hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > TASAVVUF > Tasavvuf Araştırmaları

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 9. November 2012, 09:22 PM   #1
sevginur
Uzman Üye
 
sevginur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 386 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23
sevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud of
Standart Kur’an Işığında Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

ÖNSÖZ




بسم الله الرحمن الرحيم



الحمد لله رب العالمين و الصلاة و السلام على رسولنا محمد و على آله و صحبه أجمعين.



Dinimizin bir kitabı, bir de peygamberi vardır. Kitab’ını korumayı Allah üstlenmiştir. O, şöyle buyurur:

“O Zikri (Kurân’ı) biz indirdik. Ne olursa olsun onu koruyacak olan da biziz.” (Hicr 15/9)

Peygamber
Kur’ân’a uymak ve onu tebliğ etmekle görevlidir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: Onlara bir ayet getirmediğin zaman “bir yerden derleseydin ya?” derler. De ki :

“Rabbim
tarafından bana ne vahyedilirse ben ona uyarım.”
(A’raf 7/203)

Peygamberimiz, Kur’ân’a uymak zorunda olduğu için onun söz ve uygulamalarını aktaran Sünnetini, Kur’ân ışığında değerlendirmek gerekir. Bu yol, uydurma veya yanlış rivayetlerden korunmayı sağlar.
Akaid, fıkıh, kelam ve sair konularda oluşmuş mezhepler ve her mezhebe ait kitaplar vardır. Bunları da Kitap ve Sünnet ışığında değerlendirerek yanlış görüş ve yorumlardan korunmak gerekir.
Bu kitabı inceleyenler, dini kitaplarda yer alan yanlış görüşlerin eskiye dayandığını göreceklerdir. Bunun böyle olacağını Kur’ân haber vermiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“O gün Elçidiyecek ki, “Ya Rabbi, be*nim kavmim bu Kur’ân'ı kendi*lerinden uzak tuttu*lar.” (Furkan 25/30)

İbn Abbâs’ın bildirdiğine göre bir gün Peygamberimiz şöyle bir konuşma yaptı: “Sizler yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak toplanacaksınız. Tıpkı âyette,

İlkin yaratmaya nasıl başladıysak öylece yeniden yaratacağız. Bu bizim verdiğimiz sözdür; onu yerine getireceğiz.
(Enbiya 21/104

)
dendiği gibi. Kıyâmet günü ilk giyindirilecek olan İbrahim’dir. Ashabımdan bir grup sol tarafa alınacak, ben “Ashabım! Ashabım!” diyeceğim. Allah Teâlâ diyecek ki;

“Bunlar, senin ayrılmandan sonra sürekli geriye gittiler.” Ben de salih kul İsa’nın dediği gibi diyeceğim
: “... İçlerinde bulunduğum sü*rece onları görüyordum. Beni vefat ettirince gö*ren yalnız sen oldun. Sen her şeyi görüp gözetirsin. Eğer azab edersen, onlar senin kullarındır. Bağışlarsan şüphesiz sen güçlüsün, doğruyu yaparsın.”
(Mâide 5/117-118) (Buhari, Enbiya, 8)

Dini menfaatlerine alet edenler eksik olmaz. Siyasi, sosyal, maddi vs. her ne suretle olursa olsun, dini menfaatlerine alet edenler, dine zarar verirler. Bunlar eğer ilim sahibi ve etkili kimselerden olurlarsa zararları büyük ve kalıcı olur. Kimin ne niyette olduğu bilinemediğinden, ihtiyatı elden bırakmamak, din adına ortaya konmuş görüş ve uygulamalara şüpheci bir tavırla yaklaşmak gerekir.
Bu şüphe yüzünden Kur’ân’ı anlama metodu diyebileceğimiz tefsir usulünü gözden geçirdik ve gördük ki, muhkem, müteşâbih, mesânî ve nesih gibi temel kavramlar, ilgili âyetlerden uzak bir biçimde tanımlanmışlar. Bu tespit bizim, Kur’ân’ı açıklama usulünü, Kur’ân’dan bulup çıkarmamızı sağladı. Kitabın son bölümünü oluşturan bu usül, bir çok şeyi düzeltecektir.

Beyaz bir sayfa açmaya çalıştık. Bu sebeple kitap, baştan sona yeniliklerle doludur. Esas yenilik, her konunun Kur’ân-Sünnet bütünlüğü içinde ele alınmasıdır.

Çalışmalarımızı, Süleymaniye Vakfı’ndaki uzmanlarla birlikte yürütmekteyiz. Bunlar arasında Arapça’yı, Kur’ân’ı, Sünneti, tarihi, fıkhı, akaidi, ekonomiyi, felsefe vs.yi iyi bilenler vardır. Çalışmalara esnaf, sanayici, işçi -memur ve vasıfsız vatandaşların da katkısı olmuştur. Dünyanın her yerinden Vakfın internet sitelerine akan sorular, insanların sıkıntılarını ve beklentilerini tespit etmemize yaramaktadır. Bu sebeple en zor konuları, her insanın anlayacağı şekilde sunmaya çalıştık.

Hedefimiz, kimliğine bakmadan, Kur’ân’ı her insana ulaştırmak ve tebliğ etmektir. İnsanların yazdığı kitaplardan öğrenilmekte olan dini, Allah’ın kitabından öğrenmenin büyük bir zihniyet değişikliğine sebep olacağına inanıyoruz.
Gayret bizden, başarı Allah’tandır.




Abdulaziz BAYINDIR



İSTANBUL 16.03.2006
__________________
De ki: “Ey kâfirler!
Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam.
Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız.
Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz.
Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.”
Kâfirûn Sûresi
sevginur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
sevginur Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 3 Kisi:
Bilgi (14. November 2012), hiiic (9. November 2012), Miralay (15. November 2012)
Alt 9. November 2012, 09:23 PM   #2
sevginur
Uzman Üye
 
sevginur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 386 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23
sevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud of
Standart

GİRİŞ

Allah Teâlâ şöyle buyurur:
وَمَنْ يَعْشُ عَن ذِكْرِ الرَّحْمَنِ نُقَيِّضْ لَهُ شَيْطَانًا فَهُوَ لَهُ قَرِينٌ.
وَإِنَّهُمْ لَيَصُدُّونَهُمْ عَنِ السَّبِيلِ وَيَحْسَبُونَ أَنَّهُم مُّهْتَدُونَ .

“Kim Rahman’ın Zikri’ni (Kur’ân’ı) bulanık görürse başına bir şeytan sararız. O onun arka*daşı olur. Onlar bunları yoldan çevirirler ama bunlar doğru yolda olduklarını hesap ederler.”(Zuhruf 43/36-37)

Ayetteki (يعش) = ya’şu, (ذكرالرحمن) = zikr’ur-Rahman ve (نقيض) = nukayyid kelimeleri önemlidir. (يعش) aşâ, kökünden, gözün dumanlı olması, iyi görememesi veya kör olması anlamınadır[1]. (ذكرالرحمن), Rahmân’ın Zikri demektir. Zikir, kafaya yerleştirilip kullanıma hazır tutulan bilgidir. Onu akla ve dile getirmeye de zikir denir[2].Kafalara yerleşip kullanıma hazır tutulacak asıl bilgi Allah’ın Kitabında olandır. Bu sebeple İlâhî kitapların ortak adı Zikir’dir[3]. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Bilin ki, kalplerin yatışıp rahatlaması Allah’ın zikri ile olur.” (Ra’d 13/28)

Kendini ve çevresini dikkatle gözlemleyenler, Allah’ın Kitabındakine benzer bilgilere ulaşırlar. Çünkü gözlemlenen o şeyler de birer âyettir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Biz onlara âyetlerimizi, hem çevrelerinde hem de kendi içlerinde göstereceğiz; sonunda onun gerçek olduğu onlar açısından iyice anlaşılacaktır
. (Fussilet 41/53)


Bu bilgiler fıtrata, yani yaratılış, değişim ve gelişim kanunlarına tam uyduğu için kişiyi rahatlatır ve tatmine ulaştırır. İşte Allah’ın dini budur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Sen yüzünü dosdoğru bu dine, Allah’ın fıtratına çevir. O, insanları ona göre yaratmış*tır. Allah’ın yarattığının yerini tutacak bir şey yoktur. İşte sağlam din bu dindir. Ama in*sanların çoğu bunu bilmez*ler.”(Rum 30/30)


(قيض): (نقيض= kayd) kökündendir. Kayd, yumurtayı saran dış kabuktur[4]. Ayette geçen; (نقيض له شيطانا = nukayyid lehû şeytânen) ifadesi, “şeytanın onu, yumurta kabuğu gibi sarmasına fırsat veririz” demek olur.
Doğru yol, şeytanın çalışma sahasıdır. İblis, Allah’tan Kıyâmete kadar yaşama izni alınca şöyle demişti: “.

.. And olsun, insanlar için senin doğru yolunun üstünde oturacağım. Sonra onlara; önlerinden, arkalarından, sağla*rından, sollarından sokulacağım. Göreceksin, çoğu sana teşekkür etmeyecektir.”
(A’raf 7/16-17)

Allah da şöyle demişti:

“Çık oradan; yerilmiş ve kovulmuş olarak. Hele onlardan biri sana uysun, sizin hepinizi Cehenneme dolduracağım.”
(A’raf 7/18)


Şeytan insandan ve cinden olur[5]. Cinden olanını kovmak için Allah’a sığınmak yeterli olur. Ama insan şeytanı ile mücadele zordur. En zoru da dini söylemle karşımıza çıkanlardır. İlahi dinleri bozanların tamamı, bu işi, dindar gözükerek yapmışlardır.
Şimdi âyeti tekrar okuyalım:

“Kim Rahman’ın Zikri’ni (Kur’ân’ı) bulanık görürse başına bir şeytan
sararız. O onun arka*daşı olur. Onlar bunları yoldan çevirirler ama bunlar doğru yolda olduklarını hesap ederler.”(Zuhruf 43/36-37)



Sahabe döneminde, bilinen dünyanın büyük bir bölümü müslümanların hakimiyetine girince yönetimi ve gelirleri paylaşmada ihtilaf çıktı. Üzücü olaylar ve günümüze kadar süren derin ayrılıklar oldu. Peygamberimize yakın kişilerden Ömer, Osman ve Ali (ra), halife iken, torunu Hüseyin de daha sonra, Kerbelâ’da şehit edildi.

Cemel
ve Sıffin savaşlarında yetmiş bin kadar müslüman birbirini öldürdü. Herkes haklılığına Kur’ân’dan delil getirme ihtiyacı içindeydi. Bu ortamda ilim, siyasetin emrine girdi. Bir taraf, sahabenin önemli bir bölümünü kafirlikle suçlarken diğer taraf onları bir şekilde masum saydı. İslamı anlama ve yayma işi, yeni müslüman olmuş kimselere kaldı. Mevâlî diye adlandırılan bu kişilerin çoğu Arap değildi.

Bu ayrışmada inançla ilgili mezhepler oluştu. Arkasından diğer mezhepler geldi. Sonra yapı kemikleşti. Kur’ân ve sünnetle meşgul olanlar hür olamadılar, mezheplerin görüşlerine uydular. Öncekilerin görüşleri, Kitap ve sünnete perde oldu ve yukarıdaki ayetin hükmü gerçekleşti. Yanlış yanlışı doğurdu. Müslümanların hayatı hurafeye boğuldu. Sonunda müslümanlar hem Kur’ân ayetlerine, hem de birer kevnî âyet olan, vücudumuzda ve dış dünyadaki âyetlere ilgisiz kaldılar.

Batılıların kevnî âyetleri okumasına kadar birçok şey fark edilemedi. Ne zaman ki onlar kevnî âyetleri okumaya başladılar, o zaman İslam
dünyasının durumu ortaya çıktı. Allah’ın hiçbir âyetini okumayan Müslümanlar, kevnî âyetlerini okuyan Batılılar karşısında şaşkın ve perişan duruma düştüler.

Kevnî âyetleri okumak; insanı, toplumu, toprağı, havayı, suyu, hayvanları, bitkileri ve gökyüzünü araştırıp incelemek ve oralardan bilgi edinmek demektir. Batılılar bu bilgilerle çok şey başardılar ve başarmaya devam ediyorlar.
Peygamberimizin yetiştirdiği bir avuç müslümanın gittiği yerlerin hakim rengi hâlâ İslamdır. Fas’tan Doğu Türkistan’ın en doğusuna kadar bu böyledir. Sözünü ettiğimiz karışıklıklardan sonra değişen anlayışla gidilen İspanya’da ve Osmanlı’nın dört asır kaldığı Batı Trakya’da ise durum farklı oldu.

Batı Trakya’ya İslam yerine müslüman aileler götürüldü. Dört asır sonra bu aileler geri dönmek zorunda kaldılar. Çünkü Kur’ân dışı engellerle sarılı İslam dünyasında ufuklar daralmış; İslam, insanlığa sunulan din olarak değil, hakimiyetin bir unsuru olarak görülmeye başlanmıştı. Bu şartlar altında müslümanlar kendilerine yol gösteremiyorlardı ki başkalarına göstersinler.

Bu kitabı okuyanlar, İslam’ın ilk hali ile bugünkü hali arasındaki farkı göreceklerdir. Ama önce Hıristiyanların başına gelenleri okumak gerekir. Çünkü onları tenkit, müslümanları tenkitten kolaydır.
__________________
De ki: “Ey kâfirler!
Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam.
Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız.
Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz.
Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.”
Kâfirûn Sûresi
sevginur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
sevginur Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 3 Kisi:
Bilgi (14. November 2012), hiiic (9. November 2012), Miralay (15. November 2012)
Alt 9. November 2012, 09:24 PM   #3
sevginur
Uzman Üye
 
sevginur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 386 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23
sevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud of
Standart

1- Bugünkü Hıristiyanlık

Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir:

“Sizden öncekilerin izlerini, kuşkusuz karış karış, arşın arşın takip edeceksiniz. Onlar bir kertenkele deliğine girmiş olsalar, siz de gireceksiniz.

Dedik ki; Yahûdi ve Hıristiyanlar mı?
-Ya kim olabilir? dedi.(Buhari, İ’tisam bi’s-Sünne, 14)


Hıristiyanlıkta şirk en büyük günahtır. “Birinci buyruk şirki yasaklar. Allah’tan başka tanrılara inanılmamasını, Tek olandan başka ilahlara saygı gösterilmemesini ister[6].” İsa şöyle demiştir: “Tanrın olan Rabb’e tap, yalnız ona kulluk et.” (İncil/Luka 4:5-8)


Havariler zamanında İsa, gerçek anlamda insan sayılırdı[7]. Zaten elimizdeki İncil’lerin hiçbirinde onun tanrılığından bahsedilmez. Bunun yolunu açan Pavlus’tur. Milattan sonra 10 yılında doğduğu kabul edilen[8] Pavlus, İsa aleyhisselam ile çağdaş olmasına rağmen, Tarsus’ta yaşadığı için onu görememişti. Azılı bir Hıristiyan düşmanı iken İsa’nın ölümünden kısa bir süre sonra Hıristiyanolduğunu açıkladı. Havarilerin hayatta olmasına ve bütün engellemelere rağmen o, Şam yolunda ansızın gökten parlayan bir nurun çevresini sardığına, İsa'nın ona seslendiğine[9], sonra İsa'ya inandığına ve vaftiz edildiğine[10] insanları inandırabildi. İsa’nın Elçisi olduğunu da kabul ettirerek kendi sözlerini İncil’e sokmayı başardı. Bugünkü İncil’in önemli bir bölümü Pavlus’un mektuplarından oluşur.



Pavlus, Allah’ın dışında tanrıların varlığını kabul etti ve bunlar arasında İsa’yı, kendilerinin tek Rabbi saydı. Onun, bugünkü İncil’de yer alan ifadeleri şöyledir:

“Yerde ya da gökte ilah diye adlandırılanlar varsa da - nitekim birçok ilahlar ve rabler vardır - bizim için tek bir Tanrı Baba vardır. O her şeyin kaynağıdır ve biz O'nun için yaşıyoruz. Tek bir Rab var, O da İsa Mesih'tir. Her şey O'nun aracılığıyla yaratıldı, biz de O'nun aracılığıyla yaşıyoruz[11].”



Pavlus Rab kelimesini ustaca kullanmıştır. Rab sahip demektir. Araplar kö*lenin sahi*bine rab derler. Biz de efendi deriz. Yusuf aleyhisselam, köle olarak Mısır’ın bir devlet yetkilisine satılmış, o yetkilinin karısı Züleyhâ ona aşık olmuş ve beraber olmak istemişti. İlgili ayet şöyledir:


"Evinde bulunduğu kadın onu kendine çağırdı, kapı*ları sıkı sıkı kapadı ve "gelsene" dedi. Yusuf: "Günah işlemek*ten Allah'a sığınırım, doğrusu senin kocan benim rabbimdir; bana iyi bakmıştır. Zalimler iflah olmazlar." dedi.”(Yusuf 12/23)

Rab kelimesi daha çok Allah için kullanılır. Allah’tan başkasına köle olmayı reddedenler, bir başka*sına rab demeyi kabul etmezler. Köle ile sahibi arasındaki ilişki zoraki ilişkidir. Köle, ilk fırsatta hürriyetine kavuşmak ister. Kul ile Allah arasındaki ilişkigönüllü ilişkidir. Yanlışlar peşinde koşanlar, böyle iki anlama gelen kelimeler seçerler ki kendilerini kolay savunsunlar. Bir Hıristiyan, İsa’yı Rab kabul ederse aradaki ilişkiyi gönüllü ilişki haline getireceğinden onu ilah makamına oturtması kolay olur. Pavlus’un bu tavrı İsa’yı tanrılaştırma sürecinin ilk basamağını oluşturmuştur.



Pavlus kendini, İsa Mesih’in kulu ve elçisi sayarak şöyle dedi:



İsa Mesih'in kulu, Tanrı'nın müjdesini yaymak için seçilip elçi olmaya çağrılan ben Pavlus'tan selam! Tanrı, öz Oğlu Rabbimiz İsa Mesih'le ilgili olan bu müjdeyi peygamberleri aracılığıyla Kutsal Yazılarda önceden vaat etti. Bedence Davûd'un soyundan doğan Rabbimiz İsa Mesih'in, kendi kutsal ruhu sayesinde ölümden dirilişiyle Tanrı'nın Oğlu olduğu kudretle ilan edildi. Her ulustan insanların iman edip söz dinlemesini sağlamak için Mesih'in aracılığıyla ve O'nun adı uğruna Tanrı'nın lütfuna ve elçilik görevine sahip olduk[12]”.Söylediğiniz ve yaptığınız her şeyi Rab İsa'nın adıyla, O'nun aracılığıyla Baba Tanrı 'ya şükrederek yapın[13].”

Pavlus, daha ileri giderek şu sözüyle Mesih İsa’yı Allah’a eşit gibi gösterdi: “Mesih, Tanrı özüne sahip olduğu halde, Tanrı'ya eşitliği sımsıkı sarılacak bir hak saymadı[14].”

Pavlus’un yolundan giden Hıristiyanlar, 325’te Ökümenik İznik konsilinde İsa’nın yaratılmış olmadığına, Baba’dan doğduğuna ve onunla aynı özden olduğuna karar verdiler[15]. 451’de toplanan dördüncü Ökümenik Kadıköy konsilinde ise onun gerçek tanrı olduğu şöyle ilan edildi:



“Rabbimiz Mesih İsa’nın mükemmel Tanrılığa ve mükemmel insanlığa sahip, gerçek Tanrı ve gerçek insan olduğunu, akıllı bir ruhtan ve bedenden oluştuğunu, Tanrılık açısından Baba ile, insanlık açısından da bizimle aynı özde olduğunu, günah dışında hepimize her şeyde benzer olduğunu, Tanrılık açısından yüzyıllar öncesinden Baba’dan doğduğunu, insanlık açısından bizim esenliğimiz için bakire Meryem’den doğduğunu oybirliği ile kabul ettiğimizi resmen beyan ederiz[16].”

Bugünkü Hıristiyanlar, şirki iyice özümsedikleri için Pavlus öncesi Hıristiyanlığı kabule yanaşmazlar.

Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurur:


“Allah Meryem’in oğlu Mesih’tir” diyenler tam kâfir oldular. Oysa Mesih şöyle demiştir: “Ey İsrail oğulları! Rabbim ve Rabbiniz olan Allah’a kul olun. Şurası bir gerçek ki; kim Allah’a şirk koşarsa Allah ona cenneti haram eder, varacağı yer ateştir. Zalimlerin yardımcıları da olmaz”.(Mâide 5/72)
__________________
De ki: “Ey kâfirler!
Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam.
Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız.
Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz.
Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.”
Kâfirûn Sûresi
sevginur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
sevginur Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 3 Kisi:
Bilgi (14. November 2012), hiiic (9. November 2012), Miralay (15. November 2012)
Alt 9. November 2012, 09:24 PM   #4
sevginur
Uzman Üye
 
sevginur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 386 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23
sevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud of
Standart

2- Bugünkü Müslümanlar

Sahabe döneminde başlayıp devam eden karmaşa içinde oluşan mezheplerin ihmali yüzünden şirke kapı aralandı. Allah’ın asla affetmeyeceği günah şirk olduğu halde akâidin konusu olarak ele alınıp incelenmedi. Allah’tan başkasına ibadet üzerinde durulmadı. Kur’ân’ın birçok âye*ti, Allah’tan başka*sına dua edip yardım beklemeyi müşriklerin en belirgin özelliklerinden saydığı halde akâidin konuları arasına ne dua girdi ne de istiâne.

Herkes Allah’ı var ve bir bildiği için hiçbir peygamber Allah’ın varlığını ispatla meşgul olmamış, bütün gayretini Allah’tan başka ilah olmadığı üzerinde yoğunlaştırmıştır. Akâid kitaplarında bunun tam tersi yapıldı, Allah’ın varlığını ve birliğini ispat yani “İspât-ı Vâcib” ana konular arasına girdi. Sonunda “lâilahe illallah, yani Allah’tan başka ilah yoktur” inancı, “vücut ve vahdaniyet” yani Allah’ı var ve bir bilme inancına dönüştü. Yeryüzünde Allah’ı var ve bir bilmeyen kimse olmadığı için kafirleri tanıma ve İslam’ın farkını gösterme konusunda zihin karışıklığı ortaya çıktı.

Müşrik, Allah’ı var ve bir bilir ama onu, yeryüzü krallarına benzetir ve kendinden uzak sa*yar. Krala, bir yakını aracılığı ile ulaşıldığı için Allah’a yakın bildiği birini aracı koyar. Hıristiyanların İsa’yı Allah’ın oğlu, Mekkeli müşriklerin putlarını Al*lahh’ın kızları[17], büyüklerinin ruhlarından yardım umanların da onları, Allah’ın dostu say*maları bundandır.



Allah Teâlâ, bugünkü Hıristiyanlar hakkında şöyle buyurur:

"Allah üçün üçüncüsüdür” diyenler tam kafir oldular. Oysa Tek Tanrı’dan başka tanrı yoktur. Eğer bu dediklerinden vazgeçmezlerse, onlardan kafir olanları, elem verici bir azap elbette çarpacaktır.”(Mâide 5/72-73)

Oysa onlara göre Allah birdir; ondan başka Tanrı yoktur[18]. O, gerçeğin kendisidir. Yeri ve göğü tek başına yaratmıştır. Yaratılış düzenini ayarlayan ve dünyayı yöneten odur[19]. O insanlara yakındır[20] ve her şeyi bilir[21]. O her zaman vardır[22], varlığının başı ve sonu yoktur. Her şey varlığını ona borçludur. Sahip olduğumuz her şey ondan gelmektedir[23].O, kendiliğinden var olandır[24]. Allah’ın Baba olarak adlandırılması, her şeyin başlangıcı ve aşkın otorite sahibi olmasından ve tüm çocuklarının üstüne titreyen sevgi dolu iyiliğinden dolayıdır. Allah ne erkektir, ne kadın; Allah, Allah’tır[25].


Böyle demelerine rağmen onların kâfir sayılmalarının sebebi, Allah ile aralarına, Allah’a ait özellikler verdikleri İsa’yı ve Kutsal Ruh’u koymalarıdır.

Hıristiyanlar
şöyle derler: “İsa, Baba’nın yanında Hıristiyanların avukatlığını yapıyor. Onlar lehine aracılık etmek için hep canlıdır. Allah’ın huzurunda daima hazır bulunmaktadır[26]. Kendisi aracılığı ile Allah’a yaklaşanları tamamen kurtarmaya gücü yeter[27].”



Kutsal Ruh ile ilgili olarak Pavlus’un Romalılara mektubunda şu ifadeler yer alır: “Kutsal Ruh, bizim zayıflığımıza yardım eder, çünkü nasıl dua etmemiz gerektiğini bilmiyoruz; ama Ruh’un kendisi sözle anlatılama*yan iniltilerle bizim için şefaat eder. İnsanların yüreklerini araştıran Allah, Ruh’un düşüncesinin ne olduğunu bilir. Çünkü Ruh, Allah’ın isteğine göre kutsallar için şefaat eder[28].

Kur’ân, Mekkeli müşriklerin putları hakkında şöyle dediklerini bildirir:

“Onlara kul olmamız, başka değil sadece bizi Allah’a iyice yaklaş*tırsınlar diyedir.”(Zümer 39/3)

Onlar, ilahlarının Allah’ın yanında kendilerine şefaatçi olacaklarına da inanırlardı.
Allah Teâlâ şöyle buyurur:


Onlar, Allah’tan önce öyle şeye kul olurlar ki, onlara ne faydası olur ne de zararı. Derler ki, ‘Bunlar, Allah katında bizim şefaatçilerimizdir.’ De ki: “Göklerde ve yerde, Allah’ın bilmediği bir şeyi mi ona haber veriyorsunuz?” Allah, onların şirkinden uzaktır ve yücedir.”(Yunus 10/17-18)

Hıristiyanların ve Mekkeli müşriklerin Allah’ı var ve bir kabul etmedikleri söylenebilir mi? Bunun doğurduğu zihin karışıklığı içinde Kur’ân tefsirleri de şirkle ilgili âyetleri anlaşılmaz hale getirmiş ve hurafelere zemin hazırlamışlardır.

Mesela Kur’ân’da hem ibadet, hem de dua kelimeleri geçer. İbadet, kulluk etmek; dua, çağrıda bulunmak ve yardım istemektir. Tefsir ve meallerin çoğu, duaya “İbadet” anlamı vererek asıl anlamın kaybolmasına yol açmıştır. İbadet, yapılan duanın kabulüne yönelik olacağı için bu iki kelime arasında sıkı bağ vardır. Peygamberimiz; “Dua İbadetin iliği*dir, özü*dür[29]” buyurmuştur. Ama dua, İbadet diye tercüme edilince, birini olağan dışı yollarla yardıma çağırmanın İbadet olduğu anlamı kaybolmaktadır.Ahkaf Suresinin 4, 5 ve 6. âyetlerini örnek vererek, duaya İbadet anlamı vermenin, âyetleri nereye taşıdığını görelim:

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“De ki, baksanıza, Allah’ın yakınından neyi çağırıyorsunuz? Gösterin bana, onların yer*yüzünde yaratmış oldukları ne vardır? Yoksa onların göklerde bir payı mı bulunuyor? Bu konuda bana, bundan önce gelmiş bir kitap veya bir bilgi kalıntısı getirin bakalım. Eğer doğru sözlü kimselerseniz.

Allah’ın yakınından Kıyâmet gününe kadar kendi*sine cevap vere*meyecek kimseleri çağı*randan daha sapık kimdir? Oy*saki bunlar on*ların çağrısın*ın farkında değillerdir.
İnsanlar, ahirette bir araya getirildiği gün, bunlar onlara düşman olacak ve onların kulluğunu kabul etmeyeceklerdir.”(Ahkaf 46/4, 5,6)


Duâya İbadet anlamı verilince yeni anlam kaymaları kaçınılmaz olmuştur. Hata, hatayı doğurmuş ve ayetlerin asıl anlamı kaybolmuştur[30]. Bu farkı, Türkiye Diyanet Vakfı tarafından yayımlanan ve Türkiye’de en yaygın olan mealden görebiliriz:

De ki: Söylesenize, Allah’ı bırakıp taptığı*nız şeyler yeryüzünde ne yaratmışlar, göster*senize bana! Yoksa onların göklere ortaklık*ları mı vardır? Eğer doğru söyleyenlerden iseniz, bundan evvel (size indirilmiş) bir kitap yahut bir bilgi kalıntısı varsa onu bana getirin.
Allah’ı bırakıp da Kıyâmet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere tapan*dan daha sapık kim olabilir? (Oysa) onlar, bunların tapmalarından habersizdirler.
İnsanlar bir araya toplandıkları zaman (müşrikler) onlara (tapındıklarına) düşman kesilirler ve onlara kulluk ettiklerini inkar ederler.(Ahkaf 46/4,5,6)” [31]


“Dua” yerine İbadet, “kimseler” yerine şeyler denmiş, “şeyler” de “putlar” diye açıklanmış ve âyetin anlamı tamamen değişmiştir. “Putlara tapan” nerde, “Kıyâmet gününe kadar kendine cevap veremeyecek kimseleri yardıma çağıran” nerde! Âyetlere bu anlamı verebilmek için beş ciddi hatayı yapmak kaçınılmaz olmuştur. Bu hatalar şunlardır:


a- Duaya İbadet anlamı veril*mesi
b- “Men“ kelimesine “mâ” anlamı verilmesi

Arapça’da “men“ kimse veya kimseler anlamına gelir ve akıllı varlıklar için kullanılır[32]. “Mâ” ise şey veya şeyler demektir. Ahkâf 5. âyette üç kere “men” kelimesi geç*er. Dua’ya İbadet anlamı verenler, onlardan ikisine “men” üçüncüsüne de “mâ” anlamı vermek zorunda kalmışlardır.
c- “Hum هم” zamirine “hiye هي”anlamı verilmesi

“Bunlar” diye tercüme edilen hum, Arapça’da akıllı erkek varlıkları gösterir. Kur’ân’da kadınları da kapsamına alır. Ama “Men”e “şeyler” anlamı verildiği için hum zamirine de ya “men“in lafzını gösteren “huve” ya da manasını gösteren “hiye” anlamını vermek kaçınılmaz olmuştur. Bu, önemli bir hatadır.

d- Cem’i müzekker salime yanlış anlam verilmesi
“Habersizdirler” diye tercüme edilen “gâfilûn kelimesi cem’i müzekker salimdir; akıllı erkekler için kullanılır. Kur’ân’da kadınları da kapsar. “Men”e “şeyler” anlamı verilmesi bu anlamı da yok etmiştir.


e- Putlar cansız varlıklardır. Ahirette yeniden dirilecek ve kendilerini yardıma çağıranlarla konuşacak olanlar ise insanlardır. Dolayısıyla “Kıyâmet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeyler…” sözü yanlıştır. Sonuç olarak bu âyet, savunulması imkansız hatalarla dolu olarak tercüme edilmiştir. Bir çok Arapça tefsirde de durum aynıdır[33]. Onlar da bu âyetleri doğru anlamayı imkansız hale getirmişlerdir.
Tefsir ve meallerdeki bu gibi hatalar, türbe ziyareti ile ilgili şu inanca yol açmıştır: “Allah bu sevgili kullarına bazı yetkiler, imkanlar, özellikler bahşetmiştir, bunlar şefaatçilerimizdir, bizler günahkar ol*duğumuz için doğrudan Allah’tan istemeye yüzümüz yok, belki bunlar sayesinde Allah dileklerimizi kabul eder.[34]

Bu gibi yanlışlar sebebiyle, ölmüş bir din büyüğünü Allah’ın yakın dostu sayma, ona hayali yetkiler verip Allah’a onun aracılığı ile ulaşma hastalığı müslümanlara da bulaşmıştır.
__________________
De ki: “Ey kâfirler!
Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam.
Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız.
Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz.
Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.”
Kâfirûn Sûresi
sevginur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
sevginur Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 3 Kisi:
Bilgi (14. November 2012), hiiic (9. November 2012), Miralay (15. November 2012)
Alt 9. November 2012, 09:25 PM   #5
sevginur
Uzman Üye
 
sevginur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 386 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23
sevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud of
Standart

3. Peygamberi Tanrılaştırma

Hıristiyanlar İsa aleyhisselamı tanrı yaptılar. Onlara göre İsa olmasaydı kainat yaratılmazdı. Göklerde ve yer yüzünde görünen ve görünmeyen şeyler, tahtlar, egemenlikler, yönetimler ve hükümranlıklar… Her şey onun aracılığıyla ve onun için yaratılmıştır[35].

Yanlış inanç, bulaşıcı hastalık gibidir, çabuk yayılır. Yukarıdaki inançlar müslümanlara da bulaşmıştır. Bir uydurma hadiste Allah Teâlâ’nın Peygamberimiz için şöyle dediği iddia edilmiştir: “Sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım[36]”.

Kimi tarikatlara göre Muhammed aleyhisselam, var oluşun başlangıcıdır. Allah’tan başka hiçbir şey yokken ilk defa hakîkat-i Muhammediye var olmuş, bütün yaratıklar ondan ve onun için yaratılmıştır. Hakîkat-i Muhammediye nur olması bakımından âlemi yaratma ilkesi ve onun aslıdır. Bu nur ölümsüz ve ebedi olduğundan Peygamber için “öldü” denmez. … Hakîkat-i Muhammediye bütün peygamberlerin ve velilerin ledünnî ve bâtınî bilgileri aldıkları kaynaktır.

Bu
hakikat Hak’tan gelen feyzin halka ulaşmasında aracı olur[37]. Bu inancın tam şirk olduğu açıktır.

Katoliklere göre “Mesih İsa, gerçek Allah ve gerçek insandır. İşte bu nedenle insanlarla Allah arasında tek aracıdır[38]. Bu inanç kimi tarikatçılara da bulaşmıştır. Onlara göre Allah ile hakîkat-i Muhammediye aynı gerçeğin ön ve arka yüzleridir[39].

Bu konuda şöyle bir şiir söylerler:


“Ahad Ahmed’dir,kim mim eder fark,
Bütün âlem o mîm içre olur gark.”

Şiiri açıklamak için şu ilave de yapılır: “Ahadyani Allah’tır[40].”
Ahmed, Muhammed aleyhisselamın Kur’ân’da da geçen isimlerindendir. “Ahad Ahmed’dir” “Ahad Allah’tır” sözünün tabii sonucu, “Allah Ahmed’dir yani Muhammed’tir” olur. Bu da Hıristiyanların, “Allah, Meryem oğlu Mesih’tir” iddialarıyla aynı anlamı taşır. Bu şiire göre, Ahad (أحد) ile Ahmed (أحمد) arasında farklı olarak sadece bir mim harfi vardır. Bu fark yazılıştadır ve Ahmed’in lehinedir. Çünkü onlara göre bütün alem o mimin içindedir!.. Bu inancın İslam ile ilgisi olmadığı açıktır.

Allah
Teâlâ şöyle buyuruyor:


“Muhammed, başka değil, sadece bir elçidir; ondan önce de nice elçiler gelmiştir.”(Al-i İmran 3/144)

“De ki: ‘Ben başka değil, tıpkı sizin gibi bir in*sanım. Bana; Tanrınızın bir tek tanrı olduğu bildi*riliyor. Artık ona karşı dürüst olun ve ondan bağış dileyin. Yazık o eş koşanlara.”(Fussilet 41/6)

“De ki: “Benim size ne zarar vermeye gücüm yeter, ne de sizi olgunlaştırmaya.
De ki: “Beni Allah’ın azabından hiç kimse kurta*ramaz. Ben ondan başka bir sığınak da bula*mam.
Benimkisi yalnız Allah’tan olanı, onun gön*der*diklerini tebliğdir, o kadar.” (Cin 72/21-23)

Müslümanlarbeyaz bir sayfa açmaya, tefsir, hadis, fıkıh, akaid ve diğer ilimleri Kur’ân ışığında gözden geçirmeye mecburdurlar. Yoksa dünya da elden gider, ahiret de.
__________________
De ki: “Ey kâfirler!
Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam.
Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız.
Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz.
Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.”
Kâfirûn Sûresi
sevginur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
sevginur Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 3 Kisi:
Bilgi (14. November 2012), hiiic (9. November 2012), Miralay (15. November 2012)
Alt 9. November 2012, 09:26 PM   #6
sevginur
Uzman Üye
 
sevginur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 386 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23
sevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud of
Standart

[1] Mütercim Asım, Kamus Tercümesi (Firuzâbâdî’nin), Bahriye Matbaası, 1305.

[2] Ragıb el-İsfahânî, Müfredât, (Tahkik: Safvan Adnan Dâvûdî), Dımışk ve Beyrut, 1412/1992, كرذ mad.

[3] Bkz. Al-i İmran, 3/58, A’raf 7/63, Hicr, 15/6,9; Nahl, 16/44, Enbiya, 21/2,50,105; Furkân, 25/18, Yasin, 36/11, Sad,38/8, Kamer, 54/25.

[4] Ragıb el-İsfahânî, Müfredât,قيض mad.

[5]Bkz. En’am 6/112 ve Nas 114/6.

[6] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, Çev. Dominik Pamir, İstanbul 2000, par. 2112. Bu eser Papa 14. Lui’nin emriyle (bugünkü Papa) Kardinal Joseph Ratzinger başkanlığında kurulan 12 kişilik heyetin altı yıllık çalışmasının ürünüdr. Kilise tarafından kabul edilmiş öğretileri içerir. Kardinal Joseph Ratzinger, Katolik Kilisesi’nin bugünkü Papa’sıdır.

[7] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 465.

[8] Şinasi Gündüz, Pavlus Hıristiyanlığın Mimarı, Ankara 2004, s. 32.

[9] İncil / Elçilerin İşleri 9/3-6.

[10] İncil / Elçilerin İşleri 9/18 vd.

[11] İncil / Pavlus’un Korintililere 1. Mektubu 8:5-6.

[12] İncil / Pavlus’un Romalılara Mektubu 1: 1-6.

[13] İncil / Pavlus’un Koloselilere Mektubu 3:17.

[14] İncil / Pavlus’un Filipililere Mektubu 2:6.

[15] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 465.

[16] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 467.

[17] Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Camiu’l-beyân fî tefsîril-Kur’ân (Taberi Tefsiri), Beyrut 1412/1992, c. 11, s. 519, Necm 19. Ayet.

[18]Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par.200 ve 212. Burada Allah yerine Tanrı kelimesi kullanılmaktadır.

[19] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 215, 216 ve 222.

[20] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 206.

[21] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 208.

[22] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 212.

[23] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 224.

[24] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 212.

[25] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 239.

[26] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 519.

[27] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 2634.

[28] İncil, Romalılar 8/26-28. Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 741.

[29]Tirmizî, Dua,1, 3371 sayılı hadis.

[30] Daha geniş bilgi için bkz: Abdulaziz Bayındır, Duada Evliyayı Aracı Koyma ve Şirk, İstanbul 2001. s. 8-9. (Kitaba www.suleymaniyevakfi.org adresinden ulaşılabilir.)

[31] Hayrettin Karaman, Ali Özek, İbrahim Kâfi Dönmez, Mustafa Çağırıcı, Sadrettin Gümüş, Ali Turgut, Kur’ânı Kerim ve Açıklamalı Meâli, TDV yayınları, Ankara 2005. (Bu meâl, yıllardır Suudiarabistan krallığı tarafından Türk hacılarına hediye edilmektedir. Suudiarabistan baskısında öze dokunmayan farklılıklar vardır.)

[32] Cümle içinde akıllı varlıklarla birlikte başka varlıklar da geçerse men kelimesi, akıllı olmayanlar için de kullanılabilir. Buna şu âyet örnek verilir: “Allah bütün canlıları sudan yarattı. Onlardan kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki ayak üzerinde yürür, kimi de dört ayak üzerinde yürür.” (Nur 24/45) Bu âyette “kimi” diye tercüme edilen “men” kelimesidir. İki ayak üstünde yürüyen insanlar, canlılar kapsamında olduğu için diğer canlılara da “men” denmesi uygun düş*müştür.

[33] Örnek olarak şu tefsirlere bakılabilir: Celaleddin el-Mahallî, Tefsîru’l-celâleyn; Abdullah b. Ahmed en-nesefî, Tefsîru’n-nesefî, Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî, el-Cami’ li-ahkâmi’l-Kur’ân; Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Tefsîru’t-taberî, Fahru’d-Din er-Râzî, et-Tefsîru’l-kebîr.

[34] Hayrettin Karaman, “Ramazanda Türbe Ziyaretleri” 10. 12. 2000 tarihli Yeni Şafak Gazetesi, Fıkıh Köşesi.

[35] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 331.

[36]İsmail b. Muhammed el-Aclûnî, Keşfu’l-hafâ (كشف الخفاء), Beyrut 1988/1408, c. II s. 164. Aclûnî bu eserini, halk ara*sında hadis diye bilinen sözleri, eğrisiyle doğrusuyla ortaya çıkarmak için yazmıştır. Bu sebeple o kitapta çok sayıda uydurma ha*dis vardır. Bu hadis de uydurmadır.

[37] Mehmet Demirci, Hakikati Muhammediye”,Diyanet İslam Ansiklopedisi (DİA) c. XV, s. 179-180.

[38] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 480.

[39] Mehmet Demirci, Hakikati Muhammediye”,DİA, c. XV, s. 179-180.

[40] Ali Ramazan Dinç, İki Cihan Serveri Peygamberi Zîşânımız, Yeni Dünya Dergisi, 58-59. sayılar, Ağustos-Eylül 1998, s. 32.
Bu şahıs, İlahiyat Fakültesi mezunudur ve Nakşibendi tarikatı şeyhlerdendir. Bu yazıyı dergide gördüğüm gün onu, İstanbul Gedikpaşa’da bulunan bir müridinin evinde ziyaret ederek gerekli uyarıyı yaptım. Ancak o, bunun sevgiden kaynaklandığını iddia edip kendini canla başla savundu. İnşaallah ölmeden tevbe eder. Günahı yazılı işlediği için tevbesi de yazılı olmalıdır.
__________________
De ki: “Ey kâfirler!
Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam.
Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız.
Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz.
Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.”
Kâfirûn Sûresi
sevginur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
sevginur Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
hiiic (9. November 2012), Miralay (15. November 2012)
Alt 9. November 2012, 09:28 PM   #7
sevginur
Uzman Üye
 
sevginur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 386 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23
sevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud of
Standart

1. BESMELE



Besmele diye bilinen “Bismillahirrahmanirrahim”, Türkçe’ye farklı şekillerde tercüme edilmiştir. Fark, Rahmanve Rahimkelimelerinden kaynaklanmaktadır. Bunlar rahmet kökünden türetilmiştir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamınadır. Ama bazen yalnız incelik, bazen de yalnız iyilik ve ikram anlamında kullanılır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlamı kast edilir[1].

Rahman “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmaz. Rahim ise “rahmeti bol” demektir. Rahmet bolluğu Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Bu sebeple rahim sıfatı Kur’ân’da Peygamberimiz için de kullanılmıştır.

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

Size kendi içinizden bir elçi geldi. Sizi sıkıntıya sokan her şey onu da sıkar. O size pek düşkündür. Müminlere karşı çok şefkatli ve rahimdir. ‏” (Tevbe 9/128)


“Rahman”ı Türkçe’ye “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Çünkü Allah’tan başka kimsenin iyiliği sonsuz olamaz. “Rahim”i de “ikramı bol” diye çevirdik. Çünkü bu özellik insanlarda da olabilir. Sonunda Besmelenin Türkçe tercümesi şöyle oldu:

“İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla”
Bize göre bu tercüme en doğru tercümedir.

2. HAMD VE ŞÜKÜR





Hamd; birini, yaptığı iyi bir işten dolayı övmektir. Buna medih de denir. O iyi işi, sizin için yaptı diye övmek şükür olur. Türkçe’de buna teşekkür denir. Kişinin, kendi katkısı olmadan sahip olduğu şeyle övülmesi, sadece medih yani övgü olur. Hamd şükürden, medih de her ikisinden kapsamlıdır.

Birinin size iyi davrandığını söylemeniz hem hamd, hem şükür hem medih olur. Size yaptığı iyilikten bahsetmeden “O iyidir” demeniz, hamd ve medihtir ama şükür değildir. “Uzun boylu ve zekidir” demek ise sadece medih olur.

Çünkü zekayı ve uzun boyu, kendi çalışmasıyla elde etmemiştir. Bunlar aşağıda olduğu gibi iç içe övgü halkalarıdır.


Her şükür, hamd ve medihtir. Her hamd medihtir ama şükür değildir. Her medih hamd ve şükür olmayabilir[1].
“El-hamdu lillah” sözünün başındaki “el” takısı, “hamd” kelimesine cins anlamı kazandırır ve “bütün hamdler Allah’a aittir” demek olur.

Hamd
; birini, yaptığı iyi bir işten dolayı övmek, olduğundan “Yaptığı her şeyi doğru ve güzel yapmak Allah’a mahsustur” anlamı çıkar.

Bütün bu anlamları içine alması ve şiirsel bir yapıda olması sebebiyle biz “El-hamd
u lillah” sözünü, “Allah neylerse güzel eyler” şeklinde tercüme etmenin uygun olacağı kanaatindeyiz.


Varlıkların sahibi Allah, neylerse güzel eyler.(Fatiha 1/1)


[1] Ragıb el-İsfahânî, Müfredât. حمد mad.



__________________
De ki: “Ey kâfirler!
Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam.
Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız.
Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz.
Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.”
Kâfirûn Sûresi

Konu sevginur tarafından (10. November 2012 Saat 04:22 AM ) değiştirilmiştir.
sevginur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
sevginur Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
hiiic (9. November 2012)
Alt 10. November 2012, 04:22 AM   #8
sevginur
Uzman Üye
 
sevginur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 386 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23
sevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud of
Standart

3. HER İNSAN ALLAH’I BİLİR




(“ELESTU Bİ RABBİKUM” OLAYI)

Allah Teâlâ kâfirlerle ilgili şöyle buyurur:

“Onlar Allah’a verdikleri sözün kesinleşmesinden sonra cayarlar. Allah’ın birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler. Ortalığı karıştırırlar. Onlar büsbütün zarardadırlar.”(Bakara 2/27)

Her insan, Allah’ın varlığını ve birliğini, gözüyle görmüş ve eliyle dokunmuş gibi kavrar ve bu hususta Allah’a kesin söz verir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Rabbin, Ademoğullarından, onların bellerinden nesillerini aldığında onları kendilerine karşı şöyle şahit tuttu: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Onlar da: “Evet Rabbimizsin. Biz buna şahidiz.” dediler. Artık Kıyâmet günü; “biz bunun farkında değildik” diyemezsiniz.

Şunu da diyemezsiniz: “Önceden ortak koşanlar babalarımızdı. Biz ise onlardan sonra gelen bir nesil idik. O batıla sapanların işlediklerinden ötürü bizi yok mu edeceksin?”
İşte o belgeleri böyle açık açık anlatırız. Belki dönerler.
(A’raf 7/172-174)



Halk arasında “bezm-i elest’te alınan misak veya “elestu birabbikum denen bu olay, insanın, açık ve net olarak, Allah’ın varlığını ve birliğini kabul etmesi olayıdır. Âyet bu işlemin, Adem oğullarının “bellerinden nesillerinin alınması” sırasında kesinleştiğini bildirmektedir.



Neslin belden alınması, nesli devam ettirecek tohumun alınmasıdır. Kişi onunla erginlik çağına girer ve çocuğu olacak yaşa gelir. İnsan, henüz çocuk yaşta iken Allah’ı aramaya başlar. Bu konuda çevresini soru yağmuruna tutar. Sonunda Allah’ın var ve bir olduğunu tam olarak kavrar. Karşısına çıkan delillerle sanki Allah ona, “Ben senin rabbin değil miyim?” diye sorar. O da tam bir kararlılıkla “evet, Rabbimsin, ben buna tanıklık ediyorum” der. Benzeri durumlar, çevresinde Allah’ın ayetlerini gözlemledikçe tekrarlanır durur. Bu sebeple her insan, Allah’ın var ve bir olduğunu, her şeyi onun yarattığını kabul eder.



Müşrik, ortak koşan demektir. Ortaklık için en az iki şey gerekir. Bunlardan birincisi daima Allah’tır. Allah’ın var ve bir olduğunu bilen insan, Allah’a ortak saydığı varlık için haklı bir gerekçe bulamayacağı için ahirette şu sözü söyleyemeyecektir:

“Önceden ortak koşanlar babalarımızdı. Biz ise onlardan sonra gelen bir nesil idik. Şimdi o batıla sapanların işlediklerinden ötürü bizi yok mu edeceksin.”(A’raf 7/174)


Erginlik çağı önemlidir. Sorumluluk bu çağda başlar. Babalar veya çevredekiler aksini söylese de erginlik çağına giren insan, Allah’ın varlığına ve birliğine, onun kendinin ve tüm varlıkların sahibi ve efendisi olduğuna kesinkes tanık olur. Kimi bunu açığa vurur. Kimi de önemli olaylar karşısında ortaya çıkarır. Bir çok insan bu kadar bir inancın kendine yeteceğini sanır. Bu bir şeytan aldatmasıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:


“O aldatıcı şeytan, sakın sizi Allah ile aldatmasın.”(Lokman 31/33)


Kendilerine tanrıtanımaz diyen ateistler Allah’ı işlerine karıştırmak istemeyenlerdir. Onlar kendilerini tanrılaştırır ve kendilerinin efendisi olmaya çalışırlar. Diğer müşrikler ise Allah ile beraber başka efendiler bulur, onları Allah’a benzer konuma getirir ve Allah’a verdikleri kesin sözden cayarlar. Ama hepsi de bilir ki, Allah’ın bir benzeri olamaz.


Şirke düşenler; “...Allah’a verdikleri sözün kesinleşme-sinden sonra caymış, Allah’ın birleştirilmesini emrettiği şeyi kesmiş olurlar.” Çünkü Allah’a karşı aracı koymak doğrudan ilişkiyi kesmektir.
__________________
De ki: “Ey kâfirler!
Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam.
Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız.
Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz.
Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.”
Kâfirûn Sûresi
sevginur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
sevginur Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 3 Kisi:
Bilgi (14. November 2012), hiiic (10. November 2012), merdem (14. November 2012)
Alt 10. November 2012, 04:23 AM   #9
sevginur
Uzman Üye
 
sevginur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 386 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23
sevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud of
Standart

4. KUR’ÂN’DA DİNDARLIK


Din, Arapça deyn kökünden mastar veya isim olarak kabul edilir. Cevherî dinin “âdet, durum; ceza, mükâfât; itaat” şeklinde üç anlamını verir ve terim olarak dinin bu son anlamdan geldiğini belirtir[1].

Ragıb
buna ceza ve itaat anlamlarını vermiş, İbn Manzur bunlara hesap ve islam’ı eklemiş, ayrıca deynin mastar, dinin isim olduğu yolunda bir görüş aktarmıştır[2].


Zebîdî âyet ve hadisler yanında Arap şiirinden aldığı çeşitli örneklere dayanarak din kelimesinin yirminin üzerinde anlamını ve terim olarak iki ayrı anlamını zikretmiştir[3]. Mütercim Asım Efendi ise dinin otuzu aşkın anlamından söz etmiştir.

Bunlardan dinin terim anlamını yakından ilgilendirenler şunlardır: Ceza ve karşılık, İslam, örf ve âdet, zül, inkıyad, hesap, hakimiyet ve galibiyet, saltanat ve mülkiyet, hüküm ve ferman, makbul İbadet, millet, şeriat, itaat[4].


Dinin sözlük anlamlarından boyun eğme ve karşılık görme[5] öne çıkmaktadır. Çeşitli güçlere boyun eğilerek bir karşılık beklenebilir. Dinde boyun eğilen güç, aşkın güç, yani ilahtır. Her dinin ilahı, kendine boyun eğilen kuralları ve o kurallara uyanlara vaat ettiği bir karşılık vardır.



İlk din, Allah’ın Adem’e öğrettiği, onun da çocuklarına tebliğ ettiği dindir. Bu çizgi, ilk peygamberden son peygambere kadar devam etmiştir.

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Sen yüzünü dosdoğru bu dine, Allah’ın fıtratına çevir. O, insanları ona göre yaratmış*tır. Allah’ın yarattığının yerini tutacak bir şey yoktur. İşte doğru din bu dindir. Ama in*sanların çoğu bunu bilmez*ler.”(Rum 30/30)

Bu ayet, dini; doğru ve yanlış olarak ikiye ayırmakta, doğru dinin fıtratla örtüştüğünü bildirmektedir.



Allah Teâlâ bir de şöyle buyurur:

“Allah katında din, İslam dinidir.” (Al-i İmran 3/19)) Kim İslam'dan başka din ararsa, bu ondan kabul edilmez. O, ahirette, kaybetmiş olanlardan olur.”(Al-i İmran 3/85)



İnsan, dünyaya gözünü açtığı andan itibaren Allah’ın âyetlerini görmeye başlar. Âyet; açık işaret, gösterge ve belge demektir. Kur’ân surelerinin birbirinden ayrılmış bölümlerine de âyet denir.



Allah’ın âyetleri Kur’ân’da olanlarla sınırlı değildir. Tüm varlıklarda; göklerde, yerde, hayvanlarda, bitkilerde, kişinin iç dünyasında hâsılı her yerde onun âyetleri vardır[6]. Bunlar fıtrat âyetleridir. Allah Teâlâ şöyle
buyurur:

Biz hem dış çevrede hem de kendi içlerinde olan âyetlerimizi onlara gösterece-ğiz; sonunda onun (Allah’ın) gerçek olduğu onlar açısından iyice ortaya çıkacaktır.”(Fussilet 41/53)



İnsanın çevresinde ve içinde var olan âyetler, bir yaratıcının var olduğunu gösterir. Bu sebeple o, henüz çocukken Allah ile ilgilenmeye başlar ve çevresini soru yağmuruna tutar. Sonunda varlıkların Rabbini yani sahibini, gözüyle görmüş ve eliyle dokunmuş gibi kavrar.Bu konu “Her İnsan Allah’ı Bilir” başlığı altında anlatılmıştı.


Allah’ın varlığını herkes anlayıp kavradığı için Kur’ân’da onu ispatla ilgili âyet yoktur. Allah’ın hiçbir elçisi bu konuda bir çaba sarf etmemiştir. Onlar Allah’tan aldıkları emirle çabalarını, ondan başka ilah olmadığı konusunda yoğunlaştırmışlardır.

Allah Teâlâ Elçisi Muhammed aleyhisselama şöyle buyurur:


De ki, Allah’a koşun; ben ondan yana sizi açıkça uyarı-yorum.
Allah’ın yanı sıra başka bir Tanrı uydurmayın; ben ondan yana sizi açıkça uyarıyorum.
Bunlardan öncekilere bir elçi gelmeye görsün; hemen ya büyücü dediler ya deli. Bunlar da öyle.
Biri diğerine vasiyette mi bulundu? Yok; onlar taşkınlık eden bir toplumdur.
Onlara bakma. Onlardan dolayı kınanacak değilsin.
Sen yine de görevlerini hatırlat. Hatırlatma inanacak olanlara yarar sağlar.
Cinleri ve insanları yaratmam, başka değil, sırf bana kul olsunlar diyedir.
Onlardan ne bir rızk isterim, ne beni doyurmalarını isterim.
(Ben Allah’ım.) Rızkı, güç ve kuvvet sahibi olan Allah verir.
Yanlış yapanların peşine takılacak vardır; tıpkı arkadaşlarının peşine takılan gibi; acele etmesinler.
Sözü verilen günlerinden dolayı vay o kafirlerin haline!”
(Zâriyat 51/50-60
)



Dindar, bir dine uyan kişi demektir.Herkesin kendine göre din anlayışı vardır ve herkes kendini, kendi anladığı dinin dindarı sayar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:


“Ey Ademoğulları! Sakın Şeytan başınızı derde sokma-sın. Nitekim edep yerlerini kendilerine göstermek için ananızın ve babanızın elbiselerini soymuş ve onları o cennetten çıkarmıştı. O ve onun takımından olanlar sizi, sizin onları göremeyeceğiniz yerlerden görürler. Biz şey-tanları, inanmayanlara dost olacak hale soktuk.


Onlar çirkin bir iş işlediler mi, “Atalarımızdan böyle gördük. Allah da bize böyle emretmiştir” derler. De ki: “Allah çirkinlikleri emretmez. Yoksa siz bilmediğiniz şeyleri Allah’ın üstüne mi atıyorsunuz?
De ki: “Rabbim adaletli davranmayı emretti. Siz, her secde yerinde ona yönelin. Dini, katkısız, ona has kılarak ona yalvarın. Sizi baştan yarattığı gibi yine ona döneceksiniz.”


Allah bir takımını doğru yola kabul etti. Bir takımı da sapkınlığı hak etti. Çünkü onlar Allah’tan önce o şeytanları kendilerine dost edindiler. Üstelik kendilerini doğru yolu tutmuş sanırlar.
(A’raf 7/27-30)



İtiraf etsin veya etmesin her insan Allah’ı kabul ettiği için bütün sapıklıklar, Allah ile kendi aralarına başka dostlar, başka ilahlar koyarlar.



Doğru din, fıtrat ile örtüştüğü için fıtratı esas alarak değerlendirme yapacak olursak insanların üçe ayrıldığını görürüz; bir bölümü fıtrata uyar, bir bölümü uymaz, bir bölümü de kararsız kalır.
__________________
De ki: “Ey kâfirler!
Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam.
Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız.
Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz.
Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.”
Kâfirûn Sûresi
sevginur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 10. November 2012, 04:24 AM   #10
sevginur
Uzman Üye
 
sevginur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 386 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23
sevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud of
Standart

4.1. Fıtrata Uyanlar

Bütün peygamberler insanlara “Allah’tan başkasına İbadet etmemelerini[7]“ söylemişlerdir. “İbadet” sözlükte taat anlamına gelir. Taat boyun eğmek demektir, daha çok “emre uymak ve izinden gitmek.” anla*mında kullanı*lır[8]. Türkçe’de buna kulluk ve kölelik denir.


Allah’tan başkasına İbadet etmemek, ondan başkasına kul ve köle olmamak demektir. Bu da hürriyetin doruk noktasıdır. Fıtrat hür olmayı gerektirir. Ama insanlar, güçlerinin yettiğini kendilerine köle et*meğe, güç yeti*remediklerine de köle olmağa yatkındırlar. Erginlik çağına girmiş kişi imtihan gereği, iç ve dış baskılarla yüz yüze gelir. Kendi iç dünyasından ve dışardan gelen bu baskılar onu zihinsel ve duygusal köleliğe iterler. Bunlar fıtratı bozmaya yönelik baskılardır.

Uyulması gereken fıtrattır. Fıtrat, varlıkların temel yapısını ve bu yapıyı oluşturan yaratılış, değişim, gelişim ilke ve kanunlarını ifade eder. İnsanların, hayvanların, bitkilerin, yerin, göğün hasılı her şeyin yapısı ve işleyişi buna göredir. İnsanın içinde ve çevresinde görüp durduğu âyetler fıtrat âyetleridir. Kur’ân ise fıtratın “kelâma” dönüşmüş halidir.


İmtihan hür ortamda yapılır. İnsan, karar alırken de uygularken de hürdür. Fıtrattan edindiği bilgiler sayesinde yaptığının iyi mi kötü mü olduğunu fark eder. Kendine zorla yaptırılan şeylerden de sorumlu tutulmaz. Bu durumda insanın sahip olduğu üç şey ortaya çıkmaktadır.


Birincisi; karar alma hürriyetidir. İnsanın aklı ve kalbi vardır. Kalp karar organı; akıl onun yanında, fıtrata uymayan şeyleri ayıklamakla görevli uzmandır. Karar, akla uyarsa fıtrata da uyar. Bir hata yapılırsa kolaylıkla anlaşılır ve düzeltilir.

Akıl ve kalp, kişinin alabildiğine hür olduğu sahadır. Burada verilen karara kimse karışamaz.

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. İçinizde olanı açığa vursanız da, gizleseniz de Allah sizi ondan hesaba çekecektir. Sonra dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah’ın gücü her şeye yeter.”(Bakara 2/284)


İçinde olan ile içinden geçen aynı değildir. İçinde olan; iman, küfür, sevgi, nefret, kin, iyi niyet gibi şeylerdir. İçinden geçenler ise şeytan vesvesesi, duygular, istekler, beklentiler ve diğerleridir. İçte olana engel olunabilir, ama içinden geçene engel olunamaz.

Dinin özü imandır. İmanın temeli de onu içten kabul etmek, yani kalp ile tasdiktir. Kalpteki tas*diki bir o kişi, bir de Allah bilir. Orası in*sanın en hür olduğu yerdir. Bu se*beple hiç kimse bir inancı kabule veya inkara zorlanamaz. Çünkü bu, fıtrata aykırıdır.

Allah Teâlâ şöyle buyu*rur:



“Dinde zorlama olmaz; doğru ile eğri birbirinden iyice ay*rıl*mıştır. Kim azgınları tanımaz da Allah'a inanırsa kop*mak bilme*yen sağlam bir kulpa yapışmış olur. Allah işitendir, bilen*dir.”
(Bakara 2/256)


İnsan İbadete de zorlana*maz. Çünkü İbadet için ni*yet ge*rekir. Niyet, bir şeye içten karar vermek*tir. “Ameller ni*yetlere gö*redir[9].” Bir İbadetin ne maksatla yapıldığını, tam olarak bir o İbadeti yapan bir de Allah bilir. Niyetsiz İbadet yapı*lamadığından zorla İbadet olmaz. Birisine zorla namaz kıldırılabilir ama niyet et*mezse na*maz kılmamış, bo*şuna yatmış kalkmış olur. Bu da bir şeye yaramaz.


Davranışlara yön veren, insanın içinde olanlardır. Kalbinde iman olduğu halde baskılar sonucu farklı davrananın sorumlu tutulmaması bu yüzdendir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:


Kim inandıktan sonra Allah’ı görmezlikten gelir, kâfir olursa … kalbi iman ile huzur bulmuşken baskı altında bırakılmış başka; ama kim içini küfre açarsa üstüne Allah’ın gazabı çöker. Onların payına düşen büyük bir azaptır.”(Nahl 16/106)


İkincisi; yaptığı şeyin farkında olmaktır. Büyüdüğünü ispat için sigara içen çocuk gibi fıtrata uymamak da kişiye cazip gelir. Ama o, bunun yanlış olduğunu bilir.

Allah Teâlâ şöyle buyurur,

“(Nefse) isyankâr*lı*ğını ve takvâsını ilham ede*nin hakkı için, onu arındıran gerçekten um*du*ğuna kavuşmuş, kirle*tip karartan da kaybetmiş olur.”(Şems 91/8-10)

Fıtrata aykırı davranan, önce irkilir, sonra ya vazgeçer ya da devam eder. Onu irkilten, Al*lah’ın “(Nefse) is*yankârlığını il*ham et*me*si”dir. Bu, ona yapılan uyarı; “yanlış yapıyorsun” uyarısıdır. İsyandan sonra da bir iç sıkıntısı duyar; bu da onu tevbeye teşviktir.

Takvâ, kendini kötü duruma düşmekten korumak demektir. Bu, iyi bir davranıştır. İyi davranışlar insanın içini rahatlatır. Bu da Allah’tan ona bir ilham yani “(Nefse) takvâsını ilham”dır.
Vabısa b. Mabed di*yor ki; Muhammed sallal*lahu aleyhi ve selleme gittim; “iyilikten ve günahtan sormaya mı geldin? “ dedi.

Evet, dedim.

Parmaklarını bir araya getirip göğsüne vurdu ve üçkere şöyle dedi: “Nefsine danış, kalbine danış Va*bısa! İyilik, nefsin yatış*tığı, kalbin yatıştığı şeydir. Günah da içe dokunan ve göğüste te*reddüt do*ğuran şeydir. İsterse in*san*lar sana fetva vermiş, yaptığını uygun bul*muş ol*sunlar[10]. ”


Doğru karar veren kişinin içi rahat olur. Kararını uygularken de mutluluk duyar. Yanlış karar ise, hem karar verme süreci içinde hem de uygulama esnasında kişiyi rahatsız eder. Çünkü fıtrata aykırıdır.

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Kimler inanır, iyi işler yapar, namazı dosdoğru kılar ve zekatı verirlerse; onlara Rableri katında ödül vardır. Üstlerinde ne bir korku olur, ne de üzülürler.”(Bakara 2/277)



Üçüncüsü; tezekkürdür. İç ve dış dünyadaki âyetlerden edinilen bilgileri zihne yerleştirmek ve kullanıma hazır halde tutmak gerekir. Bu tür bilgiye zikir denir. Onu kalbe ve dile getirme ve hatırlama da zikirdir[11]. Bu bilgilerin yanlışları da olur. Aklını kullananlar o yanlışları ayıklayabilirler. Onların doğru olanları ile Allah’ın kitabı arasında tam bir uyum bulunur. Bu sebeple Kur'ân'ı okuyan her insanın içinde ona karşı bir güven ve tatmin duygusu oluşur.



Peygamberler insanları tezekküre çağırmışlardır. Tezekkür, zihinde var olan bilgiyi harekete geçirmektir. İbrahim aleyhisselam puta tapanlara “tezekkür etmez misiniz[12]?” derken “Fıtrattan edindiğiniz bilgilerle benim sözlerimi karşılaştırıp yaptığınız yanlışı görmez misiniz?” demiş olmaktadır. Bu onları, iç muhasebesi yapmaya çağırmadır.



Fıtrattan alınan doğru bilgi zikir olduğu gibi ilâhî kitapların ortak adı da zikirdir[13].

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Bilin ki kalplerin yatışıp rahatlaması Allah
’ın zikri ile olur.” (Ra’d 13/28)


Allah Teâlâ Kur’ân ile ilgili şöyle buyurur:

“O Zikri biz indirdik. Ne olursa olsun onu koruyacak olan da biziz.” (Hicr 15/9)


Allah’ın elçileri, insanlarda var olan doğru bilgileri harekete geçirdikleri yani evrensel doğruları söyledikleri için etkili olmuşlardır. Herkese Allah’ın bir elçisinin tebliği ulaşmayabilir. Bu açıdan insanlar iki kısımdır. Bir kısmı bir elçinin tebliğini almış, ikinci kısmı ise böyle bir tebliğ ile muhatap olmamış olur.
__________________
De ki: “Ey kâfirler!
Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam.
Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız.
Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz.
Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.”
Kâfirûn Sûresi
sevginur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
bildiğimiz, doğru, işığında, kur’an, yanlışlar


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 03:30 AM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam