının delilidir.
GÜNEŞ'İN HİZMETLERİ
Güneş'in bir saniyede ürettiği enerji Dünya'daki üç milyar enerji santralinin bir yılda ürettiği enerjiye eşittir. Dünya Güneş'ten gelen ışınların sadece milyarda ikisini alır. Bu miktar çok ince şekilde tespit edilmiştir. örneğin bu miktardaki çok küçük bir azalma Dünya'nın yaşanmayacak şekilde buzullara gömülüp soğumasına sebep olacaktır.
Güneş'in Dünya'mıza uzaklığı, Güneş'in büyüklüğü, Güneş'teki reaksiyonların gücü hep çok ince hesaplara bağlıdır. Bizim de yaşamımız bu çok ince hesaplarla belirlenmiştir. Tüm bu değerlerdeki çok ufak bir değişiklik bile Dünya'daki hayatın yok olmasına sebep olacaktır. Tüm bu kritik değerlerin hem yaratılması, hem de devam ettirilmesi bizim hayatımızın olmazsa olmaz şartlarındandır. Güneş'in hem kendi ekseninde, hem de bir doğrultuya göre hareketi; Dünya'nın ise kendi ekseninde, Güneş'in etrafında, Güneş'e bağlı olarak, Ay'dan etkilenerek birçok farklı hareketi vardır. Bu çok hızlı hareketlerin tümünde Dünya'mız Güneş sistemiyle, galaksisiyle hep yepyeni, her biri öncekinden farklı bir konumda bulunmaktadır. İşte tüm bu çok hızlı, çok ince hareketlerin hiçbiri bizim Güneş'e göre konumumuzu etkilemez, Dünya'daki hayatın yok olmasına sebep olmaz.
Hayatın oluşması için mutlaka Karbon bazlı moleküllere ihtiyaç vardır. Karbon bazlı moleküller ise sadece –20 °C ile +120 °C arasında oluşabilmektedirler. Evren'de ise yıldızların içindeki milyarlarca derecedeki sıcaklıktan, mutlak sıfır noktası olan –273.15 °C'ye kadar çok geniş bir sıcaklık aralığı mevcuttur. Sadece Karbon bazlı moleküllerin oluşması için gerekli sıcaklık aralığının oluşturduğu dilim, mevcut sıcaklık farklılıklarında yüz binde birlik bir dilim bile değildir. Dünya mevcut ısısını koruyamayıp kısa bir süre için bile içinde bulunduğu sıcaklık diliminden çıksaydı, Dünya'mızdaki hayat son bulurdu. Neyseki Yaratıcımız her an ihtiyaçlarımızın farkındadır ve her an her şey O'nun kontrolündedir.
“...Güneş'e, Ay'a boyun eğdirdi. Her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp gitmektedirler. Her işi yoluna koyup, düzenler. Delilleri birer birer açıklar ki Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanasınız.” (Ra’d/2)
GÜNEŞ'TEKİ OLUŞUMLAR
Yaklaşık 150 milyon kilometre mesafeden Güneş, Dünya'daki hayatın mümkün olmasını sağlamaktadır. Saatte 1000 kilometre hızla giden bir uçağa binsek 17 yılda bile ulaşamayacağımız bir mesafedir bu. Yüzeyindeki sıcaklık 6 bin derece olan Güneş'in merkezindeki sıcaklık ise 15 milyon derecedir. Alev alev gazdan oluşan bu kürenin yüzeyinde bile hayat düşünülemez. Oysa mevcut uzaklığa yerleştirilince Güneş, Dünya'mızın en yakın dostu, hayatımızın kaynağı olmuştur.
Güneş, enerjisini bünyesindeki hidrojeni helyuma dönüştürerek açığa çıkarmaktadır. Dört ayrı hidrojen çekirdeğinden tek bir helyum oluşur. Bu oluşum tek bir aşamada gerçekleşmez. Bu dönüşüm yavaş yavaş oluşur, Güneş de buna bağlı olarak ağır ağır yanar. önce iki hidrojen birleşip dötronu oluşturur. Dötronun oluşmasını sağlayan da atom çekirdeğindeki güçlü nükleer kuvvettir. Bu kuvvetin gücü de bu noktada çok dengeli bir şekilde ayarlanmıştır. Eğer güçlü nükleer kuvvet mevcut değerinden daha zayıf olsa iki Hidrojen çekirdeği birleşmeyecektir. Yanyana gelen artı yüklü protonlar birbirlerini itecekler ve Güneş'teki nükleer reaksiyon yani Güneş'in kendisi oluşamayacaktır. Eğer güçlü nükleer kuvvet mevcut değerinden daha güçlü olsa, dötron yerine iki protonlu DiProton oluşacaktır. Bu o kadar etkili bir yakıt olurdu ki; Güneş ve Güneş'e benzer yıldızlar bu güç yüzünden çok kısa sürede infilak ederek yok olurdu. Bu durumda her örnekte olduğu gibi yine ne biz, ne de Dünya'mız var olacaktık. Tüm bu göstergeler Allah'ın Evren'i, Evren'deki fizik kurallarını nasıl mükemmel, planlı bir şekilde yarattığını ve işlettiğini ortaya koymaktadır.
Sizin tanrınız yalnızca Allah'tır. O'nun dışında bir tanrı yoktur. O bilgi bakımından her şeyi kuşatmıştır. (Taha/98) (Kur’an Araştırmaları Grubu)]


21 – 24- O [Nuh]: “Rabbim! Şüphesiz onlar [Kavmim] bana isyan etti. Malı ve evlâdı kendisine zarardan başka bir şey vermeyen kimseye uydular. Ve onlar büyük tuzaklar kurdular. Ve ‘Sakın ilâhlarınızı bırakmayın. Ve sakın Vedd, Suvâ’, Yegûs, Yeûk ve Nesr’i bırakmayın’ dediler. Kesinlikle birçoklarını da saptırdılar. Sen de o zalimlere sadece sapıklığı arttır” dedi.
Bu ayetlerde, Nuh peygamberin Allah’a yakarışları nakledilmektedir. Kendisine gösterilen katı tutum sonucunda Nuh peygamber, “Rabbim! Şüphesiz onlar [kavmim] bana isyan etti. Malı ve evlâdı kendisine zarardan başka bir şey vermeyen kimseye uydular. Ve onlar büyük tuzaklar kurdular. Ve ‘Sakın ilâhlarınızı bırakmayın. Ve sakın Vedd, Suvâ’, Yagûs, Yeûk ve Nesr’i bırakmayın’ dediler” diyerek kavmini Allah’a şikâyet etmiş, duasını “Kesinlikle birçoklarını da saptırdılar. Sen de o zalimlere sadece sapıklığı arttır” sözleriyle devam ettirmiştir.
Nuh’un (as) yakarışındaki “Malı ve evlâdı kendisine zarardan başka bir şey vermeyen kimseye uydular” ifadesinde kimden söz edildiğine dair başkaca bilgi verilmemiştir. Ancak ayetin ifadesinden, bu kişinin Ebulehep gibi malı ve çevresiyle dine karşı tavır almış bir kişi olduğu anlaşılmaktadır.
Nuh kavminin ileri gelenlerinin topluca ve her türlü hileye başvurarak diğerlerine “Sakın ilâhlarınızı bırakmayın. Ve sakın Vedd, Suvâ’, Yagûs, Yeûk ve Nesr’i bırakmayın!” demeleri ve halkı şirklerinde kalmaya teşvik etmeleri, inkârcıların genel karakterini göstermesi bakımından fevkalade dikkat çekicidir.
Sa’d suresindeki şu pasajda da benzer bir tavırdan söz edilmektedir:
Ve içlerinden kendilerine bir uyarıcı geldiğine şaştılar da o kâfirler, “Bu bir sihirbazdır, çok çok yalan söyleyen birisidir. O bunca ilâhı, bir tek ilâh mı kılmış? Bu gerçekten şaşılacak [çok tuhaf] bir şey!” dediler.
Ve içlerinden ileri gelenler yürüdüler (ve dediler ki): “İlâhlarınız üzerinde sabır ve sebat edin. Bu, gerçekten, istenen [sizden beklenen] bir şeydir! Biz bunu son [başka bir] dinde işitmedik, bu ancak bir uydurmadır. Zikir [öğüt] aramızdan o'nun üzerine mi indirildi?” –Aksine onlar Benim Zikrimden bir kuşku içindeler, aksine onlar henüz azabımı tatmadılar.–
Yoksa çok güçlü ve çok bağış yapan Rabbinin rahmet hazineleri onların yanında mıdır? Ya da bütün o göklerin, yerin ve aralarında olanların mülkü onların mıdır? Öyle ise sebeplerin içinde yükselsinler!
(Onlar) burada, çeşitli gruplardan oluşmuş, bozguna uğramış bir ordudur!
Onlardan önce Nûh'un kavmi, Âd, kazıklar sahibi Firavun, Semûd, Lût'un kavmi ve Eyke ashâbı [Şu‘ayb'ın kavmi] da yalanladılar. İşte onlar, hiziplerdir.
Onların hepsi, sadece elçileri yalanladılar. Bu sebeple azabım hakk oldu.
Ve bunlar devenin iki sağımlığı kadar dahi gecikmesi olmayan bir çığlıktan başkasını beklemiyorlar. (Sad/4- 15)
Demek ki tarih tekerrür etmektedir.
Konumuz olan ayetlerde isim isim bir takım putlardan bahsedilmektedir. Bu put isimleri Arapçada anlamı olan sözcüklerdir. Bu isimlerle ilgili olarak klasik kaynaklardan iki nakil alıntılıyoruz:
Suvâ' -onların görüşlerine göre- deniz kıyısında Huzeyllilere ait bir put idi.
Yeğûs: Katade'nin görüşüne göre, Sebe’ diyarının el-Cevf denilen yerinde Muradlıların Gutayf koluna ait idi.
el-Mehdevî: Önce Muradlıların idi, sonra da Gatafanlıların oldu. es-Salebi dedi ki: Taylılardan olan Alâ ve En'um ile Mezhiclilerden olan Curaşlılar, Yeğûs'u alıp onu Muradlılara götürdüler ve orada bir süre ona ibadet ettiler. Daha sonra Nadiye oğulları o putu Alâ ve En'umlulardan almak istediler. Bu sefer onu Huzaalılardan el-Haris b. Ka'b oğullarına mensup el-Husayn'a götürdüler.
Ebu Osman en-Nehdi dedi ki: Ben Yeğûs'u gördüm, kurşundandı. Bu pu­tu bacaklarında hastalık bulunan bir devenin üzerinde taşıyorlardı. Onunla birlikte yol alıyor fakat kendisi çökmedikçe onu büktürmüyorlardı. Deve çök­tümü, onlar da inerler ve “Size burayı beğenmiş bulunuyor” diyerek onun üze­rinde bir bina inşa ediyor ve etrafında konaklıyorlardı.
Ye'ûk, İkrime, Katade ve Ata'nın görüşüne göre (Yemen'deki bir yer olan) Belha denilen yerde Hemdanlılara ait idi. Bunu el-Maverdî zikretmektedir.
es-Sa'lebî dedi ki: Ye’ûk, Sebelilerden Kehlan adındaki birisine ait idi. Son­ra oğullan biri diğerinden miras aldı. Büyüklük sırasına göre miras alına alı­na sonunda Hemdanlıların eline geçti. İşte Malik b. Nemat el-Hemedanî şu beyti onun hakkında söylemiştir:
"Dünyada tüylendiren [palazlandıran] da Allah'tır, zayıflatan da O'dur, Fakat Ye'ûk ne zayıflatabiliyor, ne de palazlandırabiliyor."
Nesr: -Katade'nİn görüşüne göre- Himyerlilerden Zülkela'a ait idi. Mukatil'den de benzer bir görüş nakledilmiştir.
el-Vâkidî dedi ki: Vedd bir adam suretinde idi. Suvâ' kadın suretinde, Yeğûs arslan, Ye’ûk at, Nesr ise uçan kuşlardan kartal suretinde idi. Doğrusu­nu en iyi bilen Allah'tır. (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)
Sûrede adı geçen Nuh kavminin ilahlarının isimleri, hem lafız hem de mânâ yönün­den Arapçadır. Her ne kadar bu isimler Kur'an'ın indiği fasih Arapçadan dönem ola­rak çok eski olsa da, aralarındaki ilişki açıkça belli olmaktadır. Yeğûs ile Gavs [yar et­mek], Gays [bereketli yağmur] ve İgâse [yardım etmek] arasındaki ilişki; Yeûk ile İâ'ka ve Ta'vîk [engellemek, alıkoymak] arasındaki; Süvâ' ile Sea'h [genişlik, bolluk] arasın­daki ilişki; Vedd ile Mevedde [sevgi] arasındaki ilişki; Nesr ile meşhur yırtıcı kuşa verilen ad arasındaki ilişki açıkça gözükmektedir. Peygamber'in döneminde bazı Arap ka­bilelerinin bu adlarla anılan putları olduğunu nakleden rivayetler bulunmaktadır. Anla­tıldığına göre Hüzeyl kabilesinin putunun adı Suvâ' idi, bulunduğu yerin adı ise Yenbûğ olarak isimlendiriliyordu. Başka bir rivayette ise bu Hemedân kabilesinin putunun adıydı. Diğer bir rivayete göre ise, Zilkilâ' ailesinin putunun adıydı. Sanırım bunların hepsi mevcuttu ve bir kadın sûretindeydi.
Yemen'dc Mezhac ve Cürs ehlinin de Yegûs isminde bir putları vardı. Ona tapanlar arasında Murad kabilesinden Gatîfoğullan da bulunmaktaydı. Rivayete göre bu put Suvâ'nın oğlu olup aslan sûretindeydi. Anlatıldığına göre Hemedan, Havlan ve onların müttefikleri olan kabilelerin Erhab denilen yerde Ye’ûk isminde bir putları vardı. Riva­yete göre Hayvan kabilesi de bu puta tapmaktaydı. Bu put aynı zamanda Zilkilâ' ailesi­nin de putları arasındaydı ve at şeklindeydi. Anlatıldığına göre Humeyr kabilesi de Nesr isminde bir puta tapıyordu. Bir rivayete göre bu Humeyr kabilesinden Zilkiâ ailesinin putuydu. Hayaniyye kabilesi kitabelerinde ise Nesr adı kayıtlı olup kuş şeklindeydi. Be­nî Kelb kabilelerinin de Vedd isminde bir putu olduğu ve bunun erkek suretinde olduğu anlatılmaktadır. Bu ismin eski dönemde Yemen ilahlarından birisi olduğu ve onlarda Ay’ı temsil ettiği de kaydedilmektedir. Cahilliyye devri erkek isimlerinden bu adların ba­zısına nispet edilen birtakım rivayetler nakledilmiştir; Örneğin: Abdü Vedd [Vedd'in ku­lu], Abdügays [Gays'ın kulu] gibi.
Anladığımız kadarıyla Araplar, Peygamber'in döneminde ve öncesinde bu isimleri Nuh kavminin ilahları olarak kullanıyorlardı, sonra bu isimleri iktibas ettiler; belki de Arapçalaştırarak putlarına da bu isimleri verdiler. Bu, Kur'an'ın indiği fasih Arapça dö­neminden daha eski döneme rastlamaktadır. Bu şekilde, bu isimleri olduğu gibi korudu­lar. Çünkü bunlar, göz ardı edilemeyecek derecede kudsiyet kazanmışlardı. (Derveze; et Tefsirü’l Hadis)
24. ayette Nuh peygamber, olayları anlatırken “… onlar birçok kimseyi saptırdılar” ifadesiyle kavminin ileri gelenlerini değil de putları kastetmiş olabilir. Tabiî ki cansız putların kimseyi saptırması söz konusu olamaz. O nedenle bu ifade, “bunlar sebebiyle birçok kişi saptı” anlamındadır. Bunun bir örneğini de İbrahim suresindeki şu pasajda görmekteyiz:
Ve hani bir zaman İbrahim: "Rabbim! Bu şehri güvenli kıl! Beni ve oğullarımı putlara tapmamızdan uzak tut! Rabbim! Şüphesiz onlar [putlar] insanlardan birçoğunu saptırdılar. Şimdi kim bana uyarsa, artık o, şüphesiz bendendir; kim bana karşı gelirse, … Artık Sen şüphesiz çok bağışlayan ve çok merhamet edensin. Rabbimiz! Şüphesiz ben çocuklarımdan bir bölümünü salâtı ikame etmeleri için, senin dokunulmazlaşmış Ev’inin yanında, ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! Onların şükretmeleri için artık Sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir. Ve onları bazı meyvelerden rızıklandır. Rabbimiz! Şüphesiz Sen bizim gizlediğimiz şeyleri ve açığa vurduğumuz şeyleri bilirsin. -Ve yerde ve gökte, hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz.- İhtiyarlık halimde bana İsmail'i ve İshak'ı lütfeden Allah'a hamd olsun. Şüphesiz ki Rabbim duamı çok iyi işitendir. Rabbim! Beni salâtı ikame eden kıl! Soyumdan da. Rabbimiz! Duamı da kabul et! Rabbimiz! Hesabın kurulduğu günde benim için, anam-babam için ve müminler için mağfirette bulun!" demişti. (İbrahim/35- 41)
26- 28 – Ve Nuh dedi ki: “Bu yerde dolaşan kâfirlerden bir tek kişi bırakma. Şüphesiz ki sen onları bırakırsan kullarını yoldan çıkarırlar ve sadece ahlâksız ve kâfir çocuklar doğururlar. Rabbim! Benim için, anam-babam için, mümin olarak evime giren kişiler için ve mümin erkekler ve mümin kadınlar için mağfiret et! Zalimlere de sadece yok oluşu arttır.”
Bu ayetlerde Nuh’un (as) yakarışlarının devamı verilmektedir. Onun duasında dile getirdiği “Bu yerde dolaşan kâfirlerden bir tek kişi bırakma. Şüphesiz ki sen onları bırakırsan kullarını yoldan çıkarırlar ve sadece ahlâksız ve kâfir çocuklar doğururlar” şeklindeki sert ifadelerin sebebi, onlarla ilgili daha evvel Allah’ın kendisine bilgi vermiş olmasıdır. Aksi halde böyle bir dua yapma hakkı söz konusu olmazdı.
Ve Nuh’a vahyolundu: “Kesinlikle kavminden iman etmiş olanlardan başka artık kimse iman etmeyecektir. Onun için onların yaptıkları şeylere üzülme. Ve Bizim gözetimimiz altında ve vahyimize göre gemiyi yap. Zulüm yapan kimseler hakkında da Bana hitapta bulunma. Kesinlikle onlar suda boğulmuşlardır [boğulacaklardır].” (Hud/36, 37)
Ayetin orijinalinde yer alan “ الأرضel-Arz” sözcüğündeki “ الel” takısını “ahd” anlamına aldığımız takdirde, Nuh’un “el-Arz” sözcüğüyle kastettiği yerin kendi yaşadığı bölge olduğu anlamı elde edilir. Zaten Nuh’un yeryüzündeki tüm kâfirler için böyle bir bedduası söz konusu olmaz. Zira uzaktaki kâfirler ile ilgili olarak onların inanmayacak kimseler olduğuna dair Nuh’a bir bilgi verilmemiştir.
25 – Onlar, hatalarından dolayı suda boğuldular sonra da ateşe sokuldular. Sonra da kendileri için Allah'ın astlarından yardımcılar bulamadılar.
Bu ayet Nuh’un (as) Allah’a yakarış ifadelerine ait değildir. Bu nedenle Nuh’un (as) yakarışlarının nakledildiği 26-28. ayetlerin arkasında meallendirilmiştir.
Ayetin açık ifadesinden Nuh’un (as) dualarının kabul olduğu anlaşılmaktadır. Bu kabulün sonucu olarak o inatçı müşrik kavim hem dünyada cezalandırılmış, hem de ahirette cezalandırılacağına dair kesin hüküm verilmiştir. Azap geldiğinde güvendikleri putlardan hiçbirinin yardımını görememişlerdir.
Ve Nuh’u; hani o daha önce nida etmişti de Biz de ona cevap vermiştik. Sonra da Biz kendisini ve ehlini [ailesini, yakınlarını, inanlarını] büyük sıkıntıdan kurtardık.
Ve ayetlerimizi yalanlayan kavmine karşı ona yardım ettik. Şüphesiz onlar, kötü bir kavimdiler de Biz onları topluca suda boğduk. (Enbiya/76, 77)
Bu trajik tablodan, başta Mekkeli müşrikler olmak üzere tüm insanlığın ibret alması ve sonlarının Nuh kavmi gibi olmamasına çalışmaları gerekmektedir. Surenin genel mesajı budur.
Allah doğrusunu en iyi bilendir.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
giriş, nuh, suresine


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 03:04 AM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam