14. November 2012, 04:41 AM | #21 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 386 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23 |
Âyette geçen kelimeler:
a)فليمدد(fe’l-yemdud)med kökündendir. Med, çekip uzatmak ve bir vasıtayla biriyle dikey ilişki kurmak anlamına gelir[14]. b) السبب(es-Sebeb), aracı, vesile, vasıta anlamınadır[15]. Müslüman Allah ile arasına aracı koymaz, çünkü o kendine, şah damarından daha yakındır. Ama müslümanın da sarılacağı sebep ve vesileler vardır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَابْتَغُواْ إِلَيهِ الْوَسِيلَةَ وَجَاهِدُواْ فِي سَبِيلِهِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ Âyetteki vesile, elif lamlıdır, yani bilinen, Kur’ân’ın bir çok yerinde açıklanmış olan vesiledir. Mesela bir âyet şöyledir: “Ey iman edenler! Sabır göstererek ve namaz kılarak yardım isteyin. Çünkü Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Bakara 2/153) Bir başka âyette de şöyledir: “Kimler inanmış, iyi işler yapmış, namazı sürekli kılmış, zekatı vermiş olurlarsa onların Rableri katında ücretleri vardır. Üstlerinde ne bir korku olur, ne de üzülürler.” (Bakara 2/277) c)السماءSema, gök anlamınadır. “Bir sebeple göğe uzansın” ifadesi Allah’a duadan kinayedir. Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellemin yaptığı dua ile ilgili aynı kelime kullanılmıştır.قدنرىتقلبوجهكفيالسماء(Qad nerâ teqallube vechike fi’s-semâi) “ Yüzünün, zaman zaman gökte aranıp durduğunu görüyoruz.”(Bakara 2/144) d)ليقطعkelimesi, “diğer ilişkiyi kessin” diye tercüme edilmiştir. Çünkü o kişiyi bu hale sokan, Allah ile arasına arabulucu koyma çabasıdır.Arabulucu saydığı kişiye Allah’a benzer özellikler yakıştırması gerektiğinden şirke düşer. Şirk, bağışlanmayacak bir suçtur. Dolayısıyla o ilişki derhal kesilmelidir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Allah kendisine ortak koşulmasını bağışla*maz, bunun dışında olanı dilediği kimse için bağışlar."(Nisa 4/48) Buradaثم= sümme atıf edatına derhal anlamı verilmiştir. Çünkü bu kelime, aşağıdaki ayette olduğu gibi مع=maaberaberlik anlamına gelir[16]. ثُمَّ كَانَ مِنَ الَّذِينَ آمَنُوا وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ وَتَوَاصَوْا بِالْمَرْحَمَةِ e) Âyetin sonunda yer alan هـل=hel soru edatı, somut bir olayla ilgi olumlu cevap almak için kullanılır. Zihinde canlandırılan (tasavvur), yahut olumsuz cevap beklenen bir soruda kullanılmaz[17]. Geleneksel yöntemde bunun tam tersi bir anlam verilmiştir. Anlamı doğru verebilmek için soru; “... giderecek mi yoksa gidermeyecek mi?” şeklinde tekrarlanmıştır. f)كيد, keyd bir şeye yaklaşma, çare bulma ve gayret gösterme anlamına gelir. Kişinin kendine keydi, kendine iyilik yapması, yönünü iyi belirlemesi demektir[18]. Âyette geçen keyd, kişinin kendine keydi olduğu için “bu yol” diye tercüme edilmiştir Keyd, مكرmekr anlamına da gelir. Mekr, bir çıkış yolu göstererek birini yöneldiği taraftan çevirmektir. Türkçede buna hile veya aldatma denir. Keyd hedefine göre ikiye ayrılır. Biri hainlerin keydidir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:وَأَنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي كَيْدَ الْخَائِنِينَ “Allah hainlerin keydini başarıya ulaştırmaz.” (Yusuf 12/52)Diğeri de iyilik yapmak isteyenlerin keydidir.وكذلككدناليوسف“Böylece Yusuf için bir çıkış yolu (keyd) gösterdik.” (Yusuf 12/76)[19] g) غيظ = ğayzkelimesi hışım ve gazab, tansiyonun yükselmesinden doğan ve giderek artan kızgınlık anlamına gelir[20]. Bu kızgınlık kişiyi bunalıma sokacağı için bunalım diye tercüme edilmiştir. 16. Âyet “İşte böylece biz onu apaçık âyetler olarak indirmişizdir. Şüphesiz Allah, isteyeni yola getirir.” Âyetleri, öncesi ve sonrasıyla ve diğer âyetlerle birlikte anlamaya çalışınca anlatım, gerçekten apaçık görülmektedir. Geleneksel yöntemde bu yola gidilmediği için o açık âyetler, anlaşılmaz hale getirilmiştir. Bu sebeple gelenekçiler, 16. âyeti farklı açıklamak zorunda kalmışlardır. Mesela Taberî’nin açıklaması şöyledir: “Allah Teâlâ diyor ki: Ey insanlar! Ölen bir kimsenin yok olmasından sonra ona yeniden hayat vermeye gücümün yeteceğini size delilleriyle açıklayıp izah ettiğim gibi aynı şekilde bu Kur’ân’ı, Peygamberimiz Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme, açık âyetler olarak yani Allah’ın yola gelmesini istediği kişileri doğruya yönelten işaretler olarak indirmişizdir[21].” Yukarıdaki örnek üzerinde düşününce, Kur’ân’ın açık kitap olmasının anlamı ortaya çıkmaktadır. Ama geleneksel yöntemde bu anlam kaybolmaktadır. [1] Müfredat حبر mad. [2] el-Halil b. Ahmed, el- Ayn, حبر mad. [3] Müfredat الرهبة والرهبmad. [4] Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 10. [5] Taberî, Tefsîr’ut-taberî, c. IX, s. 118-121; Mahmud b. Ömer ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, Daru’l-Marife, Beyrut, c. III, s. 8; İsmail b. Ömer b. Kesîr, Tefsîru’l-Kur’ani’l-azîm, Beyrut 1401/1981, c. II, s. 211. [6] Kadı Abdullah b. Ömer el-Beydâvî, Envâru’t-tenzîl ve Esrâru’t-tevîl, (Tefsîru’l-Beydâvî), İstanbul tarihsiz., c. II, s. 85. Beydâvî, birinci görüş tercih etmiş, bu son görüşü de قيل = denildi başlığı ile vermiştir. [7] Muhammed Esed, Kur’ân Mesajı, Çev: Cahit Koytak, Ahmet Ertürk, İstanbul 2001, c. II, s. 669. [8] Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili Yeni Mealli Türkçe Tefsir, İstanbul 1935, c. IV, s. 3389. [9] Zemahşerî, el-Keşşâf, c. III, s. 8. [10] Zemahşerî, el-Keşşâf, c III, s. 7-8. [11] Zemahşerî, el-Keşşâf, c III, s. 7-8. [12] Muhyiddin ed-Dervîş, İ’rabu’l-Kur’ani’l-Kerîm ve beyânuh, Dımaşk-Beyrut 1412/1992, c. VI, s. 403-404. [13]العشير: المعاشر قريبا كان أو معارف Ragıb el-İsfahânî, عشرmad. [14]أصل المد جر الشي في طول وا تصال شيء بشيء في استطالةFiruzabâdî, Besâir, c. IV, s. 488. [15]مايتوصلبهإلىغيرهFiruzabâdî, Besâir, c. III, s. 169. [16] Firuzabâdî, Besâir, c.II, s. 344. [17] Firuzabâdî, Besâir, c. V, s. 335-336. [18] İbn Manzur, Lisanu’l-arab كيد mad. [19] Firuzabâdî, Besâir, c. IV, s.399-400 ve 516. [20] Mütercim Asım, Kamus Tercümesi. [21] Taberî, Tefisiru’t-Taberi, c. IX, s. 121.
__________________
De ki: “Ey kâfirler! Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam. Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız. Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz. Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.” Kâfirûn Sûresi |
14. November 2012, 04:42 AM | #22 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 386 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23 |
10. MÜNAFIK = İKİ YÜZLÜ
Münafık, önce inanan sonra Allah’ı görmezlik eden ama kendini inançlı gören veya gösteren kişidir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “O münafıklar sana geldiklerinde şöyle dediler: "Biz tanıklık ederiz ki, sen, gerçekten Allah'ın elçisisin." Allah biliyor ki, sen elbette kendi elçisisin. Ama Allah tanıklık eder ki, o münafıklar kesinlikle yalan söylerler. Yeminlerini kalkan edip Allah yolundan çekilirler. Ne kötü şey yapıp duruyorlar! Bu, şundandır: Onlar önce inandılar, sonra kâfirlik ettiler, sonra kalplerinde farklı bir yapı oluştu. Artık anlamazlar.”(Münafikun 63/1-3) İnanmadığı halde kendini inançlı gösterenler de vardır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “İnsanlardan “Allah’a ve Ahiret gününe inandık” diyenler vardır. Oysa onlar inanmış değillerdir. Allah’a ve inanmış kimselere oyun kurarlar. Oysa oyunu sırf kendilerine karşı kurarlar da farkına varmazlar.”(Bakara 2/8-9) Bakara 7. âyette, Allah’ı görmezlikten gelen kâfirlerin, gerçekleri görmeme alışkanlığı kazandığı ve bu yüzden gözlerinde perde oluştuğu bildirilmiştir. Aynı perde, münafıklarda da oluşur. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Onların durumu bir ışık yakmak isteyenin durumuna benzer. Işık çevresini aydınlatınca Allah göz nurlarını gidermiş ve onları karanlıklar içinde bırakmış da göremez hale gelmiş gibidirler. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık onlar vazgeçmezler.”(Bakara 2/17- 18) Ayet onların başlangıçta ilahi tebliğle aydınlanmaya istekli olduklarını gösterir. O tebliğ, gerçekleri ortaya çıkarınca rahatsız olur, onları görmezlikten gelerek tekrar karanlıklara dalarlar. Kendilerini sağır, dilsiz ve kör konumuna sokarlar. Doğruları; ne duymak, ne görmek, ne konuşmak isterler. Bundan vazgeçme niyetleri de yoktur.
__________________
De ki: “Ey kâfirler! Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam. Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız. Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz. Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.” Kâfirûn Sûresi |
14. November 2012, 04:43 AM | #23 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 386 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23 |
11. KÂFİR = GÖRMEZLİKTEN GELEN
Allah Teâlâ şöyle buyurur: “O kâfirlere, gerçekleri görmezlik edenlere gelince, onlar için fark etmez, ister uyar, ister uyarma; inanacak değillerdir.”(Bakara 2/6) “Kâfir” kelimesinin kökü küfr ve küfûr’dur, örtme anlamına gelir. Örtmek, göstermemek içindir. Peygamber tebliği gibi herkesin görüp duyabileceği bir şeyi örtmeye çalışmak onu görmezlikten gelmek olur. Bir kişinin yaptığı iyiliği görmemek de öyledir. Böylelerine de nankör anlamında kâfir denir. Çünkü yapılan iş küfrân-ı nimettir. Bazen de bir kötülük, görmezlikten gelinerek örtülür. Bunu iyi kimseler yapar. Dolaysıyla örtülen şey, iyi ya da kötü olabilir. İyiyi örtmek kötü, kötüyü örtmek iyidir. 11.1. İyi ve Doğru Şeyleri Görmeme İyi ve doğru şeyleri örtüp gizleyen, onların görülmesine engel olur. Arapça’da buna küfûr veya küfrân denir. Bir çok kimse, kendine yapılan iyilikleri görmek istemez. Bu, kötü bir şeydir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Denizde başınıza bir sıkıntı gelse, yardıma çağırdığınız herkes kaybolur; yalnız Allah kalır. Allah sizi kurtarıp karaya çıkardı mı, yüz çevirirsiniz. İnsan, yapılan iyiliği görmez.”(İsrâ 17/67) “Allah, hain olan ve yapılan iyiliği görmezlik edenlerin hiçbirini sevmez.”(Hac 22/38) Birçok insan bu hale düşer. En kötüsü Allah’ı, peygamberini ve Kitabını görmezlikten gelmektir. İşte kâfirlik budur. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Biz bu Kur’ân’da her örneği, gerçekten, türlü biçimlerde verdik. Ama insanların çoğu, kolayca bunları görmezlik eder.”(İsrâ 17/89) Kâfirlik şuurlu bir eylemdir, her kâfir kendi konumunun farkındadır. Bu sebeple hiçbiri sağlam bir gerekçeye dayanmaz. Kendini savunmak zorunda kaldı mı, gerçekleri saptırır. İblis’in yoldan çıkması ile ilgili âyetler bunun için iyi bir örnektir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Sizi yaratmıştık, sonra şekil vermiştik; sonra meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik. Hemen secde ettiler, İblis öyle yapmadı. O secde edenler arasında yoktu. Allah dedi ki: "Emrettiğim zaman seni secdeden alıkoyan neydi?" "Beni ateşten, onu çamurdan yarattın. Ben ondan üstünüm" diye cevap verdi.”(A’raf 7/11-12) İblis, Adem’e secde etme emrinden hoşlanmamıştı. Emri verenin Allah olduğunu görmezlikten gelerek Adem’e karşıymış gibi davrandı. Doğrudan Allah’a karşı çıkma cesaretini gösteremedi. Çünkü her şeyi Allah’a borçlu olduğunu ve kendini onun yarattığını biliyordu. Bunlar, İblis’in şu sözlerinde gizlidir: “Ben ondan üstünüm. Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın.”(Sâd 38/76) “Balçıktan, işlenebilen kara topraktan yarattığın insana secde edemem.”(Hicr 15/33) Hak ettiği ceza gecikmedi. Allah ona şöyle dedi: “İn oradan! Orada büyüklenmeye hakkın yok. Defol! Sen alçağın tekisin.”(A’raf 7/13) İblis böyle kâfir olmuştu. Halbuki Allah’ın varlığından ve birliğinden şüphe etmiyordu. Ahiretin varlığını da kabul ediyordu. Çünkü kovulmasından sonra şöyle yalvarmıştı: “Rabbim! İnsanların tekrar dirilecekleri güne kadar bana süre tanı.”(Sâd 38/79) Allah’ın bir tek emrini görmezlikten gelmesi, İblis’in kâfir olması için yetmişti. İnsan da öyledir; bilmediği için değil, Allah’ın emirlerini görmek istemediği için kâfir olur. Bu çalışmada küfür kelimesine “görmezlikten gelme”, “tanımama bazen de “kâfirlik” anlamı verilmiştir. 11.2. Kötü ve Yanlış Şeyleri Görmeme Kötü ve yanlış şeyleri örtüp gizlemek, bir iyiliktir. Onları Allah da gizler. O şöyle buyurur: “Yasaklandığınız şeylerin büyüklerinden sakınırsanız, öbür günahlarınızı örteriz. Sizi güzel bir konuma sokarız.”(Nisa 4/31) “İnanıp iyi işler yapanların; evet işte onların kötülüklerini örter, ve onları işlediklerinin en güzeliyle ödüllendiririz.”(Ankebut 29/7) “Müminler! Allah’tan sakınırsanız, o size doğruyu eğriden ayırma gücü verir. Suçlarınızı örter ve sizi bağışlar. Allah büyük ikram sahibidir.[1]”(Enfâl 8/29) [1] Keffera (كفر) kelimesi de küfr kökünden gelir. Teksir yani çokluk ifade eder. Bu ayetlerde Allah Teâla günahları çokça bağışladığını, örttüğünü ve onları görmezden geldiğini bu kelime ile bildirmektedir.
__________________
De ki: “Ey kâfirler! Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam. Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız. Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz. Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.” Kâfirûn Sûresi |
14. November 2012, 04:43 AM | #24 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 386 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23 |
12. KALBİN MÜHÜRLENMESİ
Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Allah kalplerinin ve kulaklarının üstünde izler oluşturmuştur. Gözlerinde de bir perde olur. Onlara büyük bir azap vardır.”(Bakara 2/7) Bu gibi âyetler, kötü davranışlardan doğan kötü sonuçları gösterir. İhmal sonucu demirin paslanması, ağacın çürümesi, aynanın islenmesine benzer. Çünkü insandaki bozulma, tabiattaki bozulmaya benzer. Kur’ân fıtratı anlatır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Sen yüzünü dosdoğru bu dine, Allah'ın fıtratına çevir. O, insanları ona göre yaratmış*tır. Allah'ın yarattığının yerini tutacak bir şey yoktur. İşte sağlam din bu dindir. Ama in*sanların çoğu bunu bilmez*ler.”(Rum 30/30) Fıtrat, varlıkların temel yapısını ve onu oluşturan yaratılış, değişim ve gelişimin ilke ve kanunlarını ifade eder. Göklerin, yerin, insanların, hayvanların, bitkilerin yani her şeyin yapısı ve işleyişi buna göredir. Kur’ân'a uyanlar, bu yapıya uygun davranır, göklerden ve yer yüzünden en iyi şekilde yararlanırlar. Öldükten sonra da cennete gider, sonsuz mutluluğa ererler. Kur’ân fıtratı anlattığı için ona aykırı davranan, gerçeğe aykırı davranmış olur ve dengeleri bozar. Bozulma, önce insanın kendisinde başlar. Onu bu davranışa iten; menfaatleri, beklentileri veya özentileridir. Bundan vazgeçmezse, demirin paslanması gibi paslanır ve yeni bir yapı kazanır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Yok, yok, öyle değil; yapıp ettikleri şeyler kalpleri üstünde pas tabakası oluşturmuştur.”(Mutaffifîn 83/14) İnsan böylece kötü davranışlara alışır ve onlardan zevk almaya başlar. Mesela sigara içenin ağzı, ilk sigarada leş gibi olur. İkinciyi de nefretle içer. İçmeye devam edince vücudunda yeni bir yapı oluşur ve sigaradan zevk almaya başlar. Yalancı da öyledir. Söylediği yalanlar başlangıçta onu rahatsız eder. Yalana devam edince yeni bir yapı kazanır ve onu bir ihtiyaç saymaya başlar. Kişinin ana kumanda merkezi kalbidir. Akıl doğruları tespit eder. Kalp, menfaatlerin, beklentilerin ve özentilerin etkisiyle onları ya kabul, ya reddeder. Çünkü aklın kararlarına uymak, bedel ödemeyi gerektirir. Bedel ödemek istemeyen, doğru gördüğü bir çok şeyi yapamaz. Bozulma orada başlar. Bundan sonra göz, bazı şeyleri görmez, kulak, bazı şeyleri işitmez olur. Evrensel doğrular, kişinin kendi doğrularıyla yer değiştirir. Yeni bir dünya oluşur. O orada kendine yeni arkadaşlar bulur. Allah Teâla şöyle buyurur: “Kendi arzusunu kendine ilah edineni görmen gerekmez mi? Bunu bilerek yaptığı için, Allah onu sapık saymış, kulağının ve kalbinin üstünde izler oluşturmuştur. Gözünün üstünde de perde vardır. Allah'ın bu kararından sonra onu kim yola gelmiş sayabilir? Kafanızı çalıştırmaz mısınız?”(Câsiye 45/23) Kulakta ve kalpte izler oluşması ve gözün önüne perde inmesi, oluşan yeni yapıyı gösterir. İşte Bakara’nın 7. âyeti bunu anlatmaktadır. Şu âyet de konuya biraz daha açıklık getirmektedir: “Kim inandıktan sonra kâfirlik eder, Allah'ı görmezlikten gelirse… Kalbi inançla dolu iken zorlanmış başka, ama kim kâfirliğe gönlünü açarsa, böyleleri Allah'ın gazabına çarpılır. Onlara büyük bir azap vardır. Bu, onların dünya yaşayışını öbür dünya yaşayışından çok sevdikleri içindir. Çünkü Allah, kâfirlik eden, gerçekleri görmezlikten gelenleri yola getirmez. Onlar Allah’ın kalpleri, kulakları ve gözleri üzerinde izler oluşturduğu kimselerdir. Onlar, kendi kurdukları dünyada yaşayanlardır.”(Nahl 16/106-108) Bu gibi âyetlerde geçen hatm(الختم) ve tab’ (الطبع); sözlükte, hem mühür gibi bir şeyin iz bırakması, hem de bıraktığı iz anlamına gelir[1]. Bir çok mealde bunlara verilen anlam “mühürleme”dir. Bakara 7. âyete şu meâl verilmiştir: “Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir...[2]” Bize göre bu şekildeki meâl, Kur’ân'ın bütünlüğüne aykırıdır. Allah, kâfirlerin kalplerini ve kulaklarını mühürlemiş ve gözlerine perde çekmişse, onların ellerinden bir şey gelmez. Bu durumda onları cezalandırmak haksızlık olur. Halbuki, Allah haksızlık yapmaz. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “… onlar yamukluk yapınca, Allah da onların kalplerini yamulttu. Allah, yoldan çıkan bir toplumu yola getirmez.”(Sâff 61/5) Bu gibi âyetler de kötü davranışların kazandırdığı kötü huylardan söz edilir. Bu, Allah'ın kanunudur. Bu imtihan dünyasında oluşum ile bozulma yan yanadır. [1] Mufredât,ختم ve طبع mad. Hatm ve tab’ kelimeleri mecaz olarak bazen güven anlamı verir; “elinde mührü var” denir. Bazen engel anlamı verir; “kapısı mühürlü” denir. Bazen bir şeyin izini yakalama, bazen de bir şeyin sonuna ulaşma anlamına gelir; “Kur’ân'ı hatmetti” denir. Tab’ ayrıca yaratılıştan veya alışkanlıklardan dolayı vücutta oluşan tabiat, huy anlamına gelir. [2] Ali Özek ve arkadaşları, Kur’ânı Kerim ve Açıklamalı Meâli.
__________________
De ki: “Ey kâfirler! Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam. Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız. Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz. Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.” Kâfirûn Sûresi |
14. November 2012, 04:45 AM | #25 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 386 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23 |
13. İNSANI İNSAN YAPAN ÖZELLİKLER
(KALP - İŞİTME – GÖRME) Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Yarattığı her şeyi güzel yaratan odur. İnsanı yaratmaya sulanmış topraktan (tîn) başlamıştır. Sonra onun soyunu süzülmüş bir özden, dayanıksız bir sudan yaratmıştır. Sonra onu düzenli bir şekle sokmuş ve içine ruhundan üflemiştir. Sizin için kulaklar, gözler ve gönüller var etmiştir. Ne kadar az şükrediyorsunuz!”(Secde 32/7-9) İnsan genellikle, düşünen veya konuşan canlı diye tarif edilir. Buna bağlı olarak akıl, insan ile hayvanı ayıran en önemli varlık sayılır. Halbuki Kur’ân’da kuşların ve karıncaların konuşmalarına ve akıllarını kullanarak yaptıkları değerlendirmelere yer verilir. Yukarıdaki âyetler, insanı diğer canlılardan ayıran temel farkın, kulaklar, gözler ve gönüllerde aranması gerektiğini bildirir. Karıncalar ve kuşlarla ilgili âyetler şunlardır: “Süleyman için cinlerden, insanlardan ve kuşlardan ordular toplandı. Düzenli bir halde idiler. Karınca deresine kadar geldiler. Bir karınca şöyle dedi: “Karıncalar, yuvalarınıza girin! Süleyman ve askerleri sakın sizi ezmesin! Onlar farkına varmazlar.” “Süleyman dişleri gözükecek şekilde gülümsedi. “Rabbim!” dedi. “Beni bana bırakma ki ettiğin iyiliğin kıymetini bileyim. Anama, babama ettiklerinin de. Senin isteğine uygun iş yapayım. Beni, ikramınla, iyi kulların arasına kat.” Süleyman kuşlar ordusunu teftiş etti. Sonra şöyle dedi:“Ne oldu, neden Hüdhüd’ü (çavuş kuşunu) göremiyorum. Yoksa kayıplara mı karıştı? Ne olursa olsun ona ağır bir ceza vereceğim, ya da onu keseceğim. Bana apaçık bir kanıt getirirse başka!” Fazla beklemedi. (Hüdhüd çıka geldi.) Dedi ki; “Senin bilmediğin bir şey öğrendim. Sana Seba’dan doğru bir haber getirdim. Orada hükümdarlık yapan bir kadın gördüm. Her şeyi var, bir de koskoca tahtı. Baktım ki, hem o, hem toplumu, Allah’ı bırakmış güneşe secde ediyorlar. Şeytan yaptıkları kötülükleri onlara güzel göstermiş, onları yoldan çıkarmış; doğruyu göremiyorlar. Allah’a secde etseler ya! Yerlerin ve göklerin bütün gizlilerini açığa çıkaran, onların gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilen odur. Allah... Ondan başka tanrı yoktur. O büyük arşın sahibidir.” Süleyman dedi ki: “Bakacağız, doğru mu söylüyorsun, yoksa yalancının teki misin? Şu mektubumu götür, onlara at. Sonra biraz kenara çekil. Bak bakalım ne diyecekler.” Kraliçe. dedi ki: “Ey ileri gelenler! Bakın, bana değerli bir mektup atıldı; Süleyman tarafından.. “Bismillahirrahmanirrahim” diye başlıyor, “Bana karşı çıkmayın. Gelin teslim olun.” diyor. Dedi ki: Ey ileri gelenler! Bu işte bana doğru bir çözüm getirin. Sizlerle görüşmeden bir işi kesip atamam.” (Neml 27/17-32) Bu âyetlerde, kuşun ve karıncanın akıllıca yaptıkları konuşmalar ve değerlendirmeler vardır. Bütün âyetler incelenince insanı hayvandan ayıran temel farkın akıl olmadığı anlaşılır. İlgili âyetlerden biri şudur: “Cinlerden ve insanlardan bir çoğunu gerçekten Cehennem için yaratmış olduk. Onların da kalpleri vardır, onunla kavramazlar. Onların da gözleri vardır, onlarla görmezler. Onların da kulakları vardır, onlarla işitmezler. Onlar; en’âm (koyun, sığır ve deve) gibidirler; hayır, daha da düşüktürler. Gafiller işte onlardır.”(A’raf 7/179) Karşılaştırmanın bütün hayvan çeşitleriyle değil de en’âm denen koyun, sığır ve deveyle yapılması ve görmezlik edip kâfir olanların daha düşük durumda olduklarının bildirilmesi önemlidir. En’âm’dan düşüğü kargadır. Bu gibi insanlar, esasen kargaya benzetilmişlerdir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Kâfirlik edip gerçekleri görmezlikten gelenler, kavramadığı sese karşı öten karga gibidirler; kavradığı sadece bağırtı ve çağırtıdır[1]. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Onlar akıllarını kullanmazlar.” (Bakara 2/171) En’âmın da kalbi vardır ama kanı vücuda pompalama dışında bir iş yapmaz. İnsanın kalbi, aynı zamanda bir karar organı, vücudun ana kumanda merkezidir. Akıl, doğruları tespit eder. Kalp, menfaatlerin, beklentilerin ve özentilerin etkisiyle onları ya kabul veya reddeder. Akıl, kalbin yanında bir danışman gibidir. Kalp, akla uygun karar vermeyince onu kullanmamış olur. İmanın, kalp ile tasdik şartına bağlanması bunu gösterir. Yoksa peygamberlerin söylediklerinin doğru olduğunu hiçbir akıl inkar edemez. Kur’ân’ın sürekli akla vurgu yapması bundandır. Nitekim Firavun, Musa’nın elçiliğini kabul etmemişti ama aklı, onun Allah’ın elçisi ol*duğundan emindi. İlgili âyetler şöyledir: “Belgelerimiz bütün açıklığı ile onlara gelince: “Bunlar apaçık büyüdür” dediler. Onları, içten kanasıya, anlamışken zalim*likten ve büyüklük taslamadan dolayı, onlara karşı inkarcılık yaptılar”.(Neml 27/13-14) Cehennemlikleri anlatan aşağıdaki âyetler, onların bu suçu, bile bile işlediklerini gösterir. “Rablerini görmezlikten gelip kâfir olanlara Cehennem azabı vardır. Ne kötü hale düşmedir o! İçine atılınca homurtusunu işitirler. O, kaynıyor olacaktır. Öfkeden sanki çatlayacak gibi olur. Her bir bölük içine atıldı mı cehennem bekçileri sorarlar: “Size bir uyarıcı gelmedi mi?” “Evet” derler, bize uyarıcı geldi; ama biz yalana sarıldık. Allah hiç bir şey indirmiş değildir, siz büyük bir sapkınlık içindesiniz” dedik. Şöyle devam ederler: “Keşke onu dinlemiş olsaydık, ya da aklımızı çalıştırsaydık şimdi bu kızgın ateşe arkadaş olanlar arasında olmazdık.” Suçlarını itiraf ettiler. Def olsunlar, o kızgın ateşe arkadaş olanlar!”(Mülk 67/6-11) En’âmda göz vardır, ama basiret yoktur. Âyetler basirete vurgu yapar. Basiret, baktığı şeyi kavramadır. Eğer en’âm yani koyun sığır ve deve, elinde bıçakla gelen kişinin kendini keseceğini kavrasaydı neler olurdu? Yanındaki ineğin kesildiğini gören bir boğa, hiçbir şey olmamış gibi otlamaya devam eder miydi? Ama insanlar, bir katilin elini kolunu sallayarak dolaşmasına razı olmazlar. İşitme, duyduğu sesleri sınıflandırıp anlamını kavramadır. En’âmda bu da yoktur. Yukarıda ana karıncanın uyarısı ve hüdhüd kuşunun değerlendirmesi, onların insan gibi işitme ve basiret sahibi olduklarını gösterir. Ama onlarda hayatlarına yön çizecek karar merkezi durumundaki kalp yoktur. Bu açıdan en’âm ile aynı konumdadırlar. İnsan farklıdır; o, duyularıyla elde ettiği bilgilere göre hayatına yön verir. Önünde iki yol vardır; ya doğrulara uyacak, ya da doğruları kendine uyduracaktır. Eğer bir düşünce ve anlayışa esir olmuşsa hür karar veremez. Evrensel doğruların yerini kendi doğruları veya bağlı olduğu cemaatin doğruları alır. Asıl körlük ve sağırlık budur. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Onlar yeryüzünde hiç gezip dolaşmadılar mı ki kalpleri olsun, onunla düşünsünler; ya da kulakları olsun, onunla duysunlar. Aslında kör olan gözler değildir. Kör olan, göğüslerdeki kalplerdir.” (Hac 22/46) Gözler ve kulaklar kalbin danışmanıdır. Göz doğruları görür, kulak doğruları işitir ama, kalp bunları dikkate almayabilir. O zaman görmenin ve iştimenin bir faydası olmaz. Hatta kalp, doğruları görmeye ve işitmeye tahammül edemez hale de gelebilir. Asıl vurgunun, işitmeye ve görmeye değil kalbe yapılması ve imanın kalp ile tasdik olması bundandır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Eski halkının çekilmesinden sonra o toprağa yerleşenler için şu gerçek belli olmadı mı? Eğer istesek günahlarına karşılık onları da çarpardık. Ama kalpleri üstünde yeni bir tabiat oluştururuz, artık işitmezler.”(A’raf 7/100)
__________________
De ki: “Ey kâfirler! Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam. Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız. Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz. Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.” Kâfirûn Sûresi |
14. November 2012, 04:46 AM | #26 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 386 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23 |
14. AKLINI KULLANMAYANIN HALİ
Allah Teâlâ şöyle buyurur: وَمَثَلُ الَّذِينَ كَفَرُواْ كَمَثَلِ الَّذِي يَنْعِقُ بِمَا لاَ يَسْمَعُ إِلاَّ دُعَاء وَنِدَاء صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لاَ يَعْقِلُونَ . Ayette geçen na’q (نعق ينعِق); hem karganın ötmesi; hem de çobanın davara bağırması ve onu engellemesi anlamına gelir[1]. Tefsirler kelimeye ikinci anlamı vererek âyeti anlaşılamaz hale getirmişler sonra kendilerini, metne uygun olmayan anlamlara zorlamışlardır. Türkçe meallerden örnekler verelim: Diyanet Vakfı’nın meali: (Hidayet çağrısına kulak vermeyen) kâfirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer. Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple düşünmezler[2]. Bu mealde (نعق)’ye çobanın davara bağırması anlamı verilmiştir. O zaman kafirleri çobana benzetmek gerekir, o bağırtıyı işiten hayvana değil. Bu sebeple tercüme Arap dili bakımından kabul edilemez. Elmalılı Muhammed Hamdi YAZIR: “O kâfirlerin meseli sade bir çağırma veya bağırmadan başkasını duymaz bir kulakla haykıranın hâline benzer, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, akıl da etmezler[3].” Hiçbir varlık kulak ile haykıramayacağından bu tercüme de doğru değildir. Ömer Nasuhi BİLMEN: “Ve kâfirlerin meseli, o hayvanların meseli gibidir ki, çağırmadan, bağırmadan başka bir şey işitmeksizin haykırır durur; sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık onlar düşünemezler[4].” cümlesi,الَّذِي يَنْعِقُ بِمَا لاَ يَسْمَعُ إِلاَّ دُعَاًءً وَنِدَاءً “…çağırmadan, bağırmadan başka bir şey işitmeksizin haykırır durur;” şeklinde tercüme edilemez. Suat YILDIRIM: “İnkârcıları hakka çağıranın durumu, tıpkı bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyen hayvanlara haykıran kimsenin durumu gibidir. Sağır, dilsiz ve kördür onlar. Bundan ötürü akledip anlayamazlar[5].” Bu mealde yukarıdaki hatalara düşülmemiş ama daha büyük bir hata yapılmış; وَمَثَلُ الَّذِينَ كَفَرُواْ(ve mesel’ullezîne keferû)ibaresi, “İnkârcıları hakka çağıranın durumu” şeklinde tamıtamına ters bir anlama çekilmiştir. Meallerin her biri, eski tefsirlerdeki hataları günümüze taşımışlardır. Bu yanlışların sebebi, ayetler arası ilişkilere dikkat edilmemesidir. Eğer dikkat edilseydi aşağıdaki ayette yer alan benzetmeden hareketle doğru anlama ulaşılırdı. Allah Teâla, şöyle buyurur: “Cinlerden ve insanlardan bir çoğunu gerçekten Cehennem için yaratmış olduk. Onların kalpleri vardır, onunla kavramazlar. Onların gözleri vardır, onlarla görmezler. Onların kulakları vardır, onlarla işitmezler. Onlar en’am gibidirler; hayır, daha da düşüktürler[6]. Gafiller işte onlardır.”(A’raf 7/179) En’âm, koyun, sığır ve deve demektir[7]. Türkçe’de bunun tek bir karşılığı yoktur. Bir çok meâl, “dört ayaklı” diye tercüme etmiştir. Dört ayaklı tanımına kedi, köpek, vahşi hayvanlar vs. de gireceğinden bu tercüme doğru olmaz. Koyun, sığır ve deve faydalı hayvanlardır. Kâfirler bunlardan da düşük sayıldığına göre âyette en’âmdan düşük bir hayvana işaret aranmalıdır. Bakara 171’deki (ينعِق= yen’iqu) karganın ötmesi anlamına geldiğine göre aranan hayvan bulunmuş olur. Gerçekten de karga en’âm’dan düşüktür. Çünkü leşle beslenir. Küçük kuşları, yumurtaları ve civcivleri yer. Yiyecek aramak için çöplükleri karıştırır. Tahıl bitkilerine, meyve ağaçlarına, sebzelere ve bağlara büyük zarar verir. Gelişmiş psişik yetenekleri vardır, kolayca evcilleştirilebilir[8]. Kâfirleri tanımlayan şu âyet onlarda, kargaya benzer özellikler görür: “… İş başına geçti mi, ortalığı karıştırmak, kaynakları tahrip etmek ve nesilleri bozmak için gayret gösterir.”(Bakara 2/205) Âyetler arası ilişkiye dikkat etmeyenler, yukarıda geçen, A’raf 179. âyete; “Onlar; bunlardan da sapıktırlar” veya “Onlar; bunlardan da şaşkındırlar” şeklinde anlam vermişlerdir. Koyun, sığır ve deveye, sapık veya şaşkın demenin haklı gerekçesi olamayacağı için o meâl de yanlış olmuştur. Kâfir – karga ilişkisi, Habil – Kabil olayında da vardır. Yoldan çıkarak kardeşi Habil’i öldürmüş olan Kabil kendini, karga kadar olamamakla suçlamıştır. Bu olayı anlatan âyetler şöyledir: “Onlara, Adem'in iki oğlunun olayını anlat: Bir gün birer kurban sundular; birininki kabul edildi, diğerininki edilmedi. Kabul edilmeyen, "Ne olursa olsun, seni öldüreceğim" dedi. Öteki: "Allah, sadece sakınanlarınkini kabul eder" dedi. “İnan ki, beni öldürmek için elini kaldırsan, ben seni öldürmek için el kaldırmam. Ben Allah’tan, varlıkların sahibinden korkarım". İsterim ki, hem benim günahımı, hem de kendi günahını yüklenip o cehennem ateşinin arkadaşlarından olasın. Zalimlerin cezası budur". Sonra ötekisi nefsine uydu ve kardeşini öldürdü… Kaybedenlere karıştı gitti. Derken Allah, yeri eşeleyen bir karga gönderdi. Bu ona, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini göstermesi içindi. "Yazık bana!” dedi. “Şu karga kadar da mı olamadım ki, kardeşimin cesedini gömeyim?" Nihâyet ettiğine pişman oldu.”(Mâide 5/27-31) [1] İbn Manzur, Lisanu’l-arab نعق mad. [2] Ali Özek ve arkadaşları, Kur’ânı Kerim ve Açıklamalı Meâli. [3] Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, c. I, s. 582-583. [4] Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’ân-ı Kerim ve Meâl-i Âlisi, Ankara 1997. [5] Suat Yıldırım, Kur’ân-ı Hakîm ve Açıklamalı Meâli, İstanbul 1998. [6] Daha düşük diye tercüme edilen (الأضل)’in kökü olan dalâlet, Arapça’da, yoldan çıkma ve düşük seviyede olma anlamınadır. (Lisanu’l-arabضللmad.) [7] Müfredât,نعم mad. [8] Büyük Larousse Sözlük Ve Ansiklopedisi, İstanbul 1986, c. XI, s. 6423.
__________________
De ki: “Ey kâfirler! Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam. Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız. Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz. Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.” Kâfirûn Sûresi |
14. November 2012, 04:47 AM | #27 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 386 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23 |
15. İÇİNDE OLANDAN SORUMLU OLMA
Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. İçinizde olanı açığa vursanız da, gizleseniz de Allah sizi ondan hesaba çekecektir. Sonra dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah’ın gücü her şeye yeter.”(Bakara 2/284) Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dedi: “Bakın, vücutta bir et parçası vardır. O iyi olursa vücudun tamamı iyi olur, o bozulursa vücudun tamamı bozulur. İşte o kalptir[1].” İçinde olan ile içinden geçen aynı değildir. İçinde olan; iman, küfür, sevgi, nefret, kin, iyi niyet gibi hayata yön veren şeylerdir. İçinden geçen ise genellikle şeytan vesvesesidir. Bazen içinize öyle şeyler gelir ki “acaba kafir mi oldum?” dersiniz. Bu, doğru yolda olduğunuzu gösterir. Çünkü şeytan, Kıyâmete kadar süre alınca şöyle demişti: “... And olsun onlar için, senin doğru yolunun üstünde oturacağım. Sonra onlara; önlerinden, arkalarından, sağla*rından, sollarından sokulacağım. Onların çoğunu sana şükreder bulamayacaksın.”(Araf 7/16-17) Şeytana izin verildiği için ves*vesesine engel olunamaz. Bundan peygamberler de kurtulamazlar. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Senden önce gönderdiğimiz bir tek nebi ve elçi yoktur ki, bir şeyi kursun da şeytan onun kurgusuna vesvese karıştırmış olmasın. Al*lah şey*tanın karıştırdığını giderir, sonra âyetlerini pekiştirir. Allah bilendir, hakîm*dir.”(Hac 22/52) Şeytan vesvesesinden kurtulmaya güç yetmeyeceği için onun sorumluluğu olmaz. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Allah, kimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemez.”(Bakara 2/286) [1] Müslim, Müsakât, 107.
__________________
De ki: “Ey kâfirler! Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam. Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız. Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz. Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.” Kâfirûn Sûresi |
14. November 2012, 04:48 AM | #28 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 386 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23 |
16. CUMARTESİ YASAĞI
Allah Teâlâ şöyle buyurur: “İçinizden cumartesi yasağını çiğneyenleri elbette bilirsiniz. Bu sebeple onlara "aşağılık maymunlar olun!" demiştik. Bunu yaptık ki, hem orada olanlar ve olmayan*lar için caydırıcı bir ceza, hem de sakınanlar için bir öğüt olsun.”(Bakara 2/65–66) Yahûdi lerde cumartesi günü av yasağı vardı. Davûd (a.s.) zamanında sahil kenti olan Eyle'de[1] Yahûdi ler yaşardı. Yılın bir ayında her taraftan oraya balıklar akın eder, neredeyse su görün*mez olurdu. O ayın dışında ise sadece cumartesi günleri balık gelirdi. Derken deniz kenarında havuzlar kazıp arklar açtılar. cumartesi havuzlar balıkla dolar, pazar günü avlar güya yasağı çiğnememiş olurlar ama yine de cezalandırılacaklarından korka korka balıklardan yararlanırlardı. Zamanla evlatlar babaların yolundan gitti, zengin oldular. Bunu hoş karşılamayanlar vazgeçirmeye çalıştılarsa da vazgeçmediler. "Çoktandır bunu yapıyoruz, Allah'tan bir ceza gelmedi." Dediler. "Aldanmayın, belki bir azap gelir, yok olursu*nuz." dendi. Bir sabah alçak maymunlar haline geldiler. Üç gün böyle yaşadılar, sonra yok olup gittiler[2]. Bir bölük mücadeleyi sürdürdü. “Aralarından bir (başka) bölük şöyle di*yordu: "Allah'ın yok edeceği veya şid*detli azaba uğratacağı bir topluma niçin öğüt veriyorsunuz?" Öğüt verenlerin buna cevabı şöyle olmuştu: "Bu, Rabbinize, hiç değilse bir özür beyan edebilme*miz içindir, belki Allah'a karşı gelmekten sakınırlar.” Âyetler şöyle devam ediyor “Kendilerine yapılan öğütleri unutunca, biz fe*nalıktan men edenleri kurtardık ve zalimleri, Allah'a karşı gelmelerinden ötürü şiddetli azaba uğrattık. Konan yasakları aşınca, onlara: "Aşağılık maymunlar olun" dedik.”(A’raf 7/165-166) [1] Kutsal Kitap’ın Türkçe baskısına (Kitab-ı Mukaddes Şirketi, İst. 2001) eklenen haritaya göre bu yerin adı Eylat’tır. [2] Fahrüddin er-Râzî, Tefsir-i kebîr, Bakara 64-65’in tefsiri.
__________________
De ki: “Ey kâfirler! Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam. Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız. Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz. Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.” Kâfirûn Sûresi |
14. November 2012, 04:49 AM | #29 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 386 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23 |
17. BAKARA (Kurbanlık Boğa) OLAYI
Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Bir gün Musa ulusuna dedi ki: “Allah size bir sığır kesmenizi emrediyor”. "Sen bizimle eğleniyor musun?" dediler. "Kendini bilmez biri olmaktan, Allah'a sığınırım" dedi. Dediler ki: "Bizim için Rabbine sor, o nasıl bir şeydir, bize açıklasın". Dedi ki: "O bir sığırdır, diyor. Ne yaşlı, ne körpe. İkisinin ortası bir şey”. “Haydi, emri yerine getirin!" "Bizim için Rabbine sor, o ne renktir, bize açıklasın" dediler. Dedi ki: "O, sarı bir sığırdır, diyor. Sapsarı renkte. Görenlere zevk verir”. "Bizim için Rabbine sor, o nasıl bir şeydir, bize açıklasın! Bize göre, sığır sığıra benzer. Allah dilerse, hedefi tam tuttururuz" dediler. Dedi ki: “O bir boğadır” diyor. "Ne koşulup toprağı sürmüş, ne de ekin sulamıştır. Sapasağlam, alacası da yok”. "Tamam! Şimdi doğru açıklamayı getirdin, dediler”. Nihâyet onu kestiler. Neredeyse yapmayacaklardı.”(Bakara 2/67-71) بَقَرَةٌ (bakara),بَقَر= bakar‘ın tekilidir, sığırdemektir. Erkeğine (ثور = sevr) denir[1]. Âyetteki (تُثِيرُ الأَرْضَ = tusîru’l-arda) ifadesi bu sığırın erkek olduğunu gösterir. Çünkü (ثور = sevr) ile (تُثِيرُ= tusîru) aynı köktendir. (وَلاَ تَسْقِي الْحَرْثَ= velâ tesqi’l-hars) ikinci kanıttır. Yani öyle bir sığır ki; "Ne koşulup toprağı sürmüş, ne de ekin sulamıştır.” Bunları yapacak kabiliyette ama yapmamıştır. Bu bir boğadan başkası olamaz. Fiillerin müennes olması بَقَرَةٌ nın müennes-i lafzî olmasından dolayıdır. Memfis’te Apis adı verilen boğaya tapılırdı. Memfis, Kahire. ’nin 35 km. güneyinde, Nil üzerinde yer alan eski Mısırkentidir. Bu inanç daha sonra Mısır’ın diğer bölgelerine yayılmıştı. Apis bir tane olur ve ölen Apis’in başka bir boğanın bedeninde yeniden dünyaya geldiğine inanılırdı. Yeni boğayı rahipler otlaklarda arar, belirgin özellikleriyle diğerlerinden ayırır, bulurlardı[2]. Tevrat'ta konu ile ilgili şu ifadeler vardır: "Mısır'da bildirin, Migdol'da duyurun, Nof'ta[3], Tahpanhes'te duyurun: Yerini al, hazırlan, çünkü çevrendekileri yiyip bitiriyor kılıç! İlahın Apis neden kaçtı? Boğan neden ayakta kalamadı? Çünkü Rab onu yere serdi." (Yeremya 46/14) Bakara’nın âyetleri Apis özelliğinde bir boğanın kesilmesini emretmektedir. Böylece o batıl inanç ortadan kalkacaktı. Çünkü Musa aleyhisselam, 40 günlüğüne Tur’a gidince İsrail oğulları, Harun aleyhisselama rağmen buzağı heykeli yapıp tapmışlardı. “...buzağı tutkusu onların içlerine işlemişti...” (Bakara 2/93) Böyle olmasa, o sığırı kesmemek için bahane aramazlardı. Hindular, ineğe saygı gösterirler. Bir inek camiye girse çıkarılması sıkıntı doğurur. Hindistan’da 250 milyon kadar inek olduğu belirtiliyor. Hint yönetiminin, ineği asıl konumuna getirmek için uğraştığı ama başarılı olamadığı bildiriliyor[4]. Müslümanların her yıl kutladığı kurban bayramı bu bakımdan önemlidir. İnsanların bir kesimi tarafından kutsanan hayvanları kurban kesen Müslümanlar bu tür inançlardan sürekli uzak kalmaktadır. Kurbanla ilgili şu âyet pek anlamlıdır: “O kurbanların ne etleri, ne de kanları Allah’a erişecektir. Ona erişecek olan, sizin (şirkten) korunmanızdır.”(Hac 22/37) Kurban bayramı kurbanında önemli olan hayvanın kanını akıtmaktır. Etin yenmesi veya fakirlere dağıtılması şart değildir. Bu sebeple kurbanı kesip etini kendi yiyen veya öylece bırakıp kimseye yedirmeyen kişi de kurban kesmiş olur. Ama kurban kesmeden tonlarca eti fakir fukaraya ve eşe dosta dağıtan kişi kurban kesme görevini yerine getirmiş olmaz. [1] Müfredât,بقر mad. [2] Büyük Larousse Sözlük Ve Ansiklopedisi, c. II, s. 712. [3] Nof, Memfis'in diğer adıdır. Bu husus, Tevrat'ın dipnotlarında ve ekindeki haritada yer almaktadır. (Kutsal Kitap, Yeni Çeviri, İstanbul, 2001) [4] Günay Tümer, Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, Ankara 2002, s. 145.
__________________
De ki: “Ey kâfirler! Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam. Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız. Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz. Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.” Kâfirûn Sûresi |
14. November 2012, 04:50 AM | #30 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 386 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23 |
18. UYKU ÖLÜM İLİŞKİSİ
Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Sığırın bir parçası ile o ölüye vurun, dedik. İşte Allah ölüleri böyle diriltir. Size belgelerini gösterir. Belki aklınızı kullanırsınız.”(Bakara 2/73) “… İşte Allah ölüleri böyle diriltir.”hükmü önemlidir.Ahirette ölüler, bir sığır parçasının vurulması ile diriltilmeyeceklerdir. Onunla olsa olsa, uyuyan bir ikişi uyandırılabilir. Öyleyse ölülerin diriltilmesi, uyuyanın uyanması gibi olabilir. Çünkü âyetlere göre ölüm bir uyku, kabir. uyuma yeri, öldükten sonra dirilme de uykudan kalkma gibidir. Bir âyet şöyledir: “Geceleyin sizi öldüren ve gündüzün ne yap*tığınızı bilen odur. Sonra belirli süre doluncaya kadar gündüzün sizi kaldırır.”(En'am 6/60) Kıyâmetin anlamı kalkıştır. Öldükten sonra dirilme yataktan kalkış, sura üfleme de kalk borusunun çalması gibidir. Yukarıdaki âyet, yeni öldürülmüş ve vücudu henüz bozulmamış kişinin diriltilmesinden bahsediyor. Allah Teâlâ kudretiyle onun tahrip olmuş organını düzeltmiş ve ruhu vücuda göndermiştir. İşte ölülerin yeniden dirilmesi böyle olacaktır. Önce kişinin vücudu canlı hale getirilecek, sonra ruhu, uykudan uyanır gibi bedene döndürülecektir. İnsan, sulanmış topraktan (tîn) yaratılmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Yarattığı her şeyi güzel yaratan odur. İnsanı yaratmaya tînden başlamıştır. Sonra onun soyunu süzülmüş bir özden, dayanıksız bir sudan yaratmıştır.”(Secde 32/7-8) Tîn, su ile toprağın karışmış halidir[1]. Su toprağa karışmazsa hayat olmaz. Bütün yiyecekler bu şekilde oluşur. Dolayısıyla sadece Adem değil, her insan topraktan yaratılmıştır. Gıdalardan süzülen bir öz, insan tohumunu oluşturur. Tohum ana rahminde, topraktan gelen gıdalarla gelişir. Vücut ölünceye kadar toprak ve su ile beslenir. Ondan ayrılan her şey, tekrar toprak olur. Yeniden yaratılma da topraktan olacak ve insan bitkilerin çıkması gibi yeryüzüne çıkacaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Sizi topraktan yarattık, ona iade edeceğiz ve sizi bir kere daha ondan çıkaracağız.” (Taha 20/55) 18.1. İnsan Ruhu Vücut, ana rahminde belli bir kıvama geldikten sonra Allah ona ruh üfler. Yukarıdaki âyetlerin devamı şöyledir: “Sonra onu düzenli bir şekle sokmuş ve içine ruhundan üflemiştir. Sizin için kulaklar, gözler ve gönüller var etmiştir. Ne kadar az şükrediyorsunuz!”(Secde 32/9) 18.2. Ölüm ve Uyku Ruh, vücudu ev gibi kullanır. Uykuya dalınca çıkar gider. Uyanma sırasında tekrar gelir. Ölen vücut, yıkılan ev gibidir. Yeniden yaratılıncaya kadar ruh oraya dönmez. Şu âyet bunu anlatmaktadır: “Allah ölüm esnasında ruhları alır, ölmeyen*lerinkini de uykuda alır. Ölümüne hükmettiğini tutar, ötekini belli bir vakte kadar salıverir.(Zümer 39/42) Âyete, daha açık olarak şu meâl verilebilir: “Allah ölümü esnasında nefsleri vefat et tirir, ölmeyen* nefsin vefatı uykudadır. Ölümüne hükmettiği nefsi tutar, ötekini belli bir vakte kadar salıverir.” Âyette hem mevt, hem vefat kelimeleri geçer. “Nefisler” hem (يتوفي = yeteveffa) fiilinin mef’ûlü hem, mevtin (موت) ve (منام = menam)ın yani uykunun fâilidir. Buna göre bir kişide iki nefis vardır. Biri vefat ettirilen nefis, diğeri de uyuyan ve ölen nefistir. Ayetler arası ilişkiler iyi kurulursa görülür ki, uyuyan veya ölen beden, vefat ettirilen ise ruhtur. Vefat’ın kökü vefâ (وفى)‘dır. Vefâ Arapça’da bir şeyin tamamına ulaşma anlamınadır. Vefat ettirmek yani teveffi = (توفي); işini tamamlatmaktır. Ölüm veya uyku sırasında ruhun yapacağı bir iş kalmadığı için Allah onu bedenden çekip alır. Mevt (موت), canlılığın kaybolması yani ölüm demektir. Uyuyan ve ölen bedendir. Ruh ne ölür, ne de uyur. İnsan, ruh ile bedenin birleşimidir. Bunların her ikisine de nefs denir. Kur’ân bize, ölmüş bedenden ayrılan bir ruhun yapacağı şu konuşmayı bildirir: “Onlardan birine ölüm gelince der ki: «Rabbim! Beni geri çeviriniz. Belki terkettiğim dünyada iyi bir iş yaparım. Hayır; bu onun söylediği sözdür. Arkalarında yeniden dirilecekleri güne kadar berzah (engel) vardır.”(Müminun 23/99-100) Ruh ile vücudun ilk birleşmesi ana rahminde olur. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Allah sizi topraktan, sonra bir meni parçasından yarattı. Sonra eşleşmiş hale getirdi.” (Fâtır 35/11) Ahirette beden tekrar yaratılınca eşleşme de tekrarlanacaktır. Bu, Nefisler eşleştiği an…” (Tekvir 81/7)diye bildirilen andır. Uyku, dinlenmek için zorunludur. Ölüm de bozulmayan, ihtiyarlamayan ve hasta olmayan ölümsüz yani Ahiret hayatına uygun bir vücuda sahip olmak için zorunludur. Kişi, bu işin göz açıp kapayıncaya kadar bittiğini sanır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “O saatin oluşu ancak bir göz kırpması kadardır, belki ondan da az. Çünkü Allah’ın gücü her şeye yeter.”(Nahl 16/77) Yeniden dirilme bu dünyada olur ve ruh o zaman bedenle eşleşir. O zaman kişi kendini, uykudan uyanmış gibi hissedecektir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Sura üflenmiştir. İşte o zaman kabirlerinden Rablerine doğru koşup giderler. Yazık oldu bize! Bizi uyuduğumuz yerden kim kaldırdı? derler.” (Yasin 36/51-52) Kişinin algılaması açısından uyku ne ise ölüm de odur. Yukarıdaki âyetler bunu anlatmaktadır. [1] Ragıp el-İstafahani, Müfredât طين mad.
__________________
De ki: “Ey kâfirler! Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam. Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız. Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz. Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.” Kâfirûn Sûresi |
Bookmarks |
Etiketler |
bildiğimiz, doğru, işığında, kur’an, yanlışlar |
|
|