hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > TARİH > Yok olan Milletler > Milletlerin yok oluş sebebleri

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 28. November 2010, 12:01 AM   #1
Barış
Uzman Üye
 
Barış - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 785
Tesekkür: 1.340
366 Mesajina 989 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
Barış is on a distinguished road
Standart Helak olanlar ve nankörlük üzerine.

İnsan için iki Furkan vardır. Birisi kendisine hidayet edilerek hikmet verilen ve bu yetenekle orijinal bir vahi ellerinin altında bulunmasa da hak ve hakikati tefekkür, tedebbür ederek bulanlardır(Ankebut–49) Diğer doğru ve eğrinin bilimine ulaşma yolu ise orijinal vahi metnidir. Bu anlamda vahilere Furkan denilmiştir. Tevrat ve Kuran için Furkan denilmesinin sebebi budur. Ama eğer kendilerine hidayet nasip edilip de kendilerine hikmet veriler ve dinde fakih olabilecek müminler için çifte hidayettir Kuran. Ama çoğu nefsin cimriliğinden arınamamış olduklarından kendilerinde bir hayır görülmeyenlere Allah iyi ve kötünün bilimini nasip etmez. Onlar Kuran’ın bu Furkan olma niteliğinden habersiz olarak bağırıp çağırarak Kuran tilavet ederler ama, bu okuma okuma değildir. Çünkü üzerinde düşünmezler. Öncekilerin yoluna aynen devam eder, Kuran’a bir de ben bakayım, acaba yanlış anladıkları, baştan savma mana verdikleri var mı diye bir dertleri yoktur. Hatta böyle yapanlara, geçmiş liderlerinin birer yanılmaz oldukları itirazıyla karşı koyarlar. Dini lider ve otorite kabul ettiklerinin yazdıklarını okumaktan başını kaldırıp Kuran’ı okumaya(manalarını düşünerek hazmetmeye) çalışmazlar. Hatta buna lüzum bile görmezler. Çünkü geçmiş liderleri evliyadır, âlimdir onlara göre. Bu zatlar aşılmazdırlar, onları okuyunca daha vahiye bakmaya gerek bile yoktur. İşte Kalpleri mühürlenip oyalanmaları için terk edilenler bunlardır. Bunun hükmünü aşağıdaki ayet şöyle açıklar.


”Onlar Kuran'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri kilitli mi?”(Muhammed–24)

Aşağıdaki nitelikte başka ayetler de vardır. Şeytan onlara amellerini süslü gösterir ve kendilerini bir numaralı dindar zannederler. Oysa kurtuluş sadece takva sahiplerinedir. Yani vera ve zühd ehlidir. Bütün korkularını şahıslara ve mülke sığınarak değil, sadece Allah’a sığınarak atarlar. Topuklarının üzerinde geriye dönenler kendilerini berat ettirmek için, Kuran’da Kafir diye geçen terimlerin tümünü El Kafir, yani onların deyimiyle ateist dedikleri kesim olduğuna karar verir işin içinden sıyrılırlar. Oysa nimeti örtmek, onu çok miktarda zimmette tutmakta küfürdür. Bu kavramın oluşumunda etimolojik neden de zaten budur. Kavramda içerik örtmektir. Allah’ın üzerini örtmek zaten mümkün değildir. Bütün kâinat inkâr etse de tasdik etse de o bir hakikattir onu inkâr gerçek anlamda örtmek değildir. Ama kavram buna da teşmil edilmiştir. Ama bütün toplumun hakkını inkâr etmek için nimetlerin ihtiyaç fazlasını zimmetinde tutmak onu örtmek ve insan haklarını inkâr etmek için yeterlidir. Maddende mümkün olan örtmektir.


”Şüphesiz ki, kendilerine doğru yol belli olduktan sonra, arkalarına dönenleri, şeytan sürüklemiş ve kendilerine ümit vermiştir”.(Muhammed–25)


Yine aşağıdaki ayette Allah’ın indirdiğini dar manada değerlendirenler Vahinin tümden inkârı anlamına almaktadırlar. Bunun böyle anlaşılmamasına delil olacak ayetler vardır. Mesela bazı münafıklar(mülk tutkusunu içinden atamayanlar) “bunun yerine başka bir Kuran getirseydin ya” demelerinden anlaşılmaktadır. Hak dinin yüklediği ve bencillere, cimrilere ağır gelen hükümlere itiraz vardır. Çünkü Salât-Salâvat gibi gerçek bir sabrı gerektiren toplumculuk ruhu vurgulanmaktadır. Yine müşrik ve münafıkların bir itirazı da metropollerin kodamanlarından birisine, kendi mutlu azınlık sınıflarının adamlarına kitap indirilmesi ve bu sınıfın çıkarlarının korunması yolunda talepleri vardır. Bütün bunlar birlikte düşünüldüğünde Allah’ın indirdiğiyle hoşlanmayanlar sadece El Kâfir olanlara değil, münafıklara da gittiği anlaşılır. Yani şeklen, dış görünüşü, kılık kıyafetiyle cahillere tam bir mümin intibaı veren, ama arif olanların arayacakları dünyevilikten uzak durmak, mülk tutkusunu sınırlamak hususundaki tavırlarına göre not veren hikmet sahipleri nazarında münafık olan tiplerdir. Bunlar her devirde var olmuştur. Hak din sosyo ekonomi politiğini ret edenlere yakınlık duyanlardır. Zamanımızda da bunlar finans kapitalin kıdemlilerinin ülkelerinde oturmaktan bir beis duymazlar. Hatta nesillerinin orada devam etmesine can atanlardır. Ama kendi yurttaşlarının bir kısmına ve bilhassa Sıla-ı rahimi savunan sosyalistlere ateist gözüyle bakarlar. Kendi medeniyetlerinin iflas ettiğini batı asabiyet ve hadaratının medeniyet olduğunu iddia edenlerde bu kesimdendir. Bir kısmı da zamanın tâğutları ile mücadelenin imkânsız olduğunu, onlara yanaşmacı olmak gerektiğini savunurlar. Yeri geldiğinde zamanımızın bu tiplerini Kuran bize haber veren ayetler sunacaktır. Ahır zaman deccalı olan uluslar arası sermayenin sahibi ülkeleri müttefik edinenler, onların Yemin-i bânus(Az vergi veren özel teşebbüsler) üzere olan sosyo ekonomi politikleriyle entegre olmaya çalışanların durumu böyledir. Zaten konumuzda bunlardı. Hatta bunlar Gardrop dinciliğini öne çıkartarak gerçeğin üzerine örtmeyi beceren, dini ticarete alet eden vakıf şirketleridir. Hak olan sosyo ekonomi politikten topukları üzerinde geri dönenler de bunlardır.


”Bunun sebebi; onların, Allah'ın indirdiğinden hoşlanmayanlara: Bazı hususlarda size itaat edeceğiz, demeleridir. Oysa Allah, onların gizlediklerini biliyor”.(Muhammed–26)


Gerçek ilim sahiplerinin onlara söyleyecekleri şeylere örnek olarak Resulün(a.s) vera, takva ve pozitif Zühd üzere olan yaşantısına davet etmektir. Hak olan Minhac üzere, doğru yola dönmelerini hatırlatmaktır. Çünkü bunlar yolun denge noktasından saptıkları halde kendilerini doğru üzerinde sayanlardır. Hatta birçoklarının dinini beğenmeyenlerdir. Demokratikleşme masalıyla nimete nankörlükleri ayetlere geçenlere entegre olmaya çalışmayın. Çünkü hak dinin omurgası adalettir. Batı sosyo ekonomi politiği ise zulüm üretmektedir. Facirliktir, fasıklıktır., gavadır, Bağı ve tâğut yoludur.


“Artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin”.(Şuara–150)

"O aşırıların emrine uymayın."(Şuara–151)

“Yeryüzünde bozgunculuk yapıp dirlik düzenlik vermeyenler(in sözüyle hareket etmeyin)”. (Şuara–152)



Dün selam ona Salihe Eyke kavmi ne için itiraz etmişse, şimdikilerin itirazı da aynı olmuştur ve olacaktır. Onlar da hami-Mahmi sistemini uyguladıkları halde, bakımlarına söz verip ahitleştikleri ihtiyaç içindekilere az bir rızık vererek zülme devam ediyorlardı. Oysa denendikleri dişi deve suyun yarısını içme karşılığında bütün toplumun protein ihtiyacı olan sütü temin ediyordu. Böyle verimli olmasına paylaşımda nısfet yapmasına rağmen kodamanlar buna bile tahammül edemediler. Su(Mecazen rızık demektir)’ hissesinde nöbetleşe olmaya bile tahammül edemediler. Oysa kendileri deve kadar bile verimli değillerdi, toplum onlara nasıl katlanacaktı. Rızıkların tümüne el koydukları halde paylaşmaları asla nısfet üzere değildi. Ama halkın onlara karşı koyacak gücü yoktu, bunu onlar adına Allah yaptı. Yani (Muhammed–10,11.) ayetlerde Allah’ın onu veli edinen mazlumları korumak için zalimleri helak etmesi yasasını çalıştırdı. Şimdi ayetleri izleyebiliriz.


”Dediler ki: Sen, olsa olsa iyice büyülenmiş birisin!”(Şuara–153)

”Sen de ancak bizim gibi bir insansın. Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bize bir delil/mucize getir”.(Şuara–154)

”Salih: İşte bu dişi devedir; onun bir su içme hakkı vardır, belli bir günün içme hakkı da sizindir, dedi”.(Şuara–155)



Bu sistem su nöbetidir ki, hak din açısından minhacen en iyisi değildir. İdealist olan bu değildir. Ama buna dahi tahammül edemeyip deveyi ortadan kaldırdılar.

Aşağıdaki ayet ise Eyke halkına gönderilen selam ona Şuayb peygamberin kıssasıdır. Şuayb kendisine hidayet geldikten sonra takva, vera ve pozitif zühd üzere bir havra/manastır kurar, kendisine inanan fakir kimselerle birlikte burada samimi dostluk kültürü içinde yaşar. Ama Aristokrat olan kavmi bunu istemez. Çünkü yanaşma yapacak ve iş aş veriyoruz bahanesiyle minnet altında yaşatacak insanlarının bir kısmını kaybetmişlerdir. Şuayb ve sosyo ekonomi politiğini kaldırmak için ellerinden geleni yaparlar. Adamlarına çengel atarak onları bu yoldan vaz geçirmeye çalışırlar. Şuayb kavmi içersinde nüfuzlu bir aileye mensup olduğu için kolayca kötülük yapamazlar ama baskıları dayanılmazdır. Allah muttakileri kurtarır ve diğerlerini helak eder. Onlar da Şuayb’ı yalancılıkla itham ederler. Dengesiz değer değişimine ve ekonomik sömürüye devam ederler. Çağrıldıkları mizanda denk olma adalet anlayışına şiddetle karşı çıkardılar. Havra kollektivistlerinin talimatına göre hareket etmeyeceklerini, çünkü mülkte tasarrufu kısıtlayan bir emre asla uymayacakları ortaya koyarak şiddetle karşı koyarlar. Bu ayette Salât-Salâvat kavramının sosyo ekonomik anlamı bir kez daha ve tüm açıklığıyla ortaya konulmuştur. Ama bunu anlayacak dindar nerede? Şuayb onları takvaya davet eder, nefislerinin her istediğini yapmamalarını ve mülk tutuksundan ve cimrilikten korunmalarını ister.


“Eyke halkı da peygamberleri yalancılıkla suçladı”.(Şuara–176)

”Şuayb onlara şöyle demişti: sakınmaz mısınız?”(Şuara–177)

“Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim!”.(Şuara–178)

”Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin”.(Şuara–178)

”Ölçüyü tastamam yapın, eksik verenlerden olmayın”.(Şuara–181)



Allah’ın emrinin çok az bir vergi veya zekat verilerek savuşturulamayacağını, sosyo ekonomik eşitliğin hak olduğunu mizanda denk olma adaletini uygulamalarını talep etmektedir. Zaten mizan denk olmak eşitlenmektir.



“Doğru terazi ile tartın”. (Şuara–182)


Hakların kıst üzere teslim edilmemesi yeryüzünün ifsad edilmesi için yeterlidir. Bu dahi haddi aşmaktır. Nimetlerin çoğunu kendilerine ayırıp haddi aşarken, aynı zamanda bir yığın mağdur ve mahrum yaratarak ve işin sonunda eştikleri çukurları infakla kapatıp düzlemediklerinden zalim olmuşlardır.


”İnsanların hakkı olan şeyleri kısmayın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın”.(Şuara–183)

”Sizi ve önceki nesilleri yaratandan korkun”.(Şuara–184)




Peygamberin kendilerini davet ettiği ve hakların kıst üzere ödenmesi ilkesine uyma yolundaki talebini ret ediyorlar, sen çıldırdın mı, yüzdelikli zekât nelerine yetmiyor der gibiler.

”Onlar şöyle dediler: Sen, olsa olsa iyice büyülenmiş birisin!”(Şuara–184)

”Sen de, ancak bizim gibi bir beşersin. Bil ki, biz seni ancak yalancılardan biri sayıyoruz”.(Şuara–186)




Hala Medyen halkının Şuayb ile aralarındaki ihtilafın nimete nankörlük üzerine olmadığını iddia edenlere, konuyu açıklayan ayetlerden birisi olan Hac–44 ayeti verelim. Bu surenin 40. ayetinden sonra gelen bir ayettir. Hacc–40 ise bize muttakiler kollektivizminin(Pozitif zühd) yaşandığı mekan ve sistemlerin övgüsünden sonra gelen bir ayettir.


“(Şuayb'ın kavmi olan) Medyen halkı da yalanladılar. Musa da yalanlanmıştı. İşte ben o kâfirlere süre tanıdım, sonra onları yakaladım. Nasıl oldu benim onları reddim (cezalandırmam)!”(Hacc–44)



Bu ayetin mealinde meal sahibinin önemli bir notu var. Şöyle denilmektedir.”Mealde “benim reddim” şeklinde tercüme edilen “nekiri” terkibine tefsirciler tarafından şu mana verilmiştir: “Nimeti külfete, hayatı helake ve mamurluğu yıkıma çevirişim.”



Şunu belirtelim ki, nekr kavramı yine de yeteri kadar açılmış değildir. Buna ait diyalektik olarak seslerin matematiğini takip ettiğimizde çok önemli bilgilere ulaşırız. Burada dikkat çekilen hususun açıklamasını yapalım. Nimetin külfete çevrilmesi önemli bir ekonomik sıkıntıdır. Bu ceza ise zaten sistemin doğal sonucudur. Sıla-ı rahimin(Sıcak ve kardeşçe insani ilişkiler, hakiki dostluk sistemleri) kesilmesidir. Bunun sonucunda ilişkiler buz gibi soğur, sömürülenler isyan ederek sömürenleri ve onların imar ettiği şeyleri yakıp yıkarlar. Bundan başka Leyl suresini hatırlayalım. Eğer ferdileşip, elbirliği ile mülkiyet ve el birliği ile işlerin yapılmasına son verilirse Allah o topluma “Usr” olanı kolaylaştırır. Onları öyle bir sarp yokuşa sakar ki o toplum artık iflah etmez. Sonraki ayet yine gazaba uğrayan toplumların “ateistler” değil, nimete nankörlük edenler olduğunu yinelemektedir.


”Nitekim birçok memleket vardı ki, o memleket (halkı) zulmetmekte iken, biz onları helâk ettik. Şimdi o ülkelerde duvarlar, (çökmüş) tavanların üzerine yıkılmıştır. Nice kullanılmaz hale gelmiş kuyular ve (ıssız kalmış) ulu saraylar vardır”.(Hacc–45)


Yeryüzünde ibret için dolaşanların çok nadir kimseler olduğu anlaşılmaktadır. Gerçekten de turizm amacıyla bu harabeler ziyaret edilir. İmar bakımından üstün oldukları gözlemlenerek, demek ki zenginlik insanı azdırıp, insaniyetten uzaklaştırmış olduğunu idrak edip kendilerine çeki düzen vermeyenler arkeolojik kazılarla ortaya çıkanları görecek ve hayran kalacak gören gözleri vardır, ama bu sonucu çıkartacak basiretleri yoktur.


”(Sana karşı çıkanlar) hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? Zira dolaşsalardı elbette düşünecek kalpleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lâkin göğüsler içindeki kalpler kör olur”.(Hacc–46)


”(Resûlüm!) Onlar senden azabın çabuk gelmesini istiyorlar. Allah vâdinden asla dönmez. Muhakkak ki, Rabbinin nezdinde bir gün sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir”.(Hacc–47)


Makale-118 Dostlara Selam


BURADAN ALINTIDIR.
__________________
Kimse kimsenin yargıcı değil, olmamalı da zaten..Herkes kendi üzerinde gözetmen ve yargıç olsun..Kendimizi rahatsız edelim, dünyamız değişsin...Belki o zaman huzuru bulmuş benliğimiz başkalarına kendiliğinden ışık saçar../Elif.
Barış isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Barış Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
hiiic (28. November 2010)
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
helak, nankörlük, olanlar, üzerine


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 08:54 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam